M.Kamal Paşayı Bayıltan Konuşma ..
Erzurum Kongresi’nin ilk günü Mustafa Kemal’i salondan atan Kadirbeyoğlu Zeki Bey, Meclis’te Hilafeti savundu. Mustafa Kemal sinir krizi geçirdi…
MUSTAFA KEMAL’İ BAYILTAN KONUŞMA: “MEKTEPTEN ÇIKARKEN, PADİŞAHA VE HİLAFETE BAĞLILIK YEMİNİNİ SEN ETTİN. GÖĞSÜNDE HALA PADİŞAH MADALYASI TAŞIYORSUN…”
Fotoğraf: Hilafetin korkusuz savunucusu Kadirbeyoğlu Zeki Bey. 23 Temmuz 1919 günü toplanan Erzurum Kongresi’nin ilk günü Mustafa Kemal’i salondan atmıştı… 5 yıl sonra 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasına tek red oyunu O verdi. TBMM İkinci Dönem Gümüşhane Milletvekili Kadirbeyoğlu Zeki Bey. Mustafa Kemal onu milletvekili listesine yazmayınca Gümüşhane’den Bağımsız Milletvekili olarak adaylığını koymuş ve seçilmiştir. Kemalistler, bir süre mazbatasını vermemişler ve Meclis’e sokmamışlardır. Ancak, daha sonra “aleyhimize söz söylenir” denilerek, Zeki Bey Meclis’e kabul edilmiştir. İşte bu Zeki Bey, ölümünden 55 yıl sonra ancak 2007 yılında basılabilen anılarında, Hilafet ve Osmanlı hanedanı görüşülürken, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla Meclis’te nasıl tartıştığını ve bu olaydan sonra başına neler geldiğini ayrıntılı olarak anlatıyor. Zeki Bey, yönetimin beğenmediği bir görüşü dile getirenlerin -bu, dokunulmazlığı olan bir Milletvekili dahi olsa- başına gelenleri, kısaca dönemin diktatörlüğünü çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.
Gümüşhane Milletvekili Kadirbeyoğlu Zeki Bey anlatıyor:
“3 Mart 1924 Pazartesi, Şer’iyye Vekâleti’nin ilgası, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekili’nin vekâletten ayrılması, Hilâfet’in ilgası ile Hânedân-ı Saltanat’ın hârice teb’îdi (yurtdışına sürülmesi).
Bunların hiçbirisi bir encümene (komisyona) havâle edilmeden, doğrudan doğruya Hey’et-i Umûmiye’ye sevk ile müzâkeresine başlandı.
Her iki vekâletin iki dakikada ilgâsından evvelce, Hilâfet ve Saltanat’ı, yani umûr-i idâre-i devletin Hilâfet’ten ayrılmış olması münâsebetiyle sırf mânevî bir şekilde kalmış olan Hâlife ve hânedanın millî hududlar hâricine teb’îdi müzâkeresine geçildi.
Mustafa Kemal Paşa da, meb’uslar arasında oturmakta idi.
Bu mesele hakkında söz alan iki meb’us çıktı. Biri ben, diğeri Kastamonu Meb’usu Erkân-ı Harp Miralayı Albay Hâlid Bey idi. (İstiklâl Harbi’nde cepheyi yarıp Yunan Başkumandanı Trikopis’i esir eden ve zaferi ordumuza temin eden Dadaylı kahraman)
Ben şahsen, altıyüz seneyi mütecâviz bir hânedanın, perişan bir hâlde millî hududlar hâricine atılıp, kovulması ve sürülmesini Türk Milleti’nin ulûvvü cenablığıyla kabil-i kıyas görmedim ve bulamadım. Bâhusus (özellikle) bu hânedan, Avrupa âile-i kraliyeleri gibi milletlerin kurdukları, başkalarının eyâdi-i gasbından kurtardıkları vatanlarını, kendi ırklarından olmadığı halde büyük gördükleri Kral âilelerinden kendilerine bir kral isteyerek başlarına geçirmiş değillerdi.
Osmanlı Hânedânı, bunlarla hiçbir vakit kabil-i kıyas olmayıp, doğrudan doğruya kendi aşîretinin reisi bulunan Birinci Pâdişah Osman Bey, Selçuklular’ın bir beyliğini kabûl ederek Domaniç’e yerleşmiş ve Selçuk Hükümeti’nin inkırâzı vukûunda o da diğer beyler gibi istiklâlini ilân etmiştir ve bunun neticesi olan muazzam Osmanlı İmparatorluğu’nun ana temellerini atmaya muvaffak olmuştur. (…)
Benim nokta-i nazarım (görüşüm), Makarr-ı Hükümet (Hükümet Merkezi) yapılan Ankara’nın gözü önünde bir mahallede, kendilerine Feriye Sarayları gibi yapılacak iki üç cesim (büyük) apartman içerisinde yerleştirerek, Hükümet-i Cumhûriyeti’n nezâreti altında ikametlerine müsaade olunması, zükûr-ünas (erkek) evlâdlarının da bizim evlâdlarımız gibi resmî mekteblerde tahsil ettirerek, işe yaramayan aksâmını devlet memuriyetlerinde tahsil ve derecelerine göre istihdâm edilmesi ve binnetice yarım asır zarfında halka karışıp, memlekete daha müfid (faydalı) bir unsur olmuş olurlardı. Osmanlı Hânedanı teessüs ederken, zamanında kendilerinden daha büyük ve kudretli hükümdarlar yok muydu? Karamanoğulları, İsfendiyaroğulları ve Dulkadiroğulları hânedanı, bunları o zamanın Osmanlı Padişahları hatta yurtlarını zabtettikleri halde, kapı dışarı sürüp süründürmediler. Evlâdlarını, kendilerini taltîf ederek istihdâm ettiler. Biz de bu ciheti güzelce tatbik edebilirdik. Ben bu nokta-i nazarı müdâfaaya kalkışıyorken, Gazi’nin (M. Kemal’in) sağa sola, vukû bulan işâretleriyle mâiyet-i seniyyelerinden ilk evvel İstanbul Meb’usu Ali Rıza Bey karşıma çıktı. Birinci Harb-i Umûmi’de meşhur levâzım reisi İsmail Hakkı Paşa’nın (Yolsuzluklarıyla ünlüdür. Y.G.) sağ eli olan bu yadigâra,
- Siz saray hafiyesi ve saraya mensubsunuz
demesini müteâkib, - Bana saray hafiyyesi ve saray mensubu diyen bu adam bunu isbât etmesi îcâb eder. Aksi takdirde en büyük nâmussuzdur. Zaten vazifesinde hırsızlıkla iştihâr etmiştir.
diye ağzının payını verdikten sonra (Bu Ali Rıza, Meclis’te kestor [Mali işlere bakan yüksek görevli] olarak bulunduğu müddetçe yaptığı suistimalinden dolayı çıkarılmıştır.) Mustafa Kemal etrafına bakınarak, arkasında gördüğü Kozan Meb’usu Jandarma Zâbiti Ali Sâib’e işaret etmesi üzerine, elleriyle ne yapayım gibi bir işâret vererek - Zeki Bey, Zeki Bey, Hânedan bu müdafaanı görseler seni damat yaparlardı.
diyerek yavan bir hezeyanla salondan çıktı.
Cevâben: - Damâd-ı Şehriyârî olmak, elbette bir şereftir. Burada kalmış olsalar, sizlerden kimseye sıra kalmazdı. Değil Damâd-ı Şehriyârî olmak, fırkanızın edib-i muhteremi Celâl Nûri Bey, saraya soğancıbaşlığına çoktan tâlib çıkmıştı.
Onun peşine Gazi, Topçu İhsan’a işâret etti. Teşehhüd miktarı Bahriye Vekilliği yapıp, kendisiyle beraber vekâleti de yıkıp, meşhur Havuz-Yavuz meselesiyle mahkemeye sevkedilen şahs-ı marufun da payını alarak yerine oturması Gazi’yi büsbütün çileden çıkardı. Yine etrâfa işâret vermeye başladığı sırada, artık tahammül edemeyerek doğrudan doğruya kendisine hitâb ettim: - Paşa, Paşa! Ben ne hânedandanım, ne de mensubtum. Ben bir hakikati ve kendi görüşümü müdâfaa ediyorken, siz boyuna işâret vererek karşıma adam çıkarmak istiyorsunuz. Ben senin gibi de, Bendegân-ı Hazret-i Şehriyârî’den değilim. Tard olunduğun (görevine son verildiği) halde, Erzurum Kongresi’nde Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî Kordonu’nu kemâl-i fahr-i mübâhatla sînene takarak geldin. Ve bugün de hâlâ altın imtiyaz madalyasını göğsünde taşıyorsun. Mektebden çıkıyorken sadâkat yeminini ben değil sen yaptın. Kızaracak yüz benim de yüzüm değildir.
diyerek kürsüyü terkettim. Zira müzâkere çığırından çıkarılmıştı. (Beyînat aynen bu şekilde cereyân etmişti. Matteessüf zabıt değiştirilerek birçok kelimeler çıkarılmıştır.)
Mustafa Kemal hiç me’mul etmediği (ummadığı) bir hücuma mâruz kalınca baygınlık geçirdi. Yâverân, hemen odasına naklederek, beş dakika sonra da otomobili ile Çankaya’daki köşklerine naklettiler. Sonradan aldığım bir habere göre ‘Öldürün!’ demiş.”
“Bir akşamüzeri Meclis’te gardıroptan pardösümü giyerken, cebimde fazlaca bir kabarıklık gördüm. Elimi cebime attım, sert bir mukavva parçası, hariçten yokladım, başka bir şey yok. Çıkardım, üzerinde kurşun kalem ile acele yazılmış bir yazıyı gördüm : - Biz seni çok severiz. Otomobille çiğneyeceklerdir. Meclis karşısında bekleyen otomobile dikkat, kağıdı yak!..
Kağıdı ezerek hânede yakmak üzere cebime koydum. Çıktım. Ankara Palas Oteli, az ilerisinde boş bir makina bekliyordu. Ben kenardan yavaş yavaş yürümeye başladığım sırada o da harekete geçti. Taş Han önünde Rüşdü Paşa ile Fâik Bey’i gördüm. Meseleyi anlattım. Beraberce yürümeye başladık. Camiyi geçtikten sonra, tam dört yol ağzında ben tedârikli bulunarak karşıya geçmek istediğim anda otomobil var kuvvetiyle üzerime yollandı. Kurtulamayacağımı anlayınca, birden bire fırladım. O hızla geçti, ilerde durdu.”
Aslında, Kadirbeyoğlu Zeki Bey ile Mustafa Kemal’in yolları, daha önce Erzurum Kongresi sırasında kesişmiştir. Mustafa Kemal, o kongre sırasında Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in kendisine karşı takındığı tutumu bir kenara not etmiş ve ömrü boyunca da unutmamıştır. Erzurum Kongresi’ni anlattığım bölümde bu olayı ayrıntılı olarak anlatacağım.
Kaynak: Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hatıraları. Hazırlayan: Ömer Faruk Lermioğlu, Sebil Yayınevi, İstanbul 2007, sayfa 197 ve devamı
Not: Aslında milletvekillerinin çoğu Hilafetin kaldırılmasına karşıydı. Ancak, Mustafa Kemal’e açıktan muhalefet etmeye cesaret edemediler. Muhalefetlerini Meclis oturumuna katılmayarak gösterdiler…
Yaşar Gören