Emekli Albay, Atatürkçü Müslüman
Ahmet Ziya Hoca ile Em. Albay Hüseyin Akkaya’nın Yazışmaları 29.01.2021
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: S.A. Hüseyin Bey, Bugün sizin komutanı olduğunuz Ramazan Yıldız isimli arkadaşımız aradı. Merhum Yusuf Akkaya Abi’nin vefatı vesilesi ile yazdığım yazıyı okumuş, bir dostuma ulaşıp benim telefonumu alıp sizin telefonunuzu öğrenmek istedi…
Ben de Medine’de olan yeğeniniz Hamza ile yazışıp sordum; hem sizi öğrenmiş oldum hem de arkadaşın isteğini de yerine getirmiş oldum… Benim merhum büyük amcam İlyas Efendi de subay olarak İsmet İnönü ile beraber görev yapmış bir insandı… Merhum Dr. Yusuf Akkaya Abinin vefat günü yazdığım yazıyı, aşağıda sizinle de paylaşıyorum…
Bugün Sabah Medine-i Münevvere ’de Emaneti Teslim Eden, Merhum Dr. Yusuf Akkaya Abiyi Böyle Tanıdım; Böyle Bildim…
1986 yılında Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere ’ye ziyarete gitmiş geri dönüyordum. Ben Toyota minibüsümle önde, Mekke Üniversitesinde Yüksek Lisans yapan Nihat Tosun kardeşimiz de taksisi ile arkamdan beni takip ediyor gibi ilerliyoruz. Nazım Karaman abi Medine’deki çikolata türü gıda maddelerini Medine’den Mekke’ye getirmemi rica ettiği için arabanın arkasında bir miktar yük var ve sıcaktan etkilenebilecek maddeler olmaları sebebi ile güneş etkisini artırmadan Mekke’ye varmak istediğim için hızım yüz km’nin üzerinde…
Sabah saatleri ve Medine’den 100 km uzaklaşmış Teyme denilen bölgede ilken ön sol lastiğim patlıyor. Araba sola çekiyor; ben sağa derken kontrolü kaybettim ve sola devrilen araç bir kaç yüz metre sürükleniyor. Ön cam kırılıyor; ilk oğlum Enes 4 yaşında, camdan fırlayıp yol kenarına savruluyor. Arabada eşim ve 6 çocuğum var. Eşim ve üç çocuğum yaralanıyor; ben ve diğer üç çocuğum yara almadan ayaktayız. Aracı orada bırakıp yaralıları en yakın sağlık ocağına kontrol ettirdikten sonra Medine’ye Alman Hasta hanesi olarak bilinen hasta haneye ulaştırıp yatırdık…
Üç numaralı kızım elinden ve başından yaralı ameliyata alındı. Ben sağlam olan çocuklarımı Mekke’ye götürüp bırakmak ve geri dönmek zorundayım; yardıma ihtiyacım var. Hasta hanede sordum soruşturdum; Yusuf Akkaya isimli bir beyin cerrahı olduğunu öğrendim fakat görüşemedim. Acilen Mekke’ye gidip çocukları eve bırakarak komşulara emanet edip aynı gün Medine’ye döndüm. Bu arada Hasta hanede bir Türk aile olduğunu duyan Yusuf Akkaya kendi branşı olmamasına rağmen uğrayıp durumlarını sormuş ve hastaları ziyaret ederek bilgi almış olduğunu öğrendim.
Ondan önce ismini dahi duymadığım bu doktoru iyice merak etmiştim. Ev Telefonunu öğrenip aradım. Onun da benim gibi çok çocuğu olduğunu öğrenince görüşme isteğimi bildirdim. Hasta hanede buluşup tanıştık…
Ameliyat olan kızımın elini ve başını kontrol etti. Hastanın yanında bir şey demedi. Dışarı çıkınca kızımı kendi isteğimle hasta haneden çıkartıp al ve dışarda buluşalım dedi. Neden diye sormama fırsat vermeden dışarda konuşuruz dedi. Dediği gibi kızımı, sorumluluğu üzerime alıp gerekli işlemi yaptım ve alıp dışarı çıkarttım. Yusuf Akkaya yanıma geldi ve haydi eve gidip çocuğu bırakalım ve sen de işine bak dedi. Şaşkınlığımı yüzümden anlamış olsa gerek ki, Hocam kızınızda hassasiyet var; müdahale hatalı ve sıkıntılı, meslektaşıma bunu anlatmam zor ve yanlış anlama ihtimali yüksek. Onun için ben kızınızı evde kendi kontrolümde tedavi etmeye çalışacağım. Kızını eve bırakıp gidebilirsin dedi. Altı yaşında bir kız çocuğunu hiç tanımadığı bilmediği bir eve bırakmak kolay mı, çocuk feryat edip ağlamaya başladı. Çaresizliğimi yüzümden okuyan Yusuf Abi, Hocam sen arkana bakma, diğer çocuklarınla ilgilen, sakın merak etme, bizde benzer yaşta olan arkadaşları ile birazdan seni unuttururuz inşallah demesini hiç unutamam…
Daha önce hiç tanışmadığınız bir hekim, 6 yaşında bir çocuğunuzu, tıbbı bir müdahale hatasını, meslektaşına hissettirmeden, kendi evine alıp günlerce tedavi etmesi görülmüş, duyulmuş, alışılmış bir şey değil…
Ondan sonra değişik vesilelerle irtibatımız devam etti. Mekke’ye gelip döner; otel işlettiğimizi bildiği halde, bana duyulmak istemezdi; yaptığı iyiliğin karşılığında bir beklentiye girmiş hissi uyandırmaktan çekinir; uzak durmayı tercih ederdi. Bundan dolayı defalarca sitem ettiğim halde, gönlümce ona hizmet etme fırsatı bulamadım…
Başkalarına yük olmayı sevmez fakat başkalarının yüküne katlanırdı. Aylık gelirinin bir kısmını hayra harcamaktan uzak durmaz; imkân ve fırsat buldukça vakit namazlarını Mescid-i Nebide kılmaya çalışırdı. Gönül insanı olduğunu çevresindeki herkes bilirdi. Genelde insan kıymeti bilmeyen Suudiler bile ona hürmet eder; severlerdi. Devlet sektöründe çalışan bir hekimin özel sektöre geçmesine sıcak bakılmaz; onay verilmez olmasına rağmen, Alman Hasta hanesi olarak bilinen Hasta haneden çalıştığı özel hasta haneye geçmesine onay verilmiş; anlayış gösterilmişti. Ağızı besmeleli eli hassas ve şifalı bir hekimdi. Türk hekimlerinin itibar ve şerefini yüceltmiş hâzik bir hekimdi.
Kıbrıs doğumlu Amerikan vatandaşı olan Dr.Nejat Tajen Bey ile beraber çalıştığı seksenli yılların ortalarında ona nasıl yardımcı olduğunu, kendisi için her hangi bir şey istemekten hoşlanmadığı halde onun için benden ilgi destek ve yardım istemesini unutamam. Yusuf Abinin, yeri boş kalacak insanlardan olduğunu görerek yaşayarak bilenlerdenim…
Rabbim, rahmet ve mağfireti ile muamele eylesin. Enbiya, Evliya ve Şüheda ile beraber haşreylesin. Kıyamette Onunla buluşmayı bahşeylesin…
Ruhun şad makamın âli olsun Yusuf Abi…
15/09/2020 Üsküdar/İstanbul
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ALLAH(C.C) RAZI OLSUN KARDEŞIM. COK DUYGULANDIM. KARDESİM GERÇEKTEN MÜSTESNA BİR INSANDI. MEKÂNI CENNET, RUHU ŞÂD OLSUN. RABBIM RAHMETİ ILE MUAMELE ETSİN. SİZLEREDE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. BENİ ASKERIMLE BULUŞTURDUNUZ…HAYIRLI İŞLER,HAYIRLI ÖMÜRLER DİLER,SELAM VE SEVGİLERİMİ İLETİYORUM….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hürmetlerimi arz ediyorum muhterem albayım. Sağlık sıhhat ve afiyet içerisinde huzurlu, bereketli uzun ömürler diliyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Em. Albay Hüseyin Akkaya: YUSUF KARDEŞİMLE…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yusuf Abi, gönlümüzde çok özel yeri olan bir insandı. Onun gibi insanların yerleri hep boş kalıyor maalesef… Yeğeniniz Hamza’dan, sizin oğlunuzun da hekim ve Bursa’da olduğunu öğrendim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Evet. Küçük oğlum Alparslan Bursa’da aile hekimi amcasına çok düşkündü. Mekânı CENNET Olsun kardeşimde onu çok severdi…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ALEYKÜM SELAM AHMET BEY KARDEŞIM. HAYIRLI GECELER. GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Siz nerede ikamet ediyorsunuz albayım…?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Samsun’dayız, bekleriz inşallah…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Baba ocağındasınız demektir. Ben de Trabzon / Ofluyum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A.… Ahmet Bey bizde Baba tarafından Çaykaralıyız, Hacı Mehmet oğullarından. Dr. oğluma nerelisin diye sorarsanız Çaykaralıyım der.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet bunu rahmetli Yusuf Akkaya abiden dinlemiştim. Konuşurken dilinde Çaykara bölgesi aksanı hissedip sorunca söylemişti. Doktor olan oğlunuza da mesaj yazıp hikâyeyi anlattım. Henüz bakmadı…? Uygun olmayan vakitte insanları rahatsız etmemek için yazmayı tercih ediyorum. Emekli Albay Namık Kemal Bingöl Beyi tanır mısınız…?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hayır tanımıyorum. Oğlum mesajınızı almış. Sizi arayacak.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kara Harp okulunda Hoca olarak görev yapmış emekli bir Albay, Onunla da çok ilginç bir hikâyemiz var. Beraber Umre yapma fırsatımız oldu… Halen Ankara’da yaşıyor.
Ben 41 sene Mekke’de yaşadım. Kenan Evren’in kurucu meclisinde Anayasa komisyonu üyesi emekli bir general ile beraber umre yapmış çok farklı duygular yaşayarak hafızama nakşetme fırsatı bulmuştum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tebliğ Maksatlı Oluşturduğumuz YouTube Kanalımız, Fincancı Katırlarını Ürküten Videoları Yayınladığımız İçin Kapatıldı. Yeni Kanalımıza Bekliyoruz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: MEVALİ NE DEMEK?
İslamiyet’ten önce Araplar ”Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu. İslamiyet’ten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevalinin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor. Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türkler geliyor. Türkler, İslamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı. Araplara göre, sonradan Müslüman olunamazdı. Müslümanlık Araplara inmiş bir din idi. Nitekim Kuran’ın ”Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, Arapça inmiş” bir kitap olduğu, ayet ile sabittir. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşıyordu.
”Her millete bir peygamber gönderdik’ ‘şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, ‘’Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar. Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler. Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslam’daki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, Arapların hışmına uğramıştır. Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler de aynı geleneği devam ettirdiler. Bağdat’taki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey’in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler. Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyor.
Nitekim
– Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşim’i soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Hüseyin’e göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı. Mevalinin iktidarına karşı gelmek, İslam’a karşı durmak anlamına gelmezdi. Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir.
-2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü ”Türkler mevalidir, İslam’ı temsil edemezler” diye fetva verdi. Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK’ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor.
Tarihin hiç bir döneminde Araplar(yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar…
Zira Arap kültürüne göre, Mevalinin iktidarı meşru sayılmıyor.
Şinasi Kara
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A Değerli dostum bu konuyu ilk defa duydum. Çok da hayret ettim. Yorumunuzu merak ediyorum Hayırlı günler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A.S. Muhterem Albayım, müsait bir zamanımda yazarım inşallah.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://islamansiklopedisi.org.tr/mevali
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: S.A. Albayım, doğru bir çerçeve bilgisi okuma imkânınız var bu kaynakta…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: A.S Teşekkürler. Hayırlı geceler Ahmet Bey…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sizlere de…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TÜRKİYE NEREYE DOĞRU SÜRÜKLENİYOR…?
“Deveyi yardan aşıran bir tutam otmuş…” “Saddam’a da Kuveyt pastası sunulmuş, sonra da tepelenmişti.” ABD ve müttefiki Hıristiyan ve Yahudi güç odaklarının “Yeni Osmanlı” veya “Büyük Türkiye” gibi oluşumlara meydan vereceğini düşünmek ve bunun propagandasını yapmak en büyük safdillik ve ihanete ortak olmaktan başka bir şey değildir…
Fosil yakıtı(Petrol ve ürünleri) önümüzdeki 20 Yıl içerisinde önemini büyük ölçüde kaybedecek ve yerini Bor, Güneş enerjisi ve Nükleer enerji alacaktır… Şu anda ABD’nin elinde kullanıma hazır dünyanın en zengin Petrol ve Doğalgaz yatakları mevcuttur. Dolayısı ile ABD’nin enerji kaynakları nedeniyle Ortadoğu ve Kafkaslarda bulunduğunu iddia etmek yanlıştır. ABD bugün Haçlı ordularının liderliğini yapmakta ve Türkiye’yi Haçlı dünyası ve Yahudi yayılmacılığının önündeki en büyük engel olarak görmektedir.
Bu nedenle de, Atatürk’ün öldürülmesini müteakip, başlangıçta İngiltere’nin, II. Dünya savaşını sonunda da ABD’nin himayesine giren Türkiye’de, iktidarın daima azınlıkların elinde olması sağlanmış ve Türk Milleti, aldatıcı isimleri nedeniyle kendinden olduklarını zannettiği, azınlık yöneticileri tarafından KUKLACI’nın talimatları doğrultusunda yönetilmiştir.
1938 – 1980 arasında kendilerine Kemalist veya Laik denilen Kripto azınlıklar tarafından yönetilen Türkiye, 1980’den sonra dini ile kandırılmaya başlanmış ve İspanya’da OPUS DEİ’ye, Irak’ta KESNİZANİ’ye verilen görevin bir benzeri de, Türkiye’de ILIMLI İSLAM ve DİNLERARASI DİYALOG söylemleri ile uygulamaya konulmuştur. Ancak, her doğal yapıda olduğu gibi, aldıkları bütün tedbirlere rağmen, zeki Türk çocukları Türkiye’nin üzerine örtülen örümcek ağını birçok noktadan delmeye muvaffak olmuşlardır. Uyanışı engellemenin en önemli yolu, ulusal birliği bozarak ülke insanını birbirine düşürmek olduğundan, 70’li yıllarda; sağ – sol, alevi – Sünni çatışması ile ülke bir kargaşanın içine itilmiş, 80’li yıllardan itibaren de Bölücü Kürtçülük hareketi PKK adı altında organize edilmiştir. Türkiye’nin kahir ekseriyetini teşkil eden yetenekli ve tahsilli Türk çocukları ile temasa geçme yerine, azınlıkları ve hele hele gayrı medeni ve kinci, Kürt kimliğine bürünmüş, Ermeni, Rum, Gürcü ve Pakraduni’leri tercih eden ABD ve yandaşlarının samimiyeti daima kuşku uyandırıcı olmuştur… ABD, geçmişi ve hali ile katliamcı, soykırımcı ve Müslüman düşmanı bir karaktere sahiptir. Müslüman Türk halkının bunu çok iyi bilmesi ve şaşaalı aldatmacalara inanmaması gerekmektedir… Abant platformunda; “Anayasa’dan, Türk ve Türklük” ibarelerinin tamamen kaldırılmasını öneren DİYALOGCULAR, halkı kandırmak için “TÜRKÇE OLİMPİYATLARI(!)” düzenlemişler ve bir darbe ile ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışmışlardır… Halka, Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Arif Nihat Asya’dan şiirler okuyarak Müslüman oldukları iddiası ile yüzde elli oy oranına ulaştırdıkları bir iktidarın döneminde, DOMUZ ETİ yasa ile kasaplık hayvan statüsüne alınmış ve ZİNA suç olmaktan çıkarılmıştır… “Ne istediler de vermedik…!” denilen bir örgüt, verilenleri az bularak iktidarı ele geçirmeye çalışmış ve bu arada birçok masumun kanına girilmesine de, neden olmuştur. Bu darbe teşebbüsünü önleyenler de, yine, horlanan vatanperver Türk çocukları olmuştur… Darbecilikle suçlanan TSK mensuplarının üzerine gidilirken, uygulanan yöntemle, ABD’nin işbirlikçisi, gizli Ermeni, Yahudi, Rum ve Kürt kimlikli eski Gladio mensubu darbeci Subay, Astsubay ve Generallerle beraber TSK mensubu vatanperver Türk çocukları da, töhmet altında bırakılmış ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır…
İktidarı ve muhalefeti ile siyasi kurumların ve başta TSK olmak üzere devletin temelini oluşturan bütün unsurların, duvarın arkasında oynanan oyunları ve yapılan planları doğru algılayarak, ülkenin stratejisini DOST – DÜŞMAN realitesine göre yeniden dizayn etmeleri ve ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayacak tedbirleri hataya meydan vermeyecek şekilde belirlemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde; Türkiye, Ortadoğu ve bütün Dünya, çıkacak bir kıvılcımla Ateş Topu’na dönüşecektir… Armagedon’u öne çekmeye çalışan İllimunatinin de, amacı budur…!!!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ARAŞTIRMACI YAZAR DEVREM(HV.67)ARKADAŞIM OSMAN ŞAHİN’NİN DOĞRU VE ANLAMLI MAKALESİNİ SİZ DOSTLARIMLA PAYLASMAK İSTEDİM. SELAM VE SEVGİLERİMLE.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: GARA ŞEHİTLERİ
BAŞINIZ SAĞOLSUN! Demek o kadar kolay mı zannediyorsunuz? “Siz, oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç? Hayır mı? Dinleyin o halde; Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bir emir düşer önünüze. Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür. Ya rabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem..! Ama giyersin tören üniformanı, birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola..
Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin. İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar.. Neyse varırsın köye. Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “Aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun..! Bütün köy donmuştur adeta.. Herkes büyülenmiş gibi izler seni hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı..
Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün. Ayakların geri geri gider. Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar, bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere.. Oğlu daha toprak altına girmeden Ana düşer toprağa.. Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.. Konu komşu yığılır, bin feryat bin figana karışır, dersin ki kıyamet budur… Kimi ana, önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der; Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin. Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın.. Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten sakinleştirici iğneyi yapamaz bile.. Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar.. Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya gark olmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın acıyla.. Kimi içine akıtır gözyaşlarını kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz, kimi dua eder, kimi beddua..! Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar, ne şapka kalır başınızda ne rütbe omuzlarınızda, söker atar.. Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür.. Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye, Tören mören hak getire.. Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen.. Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der, görmek istemez na’şını… Kimi de illede “Göreceğim” der, Gösteremezsin ki;
YA YÜZÜ YOKTUR YA BACAĞI.. Yanımızdaki bir üsteğmen yada yüzbaşı elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur, “Kanı yerde kalmayacak” diyerek, bitirir konuşmayı.. Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz. Sonuç olarak orada bir mezar, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır..” (Sosyal medyadan alıntı.!)
EY OĞUL SEN VE BEN KALDIK;
BAK GİYİNDİM ASKER CEKETİNİ…
Nutuklar atan, siyah takım elbiseli adamlar, Mercedeslere binip gittiler oğul..
Cenazende ön sırada protokolden, Kamerayı görenler koluma girdi oğul..
Flaşlar, kameralar, muhabirler derken…
Herkes evine gitti herkes oğul..
Bir tek sen ve ben kaldık oğul ..!😡
TÖREN BİTMİŞTİR Oğul…!
SİZLER ;
“Ezanlar susmaz, Bayraklar inmez, Şehitler ölmez, Vatan Bölünmez, Ne mutlu Türküm Diyene, Bir ölürüz, bin Doğarız” dediniz değil mi? 10 gün oldu, en son Gara şehitlerimizin toprağa düşeli..
Siz şimdi O Anaya, Babaya, Eşe, Çocuklarına, kardeşlerine, Yavuklularına sorun BAKALIM acıları ne durumda!? ÜÇ gün değil 3 yıl geçsede ONLARIN ACILARI DİNECEK Mİ..!? ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR.. AĞLARSA ANAM AĞLAR,GERİSİ YALAN AĞLAR..! ŞEHİTLERİMİZE Rahmetler, Acılı Ailelerine SABIRLAR DİLİYORUM. ANAYA~BABAYA,EŞLERİNE, ÇOÇUKLARINA ALLAH SABIRLAR,GÜÇ KUVVET VERSİN..
GARA DA HAREKAT ESNASINDA VATAN İÇİN ŞEHİT OLAN 3 ASKERİMİZ VE 6 YILDIR KURTARILMAYI BEKLEYEN, UNUTULAN, KİMSESİZ 13 VATAN EVLADININ ARKASINDAN.. ATILAN BEYHUDE SLOGANLAR, AĞITLAR ONLARI GERİ GETİREMİYOR NE YAZIK Kİ..!? ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN,
UMARIM ONLAR DA BİZİ AFFEDER..! ÜLKEMİN DEĞERLİ EVLATLARININ ŞEHİT OLMAMASI DİLEĞİ İLE.. SAYGI VE SEVGİ İÇİNDE HOŞÇAKALIN..
22 Şubat 2021/7.hafta
Em. Albay Huseyin Akkaya: ZEKAİ ALTUNPALA/VİZYON GAZETESİ/TERME…SAĞOL KARDEŞİM..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yazının yazarı bu arkadaş mı..?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/xy1Lz953_ds
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÖNEMLİ bir tespit Aziz dostlarım. Size bir hatıramı ve tespitimi anlatayım. Has bel kader dünyanın bazı yerlerinde bir elin parmak sayısı kadar 5 yıldızlı otellerinde kaldım. İstisnasız hepsinin odalarında İNCİL vardı ve birinci sayfasının başında:
“ EY RAB !!!…. KONSTANTİNA’YI BİZE İADE EYLE, YAVRULARIMIZI DA…”
Batılının unutamadığı iki tarihi olay. Konstantina’yı anladım da , yavruları neydi ?..
Moskova’da Türklere yakın bir Profesörle ahbap oldum. Kendisi Ortodoks Hristiyan’dı. Bu son cümlenin ne anlam taşıdığını sordum. Samimi bir ilim adamıydı… Belki İstanbul’u kaybetmekten Hristiyan âlemi bu kadar rahatsız değil ama “ DEVŞİRME “ sistemi ile Hristiyan çocuklarının gürbüzlerini katırların sırtındaki sepetlere koyup, önce Çanakkale’ye sonra Bursa’ya götürüp, sünnet ettirip Müslüman ettiniz.
Beyni güçlüyü Enderun’a hazırladınız, pazısı güçlüyü yeniçeri yaptınız ve HIRISTİYANI KIRDIRDINIZ… “Uzun bir sohbetti… Yahu üstat bizdeki FETÖ OLAYI bunun rövanşı mı yoksa? Dedim , “ Hah… ta kendisi “ dedi. Zira 81 vilayetin en seçkin, gürbüz ve zeki çocuklarını seçmişlerdi Vay anasını dedim 25 yaş ile 55 yaş arası bir Türk sosyal kuşağının yok edilişi, bir hesaplaşma; bir tarihi rövanşmış meğer 50 senede tamir edilemez bir intikam. Bu FETÖ liderine Mezopotamya’nın son NEMRUDU; Anadolu’nun ilk Firavunu diyordum, sözüm hayli de itibar görmüştü. Dostlarım bu işe Firavun ve Nemrudun aklı dahi çok kısa kalırmış. Allah bize feraset ve basiret versin, bu tür tuzaklardan hepimizi korusun. İki cihan saadeti dileğiyle…
Emekli Cumhuriyet Baş Savcısı. Ünal Arık
Em. Albay Hüseyin Akkaya: FİLİSTİN HANGİ HAKLI DAVAMIZDA YANIMIZDA OLDU? KIBRIS MESELESINDE,ERMENİ MESELESİNDE???
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: S.A. Albayım, Filistin’de, Filistinlilerin oluşturduğu bir devlet yok ki yanımızda olma iradesi gösterebilsin albayım… Filistinlilerin iradesi kendi idarelerine yansımasına bile fırsat verilmiyor…Ben 30 senedir, Kudüs ve Filistin’in değişik şehirlerine tur düzenleyen, yapısını ve halkının duygularını bilen bir insanım.. Uganda devlet başkanı Rahmetli İdi Âmin ’in sözünü unutmamakta fayda var. O makalemi tekrar okuma imkanınız olur mu..? 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: DOĞU AFRİKA GEZİM ve (عيدى أمين) İDİ ÂMİN İLE İLGİLİ YAŞANMIŞ İLGİNÇ BİR HATIRA
2020 Yılının ilk aylarında Doğu Afrika ülkelerinden olan dört ülkeye, bir proje ve hayır gezisi yapma fırsatı bulmuştum… Bu ülkeleri yakından tanıyınca duygu ve düşüncelerim allak bullak oldu; şaşırdım; sarsıldım… Dünyanın en güzel, en verimli, en zengin topraklarında, insanların nasıl bir fakirlik ve yoksulluk yaşamaya mahkûm kılındığını, sömürgecilerin bu sömürü sistemini nasıl kurup yürüttüklerini öğrenmek, beni hayrete sevk edip derinden yaraladı… Görüp öğrendiklerimi yazmak istedim; bir türlü elim varıp başlayamadım…
Ben Trabzon/Of’un çay üretilen bir köyündenim. Çay bitkisi yılda 3 defa ürün veriyor. Nadirattan da olsa 4. defa ürün verdiği yıllar da olur. Kesip toplayarak satıyoruz… Yılda üç hasatlı bu ürün, arazisi çok az ve kıt olan bu bölgede, fakirlik sıkıntısı yaşayan insan bırakmadı… Etiyopya, Uganda ve Kenya’nın çay olan bölgelerinde, çay bitkisinden yılda 8-10 defa, Tanzanya’da ise 22 defa ürün alınabildiğini görüp öğrendim. İlk duyduğumda tercüman yanlış aktarıyor zannetmiştim. 2 mi 22 mi diye üç defa tekrarlayıp sordum. İngilizceden tercüme eden arkadaşa güvenmeyip Arapça bilene de sordum. Evet, çay yılda 22 defa ürün veriyormuş Tanzanya’da… Çayın 22 defa kesilip toplandığı bir bölgede fakirlik nasıl olur..? Sorup öğrenince hayretten küçük dilimi yutacak gibi oldum… Aman Allah’ım bu çağda böyle bir sömürü, böyle bir zulüm nasıl olabilir..? Afrika ülkelerinin bir kısmını Fransızlar, diğer büyük bir kısmını da İngilizler sömürmüş; sömürüyor. İki sömürgeci ülkenin sömürü sistemleri benzerlik arz etse de İngilizler daha usta, daha kurnaz ve daha profesyonel olduğunu söylemek mümkün…
Ayrıntılara girmeden bir misal zikretmem gerekirse, Uganda’yı İngilizlerin sömürme planı şöyle işledi; işliyor… Uganda, Hıristiyanlarla Müslümanların beraber yaşadığı bir ülke, insanların ten rengi siyah, İngilizlere benzer tarafları yok. Direk İngilizlerin yürüteceği bir sömürü planı uzun vadeli olmaz; olsa da zahmetli ve riskli olabilir. Öyle bir aracı vekil bulmak gerekir ki, ne ten renkleri ne de dinleri İngilizlerin çıkarlarını uzun vadede riske sokmalı..? Bulunacak aracı ne beyaz tenli ne de siyah tenli olmalı, Müslüman veya Hıristiyan da olmamalı, bu vasıflardan biri bile uzun vadede risk oluşturabilir; sömürü çarkının tıkır tıkır işleyip dönmesini engelleyebilir..? İşgal edilip el konulmuş verimli araziler, oluşturulan şirketler üzerine tescil edilmiş ve bu şirketlerin yönetim görevi de Hindistan’dan özel seçilip özel eğitimden geçirilmiş olan, esmer tenli, Budist Hindulara verilmiş… Budist Hindular Ne beyaz ne siyah, ne Müslüman ne Hıristiyan, herkes için ideal… Beyaz olsa kabul görmez; siyah olsa uzlaşma riski oluşur; Müslüman olsa denge bozulur; Hıristiyan olsa işbirliği İngilizler aleyhine gelişebilir..?
Ülkedeki toplam sayıları on bini geçmeyen, İngilizlerin desteği olmadan varlıklarını sürdüremeyecek olan bu Hinduların ihanet etme şansı da olamayacağına göre muhteşem sömürü sisteminin devamını riske atacak ihtimaller minimize edilmiş oldu. Bu verimli arazilerde çalışıp üretme işçiliği için yerli halkın seçilmesi de İngilizlerin Ugandalılara jesti ve ikramı olmuş..! Yevmiye için de cömert(!) davranmışlar; günlüğü 1 dolar. Evet, yanlış duymadınız; günlük bir dolar ücret. Nasıl bir düzen ama..? Sevdiniz değil mi..? Bizim bunu öğrenip bilemeyişimiz, dünya zalimlerinin utanmaz yüzüne çarpamayışımız, bütün insanlığa duyuramayışımız anlaşılabilir, kabul edilebilir değil… Ayrıntıları anlatmaya kalksam bu yazı kapsamına sığmaz; eksik ve yetersiz olur; fırsat bulsam da avazım çıktığı kadar bağırarak, yüksek sesle dünyaya haykırabilsem, duyurabilsem keşke…
Yazdıklarımı mübalağa zannedip inandırıcılığımı kaybedebilir miyim diye endişe etmiyor da değilim…? Neden mi? Bu sömürü ve zulmü yapanların, zulmedip sömürdükleri insanların zihinlerini de işgal edip kendilerine hayran bırakmaları gözümü yıldırdı… Kuzunun kurda, kişinin celladına âşık olması diye bir kavram bilirdim fakat yaşandığını yaşatıldığını görmemiştim… Uganda’nın merhum devlet başkanı ile ilgili, bir arkadaşımızın fiilen yaşadığı bir hatırayı aktarmakla yetineyim şimdilik… Sizden ricam, aktaracağım bu ibretlik hatırayı, yazdığım bu kısa bilgilendirme notu ışığında dinleyip değerlendirmeniz… Dünyayı kana bulayan Siyonist ve emperyalistlerin, her işine gelmeyen Ülke liderlerini Diktatör yaftasıyla alaşağı etme alışkanlıklarına bir yenisini ekleyip, yamyam yaftasıyla iktidardan ettikleri Uganda eski devlet başkanı merhum İdi Âmin ile ilgili hatırayı şöyle özetleyebilirim: Mekke-i Mükerreme Ummul-Kura Üniversitesi mezunu, halen Avustralya’da yaşayan eğitimci arkadaşımız Ahmet Bozlar Hoca’nın anlatımı ile, 1980’li yılların başları… Cidde’de büyük bir otelde yapılan Türkiye’yi tanıtma haftası toplantılarından birine katıldık. Aynı şirkette çalıştığımız, inancı zayıf olan, hatta olmayan bir Türk mühendis de bizimle beraberdi.
Bana: “- Hoca Efendi, şu adam İdi Âmin değil mi?” diye sordu. O tarafa baktığımda: “Ona benziyor, amma bilmem” dedim. Mühendisin ısrarı üzerine masasına gittik Ve arkadaşım: “Siz İdi Âmin misiniz?” diye sordu. O da: “Bir Türk kahvesi ısmarlamazsanız konuşmam” deyince sıcak bir hava oluştu. Oturduk yanına. Tam o esnada bizim mühendis bey bombayı patlattı: “Siz ülkenizdeyken neden insan kanı içiyordunuz?” deyiverdi. İdi Âmin gayet sakin bir şekilde: “Orada Türk kahvesi yoktu da onun için” dedi. Bizim mühendis bey ukalalığına devam eder mahiyette güldü. İdi Âmin, mühendisi omuzundan eliyle bastırarak sandalyeye oturttu. Ve “Siz Türkler 1974’de Kıbrıs’ta çocukları, ihtiyar kadınları, neden dozerlerle çukurlar açarak canlı canlı gömdünüz?” diye sordu. Mühendis bey celallenerek: “Hayır biz öyle bir şey yapmadık. Onu Rumlar yapmıştı..“ deyince o aslan yapılı İdi Amin kükrercesine: “Sen bana insan kanı içiyordun dedin. Bir insana yapılabilecek en ağır hakareti yaptın, ben kızmadım. Sana ne oluyor şimdi?” diye çok sert bir üslup ve bakışla dakikalarca sayın mühendis beye baktı Ve ekledi: “Baby (çocuk), benim ülkem kuş cennetidir. Ben halkımla hep iç içe yaşadım. Beni ziyarete gelenler bana kuş eti veya kuşu canlı getirirlerdi. Kabul ettiğim tek hediye buydu. ”Aynı o sert bakış ve sesle: “Ben o kuşların bile kanını içmedim” dedi. Aniden yumuşak bir üslupla: “Ben gelmeden önce Uganda’da Müslümanlar köle ve hizmetçi idi. Resmi iş alamazlardı. Ben bunların resmi işlerdeki oranını yüzde 80’e çıkarttım. İngiliz ve batı bunu asla kabullenemedi. Daima aleyhte haberler üretti masa başından. Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan İsviçre’ye gider; orada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir” dedi. Ve: “Hadi bir Türk kahvesi daha..” diyerek sustu…
Kendisinden özür dileyerek, boynumuz bükük şekilde, yanından ayrıldık…] İdi Âmin ’den dinlediklerimiz arasında bir cümlenin altını çizip tekrarlayarak yazımı bitireyim… “Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan da İsviçre’ye gider; burada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir” Ruhun şad olsun İdi Âmin, Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerine olsun… Verdiğin mesajı duyan bir nesil var; sömürü sistemine senin çomak soktuğun gibi çomak sokma gayretini sürdürüyorlar. Afrika’ya Fransız kalmayan bu nesil, senin bıraktığın yerden devam ediyor. Emeklerin hiç de boşa gitmedi… Halen Fransızların uykusunun kaçması, İngilizlerin keyfinin bozulması da buna mani olamayacak inşallah…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
09.05.2020
NOT: Yazının görüntüler eşliğinde seslendirilmiş halini dinlemek için alttaki linki tıklayınız…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler değerli kardeşim. Biz olaylara hep tek gözle bakmayı öğrendik. Bu gerçekleri Türk insanı bilmiyor, bildirilmiyor… Bu ibret dolu yazınızı Gruplarımla paylaşmak istiyorum. Tabi ki müsaadenizle.. Allah’ın(c.c) selâmı üzerinize olsun hayırlı geceler… Tekrar teşekkürler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Benim yazılarım anonim olup dileyen dilediği yerde paylaşabilir muhterem albayım. Ben Filistin ile ilgili mahrem bilgilere sahip olan bir kardeşinizim. Gerek 30 yıllık Filistin turları rehberliğim ve gerekse devlet erkânı arasında tercümanlık yapma fırsatı bulmam buna imkân sağlamıştır…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Muhterem Hocam teşekkürler. Hayırlı geceler. Selam ve saygılar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Böyle videolarda geliyor. Maalesef..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu çok eski (son Azeri Ermeni savaşından çok önce olan bir ziyaret esnasında çekilmiştir) videoyu, bugünlerde kimler gündeme taşıyıp yayıyor bilmiyorum; ama iyi niyetli iseler, şunu bilmelerini isterim:
“Şu anda Filistin Halkının iradesi olmadan, Mahmut Abbas’ın o makama gelmesini sağlayıp destekleyen ile bu videoyu hazırlatıp yaydıran güç aynı güç olduğunu görmek için ne siyasetçi ne de asker olmak gerekmez. Sadece biraz feraset sahibi olmak yeterlidir.”
Rahmetli İdi Amin bunu yaşayarak anlaması ve bize duyurup öğretmesi ibret verici değil midir..?
Arap ülkelerinden hiç birinde halk iradesi ile iktidara gelmiş bir idare yoktur; tayin edilmiş kukla idareciler vardır. Efendilerinin izni olmadan destek veya köstek olamazlar. Lokomotifleri İngiliz, ABD ve İsrail’dir.
Bu ülkelerin halklarının kahir ekseriyeti Lokomotif olarak Türkiye’yi görmek isterler; bunların en samimi olanlarından biri de Filistin Halkıdır…
İsrail’in kuruluşunu destekleyip ilk tanıyanlar arasında yer almamız Türk halkının iradesi ile olmadığı gibi, Mahmut Abbas’ın Ermenilere moral desteği sağlaması da Filistin halkının iradesi ile olmuyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Saygılar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sizden öğreneceğimiz çok şey var..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bugün 77. Yıldönümü.
TÜRK’ÜN KADERİ
İçimizdeki soysuzlara.(Kırım Türklerinin sürülüşünün 76. yılı) Sovyetler ’in esir bir milletisin seni cephenin en tehlikeli bölgesinde Almanlara karşı savaştırıyorlar.
İstemeye istemeye savaşıyorsun ve Almanlara esir düşüyorsun. Ordusu bitmiş tükenmiş Almanlar, “Sen Rus değilsin bir şekilde seni affederiz bizim ordumuzda Ruslara karşı savaşırsan sana Alman kimliği de veririz Alman vatandaşı olursun.”
Bu sefer yine istemeye istemeye ama yine de eski esareti altında bulunduğun ülkeye karşı diyerek Ruslara karşı savaşıyorsun. Alman ordusunun bir mensubu olarak yeniliyorsun ve fırsatını bulup bir şekilde anavatanım diyerek Türkiye’ye sığınıyorsun.
Anavatanın Türkiye sana sahip çıkamıyor çünkü “suçluların iadesi antlaşması” gereği seni Sovyetlere iade etmemiz gerekir derken Alman pasaportlu olman dolayısıyla Rus vatandaşı olmadığın için istersen Almanlara iade edebiliriz deniyor, istemiyorsun bu sefer de “uluslararası savaş suçlusu olarak yargılanacaksın.”
Sonra ”ben nasıl olsa savaşırsam Ruslar tarafından, savaşmazsam vatana ihanetten kendi Alman askerim tarafından öldürüleceğim al sen hiç olmazsa canını kurtar” diye daha önce bir Nazi subayının kendine ait serbest seyahat izin belgesi ile İtalya üzerinden Güney Amerika’ya kaçıp oraya yerleşeceksin. Bir şekilde Arjantin vatandaşı olacaksın. Okurken bile kafanız karıştı değil mi?
Bu en son okuduğum kaynak bilgileri ile gerçek hayattan alınmış bir romandan, bir Tatar Türkünün yaşadıklarından.
(Almanın Mehmetçikleri Mert Toker/Ceyhun Arca)
Bugün Kırım Tatarlarının Sovyetler Birliği tarafından Sibirya’ya sürülüşünün 76. yılı. Bu sürgünde Kırım Tatarları nüfusunun % 46,2 sini kaybettiler. İçimizdeki soysuzlara; İŞTE ASIL SOYKIRIM BUDUR!
Ernail Koç
18.05.2020
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İngiliz, ABD ve İsrail gibi ülkeler her hangi bir konuyu gündeme getiriyorsa, çok yönlü ve çok iyi düşünmeden gündeme taşıyıp delil ve dayanak kabul etmemek gerekir.
Kırım Türkleri, Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri vb konular hassas konular. ABD bu konuların halli için değil, kaşıyıp kullanmak ve çıkarlarına alet etmek için gündem yapar. Doğu Türkistan zulmünü gündeme getirme zamanı ve şekline dikkat eden bilgi sahibi herkes bunu kolaylıkla anlayıp görebilir.
Bu konuda benim yazdığım bir açıklama notu şöyledir:
Doğu Türkistan konusu hassas bir konu, orada zulüm olduğu muhakkak, zulüm gören insanlara karşı duyarsız kalmamamız gerektiğinde de hiç şüphe yok. Sadece bunu ne zaman ve nasıl yapacağımızı belirleyip bir strateji dâhilinde çalışma ve gayret gösterme azminde olmamız gerektiğini, bu insanlara yardım etmek niyeti ile değil, bu konuyu sadece belli dönemlerde gündeme getirip, Türkiye ile Çin arasındaki gelişmelere takoz koymak için kullananların oyununun da alet olmamaya dikkat etmeliyiz…
Bu konuyu kalıcı bir çözüme ulaştırmak için, samimi olarak konuyu dert edinen tek ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin etkinliği Çin ile ilişkilerin gelişmesine paralel olarak artıyor. Türkiye’nin Çin ile kavga ederek bu konuyu çözüm üretme imkânı en azından şimdilik yok. O halde kesin çözüm yok diye, kaşıyıp şiddetlenmesine mi, ilişkileri geliştirip azaltılmasına mı katkı sağlamalıyız.
Türkiye, kaşıyıp tahrik etmeden, sıkıntıları azaltarak çözüm üretmenin peşinde, ABD kaşıyıp tahrik ederek zulmü artırarak istismar etmenin peşinde…
Biz kime inanıp kulak vererek hareket etmeliyiz..? ABD ye mi..? Türkiye’ye mi..? Belli zamanlarda yayılan bu tip haberlerin, gündeme getiriliş amacı, Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin sıkıntı ve zulümlerine çözüm üretip son vermek olduğunu söylemek saflık olur. Türkiye’yi yok etmeye çalışan bir güç Doğu Türkistan Türklerini düşünür mü..?
Akıllı ve şuurlu olmak zorundayız. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin zulüm ve baskıdan kurtulması için, hem kavli dua edeceğiz hem de Türkiye’nin plan ve programına kulak verip fiili destek ve gayretimizi esirgemeyeceğiz…
ABD’nin sahte desteğine aldanıp hareket edenleri gören Çin şiddet ve zulmü artırıyor. ABD’nin bu şiddet ve zulmü önlemek için hiç bir ciddi ve fiili gayreti yoktur…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Aynen katılıyorum Hocam. Analizleriniz yerinde ve doğru. Katılmamak mümkün değil… Teşekkür ederim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: (Bu yazılarınızı SOHBET gruplarımla paylaştım..)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sizler gibi, bilgi ve kültürü yanında fiili hayat tecrübesi olan insanlarla fikir müzakeresi yapmak bizim için de bir şans, ben de size teşekkürlerimi arz ediyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Arapçılar Biraz Tarihe Baksın Tarihe!!!
Kendilerine “Türk’üm” diyen Türk milletinden olanlar Araplara ağlayacağına ilk önce Arapların Türk milletine yaptığı şerefsizliklerin hesabını sorsun.!
Ümmetçilerin dilinde olan hep şu; Neymiş, “Araplar Türklere ihanet ettiyseler de bunu bugün dile getirmek, ümmet birliğine İslam’a zarar veriyormuş bu yüzden söylenmemeliymiş…”
Din ümmet kardeşliği mefhumuyla yaşayan, milli ruh ve tarih bilincinden yoksun olan çoğu insan tarihini geçmişini umursamaz, ya da ümmetim dindaşım dediği toplumlara sırf aynı dinden diye ya da yağcılık yaltaklık olsun diye o milletlerin yaptığı kahpelik ve hainlikleri görmezden gelir.
Birinci dünya savaşında (daha önceki detaylara girmiyorum) sadece Filistin cephesinde haçlılarla birlik olup Osmanlı’yı sırtından hançerleyen Araplara, esir düşen binlerce Türk askerine Araplar su bile vermediler! Türlü canilik ve şerefsizliklerle binlerce askerimizi katlettiler. Yemen’de Türk subayları (Komutanlar), Araplar tarafından CAMİDENN ÇIKARKEN kılıçlarla kesilip katledildi.
Türk komutan Fahrettin Paşa, Kral Abdullah’a yardım niteliğindeki yazdığı mektubunda “açlıktan askerime çekirge yediriyorum” diye yardım isteğinde bulunurken, kral Abdullah bu mektubu İngilizlerle şarap sofrasında kahkaha ile gülerek okuyordu.. Yıllar sonra yazdığı kitabında; bu olayı anlatırken, “Türk komutan Fahrettin Paşa bize askerine açlıktan çekirge yedirdiğini yazdığında biz o mektubu şarap içerek kahkahayla okuyorduk” diye yazarak alay edecekti…
Yine 1917’de Suriye/Halep’te bir hasta haneyi basan Araplar, 400’den fazla yaralı Osmanlı Türk askerini kılıç ve süngülerle doğrayarak katlettiler. Aynı gün Filistin / Kudüs düşmüş ve Araplar bunları sevinç gösterileriyle kutlamışlardır. Trablusgarp Yemen-Arabistan-çöllerinde, Suriye Filistin topraklarında her yerde sebil sebil Türk ırkının kanı aktı.. kısacası TÜRK OĞULLARI kendi kanlarıyla Arap’ın çölünü suladı..
Dünü bugünüyle Arap ihanetleri hala devam etmektedir.35 yıldır Türkiye’nin asker polisini şehit eden PKK TERÖR ÖRGÜTÜ ilk askerî eğitimini Filistin’de bulunan Bekaa Vadisi’nde aldı.
Kıbrıs Barış harekâtında Türk ordusu, Araplar tarafından işgalci katliamcı olarak tanındı. Araplar bugün hala Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci olduğunu savunmaktalar. Türkiye’de toplumun halkın ve yöneticilerin “din kardeşlerimiz” diye ağlayıp zırladıkları Filistinli Araplar her platformda ve her fırsatta Kürtlerin bağımsızlıklarını savunup PKK’yı terör örgütü olarak görmediklerini açık bir dille ifade ederken, Akdeniz’de de Kıbrıs konusunda Yunanistan’ı desteklediklerini Türkiye’nin gözüne soka soka açık açık söylemekten çekinmediler.
Yine aynı Filistin 1990’larda ve bir kaç ay öncede son yaşanan Azerbaycan Ermenistan savaşında; “ERMENİLER QARABAĞ’DA HAK SAVAŞI VERİYOR, ONLARDA BİZİM GİBİ MAZLUM BİR HALK, BİZ BU SAVAŞTA ERMENİLERİN YANINDAYIZ” diyerek açık bir şekilde utanmadan Ermenileri desteklemekten çekinmedi. Hatta bugün Filistin’de Ermeni adları taşıyan sokak ve mahalle isimler dahi var.2012’de Suriye’de “ERMENİ SOY KIRIMI VARMIDIR YOK MUDUR?” adlı yapılan Halk Oylamasında nüfusun %’de 88’i “ERMENİ SOYKIRIMI VAR” dedi!
Türk ordusunun Suriye’de gerçekleştirdiği “Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı” harekâtları için, Arap Birliği Türkiye’yi terörist devlet ilan etti… Bu yazdıklarım Arapların Türk milletine yaptıkları hinliklerin sadece küçük bir bolümü, tarihi olaylara hiç girmedim bile.. Tarihini bilmeyen millet, düşmanları için bayrağını yarıya indirir “MİLLİ YAS” ilan eder…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BU DA İŞİN BİR BAŞKA BOYUTU…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıyı yazan saf bir cahil değilse, hangi bilgi ve kaynağa dayanarak yazdığını sorarsanız, bildireceği kaynakları dizayn edip şekillendiren ve besleyip yayan İngilizler olduğunu göreceksiniz. Türk ihanetlerini de Araplara aynı üslupla yazdırıp sunuyor…
Şerif Hüseyin’i, İslam dünyası Hilafetin ilgası ile başıboş kalacak; seni Halife yapalım, İslam dünyası öksüz kalmasın diyerek ikna edip kandıranlar, Suud ailesine de, Şerif Hüseyin hâkim olursa size hayat hakkı tanımaz, Hilafeti ihya etmeyeceğinize garanti verirseniz size yardımcı oluruz deyip kandırdı ve çatıştırdı. Onlara sundukları belgeleri bilseniz şaşırırsınız. Bu belgeleri ben okuyup inceledim. Siz okusanız ve arkasındaki İngiliz elini görmeseniz, kesin inanırsınız…
Sonunda aldatıldığını ve oyuna geldiğini, iş işten geçtikten sonra anlayan Şerif Hüseyin Kıbrıs’a zorunlu ikameti esnasında, Rauf Denktaş Beyin babasına anlattıklarını, ben Rauf Denktaş’tan dinledim…
Medine’de Fahreddin Paşaya karşı tavır koyan İngiliz kuklası 300-500 çapulcu olmuş fakat büyük çoğunluk bu çapulcuları teyit edip desteklememiştir. Bunu Fahreddin Paşanın kendisi yazıyor. İngiliz figüranlarına kızan bizim saf ahmakların İngilizleri itham ettiğini hiç görüp okudunuz mu?
Filistin Cephesi ise Arapların ihaneti ile değil, Türklerden işbirlikçi hainlerin ihaneti ve İngilizlerin mahareti(!) ile gerçekleşmiş olduğunu yazan ciddi kaynaklar var… Tartışmaya açık bu konuların perde arkasını, gerçek belgeleri farklı kaynaklardan okuyup inceleyen kaç kişi var..?
Bunları tartışmak kime ne fayda sağlar diye sorarsak, İngiliz-ABD-İsrail şeytan üçgeninden başkasına yaramadığını görürsünüz… Yalanlar üzerinde bizi tartıştırıp deveyi hörgücü ile beraber yutuyorlar. Bunu gören var mı..?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam teşekkürler. Biz bu konulara sonradan dâhil olduğumuzdan, perde arkasını göremiyoruz. Sizlerin açıklamalarına ve bakış penceresine ihtiyacımız var… Sağ olun. Hayırlı akşamlar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İLBER Ortaylı’dan Tarihimiz
Osmanlı diye insan yoktur, Türk vardır, Çerkez vardır, Kürt vardır, Gürcü vardır ama Osmanlı yoktur. Osmanlı olunmaz Osmanlı doğulur, onun için de “Osmanoğulları’ndan olmanız gerekir. Bu da bir millet değil ailedir. Kendi soyunu inkâr edip de taht sahibinin soyunu benimsemek bir tek bizim ülkemizde görülüyor sanırım. Kimliğini yitirip bir aile adının boyunduruğu altına girmeye heves edenlerin vecizesi. Ancak kul köle olmayı bilenlerdir bunlar. ‘OSMANLIYIM’ DİYENLER BUNLARI DA BİLMEK ZORUNDA!
1920’de nüfus 12 milyon dolayındaydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köyün 38 bininde okul yoktu. Traktör yoktu; Hititlerden kalma Kağnı ve Kara saban kullanılırdı. 5 bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar da kırılıyordu.
Yaklaşık iki milyon sıtmalı, 1 milyon frengili ve 3 milyon trahomlu insan vardı Anadolu’da; verem, tifüs, tifo salgını kol geziyordu; doğan her iki bebekten biri (AS: bizdeki bilgilere göre her 5 bebekten 1’i) 1 yaşına gelmeden ölüyordu; ortalama yaşam süresi 40 yıl kadardı.
Memlekette Doktor sayısı 337, ebe sayısı 136, eczacı sayısı 60 idi. Diplomalı Diş hekimi yoktu. Limanlar, madenler, demiryolları yabancılara aitti. Toplam sermayenin yalnızca %15’i Türk sermayesi sayılabilirdi.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan yalnızca dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri… “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras” listesinde 85 milyon Lira (600 ton altın) borcu da unutmayalım. Elektrik yalnızca İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı 1500 kadardı. Kadın, insan değildi. Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken… Osmanlıcıların yere göğe sığdıramadıkları Abdülhamid Han Hazretlerinin (yaş olarak tümü “çocuk” sayılacak 16 karısı vardı: Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur….. Osmanlıcıların “dedemiz” dedikleri Abdülmecid’in de 22 karısı vardı. (Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)
Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak ya da çalınmış, gemilerle, trenlerle Avrupa müzelerine götürülmüştü.
Takvim ve Zaman birliği de yoktu; Kimisi güneş batarken ‘grubi saat’i esas alıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi güneşin tümüyle battığı ezani saat’i esas alıyordu; kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bir ses çıkıyordu.
Kimisi ‘hicri takvim‘ kullanıyordu, kimisi ‘Rumi takvim‘ kullanıyordu. Kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama farklı aylarda, farklı saatlerde yaşıyordu! Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne Ortaçağdan kalma ağırlık ölçüleri dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne de uzunluk ölçüleri…
***
Erkeklerin yalnızca %5’i, kadınların binde 5’i okuma – yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan zaten üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, 72 ortaokul ve yalnızca 23 lise vardı. Ülkedeki liselerin tümünde salt 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, Darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilimden çoook uzaktı.
600 yıl boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Kelimelerin yalnızca %5 kadarı Türkçeydi. Arap alfabesiyle Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik..” falan deniyor ya… İbrahim Müteferrika’dan başlayarak 150 yılda basılan toplam kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz? Yalnızca 417’ydi ki, zaten, ülkeye matbaayı getiren Abraham Müteteferrika da Macar kökenli bir devşirmeydi.
Oysa Gutenberg’in çalışan ilk matbaasından sonra, yani 1453’ten 1850’ye dek 400 yılda Avrupa’da 8 milyon kitap basılmıştı.. Voltaire, bir kitabında şu belirlemeyi yapmıştı: İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan daha azdır!
Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyamaz haldeymiş… Sen önce adam gibi, nesnel bilgi veren iki kitap oku da, Dünyadan haberin olsun biraz!
İlber Ortaylı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÖZELEŞTİRİ YAPIYOR..SEDAT PEKER’DE DÖKÜLÜYOR..HAYIRLI OLUR INŞALLAH…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İnsanlar değişik kaynaklardan okuyup inceleyerek bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak istiyor… Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz. Bilgi sahibi olmak ise okuyup araştırmak ve incelemek gerektiği gibi, değişik kaynaklardan da test etmeyi gerektirir…
Bu da zor görüldüğü için kolaya kaçılıyor; herkes ideolojisine uygun olacak şekilde duygularını okşayan hususları öne çıkartıyor; olaylara ideolojik bakıyor. Şartlanmış hale geliyoruz…
Okumayı, araştırmayı, incelemeyi külfet kabul edersek doğrulara ulaşamayız; kandırılırız. Bizi kandırıp bölerek tartıştırsalar, bunu bizi sömürmek için yapıyor… Uganda devlet başkanı, rahmetli İdi Âmin son yıllarını Cidde’de yaşadı. Bir Türk arkadaşla ortak lokanta işlettiler. İngiliz ve Fransızlar Afrika’yı nasıl sömürdüler anlattığında mübalağa zannetmiştim. Gidip inceleyip bizzat müşahede edince rahmetlinin eksik bile anlattığını gördüm. Afrika’yı farklı bizi farklı sömürdüler.
Albayım, Türk, Kürt, Laik, Anti Laik, Sağcı Solcu, Dindar, Ateist kim olursa olsun, yerli ve milli ise fikirlerine tahammül etmeliyiz. Tartışalım fakat delil ve belgeye dayanan fikirlere itibar edelim…
Başka türlü olursa art niyetli siyonist emperyalistlere alet olabiliriz. Ben 30 yıl, her ay Kudüs’e Tur düzenleyip rehberlik ederdim. MOSAD beni bir kaç defa saatlerce sorguladı. Gördüm ki nüfus bilgilerimiz ve adreslerimiz en ince teferruatına kadar ellerinde var; bunları Araplar vermedi onlara. Dünyada haini en bol 2 ülke var. Biri Mısır, diğeri Türkiye, nedenini yazmam uzun gider. Onu da siz düşünürseniz birçok gerçeği hissedebilirsiniz…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam zahmet edip beni aydınlattığınız için gerçekten teşekkür ederim. Sizler Benim kardeşlerimsiniz ..Yusuf kardeşimin değerli dostlarısınız. Ve de maşallah bu konularda bilgilisiniz. Sizleri böyle zaman zaman rahatsız ettiğimde de beni anlayışla karşılayacağınızdan kuşkum yok. Sağ olun. Hayırlı akşamlar Kardeşim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam bu Platformun Başkanı kim??
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Âdem Çevik Bey, ben fiilen öyle bir görev kabul etmiş değilim; yazılarımın altına öyle yazıyorlar. Kendilerine sadece danışmanlık yapıyorum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gençlik Bayram bültenimiz
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://youtu.be/k-08v7NbMTY
Em. Albay Huseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kudüs’te Cuma kıyamı ve Zafer şenliği… Mescid-i Aksa avluları dolup taştı bugün…
İsrail zulmü sadece Filistinlilerin birliğini sağlamakla kalmadı, İslam ümmetinin uyanışına da hız kazandırdı… Biz de bu şerefli ve yiğit kardeşlerimizi, maddi manevi, bütün gücümüzle desteklemeyi sürdürmeliyiz… Konuşan Arkadaş mühendis olan bir Filistinli ve Üniversiteyi Türkiye’de okumuş. Adı Musa Hicazi. Bugün Cumadan sonra Türkiye’deki Müslümanlara mesaj yollamak için bu videoyu çekti.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://youtu.be/62YxYhb50GU
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İlahiyatçı Hayri Kırbaşoğlu: “50 senelik tecrübe çöktü”
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, dindar kesimlerin 70’li yıllarda mazlum ve mağdur durumda olduklarını, “Biz de varız” iddiasıyla siyasette başarı elde ettiklerini, ancak gelinen aşamanın “tam bir fiyasko” olduğunu dile getiriyor. Kırbaşoğlu’na göre, dindar ailelerin çocuklarının deizme yönelmesi, çürümüşlüğe tepkiyi ifade ediyor ve bu yönüyle sağlıklı bir gelişme.
Serbestiyet – 20 Mayıs 2021
Kaynak: Değer Akal / Deutsche Welle Türkçe
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 20 yıla yaklaşan iktidarı döneminde Türkiye, büyük bir dönüşüme sahne oldu. Bazı AKP’liler, artık gelinen noktada Türkiye’nin dünyada “İslam’ın ve ümmetin liderliğini” yaptığını iddia ediyor. Sayıları gün geçtikçe artan muhafazakârlar, aydınlar ve uzmanlar ise demokratik hukuk devletinden uzaklaşan Türkiye’nin, siyasal İslam’ın, dini ve ahlaki değerlerin çöküşüne sahne olduğu görüşünde. “Tam bir fiyasko”
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, dindar kesimlerin 70’li yıllarda mazlum ve mağdur durumda oldukları, “Biz de varız” iddiasıyla siyasette başarı elde ettikleri, ancak gelinen aşamanın “tam bir fiyasko” olduğu görüşünde.
“Süreç, İslami değerlerin altının oyulduğu, bunların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir noktaya evirildi, 50 senelik tecrübe çöktü” değerlendirmesini aktaran Kırbaşoğlu, şöyle devam ediyor: “Lord Acton’ın ‘İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar’ sözünü AKP’liler göz ardı ettiler. Devlet tecrübelerinin olmamasının etkisiyle de 20 yıl içerisinde adım adım kontrolsüz bir güç haline everildiler, iktidarın bozucu etkileri kartopu misali katlanarak devam etti, ciddi bir savrulma yaşadılar. Ortaya çıkan semptomlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir vahamete ulaştı. Oysa hem ben şahsen hem de pek çok kişi, gidişatın yanlış olduğunu kendilerine ilettik, onları uyardık. ‘Biz bilmiyorduk’ diyemezler. Onlar bir tercih yaptı ve bu tercihi de bilerek yaptılar.”
“Gösterici bir dindarlık”
İlahiyatçı Kırbaşoğlu, toplumda İslami değerlerden daha da uzaklaşıldığı yönündeki gözlemini aktarırken “Masa, kasa, nisa, yani iktidar, para ve cinsellik olarak nitelendirdiğim üçleme ile karşılaşınca, İslami değerlerini bir tarafa bırakan, seküler kesimlere rahmet okutacak noktaya kadar savrulan bir kültür ortaya çıktı. Bu kesimlerin İslami tasavvurlarının merkezinde ahlakın yer almadığını, bir hocamızın tanımladığı gibi gösterici bir dindarlık ile karşı karşıya olduğumuzu gördük” diyor.
“Derin bir kriz yaşanıyor”
“Ne yazık ki Türkiye’de çok derin, hatta tahmin edilenden çok daha derin bir kriz yaşanmakta” tespitini dile getiren İlahiyatçı Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, tarikatlar ve cemaatlerin devlet bürokrasisinde artan etkisi konusunda da endişeli olduğunu dile getiriyor.
“Geçmişte de örneğin Demirel döneminde de tarikat ve cemaatlerle oturulur pazarlık yapılır, milletvekili kontenjanı ayrılırdı. Ama tarikat ve cemaatler bu kadar devlet, iktidar ve parayla iç içe değillerdi” diyen Kırbaşoğlu, şöyle devam ediyor:
“Bu bozulma Gülen cemaatinin devlet kurumlarını ele geçirmek için örgütlenmesiyle başladı. Şu anda ne yazık ki 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki risk ve tehlikeden hiç de az olmayan bir risk var. Çünkü iktidarın 15 Temmuz’dan boşalan bu cemaatin yerine ikamet ettiği cemaat ve tarikatlar zihniyet olarak skolastik dogmatik ve fanatik olmak bakımından öncekilerden hiçbir farkları yok. Buna bir de son zamanlarda mafya ağlarının da dâhil olduğunu görüyoruz. Dolaysıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti ve toplumu gerçekten de çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya.”
“Kendi çocukları İslam’dan soğuyor”
Cumhurbaşkanı Erdoğan “dindar bir gençlik” yetiştirerek “Yeni bir Türkiye” inşa etme hedefini açıklamıştı. Ancak AKP iktidarının bürokrasiden medyaya, eğitimden toplumsal hayatın hemen her alanında dinin rolünü artırma adımlarının da, toplumda dindarlığı artırmadığı görülüyor. Anket ve araştırmalar, muhafazakâr ailelerden gelen gençler arasında kendisini deist, hatta ateist olarak tanımlayan gençlerin sayısının arttığını gösteriyor.
İlahiyatçı Kırbaşoğlu, “Bu gerçek anlamda deizm değil. Bence bu, genç nesillerin, kokuşmuş, çürümüş, yozlaşmış dindarlığımıza verdikleri bir tepki ve bana göre aslında gayet de sağlıklı bir tepki” şeklinde konuşuyor. Kırbaşoğlu, “Büyük bir fiyasko, tam bir çöküş yaşanıyor. Yeni nesiller, ahlaklı, adaletli, namuslu, hakkaniyetli olması gereken dindar kişilerin aslında öyle olmadıklarını, kimi kişilerin ne yazık ki bütün dertlerinin mevcut iktidar rantını paylaşmak olduğunu görüyorlar. Gayet tabii ki bu çöküşe tanıklık eden genç nesiller hatta bizatihi AKP ve MHP’nin kendi çocukları, İslam’dan ve Müslümanlardan soğuyorlar” görüşünü dile getiriyor.
“Siyasette helallik istemek din istismarı”
İlahiyatçı Kırbaşoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, korona virüs kısıtlamalarından ötürü sıkıntıya düşen halktan “helallik” istemesi ile ilgili tartışmaları da değerlendirdi.
“Bu dini jargon, din istismarının en tipik örneğidir” diyen Kırbaşoğlu, “Demokrasi yöneticilerin halka hesap verdiği yönetim biçimidir. Devlet yönetimi ile ilgili konularda helalleşme olmaz. Helalleşme musalla taşına cenaze getirildiğinde olur ya da biz farkında olmadan, kasten olmayan bir yanlış ya da haksızlıktan ötürü ‘hakkını helal et’ deriz. Ama bile bile bir kişinin malına el koymuşsanız, kişiyi mağdur etmişseniz, bunun helalleşmesi olmaz. Hak ihlalleri varsa önce bunların ortadan kaldırılması, zulümlerin de giderilmesi lazım” görüşünü aktarıyor.
“Allah insanları iddiasından vurur”
Birçok İslam ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de bazı kesimlerin dindarlığı “zulümleri, haksızlıkları adaletsizlikleri örten bir perde gibi kullandığını” söyleyen Kırbaşoğlu, dünya genelinde siyasal İslam iddiasıyla ortaya çıkan hareketlerde görülen çöküş için şunları kaydediyor:
“İsmet Özel’in ifade ettiği gibi, Allah insanı iddiasından vurur… Allah gerçekten de Müslümanları en iddialı oldukları din, ahlak söyleminden vurdu. Tüm dünya da maalesef buna tanık oluyor. Ama Hak şerleri hayr eyler denir, bu 50 senelik fiyasko belki İslam dünyası için yeni bir sorgulamaya vesile olacaktır.”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SEBEP OLANLARI VE ONLARA DESTEK OLANLARI UNUTMA, UNUTURSAN KANIN KURUSUN…
İbrahim ERTEN (Konya)
Mustafa YILMAZ (Konya)
Erkan KAÇAN (Konya)
Mevlüt ÖZKAN (Konya)
Hilmi ŞAHİN (Konya)
Ali ARAR (Konya)
İlyas UYAR (Konya)
Hüseyin ÇELİK (Denizli)
Ahmet APAK (Denizli)
Ercan ÇOBANOĞLU (Denizli)
Mustafa KOÇANOĞLU (Denizli)
Baki UMUTLU (Denizli)
Şeref TAY (Denizli)
Mehmet ÖZTÜRK (Denizli)
Hasan GÜLTUTAN (Hatay)
Mehmet TURA (Adana)
Şenol CANSIZ (Samsun)
Cavit YAMAN (Samsun)
Nihat ODABAŞI (Kastamonu)
Ramazan AKKAYA (Kastamonu)
Uğur BOZACI (İstanbul)
Ünal KALAFAT (İstanbul)
Ahmet ARAN (Manisa)
Haydar ASLAN (Trabzon)
Murat ELİBOL (Çanakkale)
Aydın KUZEY (Çanakkale)
Adem ZONGUR (Kırıkkale)
Musa SARIGÖZ (Osmaniye)
Murat MENTEŞ (Bolu)
Hikmet ÖZDEMİR (Malatya)
Abdullah KARA (Antalya)
Birol İrfan ASKAR (Afyon)
Selahattin AYSAN (Isparta)
33 KİŞİNİN İSMİNİ OKUDUNUZ
BU İSİMLER ÇOĞUNUZA BİR ÇAĞRIŞIM YAPMAMIŞTIR. BEN SİZE HATIRLATAYIM. OKUDUĞUNUZ BU İSİMLER, 24 MAYIS 1993 GÜNÜ ÜZERLERİNE 1570 ADET KELEŞ MERMİSİ SIKILARAK(HER BİRİNE ORTALAMA 50 MERMİ)
KATLEDİLEN, 33 SİLAHSIZ 20 YAŞLARINDA GENCECİK VATAN EVLATLARININ AD VE SOYADLARIDIR. EVET, 33 BU RAKAMI ÖMRÜNÜZÜN SONUNA KADAR UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE. AŞAĞIDA YAZILANLARI KENDİNİZİ O TARİHTE O ASKERLERİMİZİN YERİNE KOYARAK OKUMANIZI RİCA EDİYORUM…
YER: Elazığ-Bingöl Karayolu Bilaloğlu Mevkii YIL: 24 MAYIS 1993
33 vatan evladının şehit olduğu 24 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan üç asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var. Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş… Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor. OSMAN PARTAL ANLATIYOR
Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför, bir ara lastik patladığını söyleyip durdu. Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm. Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum. Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu. Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu. ‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya. Yani bizi bekliyorlardı.
DOĞULU – BATILI DİYE AYIRDILAR…
Gece yarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. ‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.
Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu – Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı.
Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık. Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm. Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.
DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM…
Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım. Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler… Su istiyorlardı. ‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum. Kendimi çimdikledim, ölmemişim. Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım. Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar… Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim. Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. Beyin, ayak… Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım. Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık. Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu. Yani silahsız erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı… Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun. Unutanın kanı kurusun… Alıntıdır
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NOT: YIL 24 MAYIS 1993
YER: ELAZIĞ-BİNGÖL KARAYOLU… BUNLARA GEÇMİŞTE VE HALÂ TAVİZ VERENLERE ,ALLAH HESABINI SORACAK VE TARİH VE BU MİLLET ASLA UNUTMAYACAK VE UNUTTURMAYACAKTIR.. H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu siyonist emperyalistlerin maşa ve kuklalarını unutmadığımız gibi şehit vatan evlatlarını da rahmet ve minnetle yâd ediyoruz… Allah hepsine rahmet eylesin; makamlarını âli eylesin…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “AÇILIM” FACİASINI DA UNUTMAYALIM..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yaşanan olaylardan ders ve ibret alınır İnş.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İnşallah Sayın Hocam.. Hayırlı günler diliyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 🇹🇷 🌾🌾🌾 Akçakoca müftüsü; Şeyhülislam Mustafa Sabri, Dürrizade Abdullah, Iskilipli Atıf gibi; Kuvva-i Milliyecileri ve Evlad-ı Fatiha’nı tekfir etmiş! Senin yaptığının Haçlı-Siyon misyonerliğinden ne farkı var..? Sen kimin ajanısın..?
✍️ Tekfir, İslam hukukunda bir Müslümanın başka bir Müslümanı kâfir ilan etmesidir. Tekfir eden kişiye mükeffir denilir. İslam dininde asılsız bir tekfir suçlaması yasaklanmıştır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: AKÇAKOCA MÜFTÜSÜ ’ne ve BENZERLERİNE… (Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu)
Osmanlı döneminde Selânik vilâyeti, Balkanlarda Türk nüfusunun en yoğun olduğu vilâyettir. %85. Akçakoca müftüsü belli ki, asıl niyetini gizlemek için Selânik mübadillerini sabataist yaptı. Yani, hedefi Atatürk’tü. Şunu herkes iyice bilsin. Oradan gelenlerin %99,9’u Türk-Müslümandır. Sabataist olarak nitelendirilenler bir elin parmakları kadardır. Sayın Müftü.!
Siz asıl, sizin gibiler yüzünden deizme kayan gençleri düşünün ve kendinize çeki-düzen verin. Bilmediğiniz, kulaktan dolma yetkisiz kişilerin sözlerine göre hareket etmeyin. Bilginiz olsun. Mübadeleyle gelen 637 bin kişiyi suçladınız. Kul hakkıdır bu. Onlarla ilgi belgeler, tasfiye talepnamesi adı altında Cumhuriyet Arşivi’nde yer almaktadır.
Siz onlar oradan ayrılırken; “son ezan” hüznünü bilir misiniz? Ama sanmam. Bilseydiniz, o konuşmayı yapmazdınız. Bu size bir ders olsun. Bir daha bilmediğiniz konuda konuşmayınız. Evlâd-ı Fatihan’ı incittiniz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A…Biz nereye gidiyoruz Sayın Hocam. Cehaletinde bir sınırı olmalı… Yazıklar olsun bu zihniyete…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Her birini 15-25 saniye geçmeden bulabildim hamdolsun. Testi geçti isem sizinle bir Alman mütefekkirin tercüme edilmiş yazısını paylaşmak ve fikrinizi sormak isterim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: “ALMAN UZMAN, İÇİMİZDEKİ İSRAİL’E ÇOK BÜYÜK BİR DARBE VURDU.” Türkiye uzmanı Alman “Klaus Gunter” den çarpıcı değerlendirmeler. Türk halkının yaşadığı toplumun doğasına karar verme, yaşadığı devletin mekanizmalarını belirleme hakkı var. Bunu yaparken Atatürkçü, laik, demokrat hatta cumhuriyetçi olmak zorunda değil. Halkın bu ideolojilere ve siyasi-dünyevi görüşlere zorlanması hukuki değil. Temel insan hak ve hürriyetlerine, fikir ve vicdan özgürlüğüne uygun değil. Bir yasanın meclisten bir şekilde geçmiş olması ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış olması da o yasanın hukukun temellerine uygun olduğu anlamına gelmez.
Gerçek hukukçuların onayından geçmek zorundadır. “M.Kemal Paşa, meclisten pek çok yasayı hukuksuz olarak geçirdi.” Cumhuriyet rejiminde, M.Kemal Paşadan sonraki süreçte de hukukun temel normları ile çatışan çok sayıda yasa çıkarıldı. Türkiye’de, Anayasa’dan Türk Ceza Kanunu’na kadar her şey bir an evvel Türklerin bünyesine uyacak şekilde değiştirilmedikçe Türkler asla huzur bulamazlar. Kendi ülkelerinde esir gibi yaşamaya, sürekli bir baskı, huzursuzluk ve endişe içinde yaşamaya devam ederler. Biliyorsunuz, katledilen gazeteci Uğur Mumcu’nun çok yerinde bir tespiti vardı. “Türkiye vatandaşı kime denir?” diye sorup cevabını da şu şekilde verirdi:
“Türkiye vatandaşı; İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir.” Türkler kendilerine, kendilerinden gözüken gizli Ermeniler ve Yahudilerin kurduğu korkunç tuzakların artık farkına varmalı. Türkler Müslümanlığını yaşarken bile içine Atatürkçülüğü, demokrasiyi ve laiklik ile cumhuriyeti bulaştırmak, dinini bu ideolojilerle sentezlemek zorunda değil. Ben Türkiye uzmanıyım. Türkler ve Türkiye üzerinde uzmanlaşmak için harcadığım onca sene boyunca Türklerin tarihini, kültürünü ve dini olan İslam’ı da teferruatı ile inceledim. Bir Türkün; hem Müslüman hem Atatürkçü, hem Müslüman hem de laik, hem Müslüman hem de demokrat olabilmesi mümkün değil.
İslam dininin esasları belli İslam dini, Müslümanların devlet yönetiminden, miras, harp ve alış veriş hukukuna… Sağlıklı yaşama kaidelerinden nasıl yemek yiyeceğine ve af edersiniz tuvalette nasıl taharetleneceğine kadar her şey hakkında hüküm vermiş ve hiçbir boşluk da bırakmamıştır. Gerçekten İslam’ı bir din olarak seçmiş bir Türkün başka hiçbir siyasi ve fikri ideolojiye ve akıma ihtiyacı da yoktur. Zaten İslam, yarım kabullenişleri ret eder. Yani İslam dini her şeyi ile bir bütün olarak kabullenip iman etmeyi emreder.
Hem Müslüman olayım ama hem de devlet hukukunu ya da miras hukukunu değiştireyim derseniz, sizi mürtet sayar. Müslüman saymaz. Ya hep ya hiçtir. Türk toplumu da dâhil, son dönemde laikliğe, demokrasiye ve cumhuriyetçiliğe zorlanmış bütün toplumlar, dünya üzerinde bu görüşlerin ve ideolojilerin henüz iki asırlık bir geçmişi bile bulunmadığını, dünya tarihi boyunca bu ideolojileri ve görüşleri hiç hayal bile etmemiş, aklına bile getirmemiş çok sayıda toplumun ideal bir toplum olarak yaşadığı gerçeğini, bu akımların İngiliz gizli servislerinin tezgâhlarında üretilip aydın kimliğine büründürülmüş casuslar sayesinde halklara empoze edildiğini bilmelidir. Türkler kendilerine aydın, âlim ve mütefekkir olarak sunulan İngiliz casuslarını artık bilmelidir. Ali Suavi’yi, Said-i Nursi’yi gerçek yüzleri ile tanımalıdır.
Mason ve İngiliz casusu Cemaleddin Afgani’nin Arap Müslümanlara kurduğu tuzakların aynısını Türkiye’de Müslüman Türklere kurmaya çalışan ve Türk aydını gibi görünen gizli Yahudi ve Ermenileri, çok gecikmeli de olsa deşifre etmelidir. Bakın Almanya’da, İngiltere’de ve Fransa’da Ali Suavi, Cemaleddin Afgani ve diğerleri hakkında çok özgün çalışmalar yapıldı.
Türklere son zamanlarda kurulan gizli Yahudi ve gizli Ermeni tuzakları hakkında, Avusturya’dan Ewald Stadler’in, İngiltere’den Arnold Toynbe’nin çok özgün ve sarsıcı değerlendirmeleri var. Stadler, Avrupa Parlamento’su üyesi de olan çok ciddi bir araştırmacı ve politikacıdır. Toynbe gibi tarihçiyi ve bu tarihçinin Türkiye yakın tarihine dair değerlendirmelerini bilmemek Türkler için çok büyük bir kayıptır.
Günümüz Türkiye’sinde yaşayan Türkler bu araştırmalarda ve eserlerde kanıtlanan sarsıcı gerçekleri duyunca inanmak istemeyecekler ve “Bu kadar mı organize, bu kadar mı gizli, bu kadar mı taktik oynamışlar” diyeceklerdir. Daha feci olanı da, halkların, bu İngiliz ve Yahudi casusların topluma dikte ettiği siyasi ve fikri ideolojileri kabullenmek ve başka hiçbir şeyi tercih etmemek gerektiğine ikna edilmiş olmasıdır. Çağdaş ve medeni bir insan olarak mutlaka Atatürkçü, laik, demokrat ve cumhuriyetçi olmak zorundalarmış gibi bir algının Türkiye’de, iki asırlık casusluk faaliyeti, baskı ve devlet terörünün ardından genele yayıldığını görmek mümkündür. Sadece şuraya kadar birkaç cümle ile özetlediğim gerçekleri, inanın bana genişçe izah etmek isterim ve bundan çok büyük keyif alırım. Lakin bunları anlatmak aylarca sürer. Cilt cilt eserler tutar. Ben Katolik Hristiyan bir Alman olarak üzülerek söylüyorum ki Türklerin hali aldatılmış Almanlardan da beter.
Almanya’da da aynı güç odakları fikri, siyasi, hukuki, ticari ve ahlaki sahada çok tuzaklar kurdular ama Alman halkı arasında bu İngiliz, Siyonist ve gizli Yahudi hileleri o derece başarılı olmadı. Günümüz Türkiye’sinde bu gerçeklerin farkında olan insan sayısını geçin, bu gerçeklerin farkında olup bunu milletine anlatabilecek aydın insan sayısına bakıyorum ve hiç kimseyi göremiyorum. Hala Türk basını denilen basın, bu sefer CIA ve MOSSAD ile işbirliği içindeki gizli Yahudi ve Ermenilerin tekelinde…
[Yazan: Klaus Gunter]
Çeviri: Birgül Yayman Erdener
Rabbim bize Millet olarak acilen gerçeği görmeyi ve İslam’ın güzelliğine ve kalıcılığına dönmeyi nasip etsin. (ÂMİN.) 25.05.2021
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A Sayın Hocam Ben Türküm ve Müslümanım elhamdülillah.. Türklüğüm yüze Allah’ın bir lütfudur. İnancım benim tercihimdir. T.C Devleti, Türkün kendi alın teri ve kanını dökerek kurduğu bir yönetim sistemidir. Bu sistem içerisinde demokrasinin kural ve istemleri Benim inancımı yaşamama engel değil. Din Siz daha iyi bilirsiniz insanlara inmiştir. Devlet benim inancıma müdahale edemez, Bende Devletin işine karışmam. İslam güzel ahlâktır’. Herkes Müslüman ama mümin değil. Rabbim “Ey imkân edenler…”diye hitap ediyor… Su anda ise indirilmiş din ile değil, uydurulmuş din ile karşı karşı. Bismillah. Çekip çalan, devlet malını yiyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. İnsanların inançları maalesef erozyona uğruyor. Hepimiz Türkiye’de bu gerçeklerle yaşamıyor muyuz? Selâm ve sevgilerimle….
Em. Albay Hüseyin Akkaya:. Ey iman edenler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: O nedenle Alman düşünüre katılmıyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet albayım, işin felsefi boyutu tartışmaya açık; ittifak etmek zor. Ama söylenenlerde doğru olan hususlar varsa düşünüp kendimizi yenilemeye açık olmalıyız. Öyle değil mi..?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Aynen Hocam katılıyorum. Hepimizin bir fikrî kişiliği var… Hepimiz vatanımızı, milletimizi seviyoruz. Kötü misal, emsal olmaz ama o kadar benliğimizden uzaklaştık ki ‘Bu millet’ diye diye kendimizi inkâr eder olduk. Türk millet demekten neredeyse utanır olduk. Muhtelif milletlerden oluşan ABD’de adam Ben Amerikan’ım diyor. Buna bizzat NATO tatbikatlarında sohbet esnasında bizzat şahit oldum. Biz kendi Ülkemizde TÜRKÜM demekten çekiniyoruz. Bu millete Anayasamızdaki TÜRK tanımını dahi öğretemedik, anlatamadık. Devşirme kafalar ile bu işler olmuyor… Selam, sevgi ve saygılar.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Şahsiyetli bir insan, mensup olduğu kavmi, Türklüğünü inkâr etmez muhterem albayım. Şahsiyetsiz olan bir insanın da Türküm demesinden bir hayır gelmez… Unutmayalım ki Fetöcüler de Türk geçiniyor ama Amerika’ya da uşaklık yapabiliyor…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://www.youtube.com/watch?v=DH6T1zq9grA&list=LL&index=6
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TANRIYA HİÇ TEŞEKKÜR ETMEDİM!
İtalya’da yaşayan 93 yaşındaki bu adamın gözleri niye yaşlı biliyor musunuz? Bu adam Korona Virüsü bulaştığı için hastaneye yattı ve iyileşti. Hastaneden çıkarken endüstriyel solunum cihazının kullanma bedelini ödemesi istendi. Ve yaşlı adam ağlamaya başladı. Doktor, fatura yüzünden ağlamamasını tavsiye etti. Yaşlı adamın söyledikleri tüm doktorları ağlattı. Ödemem gereken para yüzünden ağlamıyorum. Tüm bunları ödeyebilirim. 93 yıldır Tanrı’nın havasını soluyorum diye ağlıyorum ve bunun bedelini hiç ödemedim. Hastanenin solunum cihazını bir günlüğüne kullanmak için 500 euro istendi. Tanrı’ya ne kadar borcum var biliyor musunuz? Bunun için… Tanrı’ya daha önce hiç teşekkür etmedim.
Ağrısız ve hastalıksız olarak havayı özgürce soluduğumuzda kimse yaşamı ciddiye almıyor; sadece hastaneye girdiğimizde solunum cihazını kullanarak nefes almanın bile parayla olduğunu öğreniyorsunuz. Her gün nefes alıp nefes verdiğimiz İçin Allah’a sonsuz şükürler olsun!..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “Yılanın biri ateş böceğinin peşine düşmüştü. Onu tam yemek üzereyken ateş böceği, “Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi. Yılan; “Aslında kurbanlarımın sorularını cevaplamam, ama bir istisna yapıp sana izin vereceğim” dedi. Ateş böceği sordu: “Sana bir şey mi yaptım?”, “Hayır” dedi yılan. “Senin besin zincirine mi dâhilim?” diye sordu ateş böceği. “Hayır” dedi yine yılan. “O halde niçin beni yemek istiyorsun” diye sordu. Işığını görmeye dayanamıyorum da ondan.” dedi yılan. “”İnsanları geçimsiz yapan sevgisizliktir. Birbirine düşman eden iletişimsizliktir. Güzellikten yana ne varsa yok eden ilgisizliktir…”
Konfüçyüs
Cumanız Mübarek Olsun
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ALLAH ŞİFALAR VERSİN DOSTUM… INŞALLAH SAĞLIĞINA EN KISA ZAMANDA SAĞLİĞİNA KAVUŞUR…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SAĞLIKLI BİLGİ❤💙 SU İÇİYORUM…..💧💧💧
Yatmadan önce su içmek istemediğini çünkü gece kalkmak zorunda olduğunu söyleyen kaç kişi var? Dik durduğunuzda yerçekimi alt gövdede suyu tutar ve ayakların şişmesi meydana gelir.
Yatağa gittiğinizde ve alt vücudunuz böbreklerinizin seviyesinde olduğunda, böbrekler sıvıları ortadan kaldırır çünkü vücut yatay pozisyonda daha kolaydır. Vücudun toksinleri vücuttan çıkarmak için belirli bir minimum suya ihtiyaç duyar. Su içmek de çok önemli. Belirli bir noktada su içmek vücudun fonksiyonunu en üst seviyeye çıkarır. Uyandıktan sonra 2 bardak su – iç organları aktif hale getirmeye yardımcı olur. Yemek yemeden 30 dakika önce 1 bardak su, sindirimi destekler. Banyo yapmadan önce 1 bardak su, kan basıncını düşürmeye yardımcı olur. (bunu bilen var mı? )
Yatmadan önce 1 bardak su – felç veya kalp krizini önler (iyi biline! )Buna ek olarak, uyku vakti suyu, gece bacak kramplarını önlemeye yardımcı olur. Bacakların kasları küçüldükleri için sıvıya ihtiyaç duyar ve bu gibi olmadığından dolayı kas spazmıyla uyanır. Kardiyologlar, bu bilginin insan sağlığı için önemli olduğunu belirtiyor..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SAĞLIK VE ESENLIKLER DILERIM. SU İÇMEYİ İHMÂL ETMEYELİM DOSTLAR…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Özlem Türeci’nin bilinmeyenleri:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır ziyareti sırasında gazetecilere açıklama yaparken, dünyada “korona virüse ” karşı “mRNA” bazlı ilk aşıyı bulan “BioNTech” şirketinin kurucu ortağı, bilim insanı Dr. Özlem Türeci’nin adını anmadan, ‘Uğur Şahin ve eşi’ ifadesini kullanınca deyim yerindeyse sosyal medyada yer yerinden oynadı! Neler neler yazılmadı ki? Sahi Erdoğan o anda Özlem Türeci’nin adını mı unuttu? Yoksa… Bu söylem bilinçli miydi?
BABASI BEYİN CERRAHIYDI
Özlem Türeci 6 Mart 1967’de Lastrup, Aşağı Saksonya’da doğdu. Babası Yurdanur Türeci aslen Rizeli olarak bilinse de Trabzonluydu. Beyin cerrahıydı. Annesi Şule Yurdakul ise henüz İstanbul Üniversite’sinden yeni mezun olmuş bir biyolog. Yurdanur Bey, Şule hanımın hocasının davetlisi olarak İstanbul’a gelince tanıştılar, âşık oldular ve 1966 yılında da evlendiler. 1967’de ilk kızlarına Özlem, birkaç yıl sonra doğan ikinci kızlarına ise Türem adını verdiler. Yurdanur Bey, “akupunktur” uzmanıydı da; hatta 1970 yılında Trabzon’da bir klinik açmak istedi, olmadı. Aile yeniden Almanya’ya döndü.
PRUSYA TÜRKÜ
Babası Yurdanur Türeci Katolik hastanesinde cerrah olarak çalıştığı dönemde mesleğe âşık oldu. Hatta… Hasta bakıcı rahibelerin yardımseverliğinden çok etkilendi… Çok kültürlü bir ortamda büyüdü; kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz sorusuna “Prusya Türkü” dedi. Lisans eğitimini Saarland Üniversitesi’nde tamamladı. 2001 yılında taşındı; Mainz Üniversitesi Hastanesi’nde “modifiye edilmiş genetik kodlarla bağışıklık sistemini kansere karşı mücadele ettirmeyi” hedefleyen çalışmalar yaptı.
SEREX TEKNOLOJİSİNİ GELİŞTİRDİ
Özlem Türeci “serex” teknolojisini geliştirip, 1995 yılında Alman Hematoloji ve Onkoloji Derneği’nden ilk ödülünü aldı: “Vincenz Czerny” Çok önemli bir ödüldür…
Şöyle ki: Vincenz Czerny 1842 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda doğan çok önemli bir cerrah. 1906’yılında Heidelberg’deki bugünkü Alman Kanser Araştırma Merkezi’nin (DKFZ) öncüsü olan Institut für Experimentelle Krebsforschung’u (Deneysel Kanser Araştırmaları Enstitüsü) kurdu.
Ve… İlk olarak 47 kanser hastası için Samariterhaus (Samaritan House) olarak bilinen bir hastane elbette.Czerny, kanser cerrahisi için operasyonel teknikler geliştirdi. En önemlisi ise belki de o dönemde ameliyat edilemeyen kanser hastalarını tedavi etmesiyle meşhurdu.
Özlem Türeci 1997 Calogero Pagliarello Araştırma Ödülü; 2005 yılında ise Alman İmmünoloji Derneği – Georges Köhler Ödülünü de kazandı.
GANYMED PHARMACEUTİCALS
2001 yılında Uğur Şahin ile “Ganymed Pharmaceuticals” ı kurdu. Şirketin adını “ganimet” sözcüğünden esinlenerek koydular. Bağışıklık sisteminin, kanserli hücreleri vücuda giren bir virüs gibi algılaması ve onları ortadan kaldırması için birlikte çalışmayı sürdürdüler. Başhekim Özlem Türeci’ydi.2002 yılında da Uğur Şahin ile evlendiler.
Kansere karşı hassas antikor tedavilerine öncülük eden “Ganymed Pharmaceuticals “ 2016’da Japon ilaç şirketi Astellas’a satıldı. Şirketi 1,3 milyar euroya satışları o dönem olay oldu. O tarihe kadar Almanya’da tıp sektöründeki en yüksek meblağlı satıştı.
Öyle ki, Özlem Türeci-Uğur Şahin çiftini Almanya’daki en zenginler arasına soktu. Bugün “Ganymed Pharmaceuticals” adlı şirket, günümüzde Japon firması Astellas’ın alt şirketi olarak faaliyetlerini sürdürüyor.
ÜÇÜNCÜ ORTAK KİM
Ve… Gelelim BioNTech’e! Özlem Türeci, Uğur Şahin ve Avusturyalı immünolog, onkolog Christoph Huber ile birlikte BioNTech adlı firmayı kurdu. On yıl boyunca Klinik ve Bilimsel Danışma Kurulu’nda görev yaptıktan sonra 2018’de “BioNTech Tıp Şefi” oldu. Sonrası malum… Bugün Şirketin “CMO”su; genel müdür yardımcısı ayrıca Kanser İmmünoterapi Derneği (CIMT) Başkanı ve Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi’nde dersler veriyor. Almanya’nın Mainz şehrindeki Bireyselleştirilmiş Bağışıklık Müdahalesi Takımı’nın (Ci3) da kurucularından. Eşten kadrolu değil yani… Eşinin gölgesinde hiç değil! En başından beri hep merkezde!
Sonuçta onlar bir ekip; unutulmamalı ki aynı zamanda da bireyler! Hatırlayınız: Dr. Uğur Şahin 2019 yılında İran’da “Mustafa” ödülü verildi. Kanserle mücadelede geliştirdiği ve 3 hastada denenip başarılı olan “Truva atı aşısı” ile “Yaşam ve Tıp Bilimi ve Teknolojisi” kategorisindeydi. Oysa Dr. Özlem Türeci “serex” teknolojisini geliştirip, 1995 yılında Alman Hematoloji ve Onkoloji Derneği’nden “Vincenz Czerny” ödülünü Dr. Uğur Şahin’den 24 yıl önce almıştı. Kim bilir belki de esas beyin Dr. Özlem Türeci’dir?
Arzu Ertuğrul
Odatv.com
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NEREDEN NEREYE… BÖYLECE ONUR DUYDUĞUMUZ BİLİM INSANLARINI BU BAHANEYLE GERÇEK HAYAT ÖYKÜLERİNİ DE ÖĞRENMİŞ OLDUK… TEŞKKÜRLER ARZU ERTUĞRUL HANIMEFENDİYE…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Uğur Şahin ile Dr. Özlem Türeci’nin korona virüs aşısı olup olmadığı merak ediliyordu.. İşte verdikleri yanıt
Son dakika haberi… Dünyanın dört gözle beklediği korona virüs aşısını bulan Prof. Dr. Uğur Şahin ile Dr. Özlem Türeci, Amerikan New York Times gazetesinin internet sitesinde yayınlanan ‘Sway’ adlı podcast programının konuğu oldu. Türeci ve Şahin çifti, aşıya ilişkin kritik bilgiler verirken, ABD Başkanı Donald Trump’ın aşının kasten geciktirildiği yolundaki iddiasına da yanıt verdiler… İşte, ses getiren yayından öne çıkan noktalar…
Sunucu Kara Swisher’ın Amerikan ilaç devi Pfizer ile ürettikleri aşının BioNTech şirketi çalışanlarına yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusuna Şahin-Türeci çifti “Henüz değil” yanıtını verdi. Swisher’ın “İkinizden biri” sorusuna ise Prof. Dr. Şahin’in açıklayıcı yanıtı şöyle oldu:
“Henüz değil. Klinik düzenlemelerden dolayı aşı yaptırmamıza izin verilmiyor. Aşı şu anda sadece klinik deneyler dâhilinde uygulanabiliyor ve klinik denemelere şirket çalışanlarının katılmasına izin verilmiyor. Yani bu, aşıya diğer insanların da erişimi olduğunda bizim de erişebileceğimiz anlamına geliyor.”
Swisher’ın “Bu aşının işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum, tehlikeli olabilir” şeklinde düşünen insanları nasıl ikna edecekleri yolundaki sorusuna Dr. Özlem Türeci’nin yanıtı ise şöyle:
“Hiç kimseyi ikna etmek istemiyoruz. Katkımızın şöyle olması gerektiğini düşünüyoruz ki mümkün mertebe şeffafız… Halkın denemelerimizden elde ettiğimiz detayı mümkün mertebe ayrıntılı şekilde almasını sağlıyoruz. Ve bunu değerlendirip yorumlamayı uzmanlara bırakıyoruz.”
Slovakya ve Polonya gibi ülkelerde ulusal ölçekte aşılamanın zorunlu olacağını, ABD’de ise bu zorunluluğun olmadığını hatırlatan Kara Swisher, “İnsanların aşılanması gerektiğini düşünüyor musunuz” sorusuna ise Dr. Türeci, “Hayır, ABD’deki yöntemi tercih ediyorum, herkes kendi kararını verebilir” yanıtı verdi. Kara Swisher, ABD Başkanı Donald Trump’ın seçimi kaybetmesi için aşı keşfinin geç açıklandığı yolundaki iddiasını da Şahin-Türeci çiftine sordu.
Dr. Türeci’nin yanıtı şöyle: “Burada Almanya’da, geciktirmek ya da ABD seçimlerine müdahale etmekte herhangi bir çıkarımız yok. Ve biliyorsunuz ki, klinik denemeler son derece kurallara uygun düzenleniyor ve bu gerçekten geciktirebileceğiniz, durdurabileceğini ya da hızlandırabileceğini bir şey değil.”
Dr. Şahin’in yanıtı ise şu oldu: “Siyasetle ilgilenmiyoruz. Günün sonunda bizim çıkarımız mümkün mertebe en hızlı şekilde bu aşıyı geliştirmek. Etik standartları takip etmek, bilimsel standartları takip etmek zorundayız. Pazar günü akşam etkinlik sonuçlarını öğrendim ve ertesi sabah sonuçları açıkladık. Bu öylesine önemli bir bilgiydi ki, ekibimiz, basın ekibimiz uygun haberle ortaya çıkmak için bütün gece çalıştı. Yani günün sonunda, biz bilimle hareket ediyoruz, kendi standartlarımızla hareket ediyoruz. Ki bu, hiçbir siyasi gündemle eşleşmez.” Dünyanın dikkatle izlediği iki bilim insanının Türk kökenli olmasına ilişkin yöneltilen soruya Uğur Şahin şöyle yanıt verdi:
Evet, bir taraftan bizim yaşamlarımızın başkaca insanlara ilham vermesini tamamıyla anlıyorum. Sadece göçmenlere ilişkin de değil. Aşının Almanya’da üretilmesiyle de ilgili. Yani, insanlar bu Alman aşısı olduğu için gurur duyuyor, ya da bu aşı Türkiye’den gelen insanlar tarafından yapıldı. Sanıyorum ki tüm bu olumlu duygular tamamıyla güzel. İnsanlara ilham verebiliyorsak, bu iyi bir şey. Fakat sevmediğimiz şey, bunun politik bir tartışma için bir araç olarak kullanılması. Günün sonunda, kilit mesaj şu, işbirliği anahtardır. Şirketimizde 60’ı aşkın ülkeden insan çalışıyor.
Tedarikte dahli olan dünyada birçok şirket ve grup var; örneğin, lipit nano-parçacıklar. Bu Kanadalı bir şirketti. Avusturyalı bir şirket, klinik deneme materyallerinin hazırlanmasında bize yardım etti. Yani kilit mesaj bu olmalı, herkese ihtiyaç duyuluyor. Göçmenliğin artıları ve eksilerine ilişkin siyasi bir tartışma olmamalı.
05 Aralık 2020 Hürriyet Gazetesi
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÜNİFORMA SADECE KAN LEKESİNİ KABUL EDER!..
***Bizler, bir ömür üniforma taşımış kişiler olarak, halkımızın, milletimizin özgürlüğü için, her şeyimizden fedakârlık yaptık bir ömür boyu…
***Bayramı, bayram bilemedik, çocuğumuzun doğumunda bulunamadık. Çocuklarımız, bize bir yabancı gibi büyüdüler.
*** Birçok haksızlığa uğradık. TSK ve üniformamız zarar görmesin diye, hep yutkunduk, içimize attık. Allah’a havale ettik.
*** Üniforma, hepimizin kutsalı idi. Ona leke getirmememiz öğretilmişti daha 15’mizde. Çocuktuk ama, öğrendik bir kere!..
*** Çok yutkunduk. Komutandan fırça yedik yutkunduk. Ceza aldık yutkunduk. Cepte para yokken, çocuk-eş bir şeyler istedi yutkunduk, yutkunduk oğlu yutkunduk!..
*** Asker-sen eğer; hiç bir konuda açıklama, konuşma, yorum yapma hakkın yoktur. Bunu yapacak makamlar, Kuvvet K’nı, Gn Kur Bşk. veya şimdi MSB gibi makamlar… Senin bir görevin var, Allah’ın verdiği bir yetenek, YUTKUNMAK, YUTKUNMAK!…
*** 15Tem. Hain darbe girişiminin yıldönümü nedeniyle yapılan afislerde, esas sahibi millet olan o üniformanın, içindeki Mehmetçiği ezik, zavallı göstermek kimsenin haddine değildir. Ona yapılan Türk Milletine yapılmıştır. İçimiz sızlıyor, yüreğimiz burkuluyor, bir ömür boyu, susmayı yutkunmayı öğrendiğimiz için, tepki vermeyi de beceremiyoruz artık. Ne olur Türk Askerini ve onun şerefle taşıdığı üniformasını daha fazla incitmeyin!. İncinmesine müsaade etmeyin!…
*** Askerin taşımış olduğu üniforma, Türk Milletinindir. Onu üzerinde taşıyanlar emanetçidir. Has bel kader bu üniformanın içinde, köstebek gibi kendilerini saklamış, emperyalizmin uşakları FETÖ mensupları yüzünden, TSK’nın şerefli üniforması ne maksatla olursa olsun, lekelenemez. O üniforma; ancak ve ancak; KAN LEKESİNİ kabul eder…
Hilmii ÇAKIR
13.7.2021
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 30 YIL BU ŞEREFLİ ÜNÜFORMAYI ONURLA TAŞIMIŞ BİRİ OLARAK ,15 TEMMUZ HAİN KALKIŞMAYI ŞİDDETLE KINIYORUM..İÇİMİZE SIZDIRILAN BU HAİNLERDEN BİRİ DE MAALESEF BENİM TEĞMEN OLARAK TABUR K.LIĞİMDA PERSONELIMDI..GÖKHAN SÖNMEZATEŞ…KENDİSİNİ O KADAR GÜZEL KAMUFLE ETMİŞTİKİ HİÇ AÇIK VERMEDEN GÖREV YAPTI..SONRA GENERAL OLDUĞUNU VE MARMARİS OLAYINDA BAŞROL OYNADIĞINI ÖĞRENDIK..YAZIKLAR OLSUN EMEKLERIMIZE..HEPİMIZİ GÜÇ VE ITİBARSIZ DURUMDA VE MİLLETİMİZE MAHCUP BIRAKTILAR..AMA TSK.LERİ BU HAİNLARİ ELBETTE AFFETMEYECEKTIR…DİLERİM CEZALARINI EN AĞIR ŞEKİLDE ÇEKERLER…H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Tekrar geçmiş olsun Kardeşim. Gözleriniz aydın… Çok şükür…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👉 NOCTORİA ( Gece idrara çıkma ) ve Kalp problemi ilişkilidir…
Aşağıdaki bilgileri okumak için iki dakikanızı ayırmaya değer. Amerikalı bir doktor bize Noktüri, kalp problemi ve beyin enfarktüsünün ilişkili olduğunu söylüyor. Orta yaşlı ve yaşlı insanların en sık görülen semptomu noktüri’dir… Yaşlılar gece idrarından dolayı yatmadan önce su içmekten korkarlar.
Yatmadan önce su içmemek, gece yarısı su içmeden işemek için kalkmanın orta yaşlı ve yaşlı kişilerde sabah erken beyin enfarktüsünün önemli bir nedeni olduğunu bilmiyorlar. Aslında noktüri, mesane disfonksiyonu sorunu değildir. Noktüri, yaşlılarda kalp fonksiyonunun yaşlanmasında başarısızlık ve sağ kalp atriyumunun alt vücuttan kan emememesinden kaynaklanır. Gün boyunca hepimiz ayakta dururuz, Kan akar. Kalp iyi değilse, kalbin kan hacmi yetersizse, vücudun alt kısmındaki basınç artacak, bu nedenle orta yaşlı ve yaşlı kişilerde gün içerisinde vücut ödemi daha düşük olacaktır. Gece yattıklarında alt vücut üzerindeki baskı azalır ve dokularda çok su birikir su kana geri döner. Çok fazla su varsa, *böbrekler* suyu ayırmak ve mesaneye boşaltmak için çok çalışarak noktüriye neden olur.
Bu nedenle, yattıktan sonra ilk kez kalkmak ve tuvalete gitmek genellikle yaklaşık üç veya dört saat sürer. Bundan sonra kandaki su artmaya devam ediyor. Yani 3 saat sonra tekrar tuvalete gitmeleri gerekecek. Bu neden serebral enfarktüs ve miyokard enfarktüsünün önemli bir nedenidir? Çünkü iki veya üç idrara çıktıktan sonra kandaki su büyük ölçüde azalır. Vücut ayrıca nefes alarak su kaybetmeye devam eder. Daha sonra kan kalınlaşmaya ve yapışkan hale gelmeye başlar ve uyku sırasında vücudun metabolizmasının düşük olması nedeniyle kalp atış hızı yavaşlar.
Yoğun kan ve yavaş kan akışı ile kan damarının darlığı kolaylıkla tıkanır. Bu nedenle orta yaşlı ve yaşlı insanlar neredeyse her zaman *sabah 5 veya 6’da miyokard enfarktüsü veya beyin enfarktüsü geçirir.* Bu durum uyurken *ölüme yol açacaktır.* Herkese söylenecek ilk şey, noktüri mesanede bir arıza değil, yaşlanan bir kalp problemidir. Herkese söylenecek ikinci şey, yatmadan önce biraz ılık su içmeniz ve gece yarısı işemek için uyandıktan sonra biraz ılık su içmeniz gerektiğidir. Noktüriden korkmayın, çünkü *su içmemek* hayatınıza malolabilir. Üçüncü şey, kalbin işlevini güçlendirmek için normal zamanlarda daha fazla egzersiz yapmanız gerektiğidir. İnsan vücudu bir makine değildir. Bir makine sık kullanıldığında yıpranacaktır, ancak insan vücudunda tam tersi olacaktır. Sık kullanıldığında daha güçlü hale gelecektir. Sağlıksız yiyecekler, özellikle yüksek nişasta içeren ve kızarmış yiyecekler yemeyin.*Bu makaleyi beğendiyseniz,* Lütfen ileri yaştaki ve orta yaş sevdiklerinize, dost ve arkadaşlarınıza İletiniz…🧿
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Benim hayat hikâyemin bir önemi yok fakat muvaffakıyet sebepleri önemli, genç nesillerin unutmaması gereken değerler…
İşte bu sebeple Hamzalı’dan Mekke’ye uzanan hayat yolcuğumu dinlemeniz faydalı olabilir…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍🤲🤲
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İMAM-I AZAM’IN VASİYETNAMESİ
Ebu Hanife, Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur’un Başkadı olma teklifini reddetti. Zindana atıldı, kırbaçlandı. Sonunda, çorbasına zehir katılıp, zehirlenerek şehit edildi. Zehirlendiğini anlayınca, zindandaki öğrencilerine yazdırdığı meşhur vasiyetnamesi, “BENİ GASP EDİLMEMİŞ BİR TOPRAĞA GÖMÜN”
1-Arap olmayan Müslümanların, anadilleri ile ibadet etmeleri meşrudur.
2-Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.
3-Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allahtan başka hiç kimse bilemez.
4-Beşeri ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.
5-Namaz kıldırıp para almak helal değildir.
6- İmana dair son sözü Allah söyler.
7-Din için toprak gasp etmek meşru değildir.
8- Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.
9-Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamdır.
10-Allahın elçileri, Allah’ın kitabına aykırı konuşmazlar.
11- Kur’an’a ve akla aykırı rivayetler, kaynağı ne olursa olsun reddedilir.
12- İSLAMDA evliya diye bir sınıf yoktur, müminler Allah’ın evliyasıdır (dostudur).
13- Cinayetin cezası, mümin ve kâfir için aynıdır.
14-Haram para ile hasenat (hayır) olmaz.
15-Zülüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi alınmaz…
16- İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak farzdır.
17- İSLAM akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur…
(Prof. Muhammed Ebu Zehra / Ebu Hanife)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Litvanya’da Trkai diye bir göl köyü. 7-8 bin civarında nüfusu var.. Haritadan bakıldığında, Türk ve Müslüman dünyasıyla pek alâkası olmayan bir yer. Orada 600 yıldır yaşayan Karay Türkleri var. Büyük Litvanya Kralı Vytautas, Kuman soyundan gelen Kırım Türklerini toprak verip bölgeye yerleştirmiş. Ahâli o günden bu güne kültürünü, dilini ve kendine has yaşantısını sürdürmüş. Karaylar o bölgede asırlarca kalmış ama ne Osmanlı ne de başkalarının bunlardan haberi yok.
Ufak bir topluluk, uzak bir coğrafya, kimsenin umurunda değiller. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu 1970’ler de Atom fiziğiyle alâkalı bir toplantı için Litvanya’ya gidiyor. Profesör olan arkadaşı Yutsis, kendisini ilgisini çeker diye Trakai’ye götürüyor. Köyün ihtiyar meclisinin başı olan aksakallı bir adamla uzun uzun konuşmuşlar.
Köye gittiklerinde Oktay Sinanoğlu ahalinin dillerini koruduğunu görür. Köyün ileri gelenlerinden bir ihtiyar onu evine dâvet eder, atalarından kalma sancak, kılıç ve evrakları gösterir. Hem de Türkçe konuşarak. Aksakallı, şöyle diyor: “Sizin Atatürk’ünüz zamanında Türkiye’den O’nun gönderdiği elçiler gelir, bize Türkçe dergiler, kitaplar getirirdi. ATATÜRK vefat etti, Türkiye’den ses seda kesildi. Size ne oldu?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÇOK ILGİNÇ VE BİR O KADAR DA ÖNEMLI. İLK DEFA DUYDUM. PAYLAŞAN DOSTA TEŞEKKÜRLER…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍🇹🇷🇹🇷
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim, emperyalist devletlerin veya tüm devletlerin dostlukları zaten düşünülemez… O nedenle ülke çıkarlarını neyi gerektiriyorsa o stratejiyi geliştirmek ve uygulamak zorundadırlar… Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Pagan dönemi eski bir Türk yazıtında şöyle yazar; Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer, Karga yaşlı annesini besler; Bunun adı ” saygılı davranmaktır.
” Horoz şafak vakti öter, Yaban kazları her bahar kuzeye, her sonbahar güneye uçar; Bunun adı ”söz tutmaktır.”
”Yeşilbaşlı ördek eşini yitirdikten sonra ölene kadar yeni eş aramaz. Bunun adı ”sadakattir.
”’Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır, karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır; Bunun adı ” adalettir .”
Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse beter yaşıyordur .!…. Çok eski zamanlardaki pagan Türk duası şöyle der : ‘Tanrım, İlk önce: Dağa, taşa ver, ormana, hayvanlara, suya ver. O’ndan sonra; insanlara, kapı komşuma, muhtaç olana ver. Kalırsa, en son bana ver…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hayırlı Akşamlar Dostum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000136-VIDEO-2022-09-07-17-43-37.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Söylediklerine katılmamak mümkün mü? Ama uygulamaları göremedik…
-17 adanın durumu?
-Mülteci sorunu?
-Es başkanlık ve orta doğu çıkmazı?
-FETO’nun durumu?((Kozmik oda skandalı)
-Tarımın halâ geri planda bırakılması(tarım girdilerinin durumu..(.Mazot, gübre ve vb .)
Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Etrafında maalesef akıllı ve bilgili, deneyimli bürokratların olmaması, büyük yalnızlık .. Hz Ebu Bekir ve Hz. Ömer efendilerimiz ile ilgili anekdotu siz benden daha iyi bilirsiniz…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mevcut şartlarda Türkiye’de eksik ve kusursuz iş başarmak pek kolay değil. Direnen ve engelleyen ciddi bir bürokrasi olduğunu dikkate almak lazım. FETÖ örgütü tam olarak tasfiye edilemediği gibi başka bir sürü örgütlenmeleri sevk eden CIA MOSAD ve MI6 çırpınışlarını unutmamak lazım
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cihat Yaycı gibi Ufuk açan, vazifesini yapan bürokratlar çok fazla değil maalesef
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim. Boşuna Kraliçe ve Yahudi lobisi ödüllendirmiyor… Elbette her ülke kendi çıkarlarını düşünmek zorunda. Oyunu bilmek ve karşı önlem almak ,devlet adamlığı ister.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Dünya lideri demek sadece kendimizi kandırmaktır..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Cübbeli Ahmet Hoca bile taktik ve yön vermeye başladı….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ona söz hakkı verip konuşma imkân ve fırsatı verenler de iyi niyetli değil.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: MISIR
Mısır, Arap ülkeleri içinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ardından üçüncü, Afrika kıtasında ise Güney Afrika’dan sonra ikinci büyük ekonomiye sahip oluyor.
Türkiye, Mursi döneminde Mısır’a sattığı on paket ANKA İHA için Eximbank’tan 300 milyon Dolar kredi çıkarıyor. Bu kredi Mısır parlamentosunda onaylanıyor. Ancak darbe sonrası bu satış bizzat AKP hükümeti tarafından iptal ediliyor. (Bu sırada ABD, Mısır’a bize vermediği on adet Apaçi helikopterini Mısır’a veriyor.)
Mısır ile Türkiye arasındaki darbe öncesi (2012) 5 milyar dolar (3 milyar 679 milyon Dolar ihracat, 1 milyar 342 milyon Dolar ithalat Kaynak: TUİK) seviyelerinde olan ticaret hacmi gün geçtikçe düşüyor ve bir daha bu seviyeye ulaşamıyor. Mısır’da 2 milyar doları aşan doğrudan Türk yatırımları da bulunuyor.. İlişkilerin gergin olması nedeniyle bu yatırımların da önü kesiliyor.
Mısır ile ilişkilerin gerginleşmesi üzerine Mısır Süveyş Kanalından geçen Türk Ro-Ro gemilerine verdiği izni 22 Nisan 2015 tarihinden itibaren iptal ediyor.. Bu şekilde Kızıldeniz yolu Türkiye’ye kapanıyor ve Kızıldeniz üzerinden Arap ülkelerine ve Afrika Kıtasının güneyine yapılan Türk ihracatına sekte vuruluyor… Bir zamanlar benim de yönetim kurulu üyesi olduğum bir şirketimizin Suudi Arabistan’a yapacağı ihracatı, yapılan anlaşmaya rağmen Suriye yolu karayoluna, Kızıldeniz yolu da Mısır nedeniyle Ro-Ro seferlerine kapalı olduğu için gerçekleşemiyor…
Ayrıca Mısır ile olan ilişkiler düzelmeyince bölgede var olan Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması amacıyla Türkiye dışlanarak İsrail, Yunanistan, İtalya, Ürdün, Mısır ve Güney Kıbrıs tarafından ”Doğu Akdeniz Gaz Forumu” kuruluyor… Oluşturulan bu forum, ‘’Doğu Akdeniz Boru Hattı’’ (EastMed) projesi ile Doğu Akdeniz’de var olan gazın Avrupa’ya Türkiye’yi dışlayarak ulaştırılması amacını taşıyor. Bu forumda Türkiye’nin yanında Lübnan, Suriye ve KKTC de dışlanıyor. Ayrıca, ”Doğu Akdeniz Gaz Forumu”u, Türkiye ile ilişkileri bir hayli kötü olan Kıbrıs, İsrail, Yunanistan ve Mısır arasında kurulan stratejik bir ittifak haline geliyor.. Hâlbuki Türkiye’nin Suriye ve Mısır ile ilişkileri düzgün olsa, 40 trilyon metreküp olduğu tahmin edilen bu gaz projesinin hem Türkiye üzerinden yapılması hem de Türkiye’nin sorunsuz bir şekilde bölgede hakkı olan gazı alması gerekiyor.
Mısır, tarih boyunca Arap halklarının siyasi ve kültürel yaşamında önemli bir yer tutuyor, onlara kutup oluyor. Mısır’da hangi siyasi rejim, hangi siyasi iktidar olursa olsun daima Arap ülkelerine liderlik ve rehberlik ediyor… En güzel ve doğru Arapça (Fasih Arapça) Kahire’de konuşuluyor… En güzel ezan Kahire camiilerinde okunuyor…. Mısır; sanayisi, turizmi, eğitimi ve ekonomisi gelişmiş, Batı dünyasına en yakın bir Arap ülkesi olarak biliniyor. Bu nedenle Mısır Arap dünyasında ihmal edilmeyecek kadar büyük ve gelişmiş, mücevher bir Arap ülkesi oluyor..
Bugün için Türkiye’nin sadece Mısır ile değil Suriye, Irak, İran, Libya, Suudi Arabistan, Yemen, ABD, AB, Rusya ilişkilerinin hiçbirisi rasyonel temel üzerine oturmuyor.. Bu irrasyonel, ideolojik, mezhepsel ve duygusal politikaların bedeli dış siyasette yalnızlığa ve ekonomide ise çöküşe sebep oluyor..
Bütün bunlar bana tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözünü hatırlatıyor; ”Onlar; zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.”
Fakat sürekli ‘’Rabia’’ işareti yapanlarda ne ‘’tarih bilinci’’ ne ‘’diplomasi’’ ne ‘’ekonomi’’ bilgisi ve kaygısı ne de Horasanî’nin bu sözünü anlayacak bir derinlik bulunuyor. Onlar yıllardır ”Stratejik Sığlığın” kitabını yazmakla meşgul oluyor…
Ancak reel politik her zaman kendisine sırtını dönenlere günü geliyor elini öptürüyor.
Osman AYDOĞAN
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Kardeşim bu makale çok ilgimi çekti…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A.S. Muhterem Albayım, Yazıyı, yüzeysel bilgilerle, gerçekleri güvenilir orijinal kaynaklardan okuma, öğrenme imkânı olmayan, olaylara ön fikirle yaklaşan bir kişinin yazdığını söyleyebilirim.
ٖMısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak vb ülkeler bağımsız, irade ve inisiyatif sahibi olan ülkeler değildir.
İslam dünyası, Osmanlının yıkılmasından sonra esaret altına girmiş güdülen devletçiklere bölünüp sömürülen, başlarında olanların kukla gibi oynatıldığı, hükmi şahsiyeti olmayan idarecilerle yönetiliyor.
Evet, ٖMısır Arap ülkeleri arasında çok önemli bir yeri olan ülke, fakat Mısır’ı Sisi yönetmiyor ki Sisi ile irtibat ve anlaşma imkânı olsun. Türkiye Arap ülkeleri ile sağlıklı irtibat kurmak istiyorsa önce İngiliz, İsrail ve ABD ile ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmalı veya onlara rağmen strateji belirleyecek güce ulaşmalı ki bahsettiğiniz ülkelerle ilişki ve irtibatını normalleştirebilsin.
Günümüz dünyasında Japonya ve Almanya gibi güçlü teknolojik imkânlara ve ekonomik güce sahip olan ülkeler bile irade sahibi değil iken güdümlü Arap ülkelerinden irade sergilemesini beklemek saflık olur. Kaldı ki Türkiye ile İran ve ٖMısır arasında gizli bir rekabet olgusu yerleştirilmiştir. Samimi ve istikrarlı bir iş birliği yapmaları oldukça zordur. Rahmetli Mürsi zamanında böyle bir işbirliği ihtimali ortaya çıkması siyonist güçleri ciddi şekilde tedirgin etmiş ve darbe yapmayı zaruri görmüşlerdir.
Türkiye, güçlenip kendini milli gücü ile savunabilecek hale gelmeden İslam dünyası bir araya gelme noktasına ulaşamaz. Bunun için de İsrail bizim gücümüzden korkacak hale gelmeden buna müsamaha etmez, fırsat ta vermezler.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Türkiye, kendi milli gücü ile ayakta durma noktasına, kendini savunma kabiliyetine ulaşmadan, bize rahat yüzü göstermezler.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim. Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Size katılıyorum… Açıklama ve yorumunuz için teşekkürler… S.A…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Türk Milletinin Bu Öz Güveni ve Cesareti Onu Öncü Kılan Vasıflarındandır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Değerli Hocam bu güzel ve anlamlı, analitik yazınızı Whatsapp gruplarımla ,izniniz olursa paylaşabilir miyim??
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tabi ki paylaşabilirsiniz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Önce ailem ve kendi haklımda bir kaç cümle yazayım ki bugünkü yönetim hakkında yazacaklarımı doğru değerlendirme imkânınız olsun.
Büyük amcam 2.Abdülhamid dönemi subaylarından olup Cumhuriyet döneminde de İsmet Paşa ile beraber çalışmış Mumsuz İlyas Efendidir. Diğer büyük amcam Prof.Dr.Emin Burad Ankara Üniv. Tıp Fakültesi KBB kürsü başkanı ve İsmet Paşanın aile doktoru idi; babam ve amcalarım da İsmet Paşa hayranlığı olan insanlardı.
Ben ise çocukluk yıllarım dâhil hayatımın hiç bir döneminde dini veya siyasi hiç bir meşrebe intisabı veya bağlılığı/tiryakiliği olmamış bir eğitimciyim. İlahiyat ve filoloji mezunuyum. Cumhurbaşkanımız RTE Bey ile aynı okulda beş sene beraber okuduk. Yerli Milli bir şahsiyet olduğunu yakından görmüş; tanıma imkânı bulmuşum. Ak Parti eksiği ile hatası ile Türkiye için faydası zararından fazla olan bir hareket olduğu kanaatindeyim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam kusura bakmayın ben bir askerim.. Dolayısıyla vatan, cumhuriyet ve demokrasi kültürü ile yetiştik… Mütedeyyin bir Müslüman olduğuma inanıyorum. Harbiye’de milli mücadele ve siyasi tarih okuduk, tartıştık. Bu ülkenin nasıl, ne zorluklarla bize emanet edildiğini öğrendik. Gazi M. Kemal ATATÜRK ve değerli arkadaşlarının(mekânları Cennet, ruhları şâd olsun) kurtuluş savaşı ve sonrasının yüce TÜRK MİLLETİNİN , milli şuur ile nasıl yolunu açtığını öğrendik.. “Keşke Yunanlılar galip gelseydi “diyen zihniyetin halâ nasıl baş tacı edildiğini gördükçe kahrolduk… Teğmenliğimden beri çok şükür namazını kılan ve bunu açıkça yapan ve Erzurum Meydan K.lığı yaptığımda, Birliğimde mescit açan biriyim. O zaman Milli Eğitim Müdürü olan değerli Kardeşim Fevzi BUDAK hocamın desteğiyle de Lojmanlara İLKÖĞRETİM Okulu’nun yapılmasına vesile olan biri olarak Ülkeme hizmet verdim, şükür olsun. Rahmetli Yusuf kardeşim de ziyaretime geldiğinde o mescitte beraber namaz kıldığımızda çok mutlu olmuştu., Âmâ bu yönetimi hiç onaylamıyorum. İnsanları dinden, imandan soğuttular. İnsanları Allah ile aldattılar, inanç ve milli şuurdan maalesef çok uzaklaştılar. Bir Müslüman Türk olarak çok üzgünüm…. Selâm ve saygılarımla..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sizi ve düşüncenizi, büyük amcam sebebi ile anlamak konusunda, eğitimliyim fakat bir konuda sizinle ittifak etmemiz çok zor. Oda, biz M.Kemal Paşa’nın düşünce ve devrimlerine şartlanmamış, ön fikirsiz ilmi açıdan yaklaşırken, siz ön fikirli ve duygusal yaklaşabiliyor; makul tenkitlere bile tahammül edemeyebiliyorsunuz.
Bunun dışında birçok konuda benzer düşünceler içinde olabileceğimizi tahmin ediyorum. Mesela, İsmini zikretmeden ima ettiğiniz Kadir Mısıroğlu’nu Mekke’de yaşarken misafir etmiş yakından tanımış bir kişi olarak, naklettiğiniz sözü, muhaliflerinin çarpıttığı hali ile biliyorsunuz.
Alanında tek kaynak olan “Yunan Zulmü” isimli kitabın yazarına böyle bir yalan İsnat doğru olabilir mi? Kendi sesinden bunun doğru olmadığı YouTube’daki videolarda da var. İsteyen dinleyebilir.
Evet, Kadir Bey M.Kemal Paşanın devrimlerine karşı açık ve net tavrı olan bir insandı. Bu konuda ifrat içinde olduğu da söylenebilir. Ama söylemediği bir sözü ona isnat etmeye de gerek var mı? O söylediğini açık ve net söylemekten çekinmeyen bir insandı.
Size ibretlik bir hatıramı söyleyeyim: 👇
1980 ihtilalinde yurt dışında olmama rağmen, izine geldiğimde, asılsız bir ihbar sebebi ile tutuklanmış ve 40 gün Paşa kapısı ceza evinde kalmıştım. Orada M.Kemal Paşanın koruma subaylığını yapmış, 1960 tan önce CHP yönetim kurulu üyesi olmuş, 1960 ihtilalini yapan subayların 6 danışmanından birisi olan Aziz Şengün Bey ile 30 gün beraber koğuş arkadaşlığı yaptık. Emekli bir subay öldürmüş olması sebebi ile ceza almış ve 87 yaşında olmasına rağmen dinamik bir insan olmanın yanında Rizeli olması sebebi ile açık yürekli mert bir şahsiyet olarak yaşadıklarını samimi ve dürüst bir şekilde müzakere etme imkânı bulmuştuk. İnanır mısınız bilmem ama konuştuklarımızın % 90’ında mutabık kalabiliyorduk. Bunun tek sebebi yakından tanışıp samimi ve ilkeli konuşmamızdı.
Ben de M.Kemal Paşa’nın Harf devrimi yapmasını hatalı bulanlardanım. Millet bir günde okuryazar olmaktan çıkmış, bugün öz babamın yazdığını okuyabilen ailede tek kişi ben kalmışım. Bilmem siz babanızın veya dedenizin yazdığını okuyabiliyor musunuz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Özür dilerim değerli Hocam, son ifadelerinize katılmıyorum… Daha fazla birbirimizi üzmeyelim. Sizin doğrularınızla, benim doğrularım kesişmiyor… Üzgünüm, farklı kulvarlardayız. Yolunuz açık olsun… Sağlık ve esenlikler dilerim….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Her meselede aynı düşünmemeyi ben normal kabul edip farklı düşünenleri anlayabilir; yazdıklarını söylediklerini okur ve dinleyebilirim; farklı düşünenleri üzmek gibi bir niyetim de asla olmaz. Siz nasıl isterseniz öyle olsun muhterem albayım. Benim görüşlerim M.Kemal Paşanın dostlarından bir kısmının da kabul ettiği düşüncelerdir.
1- Piyanist Hüseyin Sermet 👇
2- Felsefeci Prof.Dr. Teoman Durali👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: KISASTA HAYAT VARDIR(……)
Farkında olmadığım bir şey var ama nedir, ben size doğal ve tabii davrandım; lütfen siz de bana doğal ve tabii davranın diye rica etmem üzerine, “Hocam biz kurucu mecliste görevli iki emekli general olan arkadaşız. Kenan Evren Paşa da bizim sınıf arkadaşımız. Başta, sizin bizi tanıyarak, bize ilgi gösterdiğinizi zannettik. Önce şüphelendik; sonra bizi tanımadığınız kanaati ağır bastı. Bugüne kadar bize çıkar ve menfaat beklentisi olmadan yaklaşıp ilgi gösteren bir insan tanımamış olduğumuz için davranışlarınıza bir mana veremedik. Eğer biz ısrar etmesek, siz bizi tanımadan Mekke’ye geri dönecektiniz. Bizi bağışlayın ama siz nasıl bir insansınız anlayamadık” dedi.(……)
Devamını okumak için alttaki Linki tıklayınız👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Değerli Hocam. Gönderdiğiniz iletiyi zevkle okudum… Kardeşimi çok seviyorum. Sizleri de benim kardeşim gibi görüyorum. Gönül dünyamızın aynı olduğu kanaatindeyim. Dünyevi meselelerde elbette farklı düşünüyor olabiliriz. Ayşe SUCU hanımefendinin görüşlerini okuyor ve genelde de katılıyorum. Emekli olduktan sonra daha fazla okuma ve inceme fırsatımız oldu ..Yıllarca islâmı öğrenmeye ve anlamaya çalıştık ve savunmaya çalıştık…Ama günümüzde İslâm adına yapılan ve yaşanan uygulamaları görüce çileden çıkar olduk…
Sizin gibi muhterem ve seçkin Müslümanları arayıp bulmak ise mucize gibi… Çok sağ olun. Aslında aynı kulvardayız. Daha önceki ifademi lütfen mâzur görün… Hayırlı akşamlar diliyorum….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Merhum Yusuf Akkaya, hafızamda izi olan bir insan, her zaman rahmet ve minnetle yâd ederiz. Yüz yüze gelmesek de onun ağabeyini biz de ağabeyimiz gibi görür ve hürmet ederiz. Farklı düşündüğümüz hususlar olması farklı bilgilerimizden kaynaklanıyorsa, bilgi kaynaklarımızı çoğaltır; her bilgiyi okur; inceler ve en doğru ve en güzel olana tabi oluruz.
Hayatımda dürüstlüğü ilke edindiğim için söylemeden geçemeyeceğim. İsmini zikrettiğiniz hanım dikkat edilmesi gereken, yanıltıcı olabilecek düşünceleri de olan bir hanım. Okuduğunuz kişilerden biri olabilir ama sorgulamadan tabi olunacak İslami fikir sahibi birisi değil. Bu ifademle sizi yeniden üzmek istemem ama biz Ofluyuz; hatayı düzeltmeden duramayız.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim… Bizde övünmek gibi olmasın, Çaykaralıyız… İnşallah bir gün dünya gözü ile görüşürüz ..Yüce Allah’ın selamı siz ve sizin gibilerin üzerine olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Aslen Çaykaralı olduğunuzu merhum Yusuf abiden duymuştum. Köyünüzü unuttum?
Benim dünürüm de Çaykaralı Ahmet Ziyaeddin Şahin İTÜ Uçak Müh. Hocası, babası meşhurdur bilmem duydunuz mu?
Biliyorsunuz Şu anda ilçe olduğu halde Of’tan ayrılmış 4 ilçe var. Of hepsinin ortak çatısı olan tarihi bir ilçe, 93 harbinde Ruslara karşı direnirken büyük amcam da o direnişin içindeydi.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Horhoroz …Yeni adı: İyidere olmuş..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Orada irtibatınıza vesile olan yakınınız var mı? En son ne zaman gitmiştiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Maalesef ..Hiç gitmedim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: MALAZGİRT VE GERÇEKLER
Malazgirt Savaşı, İslamcıların yazdığı gibi Hilal ile Haç’ın vuruşması değildir Çünkü Müslüman Araplar savaşa katılmamıştır, dahası “Alparslan yenilsin” beklentisi içindeydiler.
Malazgirt Savaşı kahraman Türklerle Bizans’ın savaşıdır. Zaferi getiren de Hristiyan Türklerin yani Kıpçaklar, Uzlar, Peçenekler ve Kumanlar’ın dindaşlık değil soydaşlık şuuru ile saf değiştirmesi olmuştur.
Yani zafer kazanan ordunun yarısının boynunda Haç vardı. Bir toplumu millet, ulus yamanında en başak aktörü de dildir. Din değildir. Malazgirt Zaferi hakkındaki bu tarihi gerçek ders kitaplarımızda nedense hep sansürlendi.???
Kürtlere sorarsan Malazgirt savaşına biz on bin atlı ile katıldık ve savaş bizim sayemizde kazanıldı derler. Oysa o dönem Anadolu’da Kürt yok ki. Kendileri demiyor mu biz Anadolu’ya Hint Avrupalı olarak Basra körfezi üzerinden geldik. Peki, ne zaman gelmiş Kürtler? Şah ile Sultanın savaşında. Yavuz ile Şahismail’in (Çaldıran şavaşında) Yani dönem 1500.lü yılların başı. Malazgirt ise 1071. Yani Kürtler Anadolu’da olmalarını Yavuz’a borçlular. Bu dönemde Malazgirt savaşından 400.yıl sonra yaşanmış.
OLAYIN ÖZÜ İSE ŞUDUR;
Baştaki komutan Alpaslan ne Müslüman, ne Hristiyan, nede Musevi. Alpaslan net bir Türk ve Tengrici .Alpaslan birinci saldırısında başarısız oluyor. Geri çekiliyor. Ağrı ve Eleyaz dağları arasında kalan Iğdır ovasına kamp kurup ordusunu büyütmenin peşinde. Ve 10.yıl tekrar asker topluyor. İkinci saldırıda Alpaslan ordusunda durum şöyle.
*İran üzerinden katılan Türkler Müslüman (şii ağırlıklı.)
* Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden katılan Türkler- Tengrici- Musevi- ve Alban hristiyanı. Kafkas bölgesinde bu kültürlerin alt yapısı bu günde var. İnanmıyorsan git Mahaçkaladan-Karabağa kadar bu coğrafyanın tamamını gez. Bu kültürler hala yaşıyor. Yani cami, kilise ve havra yanyana. Her Türk kendi inancını yaşıyor. Bundan daha güzel ne olabilir. Herkesin dini kendine.
* Anadolu’da yaşayan Peçenek-Uz Türkleri zaten Hristiyan Türkler. Yani Atilla’nın hun devletinden kalan Hristiyan Türkler. Boy olarakta kıpçak ve kumanlar. Oğuz boyundan değiller. Savaş öncesi bu bağlantıyı kurup. Peçenek kuman/kıpçakları Alpaslanın safına çekenlerde. Kafkaslardaki Tengrici ve Alban hristiyan Türkleri. Yani Alpaslan Malazgirte gelmeden muazzam bir Türk blok oluşturuyor. Ve kazanacağından emin bir şekilde ana karargahı ığdır dan hareket edip, Malazgirtte diyojeni karşılıyor. 30.bin kıpçak-kuman Türkü Alpaslanın Oğuz Türklerine bilinçli destek veriyor ve savaşı Türk bloku kazanıyor.
Demekki neymiş semavi dinlerden uzak bir savaşmış. Bu kıpçak-kuman-oğuz boylarının dayanışmasıdır. Dinlerden uzak bir dil birliğidir. O dilde Dede Korkutun, Umay ve Ülgen anaların, Oğuz Ataların dilidir. Yani Tengrinin dilidir. Türkün birliğidir. Bu doğru bileşenler ile Malazgirt kazanılmıştır.
Turan AKKILIÇ
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. İlginç bir makale.. Facebook ‘da dikkatimi çekti. .
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A.S. Sosyal medya büyük bir yalan ve uydurma pazarı. İsteyen istediği gibi yazıp konuşuyor. Sultan Fatih’in Müslüman olmadığını bile söyleyip yazanlar görebilirsiniz. Tarih bilgisi masal gibi anlatılmaz. Bilgi belgeye dayanmayan bilgilerle konuşup yazanları kimse ciddiye bile almaz.
Sultan Alparslan’ın ordusuna hitaben yaptığı konuşmayı da duymamış bu zavallı. O konuşma bile Onun kim olduğunu anlamak için yeterli. Bütün tarih kaynaklarında olduğu gibi YouTube videolarında da var.
Ben sosyal medyayı takip etmiyorum. Sadece whatsap kullanır; bazen de whatsapta paylaşılan YouTube videolarını izlerim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Araştıracağım ..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim… Araştırmaya devam edeceğim. Türk tarihi ilgi alanım….”Yalan Söyleyen Tarih Utansın” diye bir tarih serisini okumuş olmalısınızdır.. O nedenle bu tür konular “safsata” deyip geçilmemelidir diye düşünüyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Asker Kızı Alev Alatlı İle Mülakat
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OKUMADIYSANIZ…
İmamı Azam, zehirlendiğini anlayınca, zindanda ziyaretine gelmiş öğrencilerine, “Ölünce beni gasp edilmemiş bir toprağa gömün!” diye vasiyette bulundu ve vasiyetnamesini yazdırdı:
1-Arap olmayan Müslümanların, anadilleri ile ibadet etmeleri meşrudur.
2-Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.
3-Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.
4-Beşeri (insani) ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.
5-Namaz kıldırdığı için para almak helal değildir.
6-İmana dair son sözü Allah söyler.
7-Din için toprak gasp etmek (mülkiyeti başkasına ait bulunan bir malı zorla almak) meşru değildir.
8-Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.
9-Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamdır.
10-Allah’ın elçileri, Allah’ın kitabına aykırı konuşmazlar.
11-Kur’ana ve akla aykırı rivayetler, kaynağı ne olursa olsun reddedilir.
12- İslam’da evliya diye bir sınıf yoktur, müminler Allah’ın evliyasıdır (dostudur).
13- Cinayetin cezası, mümin ve kâfir için aynıdır.
14-Haram para ile hasenat (hayır işleri) yapılmaz.
15-Zulüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi alınmaz.
16-İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak farzdır.
17-İslam akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur.
(Kaynak: Prof. Muhammed Ebu Zehra, “Ebu Hanife”)
Yusuf Ayvaz paylaşımından alıntıdır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A..Hocam ne dersiniz? Ben böyle zaman zaman Sizi rahatsız edeceğim. Kusura bakmazsınız umarım…Hemşeriyiz ya aynı zamanda….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A.S. Muhterem Albayım, Ben açık fikirli, herkesi okuyup dinleyen, Aziz Nesini vb insanları bile okuyup doğru anlamaya çalışan bir yapıdayım. Benden farklı düşünenleri okumaya öncelik verir; fikrimi ve düşüncemi olgunlaştırmadan yazmam ve kimse ile de paylaşmak istemem.
M.Kamal Paşanın nutkunu baştan sona okumuş özetlemiş olan çok az insan gördüm. Ben bu işi lise yıllarında yapmıştım. Bunları yazmamın sebebi, beni taraftar veya karşıt olarak değerlendirmeden, yazdıklarıma bakmanızı arzu etmemdir. Söylediğimin delili ve belgesi yoksa bağlayıcılığı da yoktur; olamaz.
İmamı Azam Ebu Hanife hakkında yazılıp söylenenler asla doğru değil, hatalı anlama sonucu anladıklarını düşüncelerine alet edenler yahut kasıtlı saptıranların cirit attığı bir ortamda yaşıyoruz.
Orijinal kaynağından okuyup, okuduğunu doğru anlayacak insanlar yok denilecek kadar azaldı. Yaşar Nuri Öztürk bizim dönem hocalarından olup nice hatalı anlama ve saptırmaları olduğunu görüp bilenlerdenim; onu kaynak gösterip saptırmayı genişletenler gittikçe çoğalıyor. Bunun sonu da gelmeyecek gibi görünüyor.
İlim sisteminde, görüş aktaran kişi, aktardığı görüşün kaynağını açık ve net olarak yazmak zorundadır. Ebu Hanife’ye bir görüş izafe ediyorsak, onun kaynağını sayfa numarasını yazmak zorundayız. Alıntıdan alıntı olmaz. Çünkü alıntıların çoğu *çalıntı* olabiliyor. Gönderdiğiniz yazıların benzeri piyasada çok fakat hiç birinin ciddiye alınacak tarafı yok. “Mısrı Kahire” isimli yazımı okumanızı tavsiye ederim. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun Kardeşim. Ben Sizin görüş ve düşüncelerinizi çok önemli buluyorum. Onun için Size başvuruyorum. Sizi oldukça fikri bazda iyi tanıyorum…Geniş ve objektif bakışınız bu konularda ne kadar ehil olduğunuzu gösteriyor ..Sizden görüş almadan Gruplarımla paylaşmıyorum ..Zira ne kadar mesuliyetli bir durum olduğunun bilincindeyim… Selâm,sevgi ve saygılarımla….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://youtube.com/watch?v=oy4L6Zuh320&feature=share
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kendisi söylüyor kim olduğunu zaten.. İnkâr etmiyor ki…. Aslında önemli olan soysop değil. Kendini Türk milletinden olduğunu sosyolojik olarak kabul etmektir… Yoksa hepimizin etnik yapısı farklı olabilir. Bunu dillendirmeyi de ben şahsen uygunda bulmuyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ben Türküm diyene ne mutlu…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Etnik yapısını gizleme ihtiyacı duymayıp gizli emeller taşımayanlar için doğru, Yahudi, Rum ve Fars asıllı peygamber arkadaşları olması bunun bariz örneğidir. Türkiye’de yaşayan Yahudi, Ermeni ve Rum asıllı onurlu Türk vatandaşları olması da kimseyi rahatsız etmez. Sadece gizli emelleri olup kendini gizleme ihtiyacı duyanlara dikkat etmemiz gerekir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Aynen katılıyorum Kardeşim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Neyi dinleyelim Kardeşim…Videosunu izlemediniz mi???
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hizbullah olayı ve katliamları ne olacak?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ne çabuk aklandı bunlar??
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İşte bu sayın Kardeşim.!!!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Savrulmuş Osmanlı Yetimlerinden SURİYE TÜRKMENLERİN SESİ👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: HÜDAPAR’ı, MİT’in Milli Olmadan Önceki Rolünü PKK ve Ermeni Hareketini Doğru Tanımak İçin…👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: GLADİO ve FETÖ’nün İcraatlarını HÜDAPAR’a Fatura Etmek İsteyenler M.B.Akkoyunlu’yu Dinlesin.👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ama sonuç olarak KÜRDİSTAN kurma projesini unutmamalıyız…PKK ile HÜDAPAR temelde , farklı yollardan da olsa bölücü ve terör örgütleri olduğu gerçeği açık ve net….
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim bizler yani atalarımız, bu Vatanı kolay VATAN yapmadılar. Şehitlerimizin kemiklerini sızlatmayalım. Kötünün iyisi olmaz. Aklımızı başımıza devşirelim. Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Geceniz hayırlı olsun… Bu VATAN hepimizin… Reisten Allah razı olsun…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ŞİKÂYETNAME
Ne günlere kaldık ey Oğuz Ata;
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum,
Türk dediğimiz Türk’ler dağlarda yata,
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum…
Bizi bizden alıp yaban ettiler,
Hırsımı, töremi talan ettiler,
Kula kul olmayı, “Turan ettiler”
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum..
Vatan Türk’ün, bayrak Türk’ün velâkin,
Makamlar, koltuklar devşirmelerin,
Yaralar kangren, yaralar derin,
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum…
Türk’ten söz açsanız rengi bozulur,
“Kızılelma“ desen oradan toz olur,
Kopuz’um; Maraş’ta, Muş’ta saz olur,
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum…
Ya Bektaşi, ya Alevi, denmiş dışlanmış,
Kendi vatanında hep garip kalmış,
Arap’ı, Farslısı çalmış oynamış,
Türk’ün öz yurdunda Türk arıyorum…
ABDÜRRAHİM KARAKOÇ
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BÜYÜK OZANIMIZA YÜCE ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM… RUHU ŞÂD OLSUN İNŞALLAH…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: HANEFİLİK, MATURİDİLİK, TÜRKLER VE ARAPLAR…
Hanefi mezhebinin itikatta imamı Mâturîdî’dir. İmam Hanefi de İmam Mâturîdî de Türk’tür.Mâturîdî, Araplar’ın itikatta imamı olan (şu anda Türk Milleti’ne dayatılan) nakilci anlayışı savunan İmam Eşari’den farklı olarak akılcı İslam’ı savunur. Mâturîdî, aklı, bilgi nazariyesinin merkezine yerleştirir. Ona göre akıl, Allah’ın insanoğluna iyi ile kötüyü ayırt etmesi için verdiği en yüce emanettir.
Diğer bir itikat imamı olan Eşari ise, Kuran’ı, dini, insanların cüz’i iradesinin anlayamayacağını, sorgulamadan nakillerin kabul edilmesini ve bir mürşidin dini anlatmasıyla insanların anlayacağını savunurken;
Mâturîdî, aklı öne çıkarır, Allah’ın kullarına anlayamayacağı sözler söylemeyeceğini iddia ederek daha da ileri gider, “Velev ki Kuran olmasaydı, insan aklıyla Allah’ı bulurdu” der ve ilmin imandan önce geldiğini savunur.
Mâturîdî, aklı, hadis olduğu iddia edilen sözlerin ve dini metinlerin lafzi anlamına hapsederek, düşünmenin önüne geçip metnin hâkimiyetini kurmaya çalışanlara karşıdır.Mâturîdî, sorunların çözümünün, belli şahıslara, yani siyasi- dinî lidere veya gizemli güçlerle donatılmış sufi önderlere (şeyh ve kutub) havale edilmesine karşıdır. Geçmişten günümüze kadar gelen dinî tecrübeye (sünnet ve asar), yani ilk nesillerin dini anlama ve yaşama biçimlerini ideal bir dönem (asr-ı saadet) olarak sunulması ve her konunun çözümünün ve açıklamasının orada aranması yerine, oralardan faydalanılması ancak her dönemin kendi şartlarıyla değerlendirilmesinden yanadır. Tarih, İmam Mâturîdî’yi haklı çıkarmıştır.
16. Yüzyıla kadar İmam Mâturîdî felsefesiyle İslam’ı kavrayan, düşünen Türkler, dünyanın hâkimi olurken, bilimde ve teknikte de dünyanın en ileri milleti olmuşlardır.İmam Eşari felsefesiyle yaşayan Araplar ise halen zilletten kurtulamamışlardır. Türkler’e ne zaman ki (16. Yüzyıldan sonra) Hanefi Mezhebi diye Eşari itikat anlayışı şırınga edilmeye başlamıştır; işte o zaman, aklın ve düşüncenin önüne set çekilmeye başlanmış, yozlaşma günümüze kadar devam etmiş ve etmektedir.
Aslında Alevilik’in de, aklı ve düşünmeyi devre dışı bırakan bu İmam Eşari anlayışına bir başkaldırı olarak ortaya çıktığını gözlemlemekteyiz. Alevi denilen ve %100 Türk olan bu insanlarımızla Hanefi Mezhebi’nin ve İmam Mâturîdî anlayışının sorunu olmamış ama Türk Milleti’ne dayatılan Eşari ve Emevi din anlayışının bütün Türkler’le sorunu olmuştur.
Hazırlayan Semra/ Göktürk
NOT: Fotoğraf ve yazı Medya’dan alınmıştır! Saygılarımızla.. ST105
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. DEĞERLİ HOCAM YORUMUNUZU MERAK EDİYORUM…. SELÂM VE SEVGİLERİMLE…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://www.osmancikhaber.com.tr/abdurrahim-karakoc-1932-1912
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍🤲
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bugünkü Özbekistan bölgesinde yaşadıkları kaynaklarda zikredilen İmam Mâtürîdî, Hanefi mezhebinin 3. Kuşak âlimlerden olup Türk olduğunu iddia edenler olduğu gibi Eba Eyüp al Ensari soyundan geldiğini söyleyenler de vardır.
Elimizde, itiraz edilemeyecek kesin bir delil veya kaynak olmadığı için kesin bir ifade kullanmak doğru olmaz. İmam Ebru Hanife için de Türk olduğunu söyleyenler olduğu gibi Fars olduğunu söyleyenler de var.
İslam dünyası onları İslam âlimi olarak kabul etmiş, kavmiyetlerinden çok ahlak ve ilimleri ile otorite olduklarını benimsemiştir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim. Hayırlı geceler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: AVRUPAYA NEDEN VİZE VERİLMİYOR!???
Suriyeli mülteci kadın, Almanya ya sığınıyor. Aldi marketde Suriye’de, kendisine tecavüz eden işid li teröristi tanıyor ve hemen Alman polisine haber veriyor. Alman polisi bu Suriyeli işidli teröristi yakalıyor, soruşturma derinleşiyor. Bu terörist nasıl Almanya ya girdi. Sıkı durun şimdi.!
Bu terörist Türkiye iç işleri bakanlığının verdiği yeşil Pasaport la ülkeye girmiş. Soruşturma derinleştiriliyor Ve onlarca terörist Türk yeşil pasaportlarıyla yakalanıyor. Almanya Türkiye’nin 400 e yakın işid li teröriste yeşil pasaport verildiğini tahmin ediyor.
Almanya ya giriş yapmak isteyen tüm yeşil pasaportlu memurlar, öğretmenler ve diğerleri hava limanlarında soruşturmaya alınıyor. Ayrıca binlerce Suriyeliye Türk vatandaşlığı verilmiş, bunlar hemen Türk pasaportlarıyla vize alarak Almanya ve Hollanda’ya gelmişler. Bunun üzerine Batı Avrupa ülkeleri ortak bir kararla Türk pasaportlarına vize vermeyi kesinlikle kaldırıyorlar.
Bu durumda Batı Avrupa’ya gelen yeşil pasaportlu vatandaşlar en az iki saat sorguya alındıktan sonra ve dönüş bileti kesin gösterildikten sonra ülke içine bırakılıyorlar. Bu arada birçok müzisyen arkadaşımız her zaman gelebildikleri konserlere vize alamadıkları için gelemediler. Durum kocaman bir siyasi rezillik!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: CEHALET
Eski Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ı suikast sonucunda öldüren adama hâkim sorar:
–“Neden öldürdün?”
–Katil: “Çünkü laikti”
–Hâkim: “Laik ne demek?”
–Katil: “Bilmiyorum!!”
🔸🔸🔸
Mısır’ın en iyi edebiyat adamlarından Necip Mahfuz’u öldürmeye çalışıp başarısız olan sanığa hâkim sorar:
–“Neden vurdun?”
–Sanık: “Sokak çocuklarının hayalleri adlı kitabı yazdığı için”
–Hâkim: “Peki Sokak çocuklarının hayallerini okudun mu?”
–Sanık: “Hayır!!”
🔸🔸🔸
Hâkim, yazar Faraç Foda’yı öldüren üç teröriste sorar:
–“Neden Faraç Foda’ya suikast düzenleyip öldürdünüz?
–“Suçlular: “Çünkü kâfir”
–Hâkim: “Onun kâfir olduğunu nereden anladınız?”
–Suçlular: “Onun kitabından”
–Hâkim: “Hangi kitabından anladınız onun kâfir olduğunu?”
–Suçlular: “Biz okuma yazma bilmiyoruz”
🔸🔸🔸
Her kötülüğün anası her dönemde CEHALET olmuştur!
💙💙🧿💙💙
DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİŞTİRMEYEN İNSANLAR CAHİLLİKLERİYLE MUTLUYMUŞ GİBİ YAŞARLAR
Albert Einstein
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 1941 yılında Antalya‘nın Serik ilçesinde doğmuş. İlk ve ortaokulu Akseki ilçesinde bitirmiş. 1962’de Kara Harp Okulunu bitirerek orduya girmiş ve binbaşı olarak 1982’de emekli olmuş Cengiz Abinin Cenazesi 30 Mayıs 2023 Salı günü Bursa’da kalabalık bir cemaatle kılındı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Almanya kaynaklı benzer bilgilerin çoğu yıpratma kaynaklı asılsız. Bunları yayıp yalanlara alet olmamak gerekir. Bunları azıcık araştırınca arkasında CIA taşeronu FETÖ’cüler çıkıyor.
İŞİD veya DEAŞ denilen örgüt patenti İngiliz istihbaratına ait CIA beslemesi bir örgüt olduğunu bilmeyen yok
Dünyada IŞID ile gerçek mücadeleyi sadece Türk ordusu yapıyor. Binlerce mensubunu ortadan kaldıran bir ülkeye yöneltilen bir iftira ve çirkin bir yalan. Buna kargalar bile güler. Bizim Milli İstihbaratımızın münferit hatalar yapması mümkün olsa da bu kadar büyük hatalar asla yapmaz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Enver Sedat’ı öldüren Mısır ordusunda bir subaydı. Bırakınız yüksek tahsilli bir subayı, lise mezunu olan bir Mısırlı bile Laikliği bilir. Bu yalanları uyduran çok beceriksiz bir yalancı, sadece akıl fukaralarını inandırıp etkileyebilir. Yazdığı tek doğru *“cehalet her kötülüğün anası”* ifadesidir.
Enver Sedat’ı öldüren İstanbulî soyadlı subayı yakından tanıyan Mısırlı Hocalarım olmuştu. Onların ifadeleri bu yazılanı tekzip ediyor albayım. Böyle algı operasyonu yapmak üzere uydurulmuş yalanlara dayanarak yazılmış yazıları nereden buluyorsunuz albayım?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Değerli Kardeşim, bazı iletileri sizinle paylaşmak ihtiyacını duyuyorum… Sizin açıklama ve yorumlarınız benim için önemli… Bilgi kirliliği had safhada… Bu nedenle sizi yoruyor olabilirim… Kusura bakmayın lütfen… Açıklamalarınız için tekrar teşekkürler… Selâm ve sevgiler….
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Whatsapp gruplarından geliyor… Ben bulmuyorum, onlar beni buluyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Mekânı Cennet, ruhu şâd değerli Ağabeyimizin…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hekim arkadaşlar, Umarım doğru bir şey paylaşmışımdır.
🍋🍐🍋Meyveyi aç karnına yemek:
Bu gözlerinizi açacak! Sonuna kadar okuyun ve ardından listenizdeki herkese gönderin. Az önce yaptım! Dr Stephen Mak, ölümcül kanser hastalarını bir şekilde tedavi ediyor ve birçok hasta iyileşiyor.
Hastalarının hastalıklarını temizlemek için güneş enerjisini kullanmadan önce, hastalıklara karşı vücuttaki doğal şifaya inanır. Aşağıdaki makalesine bakın.
Kanseri iyileştirme stratejilerinden biridir. Son zamanlarda kanseri tedavi etmedeki başarı oranım yaklaşık %80’dir. Kanser hastaları ölmemeli. Kanserin tedavisi zaten bulundu, meyve yeme şeklimizde. İnanıp inanmama meselesi. Geleneksel tedaviler altında ölen yüzlerce kanser hastası için üzgünüm.
MEYVE YEMEK
Hepimiz meyve yemenin sadece meyve almak, kesmek ve ağzımıza atmak olduğunu düşünürüz. Düşündüğün kadar kolay değil. Meyveleri nasıl ve ne zaman yiyeceğinizi bilmek önemlidir. Meyve yemenin doğru yolu nedir? YEMEKLERDEN SONRA MEYVE YEMEMEK DEMEKTİR! MEYVELER MİDE BOŞ İKEN YENİLMELİDİR
Meyveleri aç karnına yerseniz, sisteminizi detoksifiye etmede önemli bir rol oynayacak, size kilo verme ve diğer yaşam aktiviteleri için büyük miktarda enerji sağlayacaktır. MEYVE EN ÖNEMLİ GIDADIR. Diyelim ki iki dilim ekmek ve ardından bir dilim meyve yiyorsunuz. Meyve dilimi doğrudan mideden bağırsaklara gitmeye hazırdır, ancak meyveden önce alınan ekmek nedeniyle bunu yapması engellenir. Bu arada bütün öğün ekmek ve meyve çürür, fermente olur ve asitleşir. Meyvenin midedeki yiyeceklerle ve sindirim sıvılarıyla temas ettiği anda tüm yiyecek kütlesi bozulmaya başlar. Bu yüzden lütfen meyvelerinizi aç karnına veya yemeklerden önce yiyin! İnsanların şikâyet ettiğini duydunuz: Ne zaman karpuz yesem geğiriyorum, muz yediğimde tuvalete koşuyor gibi hissediyorum vs.. Meyveyi aç karnına yerseniz, aslında tüm bunlar ortaya çıkmayacak. Meyve, diğer yiyeceklerin çürümesiyle karışır ve gaz üretir ve dolayısıyla şişkinlik yaparsınız! Ağarmış saçlar, kellik, sinir patlamaları ve gözaltı morlukları tüm bunlar aç karnına meyve yerseniz olmaz. Bu konuda araştırma yapan Dr. Herbert Shelton’a göre portakal ve limon gibi bazı meyveler asidik diye bir şey yoktur çünkü tüm meyveler vücudumuzda alkali hale gelir. Meyve yemenin doğru yolunda ustalaştıysanız, Güzelliğin, uzun ömürlülüğün, sağlığın, enerjinin, mutluluğun ve normal kilonun SIRRI sizdedir.
Meyve suyu içmeniz gerektiğinde sadece taze meyve suyu için, kutulardan, paketlerden veya şişelerden DEĞİL. Isıtılmış meyve suyu içmeyin. Pişmiş meyve yemeyin çünkü besinlerini hiç almıyorsunuz. Sadece onun tadına varırsın. Tüm vitaminleri yok eder. Ancak bütün bir meyveyi yemek, suyunu içmekten daha iyidir. Taze meyve suyunu içmeniz gerekiyorsa, ağız dolusu yavaş yavaş içiniz çünkü yutmadan önce tükürüğünüzle karışmasını sağlamalısınız. Vücudunuzu temizlemek veya detoksifiye etmek için 3 günlük meyve orucuna devam edebilirsiniz.3 gün boyunca sadece meyve yiyin ve taze meyve suyu için. Ve arkadaşların sana ne kadar ışıltılı göründüğünü söylediğinde şaşıracaksın! Kivi meyvesi: Küçük ama güçlü. Bu iyi bir potasyum, magnezyum, E vitamini ve lif kaynağıdır. C vitamini içeriği portakalın iki katıdır.
ELMA: Elma yiyen insan doktor yüzü görmez? Bir elmanın C vitamini içeriği düşük olmasına rağmen, C vitamininin aktivitesini artıran antioksidanlar ve flavonoidler içerir, böylece kolon kanseri, kalp krizi ve felç riskini azaltmaya yardımcı olur.
ÇİLEK: Koruyucu Meyve: Çilek, ana meyveler arasında en yüksek toplam antioksidan güce sahiptir ve vücudu kansere neden olan, kan damarı tıkanması ve serbest radikallerden korur.
TURUNÇ: En tatlı ilaç. Günde 2-4 portakal almak soğuk algınlığını önlemeye, kolesterolü düşürmeye, böbrek taşlarını önlemeye ve çözmeye yardımcı olabilir ve ayrıca kolon kanseri riskini azaltabilir.
KARPUZ: En havalı susuzluk giderici. %92’si sudan oluşur ve aynı zamanda bağışıklık sistemimizi güçlendirmeye yardımcı olan dev dozda glutasyon ile doludur. Aynı zamanda kanserle savaşan oksidan olan likopenin önemli bir kaynağıdır. Karpuzda bulunan diğer besinler C vitamini ve Potasyumdur.
GUAVA & PAPAYA: Yüksek C vitamini içeriği en iyi olanıdır. Guava ayrıca kabızlığı önlemeye yardımcı olan lif açısından da zengindir. Papaya karoten açısından zengindir; bu gözlerin için iyidir. Yemekten sonra SOĞUK su veya içecekler içmek KANSER’e davetiye çıkarmak demektir. Böbrekler hasar görür. Soğuk su veya soğuk içecekler içmeyi sevenler için bu yazımız tam size göre. Yemekten sonra bir bardak soğuk su veya soğuk içecek içmek güzel zannedilir.
Ancak, soğuk su veya içecekler az önce yediğiniz yağlı şeyleri katılaştıracaktır. Sindirimi yavaşlatır. Bu parçalanmış yiyecekler asitle reaksiyona girdiğinde, katı gıdadan daha hızlı parçalanacak ve bağırsak tarafından emilecektir. Çok yakında bu durum YAĞLARa dönüşecek ve KANSER’e yol açacaktır! Yemekten sonra ılık su içmek en iyisidir. Dikkatli olalım ve farkında olalım. Ne kadar çok bilirsek hayatta kalma şansımız o kadar artar. Bir kardiyolog diyor ki: Bu maili alan herkes 10 kişiye gönderirse en az bir hayat kurtaracağımızdan emin olabilirsiniz. Öyleyse yapalım 🍏🍓🍊🍉🍇🍍🍎🍈🍑🍒🍌
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yazı güzel A.Ziya Hocam…. Tavsiyenin uygulanmasında bir zarar görmüyorum. Yazıdaki kadar net fayda olacağının garantisini vermemiz mümkün olmasa da, uygulamanın faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Dr.Mustafa Çetin
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Nobel ödüllü bilim insanımız Aziz Sancar’ın Semerkant konuşması. Biraz uzun ama her okuldaşımızın mutlaka okuması gereken bir yazı…
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI TÜRK ÜNİVERSİTELER BİRLİĞİ REKTÖRLER ÖZEL TOPLANTISI (SEMERKANT
7 HAZİRAN 2023) Prof. Dr. Aziz Sancar’ın KONUŞMA METNİ Değerli kardeşlerim!
İlk önce, Türk Devletleri Teşkilatı’na bağlı Türk Üniversiteler Birliği’nin toplantısında sizlere hitap etmenin benim için büyük bir iftihar kaynağı olduğunu belirtmek isterim.
Uzun zaman birbirinden ayrı düşmüş Türklerin bir araya gelmeleri, güçlerini birleştirmeleri, kendilerinin ve dünyanın kalkınmasına ortak katkılar sunma imkânına ulaşmaları bizim hep gençlik hayalimiz olmuştur. O yüzden, bugün sizlerin Türk Dünyası’nın Medeniyet Başkenti Semerkant’ta bir araya gelerek, milletimizin bilim ve eğitim sorunlarını, bu sorunlara ortak çözümleri ele almanız beni çok mutlu ediyor.
Ben Nobel Ödülü’nü aldığımda, sadece kendimi değil, sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, bütün Türk Dünyası’nı temsil ettiğimi hissediyordum, bunu biliyordum ve bununla büyük bir gurur duydum. Aynı zamanda içimde bir ezginlik vardı. Biz büyük medeniyetler yaratmış büyük bir Türk milletiyiz. Ya, ben niye Nobel kazanan ilk Türk olayım?
Biz tarihimizle övünüyoruz. Bize tarih kitaplarında biz Türklerin büyük medeniyetler yarattığını öğretirlerdi. Gerçeği söyleyeyim, ilkokulda, ortaokulda buna inanıyordum. Fakat liseye, üniversiteye gittikten sonra buna şüphe ettim ve bu içimde bir tutku olarak kaldı. Yıllar sonra, Batılı yazarlardan çıkmış eserleri okudum ve anladım ki, gerçekten 750 ile 1250 yılları arasında Türk Dünyası bilim dünyasının merkeziydi. Gerçekten, biz büyük medeniyetler yaratmışız. Ama bir sürü nedenlerle ondan sonra bilim yapmayı bıraktık ve Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri bizi geçti. Bunu çözmemiz lazım.
Gerçekten de, biz Türklerin yaklaşık son 500 yılda bilime doğru dürüst katkı yapamadığımız ortadadır. Peki, neden yapmadık? Bazı insanlar buna ‘zeki olmadığınız için’ yanıtını verir. Ancak bilim yapmak genetik veya zekâ meselesi değil, gelenek meselesidir. Yahudi kardeşlerimiz dünya nüfusunun yüzde 0,2’sini teşkil ediyor ve yüzde 20 bilim Nobellerini almışlardır. Onlar diğer insanlardan daha üstün zekâlı mı? Değiller. Onların kültüründe bilime, eğitime önem veriliyor. Dolayısıyla biz de bunu bir gelenek haline getirmeli ve çocuklarımıza erken yaşta aşılamalıyız. Bu konuda özellikle sosyal bilimcilerin çalışma yapmaları lazım.
Ben gittiğim Türk ülkelerinde teknolojiye önem verilmeye başladığını gördüm. Teknoloji önemli, fakat temel bilim olmadan teknoloji olmaz. Avrupa’dan, Amerika’dan makine alıp, ben teknoloji yapıyorum, ben patent aldım, bilmem ne aldımla ne Türkiye yükselir, ne Türk Dünyası yükselir. Benim inancım bu. Dünyada eğer bir adımızı duyurmak istersek, eğer bir kuvvet olarak tanınmak istersek, eğer yabancılar tarafından yönetilmek istemiyorsak, biz bilim yapmalıyız ve bilimde kuvvetli olmalıyız ki, dünya bizi yaptığımız bilimle tanısın. Unutmamalıyız ki, biz çalıştığımız, ürettiğimiz sürece üstün olacağız. Yoksa üstünlük genetik değildir. Bütün insanlar birbirine eşittir.
Kuşkusuz ki, Türk Dünyası’nda bilimsel geri kalmışlığın birçok kurumsal ve sosyal nedenleri vardır. Maalesef ben bunların çözümünü iyi bilmiyorum. Fakat anladığım o ki, maddi yatırım yapmaktan öte bir bilim ortamı geliştirmek lazım. Uluğ Bey, İbn-i Sina, El-Biruni yoktan ortaya çıkmadılar, o zaman Türk Dünyası’nda bir bilim ortamı vardı, yüzlerce başarılı bilim insanı vardı ve bilime çok ilgi vardı, bilime önem veriliyordu. Aynı zamanda, Uluğ Bey, Uluğ Bey gibi Orta Asya Altın Çağı’ndaki diğer bilim adamları Türk Dünyası’nda bilim adamlarıyla ortak çalışarak bilim yapıyorlardı. Bunlara bugün de önem verirsek, Türk Dünyası’nda bilim ve toplum gelişir ve ilerler.
Türk Dünyası’nda bilimsel geri kalmışlığın nedenleri ve bunlara çözüm yollarının bulunması için hiç kuşkusuz ki, sosyal bilimcilerimizin ortak ve detaylı araştırmalarına ihtiyaç vardır. Fakat Türk Dünyası’nda bilimi geliştirmek için, dünyayla yarışmak için neler yapmamız gerektiğini naçizane kendi gözlemlerime dayanarak, burada özetlemek istiyorum.
1. Birincisi, bilim, adaletin, özgür düşüncenin ve sorgulamanın olduğu ortamlarda yeşerir. Bunu unutmamak ve çocuklarımızı bu ruhla, bu alışkanlıkla büyütmemiz lazım, onlara bu ortamı sağlamamız lazım. Bilimde özgür düşünce çok önemli. Ben Türk Cumhuriyetlerine gittiğimde beni merasimle karşılıyorsunuz, bana büyük saygı gösteriyorsunuz. İnsan olarak, tabi, bu hoşuma gidiyor. Fakat bunlar bilimde olmaz. Benim yanımda çalışan en başarılı bilim adamları, benim yetiştirdiğim en başarılı öğrenciler benimle münakaşa eden öğrenciler olmuştur. O bakımdan, özellikle genç çocuklarımıza özgür düşünmeyi ve yaşlıların, benim gibilerin söylediklerini sorgulamayı öğretmeliyiz.
2. İkincisi, temel bilime öncelik vermeliyiz. Sosyal bilimcilerimiz kusura bakmasınlar, onlara büyük saygım var, fakat şunu söyleyeyim, bizim temel bilimlere yatırım yapmamız lazım, temel bilim yapan çocuklarımızı desteklememiz lazım, onlara özgüven vermemiz lazım.
3. Üçüncüsü, kız ve erkek çocuklarımıza aynı eğitim fırsatı vermeliyiz. Bunun bütün Türk toplumlarında, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti’nde bir sorun olduğunun farkındayım. Bunu çözemezsek, toplumumuzun yarısını oluşturan kadınlarımızın potansiyelinden kalkınma yolunda yararlanamayız, bu potansiyeli gerçekleştiren toplumlarla yarışamayız.
4. Dördüncüsü, çocuklarımıza çok erken yaşlarda deney yapmayı öğretmemiz lazım. Bilim, deney yapmakla öğrenilir, bunu unutmamak lazım. Ben Amerika’ya geldiğimde Türkiye eğitim ve teorik bilim açısından beni çok iyi yetiştirmişti. Fakat deney yapma konusunda eksikliklerim vardı. Bunu erken yaşlarda çocuklarımıza öğretmemiz lazım. Bu alışkanlık haline gelmeli, yaparak öğrenilmelidir. Sadece okumakla buna sahip olamazsınız.
5. Beşincisi, politika ve din bilime karıştırılıyor, bunları kesinlikle ayrı tutmak lazım. Politika ve din ile bilim kurumları amaç ve yöntem açısından önemli ölçüde birbirilerinden ayrışıyor. Bunları birbirine karıştırışsanız bundan ilk önce bilim zarar görür, güvenilirliğini kaybeder, ilerleyemez, gelişemez.
6. Altıncısı, bilim adamlarını din ve politikanın dışında tutmak lazım. Din ve politika bilim adamlarının işine karışırsa, sonuç bilimin ortadan kalkması olur. Nitekim buna ibretlik en iyi örnek olarak, Uluğ Bey’in Semarkant’da kurduğu Gözlemevinin akıbetini gösterebiliriz. Dini ve politik aşırılık, o zaman dünya çapında bir bilim merkezi haline gelmiş bu gözlemevinin tahrip olması ve oradaki bilim adamlarının dünyanın çeşitli yerlerine kaçıp gitmesiyle sonuçlandı. Bilim adamları da din ve inanç işlerine karışmasın. Çünkü toplumun büyük bir kısmını dışlar ve alçak görür algısı verir.
7. Yedincisi, bilim adamlarına liyakate dayalı imkân sağlanmalıdır. Onları tayin etmek, terfi etmek için tek kıstas liyakat olmalıdır. Mesela, benim çalıştığım Amerika’da dün yaptığına bakmazlar. Ben Nobel’i aldığımdan sonra yayına gönderdiğim ilk makalem reddedildi. Amerika’da çalışacaksınız, durmadan çalışacaksınız ve bir şeyler bulacaksınız. Bunun ölçüsü budur. Ne bilim adamları dinler, ne de bilimsel faaliyetlere fon sağlayan Amerikan Sağlık Bakanlığı gibi kurumlar. O bakımdan, çalışmanıza devam etmeniz lazım. Devam etmezsek, desteklemezler, Nobel filan dinlemezler. Bilimle ilgili görevlere atamalarda da yine buna bakılır, dünyadan ve Amerika’dan en iyilerin bu görevlere getirilmesine çalışılıyor.
8. Sekizincisi, insanlar bilim yapmaya başladıktan sonra onlara özgürlük vereceksiniz, şunu yap, bunu yap demeyeceksiniz. Bilim adamı özgürlük ister. Onların bir şeye merakı olur ve onu takip eder ve o konuda ona özgürlük vermelisiniz. O, madem hayatını buna adamış, mutlaka insanlığa faydalı bir şeyler yapacaktır. Bir sözle, bilim adamına kendi bilimsel hedeflerini özgürce belirleme ve bunu gerçekleştirme imkânı sağlanmalıdır.
9. Dokuzuncusu, bütün bunların dışında benim kanaatimce bir Türk Dünyası’na bir vefa borcu, bir sevgisi olmadan iyi bir bilim adamı olmaz. Ben bilime bir derece olarak kendi sorularımı cevaplandırmak için girdim. Kendi bilmediklerimi öğrenmek için girdim. Fakat bilim yaparken, özellikle dış bir ülkede bilim yaparken, aklımda bir şeyi daima tuttum, hiç unutmadım; ben burada yalnız kendimi değil, Türk Milleti’ni temsil ediyorum diye düşündüm. Ve o bana hem güç verdi, hem de sorumluluk kattı. Ben her yaptığımda bundan ben ne alırım, Türk Milleti ne alır diye düşündüm. Ve bu benim için bir güç kaynağı olmuştur.
Son olarak, bildiğime göre, Türk Üniversiteler Birliği Türk Cumhuriyetleri üniversiteleri arasında öğrencilerin ve öğretim üyelerinin değişimini sağlamak ve Türk Dünyası’nda ortak öğretim alanı oluşturmak için çalışmalar yürütmektedir. Bunları iyi gelişmeler olarak görüyorum, Türk Dünyası’nda ortak bilimsel çalışmaları da kapsayacak şekilde daha da genişletilmesini arzu ediyorum ve Türk Cumhuriyetleri yöneticilerine bu faaliyetlere daha fazla bütçe ayırmalarını öneriyorum. Hepinize teşekkür eder, iyi çalışmalar diliyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bundan 30-40 sene evvel filinta gibi bir delikanlı olarak ilk tayin yerim olan Erikli Köyü Sağlık Ocağı’nı kurmak için gitmiştim. ”Hazır uğramışken. Deyip, Kaymakam Bey elime bir kâğıt tutuşturmuştu. Çiçek aşısına dair bir emir vardı. Çantamı, ilaçlarımı, iğnelerimi yeniden gözden geçirdikten sonra atıma binerek Erikli Köyü’nün yolunu tuttum. İki buçuk saat at sırtında yol aldıktan sonra Köye ulaştım. Köyde beni muhtar karşıladı.
-Hoş geldin beğ…
-Hoş bulduk, dedim.
-Hayırdır?
-Aşı yapacağım da..
-Ne aşısı?
-Çiçek..
-Çok eyi İnsanlara mı?
-Tabii insanlara.
-Zor beğim!
-Nedenmis o ?
-Olmazlar da ondan beğim..
-Ama salgın var!
-Buraya salgın neyin ugramaz beyim.
-Sen köylüyü topla!
Biraz sonra baktım, köyün korucusu hem düdüğünü öttürüyor hem de bağırıyor:
– Ey ehali gasabadan pangacı geldi… Sizinnen gredi lafını konuşacak!
– Yahu ben bankacı filan değilim, dedim.
-Sen bilmen beğim aşı-maşı dirsek birtekini toplıyamak, işin içine para lafını gatacan ki millet toplana…
Biraz sonra köyün biricik, isli ve rutubetli kahvesi tıklım tıklım doluydu. Ayağa kalktım:
– Köylü kardeşlerim, dedim. Şimdi sizlere, insanlığı mahveden, girdiği yerde felaketler meydana getiren bir konudan bahsedeceğim…
Ön tarafta oturmakta olan pala bıyıklı biri :
– Beğim, ilkin gırediden ağnat, sonama hekayenı ağnadın, dedi.
Kızdım:
– Ben buraya krediden bahsetmeğe gelmedim!
Muhtar araya girdi:
-Yahu, diğneyin hele… Bakın, size memur bey çiçekten bahsedecek, dedi.
-Ne çiçegi? Diye köylüler sordular.
-Hastalık çiçeği
-Ganıser mi bu?
-Yoo, dedim.
-Ölese niye diyniyek beğim?
-Ama, çiçek de öldürür …
Arka taraftan bir ihtiyar ayağa kalkarak:
– Beğim, dedi, camiye gidecam, ne diyeceksen çabık de!
– Size çiçek aşısı vurmağa geldim.
Hepsi birden ayağa fırladılar:
– Ne aşı mı? diye bağırdılar.
Sonra muhtara dönerek:
– Ula Irıza, boşuna ismini Dönek Irıza gomamışlar, bizi gandırdın gene, dediler.
– Yahu köylü kardeşlerim, durun yahu, size çiçeğin neler yaptığını anlatayım, ondan sonra gidin.
– Yoh beğim yoh. Biz biliyok. Çoh duyduk bu lafları. Bu hasdalık naaparmış, erkesi öldürürmüş.. Aşı olmazsak, tüm ev halkı gıvrana gıvrana ruhunu teslim idermiş. Garnımız tok beğim bu Iaflara, tok… Biz, inne minne vurdurmuyok.
-Yahu, bu iğne değil, çizik.
-Cizik mizik. Anlamak biz öyle şeyden.
Kahve bir anda boşaldı. Muhtar:
– Dimedim mi beğim? dedi, bunlar furdurmazlar diye.
-Neden?
-Bilmem emme, furdurmazlar işde. ama gönlün galmasın, gel bana fur!
Iyice canım sıkılmıştı. Çantamdan, ilacı ve iğneyi çıkarırken muhtar:
-Beğim, ağrıdıyosa, az fur ha! dedi.
-Yahu iki çizik atacağım.
-At beğim at, emme işden güçden galmayım da…
Korka korka uzattı kolunu. Aşısını yaptım:
-Hani acıdı mı? diye sordum.
-Yoo, sinek ıssırır gibi oldu. Yok beğim, şu köylü milletinde akıl denen şey yoh. Ökümat bu kaddar mesarif etsin, aşıcı göndersin, sen gel aşı olma da gaç.
Kalktı, kahvecinin kolundan yapıştı:
-Gel buraya, dedi.
O koskoca adamı görecektiniz, sanki ameliyat edecekmisiz gibi korkuyordu.
-Gel buraya, altı üstü iki çizik.
-Gurban mıktar, şu duvardaki senin çızıkların hepsini silem, tek baa gıyma!
-Fur şimdi, memur efendi, golunu eyicene yakaladım, gaçamaz!
Adam, bir debeleniyor, bir bağırıyor ki, demeyin gitsin:
– Baa acımıyosunuz, bari çoluğuma çocuğuma acıyın….
Aşı yapmağa muvaffak oldum.
Üzgün bir şekilde kasabaya döndüm. Doğruca kaymakamın evine gittim:
-Olmadı efendim, dedim.
-Ne olmadı?
-Aşı. Köylüler aşı olmuyorlar.
-Baytarı götürmedin mi?
-Hayvan aşısı değil bu kaymakam bey!
Güldü:
-Toysun daha, dedi. Bizim memlekette, köylere aşı vurmağa gideceğin zaman baytarı da yanında götüreceksin!
-Vallahi bir şey anlamadım efendim.
-Anlamazsın, anlamazsın… Yarın giderken baytarı da götür o bilir işini!..
İkinci gün, aynı köye baytarla gittik.
Köylü nasıl eğiliyor baytarın önünde, nerdeyse yere kapanacaklar. Daha bizi kahveye oturmadan iki tepsi yemek gelmişti. İçinde sadece kuş sütü eksik…
Biz, kahvelerimizi içtiğimiz anda, köyün meydanlığı, ineklerle, öküzlerle, buzağılarla dolmuştu. Hatta öne geçmek için bir birbirleriyle kavga ediyorlardı.
Baytar:
-Hazır mısın? Diye sordu.
-Hazırım, dedim.
Ayağa kalktı:
-Köylüler, diye bağırdı, son günlerde, insanlarda olan ve insanlardan sığırlara bulaşan bir hastalık, çevrenin tüm sığırlarını kasıp kavurmaktadır.
Köylüler:
-Abooov, dime baytar efendi diye hayretle gözlerini açtılar.
-Bu hastalık, geçen ay içerisinde, ilçemizden dört yüz hayvanın ölümüne sebep oldu…
-Aman baytar efendi, ocağına düştük!…
-Şimdi kollarınızı sıvayın? Sizin aşılarınızı, sağlık memuru arkadaş, sığırlarınızınkini de ben yapacağım!
Sanki altına hücum varmış gibi, köylü masama saldırdı. Dün, zorla aşı yaptığımız kahveci kolunu sıyırmış:
-Fur beğim, diyordu
-Sen dün oldun, dedim.
-Fur beğim, fur, artık mal göz çıkarmaz ya! İki kere olursak daha eyi olur.
-Dün neden zorluk çıkarıyordun?
-Ne bilem ben beğim. Sen heç heyvan lafı etmedin ki.🙏🙏💖💖
Prof.Yücel Meral Paylaşımından
Alıntı
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Emekli Subaylardan, M.Kamal Paşa’nın koruma subaylığını yapmış 1960 İhtilalinde Darbecilerin 6 danışmanından biri ve CHP Parti Meclisi üyesi olan Rizeli Aziz Şengün Beyi hiç duydunuz mu?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Gazi M.Kemal ATATÜRK ‘ün hayatını okudum Hocam ,ama duymadım.. Hayırdır inşallah. Araştıracağım. ..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 1981 yılında 87 yaşında iken kendisi ile 40 gün koğuş arkadaşlığı yaptık. Yukarıda paylaştığınız aşı hikâyesi bana Onun söylediklerini hatırlattı. Onun için sordum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Aşağıdaki Sözlerin Sahibi Tanınmalı
“OSMANLI CİHAN DEVLETİNİN BİLGELİĞİNE GERİ DÖNMEMİZ LAZIM”
“1648’den beri uluslararası kanunda halkların mevcudiyeti yok. Ama Osmanlı’da vardı. İnsanlar temelde özerktiler. Kimliklerini tehdit altında hissetmezlerdi. ABD tüm dünyadaki insanların kimliğini tehdit ediyor. Biz Avrupalılar yapay devletleri oluşturduk. Millet oluşturmaya çalıştık. Mevcut milletleri yok etmektir bu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bilgeliğine geri dönmemiz lazım. Ancak bu şekilde liderlik edilebilir. Bir Türk modeli geliştirerek Atlantik’ten Çin’e kadar bu şekilde olabilir”
Müslüman Robert Crane Kimdir
Robert Dickson Crane Aralık 2021 de Rahmeti Rahmana Kavuştu👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim, zaten kimliklerini kaybetselerdi, yani Osmanlı asimilasyon uygulasaydı, bu gün Avrupa’da bu ülkeler, devlet olabilirler miydi? Ama Osmanlı maalesef en büyük zararı kendine yani TÜRK kimliğine zarar vermiştir. Milli benliğimizi -Türklüğümüz- unutturulmuş, acem, Arap kültürü ile tamamen yozlaştırılmıştır. Türklük aşağılanmış ve savaşlarla eritilmiş, azınlıklar tabir caizse azdırılmıştır… Bu nedenle R.Dickson Crane tamamen haklıdır… (Allah rahmet eylesin…)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bizim eskiden HIRSIZIMIZ BİLE edepliydi
• Yaklaşık olarak 70 yıl öncesinde, 1950’li yıllarda İstanbul’dayız. Bire bir yaşanmış̧ olan hikâyemiz bir belediye otobüsünde geçer. Otobüs tam Eminönü̈ durağına gelmiş̧ ve kapılarını açacakken bir kadının “Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” seklinde canhıraş̧ sesi duyulur. Kadın ısrarcıdır ve bağırmaya devam eder. Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der. Kadın “biraz önce biletimi almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama şimdi yok” diye cevap verir. Şoför bunun üzerine hiddetlenerek “kimse kıpırdamasın herkesin üzerini arayacağım” der.
Şoför önden biletçi arkadan başlayarak yolcuları tek tek aramaya başlarlar. Herkes aranmış̧ yalnız bir kişi kalmıştır. Henüz aranmayan yolcu binbaşı rütbesinde resmi üniformalı bir kara subayıdır. Üzerinde de haki renkli kalın paltosu vardır. Şoför “Binbaşımı aramaya lüzum yok, bir Türk subayını hırsızlık şüphesi ile asla aramam, cüzdan bulunamadı” diyerek kapıları açmak için yerine doğru yönelir.
Tam bu sırada Binbaşının kendinden emin davudi sesi duyulur; “Beni de arayacaksınız, töhmet altında kalmak istemiyorum.” der. Şoför aramak istemez ama Binbaşının ısrarı karsısında mecbur kalır. Tam elini Binbaşının paltosunun cebine sokarken “hayır arama, ben çaldım!” diyen biraz hırpani giyimli bir adam çıkar ve adam “cüzdanını çaldığım kadın bağırınca korktum, aranabileceğimi düşünerek cüzdanı, aranmayacağını bildiğim hemen yanımda bulunan Binbaşının paltosunun cebine bıraktım. Fakat bir Türk subayının hırsızlıktan suçlanmasına gönlüm razı değil. Yankesiciyim, hırsızım ama VATANSIZ ve vicdansız değil!” diyerek başını önüne eğer. İşte biz böyle bir millettik.. Ahlak ve vicdan insanın temeli ve mayasıdır. Ahlak ve vicdan olmazsa insan olmaktan da bahsedilemez!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: HANEFİLİK MEZHEBİNİN KURUCUSU EBU HANİFE’NİN MÜSLÜMANLARCA KULAK ARKASI EDİLEN FETVALARI
● Arap olmayan Müslümanlar anadilleri ile ibadet yapabilirler.
● Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.
● Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.
● Beşeri ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.
● Namaz kıldırıp para almak helal değildir.
● Din için toprak gasp etmek meşru değildir.
● Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.
● Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamıdır.
● Allah’ın elçileri, Allah’ın kitabına aykırı konuşmazlar.
● Kuran’a ve akla aykırı rivayetler(hadisler) kaynağı ne olursa olsun reddedilir.
● İslam’da evliya diye bir sınıf yoktur, her mümin Allah’ın dostudur.
● Haram para ile hayır olmaz.
● Zulüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi de alınmaz.
● İSLAM akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur…
Prof.Dr. Muhammed Ebu Zehra (Mısır’lı İslâm âlimi)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A Değerli Hocam böyle bir ileti geldi. Yorumunuz lütfen…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sizden bilgi almadan paylaşmak istemiyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A.S. Muhterem Albayım, Yazıdaki tespitler, ilmi bir usul ve üslupla aktarılmamış, taraftarlık, karşıtlık kıstası ile bağlamından koparılarak hazırlanıp aktarılmış. Mesela,
Değişik neden ve mazeretlerle, ibadetlerini Kur’an-ı Kerimin orijinal dili ile okuyup yapma imkânı olmayan kişiler, ibadet yapamaz durumda kalmaması için açılmış bir ruhsat kapısını, herkes için açılmış bir kolaylık kapısı gibi göstermek, Bektaşilere neden namaz kılmıyorsun diye sorana: “Kur’an’da Namaza Yaklaşmayın” emrine uyuyorum demesine benziyor. Oysa ayetin tamamı, “Sarhoş iken Namaza yaklaşmayın” olduğu halde sadece konumunu teyit edecek bölümü aktarıp gerekçe göstermesi gibi.
Muhterem Albayım, İlim, taraftarlık veya karşıtlık mantığı üzerine bina edilirse ilim olmaktan çıkar, saptırıcı ideolojiye dönüşür. İslam dini her fiili niyete göre değerlendirmeyi esas kabul eder. Niyet halis olmayınca bilgiyi bile hançer gibi kullanmak mümkündür. Bunun için Şeytan, engin bilgisine rağmen, itibar görmez; güvenilmezdir. Mısırlı Muhammed Zehra Hocanın Kitabının aslı Arapçadır. Ben bu kitabı aslından okudum; oradaki bilgilerin tamamı, burada tercümesi aktarılan bilgileri teyit etmiyor.
Belirlenen 14 noktanın hepsi yanlıştır demiyorum. İçinde doğru aktarılanlar çoğunlukta olsa da izah edilmeye muhtaç şekilde aktarılmış; yanlış yorum ve anlamaya açık. Ben misali tahdit için değil temsil için yazdım. 14 noktanın tamamı için yazsam mesaj hacmini aşar; küçük bir kitapçık olur. Bu kadarla iktifa ediyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çok sağ olun değerli Kardeşim… Benimde pek aklıma yatmayan noktalar olunca tereddütte düşünüyorum… Paylaşım yaparak vebal altında kalmak istemiyorum. Bilgimde kâfi gelmiyor, Size o nedenle danışıyorum.. Allah razı olsun… Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çoook çok MÜHİM… KARDIOLOG arkadaşımın kaleminden.
Çeşitli memleketlerde farklı şekilde tüketilen TAHİN bizde ise umumiyetle PEKMEZLE karıştırılarak yenir. Günde 2 KAŞIK tahin yemenin vücuttaki zehirleri yok edecek tesire sahip olduğunu ifade eden beslenme mütehassısleri kahvaltı soflarımızdan eksik olmayan tahinin faydalarını şu şekilde sıralıyor: Tahin, vücuttaki zehiri yok edebilen tek gıdadır, en kuvvetli besindir. Günde iki kaşık yenilen tahinde, bir kilo bifteğe eşdeğer proteinin olduğu söylenmektedir.
Vücuda alınan ağır metaller, zehirli bileşikler, radyasyon ve bazı ilaçların yaptığı toksinlere karşı koruma sağlar. Tahin, çok iyi bir bakır, manganez ve amino asit metiyonin kaynağıdır. Tahin, birer sağlıklı yağ asidi olan, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri bakımından da iyi bir besin kaynağıdır. İyi bir protein kaynağı olan tahini, vejetaryen olarak beslenen kişiler rahatlıkla tüketebilir. Üstelik tahinin şeker ve doymuş yağ oranı oldukça düşüktür.
İşte tahinin faydaları:
1. Kalp Sağlığı: Harvard Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, yağ türlerinden biri olan doymamış yağların sağlık ve kalp sağlığı açısından faydaları bulunmaktadır. Kardiovaskuler hastalık riskini düşüren tahin, omega 3 yağ asitleri bakımından oldukça zengindir. Tahin ihtiva ettiği omega 3 yağ asitleri sayesinde, iltihaplara bağlı olarak gelişen *kardiovasküler* hastalıklara mani olmaktadır.
2. Bağışıklık Sistemi: Tahin, bağışıklık sistemini destekleyen 4 ana madde olan *çinko*, *demir*, *bakır* ve *selenyum* mineralleri bakımından zengindir. Günlük sadece 1 tatlı kaşığı miktarında alınan tahin, günlük alınması lazım gelen bakır miktarının % 26’sını, çinko miktarının % 9’unu, demir ve selenyum miktarının ise % 12’sini sağlamaktadır.
3. Kemik Sağlığı: Susam kemik sağlığını koruyucudur ve dolayısı ile susam yağından elde edilen tahin de kemik sağlığına iyi gelir ve kemiklerin kuvvetlenmesini sağlamaktadır. Tahin, yüksek oranda *kalsiyum*, *bakır* ve *magnezyum* minerali ihtiva etmektedir. 1 tatlı kaşığı tahin, 88 miligram kalsiyum vardır. Tahin, bilhassa kalça ve omurga kemiklerini muhafaza edip korumaktadır.
4. Anemi: Tahin ve tahinin ana maddesi olan susam, anemiye karşı koruyucudur. Sadece bir tatlı kaşığı tahin, 2 miligram demir ihtiva etmektedir. 2 miligram demir ise, günlük alınması gereken demir miktarının yaklaşık %15 ine denk gelmektedir.
5. Kolesterol: Fitosteroller, bitkilerin bileşiminde bulunan bir kimyasal bileşendir ve kolestrol ile çok benzer kimyasal hususiyetlere sahiptir. Yeterli miktarda alınan fitosterollerin, kandaki kolestrol seviyesini düşürdüğüne inanılmaktadır ve hatta kanser riskini düşürdüğü konusunda fikir ortaklığı bulunmaktadır.
6. Vaskuler ve Solunum Sistemi Sağlığı: Yapılan birçok çalışma, tahinin yapısında bulunan magnezyumun, solunum yolları hastalıklarını önlediğini desteklemektedir. Tahin, içinde bulunan magnezyum minerali yardımı ile yüksek tansiyonu düşürmektedir ve kalp krizine yol açan faktörler ile mücadele etmektedir. Felç oluşumu riskini düşüren tahin, trigeminal kan *damarı spazmını önlemeye* yardımcıdır. Trigeminal kan damarı spazmı ise, migren ataklarını tetikleyen bir tesir göstermektedir.
7. Beyin Sağlığı: Tahin, içinde bulunan omega 3 ve omega 6 yağ asitleri yardımı ile duygusal optimize sağlığını, beynin fonksiyonlarını destekler. Alzheimer hastalığı gelişimini yavaşlatan omega 3 yağ asitleri, hafızayı ve düşünmeyi geliştirir. Tahinin yapısında bulunan manganez minerali de, sinir hücrelerinin ve beynin fonksiyonlarını destekler.
8. Romatizmal Hastalıklar: Bakır minerali, romatizmal artrit den kaynaklanan, kemiklerde şişkinlik ve ağrılar şeklinde kendini gösteren hastalıkların şiddetinin azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Bakır bakımından zengin bir besin kaynağı olan tahin, eklem kemiklerinin sağlığını koruyarak romatizma riskini azaltır.
9. *Kas Sağlığı* : Tahin, %20 oranında *saf* *protein* ihtiva etmektedir. Bundan dolayı tahin, *kasların* *kuvvetli* *kalmasını* sağlamaktadır. Bilhassa ağır antrenman ve egzersiz sonrası tüketilen tahin, kasları kuvvetlendirir ve korur.
10. *Karaciğer Detoksu* : Tahin, karaciğerin zararlı maddelerden temizlenmesi için ideal bir detoks hususiyeti olan besin maddesidir. Omega 3 yağ asitleri gibi sağlıklı yağ asitleri bakımından zengin olan tahin, *karaciğeri temizler* ve karaciğerin daha sağlıklı iş görmesine yardımcı olur.
11. *Sindirim Sistemi* : Diğer çoğu gıdalara göre, sindirim sistemi tarafından oldukça rahat şekilde sindirilen tahin, sindirim sistemini yormadığı için, sindirim sistemi organları için faydalı bir besin kaynağıdır.
12. *Parlak Saçlar* : B vitaminin hemen her çeşidini ihtiva eden tahin, sinir hücrelerini ikaz edip uyarmaya yardımcı olur ve kırmızı kan hücrelerinin sağlığını büyük oranda korur. Bundan dolayı tahin, saç köklerinin beslenmesini ve saçların daha *sağlıklı*, *parlak* olmasını sağlar.
13. *Cilt* : B vitaminin hemen her çeşidini ihtiva eden tahin, sinir hücrelerini uyarmaya yardımcı olur ve kırmızı kan hücrelerinin sağlığını büyük oranda korur. Bundan dolayı tahin, *cildin* beslenmesini ve *yenilenmesini* sağlamaktadır. Cildinizin daha aydınlık ve sağlıklı olması için, tahini kullanarak bir cilt maskesi yapabilirsiniz.
14. *Antioksidan* : Tahinin sağlığa olan birçok müsbet yani olumlu etkisinin altında, tahinin sahip olduğu antioksidan etkisi bulunmaktadır. Tahinin, anti- iltihap etkileri, *astım* ve *solunum yolları* problemlerine karşı *koruyucu* olması, bağışıklık sistemini koruması gibi birçok etkisi, tahinin antioksidan hususiyetinden kaynaklanmaktadır.
Besin Değerleri: 1 tatlı kaşığı tahin için besin değerleri şu şekildedir:
Kalori: 89
Toplam yağ: 7.95 g / %12
Doymuş yağ: 1.113 g / % 6
Poli doymamış yağ: 3.485 g
Mono doymamış yağ: 3.002 g
Kolestrol: 0 mg
Sodyum: 5 mg
Potasyum: 69 mg
Karbonhidrat: 3.22 g / % 1
Lif: 0.7 g / % 3
Protein: 2.61
Vitamin C: % 1
Kalsiyum: % 2
Demir: % 4
İHTİYAR BİR KİŞİNİN BEYNİ
George Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi müdürü, yaşlı bir kişinin beyninin yaygın olarak inanıldığından çok daha plastik olduğunu savunuyor. Bu yaşta, beynin sağ ve sol yarım kürelerinin etkileşimi uyumlu hale gelir ve bu da iş yapma imkânlarımızı genişletir. Bu sebeple 60 yaş üstü insanlar arasında iş yapma faaliyetlerine yeni başlayan birçok şahsiyet bulabilirsiniz. Elbette beyin artık gençlikteki kadar hızlı değil. Ancak esneklikte kazanır. Bu sebeple, yaşla birlikte doğru kararları verme ihtimali artar ve menfi yani olumsuz hislere, duygulara daha az maruz kalırız.
İnsan entelektüel aktivitesinin zirvesi, beynin tam güçle çalışmaya başladığı yaklaşık 70 yaşında gerçekleşir. Zamanla, beyindeki miyelin miktarı artar, bu madde nöronlar arasında sinyallerin hızlı geçişini kolaylaştırır. Bu sebeple entelektüel yetenekler ortalamaya göre % 300 oranında artar. Ve bu maddenin aktif üretiminin zirvesi 60- 80 yaşına düşer. Ayrıca ilginç olan, 60 yıl sonra bir kişinin aynı anda 2 yarım küre kullanabilmesidir. Bu, çok daha karmaşık sorunları çözmenizi sağlar..
Montreal Üniversitesi’nden Profesör Monchi Uri, yaşlı bir kişinin beyninin en az enerji yoğun yolu seçtiğine, gereksiz yolu kestiğine ve problemi sorunu çözmek için yalnızca doğru seçenekleri bıraktığına inanıyor. Farklı yaş gruplarının yer aldığı bir çalışma yapılmıştır. 60 yaş üstü olanlar doğru kararlar verirken, gençlerin kafası çok karıştı testleri geçerken… Şimdi 60- 80 yaşlarındaki beynin özelliklerine bakalım. Gerçekten pembeler.
İHTİYAR BİR ŞAHIS BEYİNİN HUSUSİYETLERİ
1. Çevrelerindeki herkesin söylediği gibi, beynin nöronları ölmez. Bir kişi zihni çalışma yapmazsa, aralarındaki bağlantılar basitçe ortadan kalkar.
2. Dalgınlık ve unutkanlık, bilgi bolluğu sebebiyle ortaya çıkar. Bütün hayatınızı lüzumsuz mühimsemelere odaklamanıza gerek yoktur.
3. 60 yaşından itibaren, bir kişi karar verirken, gençler gibi aynı anda bir yarım küreyi değil, her ikisini de kullanır.
4. NETİCE: Bir kişi sağlıklı bir hayat tarzı sürüyorsa, hareket ediyorsa, uygulanabilir bir fiziksel aktiviteye sahipse ve tam zihni faaliyete sahipse, entelektüel kabiliyetler, yetenekler yaşla birlikte azalmaz, sadece BÜYÜR, 80- 90 yaşlarında zirveye ulaşır.
Bu yüzden İHTİYARLIKTAN korkmayın. Entelektüel olarak gelişmeye çalışın… Yeni el sanatları öğrenin, spor yapın, yeni aletleri çalmayı öğrenin, resim çizin! Okuyun! Hayata alaka gösterin, arkadaşlarınızla tanışın ve irtibat kurun, gelecek için planlar yapın, elinizden geldiğince seyahat edin.. Mağazalara, kafelere, ibadete gitmeyi unutmayın. Kendinizi tek başınıza kilitlemeyin, bu herhangi bir kişi için yıkıcıdır. Düşünceyle yaşa: bütün güzel şeyler hâlâ önümde !. 👀 Bilgi!
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan büyük bir araştırma şunları buldu:
▪Bir kişinin en üretken yaşı 60 ila 70 yıldır.
▪ En üretken 2. insan evresi 70 ila 80 yaş arasıdır.
▪ En üretken 3. aşama 50 ve 60 yaş.
▪ Bundan önce kişi henüz zirvesine ulaşmamıştır.
▪Nobel sahiplerinin yaş ortalaması 62’dir.
▪Dünyanın en büyük 100 şirketinin başkanlarının yaş ortalaması 63,
▪Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük 100 kilisedeki papazların ortalama yaşı 71’dir.
▪Babaların yaş ortalaması 76’dır.
▪ Bu, bir kişinin en iyi ve en üretken yıllarının 60 ila 80 yaşları arasında olduğunu doğrular.
▪Bu çalışma doktor ve psikologlardan oluşan bir ekip tarafından NEW ENGLAND JOURNAL OF MEDICINE tıp dergisinde yayınlanmıştır.
▪60 yaşında hissi ve zihini potansiyelinizin zirvesine ulaştığınızı buldular ve bu 80 yaşına kadar devam ediyor.
▪ Dolayısıyla 60, 70 veya 80 yaşındaysanız hayatınızın en iyi dönemindesiniz.
KAYNAK: New England Tıp Dergisi
Bu bilgiyi 60, 70 ve 80 yaşındakilere iletin ki yaşlarıyla gurur duysunlar.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cumhuriyet Doneminde ikinci m.kamal neden yetismedi.pdf • 2 sayfa <00000243-Cumhuriyet Doneminde ikinci m.kamal neden yetismedi.pdf eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN SON KAĞANI: M.KEMAL ATATÜRK’Ü RAHMET VE MİNNETLE YÂD EDİYOR, YÜCE ALLAH’TAN RAHMET VE MAĞFİRET DİLİYORUM…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BAL Dünyanın ilk paralarından birinde arı sembolü olduğunu biliyor muydunuz? Balın canlı enzimler içerdiğini biliyor muydunuz?
Metal bir kaşıkla temas ettiğinde bu enzimlerin öldüğünü biliyor muydunuz? Bal yemenin en güzel yolu tahta kaşıktır, bulamazsanız plastik kaşık kullanın. Balın beynin daha iyi çalışmasına yardımcı olan bir madde içerdiğini biliyor muydunuz?
Balın dünya üzerinde tek başına insan yaşamını sürdürebilen birkaç besinden biri olduğunu biliyor muydunuz? Afrika’da arıların insanları açlıktan kurtardığını biliyor muydunuz? Bir kaşık bal bir insanı 24 saat yaşatır. Arıların ürettiği propolisin en güçlü doğal antibiyotiklerden biri olduğunu biliyor muydunuz?
Balın son kullanma tarihi olmadığını biliyor muydunuz? Dünyanın en büyük imparatorlarının bedenlerinin altın tabutlara gömülüp sonra da çürümeyi önlemek için balla kaplandığını biliyor muydunuz? “Honeymoon” teriminin gelin ve damadın evlendikten sonra doğurganlık için bal tüketmesinden geldiğini biliyor muydunuz?
Bir arının 40 günden az yaşadığını, en az 1000 çiçek ziyaret ettiğini ve bir çay kaşığından az bal ürettiğini biliyor muydunuz, onun için bir ömrün eseri. Teşekkürler değerli arılar!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet ABD hilafeti yeniden tesis edip başına Fethullah Gülen gibi bir kuklayı getirip koyarak, Müslümanları tek elden, hilafetin dini ve siyasi gücünü kullanarak, sömürmek istediği doğrudur. Bu hedeften vaz geçmiş de değildir. Türkiye’yi kullanarak bu hedefini gerçekleştiremeyince şimdi S.Arabistan ve Mısır’ı kullanarak bu hedefi gerçekleştirmeye olan gayretini sürdürüyor. Bir doğruyu ifade edip o doğru ile başka bir yanlışı murat etmek isabetli ve doğru olabilir mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam sizler ,bizlerden çok daha bilgice donanımlısınız..O nedenle sizin yorumlarınız benim için çok değerli. Bunu için zaman böyle ilginç bulduğum ileti ve videoları sizinle paylaşıyorum… Teşekkürler… Selâm ve sevgiler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Farklı pencereden bakanları okumak veya dinlemekten asla rahatsız olmam; bilakis hoşlanırım. Hakaret olmadığı sürece tenkit edenlerden de istifade etmeye çalışırım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Eyvallah…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: UMARIZ TARİH TEKERRÜR ETMEZ
Ekonomik iflasını açıklayan Osmanlı Devleti’nin 1881 yılında bütün varlıklarına el konuldu. İğneden ipliğe Yahudi İtalyan, Ermeni, Fransız tacirler İstanbul’a dolmuştu.
Abdülhamid bu kadar borcun üzerine yeni borçlar ekledi. Osmanlı 15 defa büyük borç aldı. Ama faizini bile ödeyemez olmuştu. Osmanlının hazinesine el koyan Avrupa, bugün “İstanbul Erkek Lisesi” olan binaya “Duyun-u Umumiye” yi yerleştirip borçları tahsil etmeye çalıştı. Yani hazine ecnebilerin yönetimine geçti. Borçlar ödenmedikçe Abdülhamid Avrupalı tefecilere tekeli verdi teker teker milli varlıkları kaybettik; Demir yolları, iplik, fındık, pamuk kömür, tekstil demir çelik, tuğla kireç ne iş varsa Avrupalılara satıldı. Haliç ecnebi fabrikalarla doldu. Tarlabaşı Avrupa’dan gelen tüccarların görkemli evleriyle bezendi. Zenginler İstiklal Caddesi ve Sıraselviler’e yerleşti. Bugün İstanbul’da gördüğümüz şahane binaların çoğu o dönemlere aittir.
*Türk*’lerse yüzlerce yıldır tamir gören, yamalıklı bohçaya benzer tahta evlerde otururdu. Bu evler *Fatih* ve *Süleymaniye*’nin arka sokaklarında bulunurdu.*Abdülhamid* döneminde Yüzlerce *kilise* ve *sinagog* açıldı… İşte o tarihte Avrupadan gelen zenginleri ağırlamak için 5 yıldızlı bir otel yaptılar. *Pera Palace*.
*Pera Palace* Rumca ; *”Yokuş Sarayı”* demek.
Fransa’dan trene binip Sirkeci’de inen Avrupa jet sosyetesi tren garından bu otele Türk hamalların sırtında özel tahtlarla taşınırdı. Aslında batı emperyalizmi *İstanbul*’u *Vahdettin* döneminde değil *Abdülhamid* döneminde çoktan ele geçirmişti…. *Atatürk* Cumhuriyeti kurduğunda Türklerin elinde sadece *çarık* kalmıştı. Sanayi ve tarım hamlesi başlattı. Bütün kurumların başına *Türk* kelimesini koydurdu. *Yerli malı haftası* o tarihte başladı. *Türk Çocukları* milli üretimi anlasın diye. Türklere ait banka bile yoktu. Adında *Osmanlı* olan banka bile ecnebilerindi. *İşbankası* bu yüzden kuruldu.
Osmanlı Devletinin iflas ilan ettiği meşhur. RAMAZAN KARARNAMESİ (Nisan 1876)
Vergi gelirlerinin devredildiği *MUHARREM KARARNAMELERİ* (1879 ve 1881’de ki iki kararnamedir). Pek bilinmez, gündeme de getirilmez. Hep saklanır…
*Dolmabahçe sarayı 1856,*
*Çırağan sarayı 1863,*
*Beylerbeyi sarayı 1864,*
*Yıldız sarayı 1880’de,* *Yapılmıştır.* *Yani Osmanlı’nın çöküş döneminde*.
*Dünya;* *Sanayiye,*Eğtime,**Bilime,* *Ağırlıkverirken,Osmanlı çöküşü gizlemek için saray yapımına ağırlık vermiş.*
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Paylaştığınız yazıyı okudum. İlmi ve objektif kriterlere uygun yazılmış bir yazı değil. Taraftarlık/Karşıtlık mantığı ile yazılmış. bir yazı. İlmi yazılarda belge ve delile dayalı, kaynak gösterilerek, lehte ve aleyhte olan görüşlere yer verilir; tercih yapılırsa sebebi izah edilir. Tarih sövgü ve övgü kitabı değildir; olmamalı.
Osmanlı Tarihinin en tartışmalı ve ihtilaflı Sultanlarından biri olan 2. Abdülhamid’i ve dönemini ilmi ve objektif olarak yazmak zor ve ciddi bir iştir. Ben gerçeğe en yakın değerlendirmelerden birkaç tanesinin linkini aşağıda size gönderiyorum. İhtiyaç hissederseniz okuyabilirsiniz.👇
Osmanlı Borçları Meselesi Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci
Sultan 2. Abdülhamid Han TDV İslam Ansiklopedisi👇
Sultan 2. Abdülhamid Han /Wikipedia
Bu 🖕Ansiklopedide lehte olan görüşler kadar aleyhde olan görüşlere de yer verilmiştir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: CHP’nin Dayattığı Uydurma Tarih son zamanlarda sık sık dile getirilen “Osmanlı’nın bütün borçlarını ödeyen CHP ve onun tek partili otoriter lideri 1938’e kadar hiç borç almadan 48 fabrika kurmuştur” iddiaları tarihi ve bilimsel açıdan tutarsız ve gerçek dışıdır. Bu nedenle insanları aldatmaya yönelik bu yazıları eleştirerek gerçekleri izah etmeye çalışacağız.
Öncelikle Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarında oldukça yoğun bir borçlanma içine girilmiştir. O günün şartlarına göre oldukça büyük miktarlarda borçlanılmıştır. Şöyle ki:
– 1930 yılında ABD ‘den 10 milyon dolar
– 1932 yılında Sovyetlerden 8 milyon dolar
– 1938 Almanya’dan 150 milyon mark ve
– 1938 de İngiltere’den 16 milyon sterlin borç alınmıştır.
Ayrıca bu dönemde 48 fabrika değil 26 fabrika yapılmıştır. Bu fabrikaların çoğu Osmanlı’dan kalma küçük işletmeler üzerine kurulmuştur. Bunların arasında milletimizi zehirlemek üzere inşa edilmiş çok sayıda bira, likör, rakı, şarap ve malt, fabrikaları da vardır.
Bir diğer gerçek dışı beyan ise Osmanlı borçlarının tamamının CHP yönetimi tarafından ödendiği uydurmasıdır. Gerçek şudur ki:
Uzun vadeye yayılan Osmanlı borçların iki taksiti bu dönemde ödenmiş fakat ekonomik kriz var denilerek borçlarda tekrar indirime gidilmiştir. Bu konu detaylı bir şekilde incelendiğinde borçların vadesinin uzatıldığı ve 1984 yılında son taksitinin Turgut Özal tarafından ödendiği görülmektedir.
CHP Lideri, 1 Kasım 1938 konuşmasında 16 milyon sterlin ve 150 milyon mark borçtan duyduğu memnuniyeti ifade etmektedir. (TBMM Zabıt Ceridesi, cild 27, Içtima 1, 1 Kasım 1938, sayfa 7.)
Bir diğer husus Osmanlı’nın Kırım savaşı dolayısıyla ilk borçlanmasını yapmış olduğu gerçeğidir. Osmanlı devleti Carlık Rusya’sı ile girdiği savaşlarda silahlanma ve demiryollarının finansmanı için borçlanmaya gitmiştir. Lozan da Osmanlı devleti tasfiye edilip emperyalist devletlere peşkeş çekilince bu borçlar iptal edilmek yerine ne yazık ki sahiplenilmiştir. Sürekli olarak Osmanlı’dan kalan borçları dile getiren CHP hayranlarına şu soruyu sormak gereklidir;
Osmanlı’dan kalan nakit paralardan, asrın projesi demiryollarından askeri kışlalardan, okullardan, vakıflardan, fabrikalardan, gemilerden, tersanelerden, silahlardan hastanelerden neden hiç bahsedilmiyor? CHP lideri öldüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nin dış borç miktarı 146 milyon dolardı. Mukayese edilecek olursa Osmanlı Devletinden bize bırakılan borç ise 57 milyon dolardı. Tek başına CHP’nin Osmanlının 2 katından fazla borç bıraktığı görülmektedir.
Türkiye tarihinin en büyük dış borçlanmasını 1938 yılında yapmıştır. Bütçemizin yaklaşık %65’i oranında dışardan borç alınmıştır. Bu rakam 150 milyon mark + 16 milyon sterlindir. 1938 bütçe gelirimiz 322 milyon lira olduğuna göre büyük bir borçlanma olduğu anlaşılmaktadır. O tarihte Türkiye’nin 1938 bütçe geliri 322 milyon olmasına rağmen CHP liderine tahsis edilen ultra lüks yat olan Savarona yatının maliyeti 4 milyon dolardır. Ayrıca CHP liderlerinin kullandığı 1 adet özel yapım Cadillac 80 serisi, 2 adet Lincoln lüks serisi, 1 adet Mercedes Sindelfingen serisi olmak üzere o dönem için son derece lüks 4 adet hususi otomobil bulunuyordu.
CHP liderleri, Çankaya köşkünden başka aile yakınlarına ve kardeşlerine ayrıca köşkler yaptırıp, milyonlarca dolara bira, alkol, likör ve malt fabrikaları kurmuşlardır. İsraf inanılmaz boyutlarda olup 4 milyon dolara alınan yattan başka özel olarak çiftlikler hayvanlar dahi alınmıştır. Bu dönemde hem dünyada hem de ülkemizde ekonomik kriz olağanüstü bir derecede devam ediyordu.
CHP’liler bilmelidir ki sermaye yetersizliği var ise borç alınabilir. Nitekim Karabük Demir Çelik fabrikası dış kredi ile kurulmuştur. Nazilli Sümerbank’ın iplik tesisi de Romanya’dan alınan borçla yapılmış Sovyetler kurmuştur. “CHP yabancı sermayeye karşıydı” efsanesi de gerçek dışıdır. Zira 1920 – 1930 yılları arasında Türkiye’de 201 anonim şirket kurulmuştu. Bunların 66’sında tamamen yabancı sermayesi bulunuyordu.
Demiryolu konusu da önemli bir çarpıtma alanıdır. Osmanlı döneminde yapılan 8 bin km’lik Demir yolu hattı kuru yük taşımacılığı üzerine yapılmıştı. Bu hattın yarısı dışarda kalınca demiryollarını işleten yabancı firmalar zarar etmeye başlamıştır. Bu nedenle demiryollarını “yabancılar zarar ediyor” diye millileştirmek zorunda kalmışızdır. Zira dünyadaki ekonomik kriz muazzam boyutlara varmıştı. Yabancı firmalar sözleşmeden doğan haklarını kullandılar ve sözleşmeyi feshettiler. Eğer kâr etselerdi muhtemelen millîleştirme olmayacaktı. Benzer durum hava gazı işletmesinde de yaşanmıştır. Yabancılara imtiyaz konusu ve özellikle de Chester imtiyaz sözleşmesi şöyledir:
Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Süleymaniye, Kerkük ve Musul’a bağlayan 4.400 km demiryolu yapım ve işletmeciliğini, demiryolu güzergâhına paralel 40 km’lik bir şerit içinde maden ve petrol aranmasını, bulunduğu takdirde 99 yıllığına bu hatta çıkan petrol ve madenlerin işletmesi ABD’li firmaya verilmiştir. Musul sınırlarımız dışında kalınca ABD firması sözleşmeyi iptal etmiştir. Kısaca Osmanlı Döneminde yapılan toplam 8.619 km uzunluğundaki demiryolu hattının 4.136 km’lik bölümü milli sınırlarımız içerisinde kalmıştır. Sonuç olarak şu hususun altını çizerek ifade edebiliriz:
CHP’nin tek partili dönemi hem sosyal hem de ekonomik olarak tam bir faciaya yol açmıştır. Halk fakirleşmiş Sabetaycilar ve gayrimüslim azınlıklar zengin olmuşlardır. Zaten bu gelir dağılımı adaletsizliği yüzünden İnönü’nün meşhur “Varlık Vergisi” yürürlüğe sokulmuş vergiyi ödeyemeyenler Erzurum Aşkale’de yol için taş kırma cezasına çarptırılmışlardır. Demek ki resmi tarihimiz çarpıtma ve yalanlarla doludur. Üniversitelerde okutulan tarih bilgileri gerçek dışıdır. Bilime ihanet edilmiştir ve hala bu fenalığa devam edilmektedir. Resmi tarihin tekrar yazılması ve faşist liderlerin kalıntılarının temizlenmesi gereklidir, vesselam…
18/06/2023
Vehbi Kara / Emekli Deniz Subayı
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıyı bugün okudum. Emekli bir deniz subayı yazmış. Daha önce sizin paylaştığınız yazının yazarına gönderme imkânınız varsa, ne söyleyip yazacağını merak edip okumak isterim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Demek ki, savurganlık ve israf bize eskilerden kalan bir mirasmış. Bu günde aynen hamdolsun devam ediyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Memnuniyetle…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Babalar Adına Yazdım; Babanız Ölünce Baba Olduğunuzu Anlayabiliyorsunuz E.Ziya Sancar👇
Bu Adam Benim Babam, Adam Gibi Bir Adam F.Kısaparmak ve Eşi👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BABA OLMA ONURUNU YAŞAYAN – YAŞATAN ”TÜM BABALARIN” ve
”GÖNLÜ BABA OLANLARIN”, BU GÜZEL GÜNÜ KUTLU OLSUN…. AHİRETE İNTİKAL EDEN BABALARINDA MEKANLARI CENNET OLSUN, NUR İÇİNDE YATSINLAR….
Bir baba gittiğinde;
Arkanı yasladığın duvar
Sabahları sıcak ekmek
Okul harçlığı, otobüs bileti
Ciğerinden bir parça gider
Gider de gider…
En sinirli anında bile,
Dudağının kenarında bir gülümseme
Bayramda öpülecek el
Çocuklarımızı sırtında taşıyan
O sevimli dede gider
Gider de gider…
Bir içten “Oğlum, Kızım” sözünün sahibi
İnatçı bir siyasetçi
Koca bir beden
Çocuk bir yürek
Anneyle yapılan lüzumsuz tartışmalar
Heyecanlı bir taraftar
Çalışkan bir “Adam” gider
Gider de gider…
Bir sarılmaya, bir çift söze bile
Fırsat vermez Azrail
Vakit geldiği zaman
Sadece baban değil
Atan gider
Canın gider
Kanın gider
Gider de gider…
Dolmaz boşluğu kısa zamanda
Hep bir ses ararsın, bir nefes
Bir anahtar tıkırtısı
Yanlış bir iş yapınca
Gözünün içine bakılmasını
Ama sadece beklersin
Çünkü Bir baba gittiğinde sadece baban değil; Bir dostun, bir arkadaşın, bir sırdaşın, bir öğretmenin, bir ustan, bir yanın gider… Gider de gider!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Maalesef bu makalede taraflı yazılmış. Bana pek inandırıcı gelmedi. .Bunu yazanın subay olması doğru olduğu anlamına gelmez. Doğrular yok değil ama büyük kısmı âfaki… Selâm ve sevgiler.,
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: M.B.Akkoyunlu Bey, Çok Değişik Bir Zaviyeden Bakıp Farklı Bir Yorum Yapıyor; Dinlemeye Değer 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TAŞTAKİ TÜRKLER
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Türklerin Anadolu’da 1071’den önce de var olduğunu kanıtlayan bulguları ortaya çıkaran, tek başına koca koca üniversitelerin, milyonluk vakıfların yapamadığı kadar çalışma yapmış olan bir isim: Servet Somuncuoğlu…
49 yıllık kısa hayatına birçok çalışma sığdırdı. Yazar, araştırmacı-belgeselci, gazeteci, fotoğrafçı Servet Somuncuoğlu hayatının son yıllarında yaptığı çalışmalarla dikkat çekti. Türk tarihinin seyrini değiştirecek çalışmaları oldu. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçişte önemli bir dönem ve araç olan kaya resimleri ve damgalar üzerine çalışmalar yaptı.
KAYA RESİMLERİ YOL GÖSTERDİ
Türkler Anadolu’ya ne zaman geldiler, sorusunun peşinden giden Somuncuoğlu 2004 yılında başladığı yolculuğunu 2011’e kadar sürdürdü. Bütün Avrasya’yı baştan sona kastetti. 200 ayrı kaya resmi alanında çalışma yaptı, Baykal Gölü kıyılarından Macaristan’a oradan Kanada’ya kadar uzanan 150 bin kilometreyi aşan yolculuk yaptı.
Kaya resimlerini tek tek fotoğrafladı, belgeledi ve 2007 yılında TRT’de ilk bölümü yayınlanan “Karlı Dağlardaki Sır” belgeseli ortaya çıktı. Bu belgesel uzun bir çalışmanın sonucu olmakla birlikte önemli bir dönemin de başlangıcı olacaktı.
Türkistan coğrafyasındaki kaya resimlerinin benzerlerinin kendi köyünde de olduğunu iddia eden Cemil Söylemezoğlu Servet Somuncuoğlu’nu aradı ve Ankara Güdül’deki köyüne davet etti. İşte esas çalışma bundan sonra başladı. Arkeologlar ve Türkologlarla birlikte Güdül’e giden Somuncuoğlu ve beraberindekiler şaşıp kalmıştı.
Başka köylerden de telefon geldi. Somuncuoğlu hepsine gitti, itina ile fotoğrafladı, bir akademisyen titizliği ile çalıştı. Anadolu’da 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve 50 civarında eski Türk yazıtına ulaşıldı. Bu çalışmalardan Damgaların Göçü belgeseli çıktı.
TAŞTAKİ TÜRKLER
Somuncuoğlu 2008 yılında bir manifesto niteliğindeki Taştaki Türkler kitabını yayımladı. Sedat Simavi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü ile ödüllendirildi. Somuncuoğlu bu önemli kitabın yanı sıra Saymalıtaş, Gökyüzü Atları, Damgaların Göçü Kurgan gibi görsel kitaplar da yayımladı.
Üstelik bin bir zahmetle hazırlanan bu kitaplara; akademisyenler ve bilim insanları kolaylıkla faydalansın diye telif hakkı da koymadı. Somuncuoğlu, kıymeti ne yaşarken ne de öldükten sonra belirli çevreler dışında bilinen bir isim oldu. Bir akademisyene göre Somuncuoğlu, Türk kültürünü ortaya çıkarması için kurulan Türk Tarih Kurumu’nun 1938’den beri yapamadığını 4 yıl içinde başarmıştı. Ruhu Şad Olsun… ALINTI
Em. Albay Hüseyin Akkaya: PAKİSTANLI MÜSLÜMAN BİR BİLİM ADAMININ İLGİNÇ ARAŞTIRMASI…
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi var; Amerika’da 7 milyon, Asya’da 5 milyon, Avrupa’da 2 milyon, Afrika’da 100 bin Adet Musevi yaşıyor..
Soru: Pekiyi de kaç adet Müslüman İnsan var?
Cevap: 1,4 milyar Müslüman; 1 milyar Asya, 400 milyon Afrika, 44 milyon Avrupa, 6 milyon Amerika kıtasında yaşıyor. Yâni Dünyada 1 Musevi’ye Karşın 100 Müslüman Var. İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve Bilimsel Yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün. Tüm zamanların en etkin bilim adamı
*Albert EİNSTEİN bir Yahudi’ydi.
*Psikanalizin babası Sigmund FREUD bir Yahudi’ydi.
*Karl MARKS Yahudi’ydi.
Tüm İnsanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım;
*Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
*Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
*Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
*Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
*Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
*Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
*Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
*Bernard Katz nöromasküler iletişim kaslarla sinir sistemi arası iletişim alanında Nobel ödülü kazandı.
*Andrew Schally endokrinoloji metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
*Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini geliştirdi.
*Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
*Stanley Cohen embriyoloji embriyon ve gelişimi çalışmaları dalında Nobel aldı.
*Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
*Peter Schultz optik lif kabloyu, *Charles Adler trafik ışıklarını,
*Benno Strauss paslanmaz çeliği,
*Isador Kisse sesli filmleri,
*Emile Berliner telefon mikrofonunu,
*Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
*Stanley Mezor ilk mikro işlem çipini icat etti.
*Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Peki, ama
~Son 100 Yıl içinde Yahudiler sadece Bilimsel alanda 104 Nobel Ödülü kazanırken,
~1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı
Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara ve işadamlarına ve markalarına bakalım;
* Ralph Lauren (Polo),
* Levi Strauss (Levi’s Jeans),
* Howard Schultz (Starbuck’s),
* Sergei Brin (Google),
* Michael Dell (Dell Bilgisayarları),
* Larry Ellison (Oracle),
* Donna Karan (DKNY),
* Irv Robbins (Baskins & Robbins),
* Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts),
* Richard Levin (Yale Üniversitesi’nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım:
* Michael Douglas,
* Dustin Hoffman,
* Harrison Ford,
* Woody Allen,
* Tony Curtis,
* Charles Bronson,
* Sandra Bullock,
* Billy Crystal,
* Paul Newman,
* Peter Sellers,
* George Burns,
* Goldie Hawn,
* Cary Grant,
* William Shatner,
* Jerry Lewis,
*Peter Falk…
Yönetmenler ve Yapımcılar arasındaki Yahudiler:
* Steven Spielberg,
* Mel Brooks,
* Oliver Stone,
* Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210),
* Neil Simon (The Odd Couple),
* Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3),
* Michael Mann (Starzky and Hutch),
* Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo’s Nest, Amadeus),
* Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat),
* Ivan Reitman (Ghostbusters) ,
* Kohen Kardeşler,
* William Wyler.
* William James Sidis
Sorun kendinize; 250’lik IQ derecesiyle Dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur? Sorun kendinize; Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür? Cevabı şudur; Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler… Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için. Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim verdikleri için. Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.477 Milyon Müslüman yaşamaktadır. Yani, toplam Dünya Nüfusu içinde; Her 5 kişiden biri Müslüman olup, Her bir Hindu’ya 2 Adet Müslüman düşmektedir ve her bir Budist’e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi’ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır..
Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler? Nedeni eğitimsizliktir..!
İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır. Bunların kalitesi de başka bir sorundur. Fakat sadece ABD’de 5 bin 758 adet üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu. Neden? Yanıt; Kalitesiz ve ezberci eğitim…
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK..
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hristiyan Dünyasında okuma, yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma, yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma, yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir.. Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma, yazma bilir ve herkesin okur, yazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir..
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK..
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir. Her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir. Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür.
Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır. NEDEN?..
Yanıt: Kalitesiz, ezberci eğitim ve ARGE’ye araştırma geliştirmeye yeterli kaynak ayrılmaması. Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma, geliştirme bütçesi olarak ayırıyor. Buna karşın Hristiyan dünyası araştırma, geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ
İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur. Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır. Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır:
~Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir.
~Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür.
~Hristiyan Singapur’da bu oran % 58’dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır. İlginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte;
Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır. Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İşin daha acıklı tarafı ise şudur:
İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır. O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; KALİTELİ ve ÇAĞDAŞ EĞİTİM YOKSUNLUĞU. Çok kesin biçimde söylersek;
~AKILCI OLMAYAN, EZBERCİ, TESLİMİYETÇİ, DİN EKSENLİ, ÇAĞDIŞI EĞİTİM.
Araştırmayı yapan:
Dr. Faruk SALEEM
İslamabat ~ PAKİSTAN
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yazıyı okudum. Bu yazı çok eski bir yazı 8-10 sene önce yazılmış olsa gerek. İçindeki ve rakamlar çok değişmiş olduğu dikkate alınmalı.
Yazı çok boyutlu bir meseleyi tek boyutu ile değerlendiriyor. Oysa mesele çok boyutlu bir mesele olmanın yanında, farklı zaviyelerden bakılabilecek bir mesele, sadece maddi zaviyeden bakmak da bizi doğru bir sonuca ulaştırmaz. Meselenin bir de manevi boyutu, kader zaviyesi var. Onu bilmeyenler asla resmin bütününü doğru tespit edemezler.
İnsanlar gibi toplumların da hak edişleri vardır; ona göre bahtı açılır; daralır. İnsanoğlunun bedeni, ruh olmadan bir değer ifade etmediği gibi, toplumları da Ahlak olmadan, sadece maddi güçleri ile değerlendirilmesi eksik ve hatalı olur.
Bugün dünyaya yön veren, gücü elinde bulunduran 13 aile olduğu söyleniyor. Bu ailelerin etkisi ve güdümü altındaki topluluk ve devletler elindeki gücü nasıl elde etti ve nasıl kullanıyor. Bunlar tartışılabilecek konular. Maddi açıdan bakılacak hususlar yanında manevi zaviyeden değerlendirecek hususlar da olduğunda hiç şüphe yoktur. Allah herkesin hak edişine göre hakkını verir. Verileni nerede nasıl kullandığınızın hesabını da sorar. Gücü elinde bulunduranlar, bu gücü nerede ve nasıl kullandığına da bakmak lazım. Yoksa her kavim, tarihin değişik dönemlerinde değişik imkân ve fırsatlara sahip olabilir; olmuştur.
Müslümanlar Müslüman olduğu için ilimde geri kalmış değil, İslam’ı doğru anlayıp samimi yaşamadığı için geri kalmış ise bunda, elindeki imkânları genelde insanlığın, özelde İslam’ın aleyhinde kullananların payını da çok iyi tespit etmek lazım. Elindeki güç ve imkânları, İslam ve Müslümanları yok etmek için kullananlar, İslam’ı asaletinden uzaklaştırmaya, ahlaki yapıyı çürütüp zayıflatmaya çalışanlar, neden Müslümanlar geri kadı deme hakkına sahip değillerdir.
Bilginin ve İlimlerin kaynağında İslam ve Müslümanlar vardır. Batılılar sadece maddi zenginlikleri ve kaynakları sömürüp çalmadı; ilim ve kültürümüzü de çalıp kendilerine mal ettiler. Bunu itiraf eden batılı birçok aydın ve ilim adamı vardır.
Batı son 150 yılda elde ettiği güç ve imkânları insanlık lehine kullanmadığı gibi Müslümanların lehine de kullanmamıştır. Oysa Müslümanlar güç ve imkânlarını hiç bir zaman insanlık aleyhinde kullanmamıştır. Kullansaydı bugün Yahudiler güç ve imkân sahibi olamazlardı. Osmanlı zulüm gören herkese, din ve ırk ayrımı yapmadan adil davranmaya, yardımcı olmaya çalışmış, Yahudileri bile zulümden kurtarıp Osmanlı topraklarında barınma imkânına kavuşturmuştur.
Osmanlı’dan sonra dünya adil bir güç tanımamış olmanın sıkıntı ve bunalımını yaşıyor. Bizim Yahudilere yaklaşım tarzımız karşılık bulmadı; nankörlük ve ihanetle mukabele ettiler. Filistin bunun bariz örneğidir. Allah’ın batılı ve Musevi güçlere verdiği imkânın mühleti doluyor; imtihanı kazanamadılar. Yeniden İslam’a dönüş mukadderdir. Bunun öncülüğünü de Türkler yapacak İnş. Böylece dünya yeniden adil ve dengeli bir güçle tanışmış olacak. Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
Ali İmran Süresi ﴾140﴿ Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.﴾141﴿ Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.
Ayetlerin Tefsir ve izahı (Kur’an Yolu):
Genel olarak müfessirler 140. ayette Uhud Savaşı ile Bedir Savaşı’nın mukayesesinin yapıldığı kanaatindedirler. Müşriklerin daha önce Bedir Savaşı’ndaki kayıpları Müslümanların Uhud Savaşı’ndaki kayıplarından az değildi. Âyet buna işaret etmektedir. Bazı müfessirlere göre sözlükte “yara” anlamında kullanılan “karh” kelimesi, ayette mecaz olarak “yenilgi” anlamında kullanılmıştır. Buna göre yüce Allah Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğramış olan müminleri teselli etmek ve cesaretlendirmek için onlara Bedir Savaşı’ndaki zaferlerini hatırlatarak buyuruyor ki: Eğer siz Uhud’da yenilgiye uğradıysanız hemen üzüntüye kapılıp cesaretinizi yitirmemeli ve zaaf göstermemelisiniz. Bilmelisiniz ki düşmanlarınız da Bedir’de benzeri bir yenilgiye uğramışlardı. Fakat onlar yenildikleri için zaaf göstermemişler, cesaretlerini yitirmemişler, bilâkis onlar sizinle savaşmak için azimli ve kararlı bir biçimde hazırlıklarını tamamlamış ve Uhud Savaşı’na gelmişler, sonuçta kararlılıklarının karşılığını da almışlardır. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Allah onları sevdiği için değil, onlar sabırla ve kararlı bir şekilde savaştıkları için zafere ulaşmışlardır.
Sabır ve kararlılık içerisinde çalışıp gayret gösterenler daima başarıya kavuşurlar. Bu ilâhî bir kanundur. Ayrıca Müslümanların Uhud’daki yenilgilerinin başka hikmetleri de vardır. Yüce Allah samimi müminleri ortaya çıkarmak ve onların bir kısmını şehitlik rütbesine erdirmek (şehitlik hakkında bk. Bakara 2/154), müminleri günahlarından ve kusurlarından arındırıp tertemiz hale getirmek ve kâfirleri helâk etmek için bu zafer ve yenilgileri insanlar arasında döndürüp durmuş, acı ve tatlı günleri her iki tarafa da tattırmıştır. Eğer bütün savaşlarda müminler yenen, kâfirler yenilen taraf olsalardı o zaman hayatın imtihan oluşunun bir değeri kalmadığı gibi serbest irade ile iman etme imkânı da ortadan kalkardı; kâfirler ister istemez imana zorlanmış olurlardı. İşte bu gibi hikmetlere binaen yüce Allah zaferi ve yenilgiyi kâfirlerle müminler arasında döndürmekte, her iki tarafa da acı ve tatlı günler yaşatmaktadır. Ancak müminlerin ölülerine şehitlik rütbesini vererek onları cennetine koyacağına işaret ederken, zalimleri sevmediğini bildirmek suretiyle de kâfirlerin ölülerini cehennemine sokacağını îma etmektedir. Demek ki yaralanmak, öldürülmek veya yenilmek bir tarafa değer kazandırıp günahlardan arınma imkânı sağlarken, diğer tarafa zillet ve kayıp getirmektedir. Nitekim Bedir’de müşriklerin yara alıp yenilmeleri onlara zillet ve kayıp getirdiği halde Uhud’da müminlerin şehit olmaları, yaralanmaları ve yenilmeleri onlara günahlardan arınma ve mânevî kirlerden temizlenme şerefini kazandırmıştır. Ayrıca sonraki savaşlar için bir ders olmuştur. Nitekim müminler bütün yaralarına ve acılarına rağmen Uhud Savaşı’nın ardından müşrikleri Hamrâülesed denilen yere kadar takip ederek imanlarının ne derecede kuvvetlendiğini ve Hz. Peygamber’e ne derecede bağlı olduklarını göstermişlerdir.
“Allah’ın… ortaya çıkarması için” şeklinde tercüme ettiğimiz 140. âyetteki “li-ya‘leme…” ifadesi, “Allah’ın ezelî ilminde var olan bilgiyi vâkıa ile ayan beyan ortaya koyması” veya “mümini münafıktan ayırt etme hükmünü vermesi” şeklinde tefsir edilmiştir. Bu sebeple meâlinde “ şehitler” anlamı verilen şühedâ kelimesi –Bakara sûresinin 143. âyetinde olduğu gibi– “şahitler” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu durumda âyetin meâli şöyle olur: “Allah sizden (insanlar üzerine) şahitler edinsin diye (böyle yaptı).”
Bu ayet mealini okuyup düşünen konuya farklı zaviyeden bakma fırsatı bulabilir diye düşünüyorum. Mutlak doğruyu sadece Allah bilir.
22/06/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Oryantalist Pakistanlıya Cevap👇
http://hamdikeles.blogspot.com/2014/02/oryantalist-bir-pakistanlya-cevap.html?m=1
Dünyaya Yön Veren 13 Aile👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben 41 yıl Mekke oturumlu yaşadım; rahmetli kardeşiniz Yusuf Abi de benden farklı değil. Suriyelilere bakış tarzımız eksik ve hatalı. Onlar Osmanlı yetimleri ve kardeşlerimizdir. Çoğu Türk asıllıdır. Ben 30 senedir onlarla irtibatı olan bir eğitimciyim. Onlarla ilgili bildiklerimin yüzde birini yazamadım; size bir makalemi yollayayım; okursanız hayret edeceksiniz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mescidi Nebi İmamlığından Şama, Of Zisinolu (Baölümlü) Hafız Müfid Hoca ve Torununun Duygu Yüklü Hikayesi….pdf • 2 sayfa <00000275-Mescidi Nebi İmamlığından Şama, Of Zisinolu (Baölümlü) Hafız Müfid Hoca ve Torununun Duygu Yüklü Hikayesi….pdf eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: GÖZ YAŞARTAN BİR HİKÂYE…
OKUYUNDA GÖRÜN BU ÜLKENİN GERÇEK SAHİPLERİ KİMLERMİŞ. SURİYE’LİLER KİMMİŞ BAKALIM. HALEP’Lİ “TÜRKİYE” yi TANIYIN…
Rahmetli Seyit İlşekerci’nin eczanesinde oturuyordum. İçeri genç bir karı-koca girdi. Bana “Hocam, sizi televizyonlardan tanıyoruz. Bizim dedelerimiz de Çanakkale’de kalmışlar. Dönmemişler. Bir sorumuz var. Çanakkale Savaşlarına katılıp da en son gelen kaç tarihinde geldi?” diye sordular.
Ben: “Kayıtlara göre en son 1952 de iki kişi dönmüş. Biri Burdur’a, diğeri Zonguldak’a dönmüşler.” dedim. Yanımda oturan Üç pınar köyünden Remzi isimli arkadaş atıldı: “Hocam, o da bi şey mi? 😮 da bi şeymi? Bizim köye tam 64 yıl sonra biri çıktı geldi..”
Ben çakı bulmuş çocuk gibi sevinerek atıldım: “Nasıl oldu? Anlat bakalım.” 1978 yılında Balıkesir İstasyonunda elinde bir torba, garip kıyafetli yaşlı bir ihtiyar iner. İstasyon önündeki taksilerden birine sorar: Oğlum, beni Üç pınar köyüne götürü müsün? “Gatürem amca, bin arabaya?”
O zamanlar Üç Pınar’a giden yol, eski garajın üzerinden geçerek Toygar’dan Üç Pınar’a giderdi. Şoför oraya doğru arabayı sürerken Toygar Tepe’ye geldiklerinde şoför: “Amca, bak Üç pınar Köyü karşıda..”
Adam: “Yok oğlum.. Değil. Bizim köyün evlerinde dam yoktur. Bu köyün bütün evlerinde dam var.”
Biraz daha giderler. Yolun hemen solundaki köyün mezarlığı önünden geçerken, adam: “Dur..!” der. Dururlar. Adam taksiden iner, mezarlığa girer, bir ağaca sarılır. Biraz sonra gelir. “Tamam, oğlum, burası bizim köy. Bu ağaç Hacı Abdullah’ın çetlemiği (çitlembik) Tanıdım. Giderler. Taksi köy kahvesi önünde durur. Adam iner kahveye girer.
Yaşlı adam bir yere oturur. Hiç konuşmadan kahvedekilerin yüzlerine defalarca dikkatle bakar. Kahvedekilerden birisi muhtara gider, kahveye garip bir ihtiyarın geldiğini, hiç konuşmadan herkesin yüzlerine baktığını söyler. Muhtar hemen kahveye gelir. İhtiyar adama:
“Amca, sen birini mi arıyorsun? Sen kimsin? Nerelisin?”
“Kimseyi aramıyorum oğlum ben de bu köydenim.”
“Amca, ben yirmi senedir bu köyde muhtarlık yapıyorum. Seni tanımıyorum. Kimlerdensin sen?”
“Çok oldu oğlum. Beni ancak ihtiyarlar tanır. Onları çağırır mısın?”
Biraz sonra köyün bütün ihtiyarları kahveye toplanır. Ama kimse geleni tanımamıştır. İhtiyar sormaya başlar: “Süleyman Çavuş?”, “Öldü.”, “Recep?”, “Öldü”, “Koca Salih?”, Öldü.”, “Topal Murat?”, “Öldü.”, “Eyüp Çavuş..?”, yaşlı bir adam yavaşça ayağa kalkar. “Eyüp Çavuş benim..” Bakar.. Bakar.. Bakar.. Bakar.. Sonra birden gelen misafire sarılır. “Muhammet, sen misin? Sen misin be? Nerede kaldın bunca zamandır? Nerelerdeydin be?”
Eyüp Çavuş tanımıştır geleni. Anlatır. Çanakkale Cephesinde harp 1916 yılı başında bitince, Gazze Cephesine götürülür. Orada yaralanınca, Halep’de Asker Hastanesinde tedavi edilirken İngilizler gelir. Halepliler: “Bunlar bizim insanlarımız. İngiliz gâvuru, bunlara eziyet eder.” diyerek yaralıları hastaneden kaçırıp evlerine götürürler…
1918 de olan bu olayın üzerinden yıllar geçer. Bir türlü gelemez bizim askerler. Üç pınarlı Muhammet de orada kalır. Evlenir. Çocukları olur. Ama vatan hasretiyle harıl harıl yanmaktadır. Ancak altmış dört yıl sonra son bir kere daha vatanını görmek arzusu ile Balıkesir’e Üç Pınar’a gelmiştir. Son bir kere daha görmek için. Sorar; “Bizimkilere ne oldu? Yaşayan var mı?
“Ne olacak bunca zaman, anan öldü. Baban öldü. Abin öldü. Ablan öldü. Amcan öldü, Dayın öldü. Karın öldü. Ama kızın sağ.”
“Neeee? Kızım sağ mı? Aaah benim bir de kızım vardı. Ben gittiğimde on beş günlüktü. Nerede şimdi benim kızım..?”
“Bak şu caminin yanındaki ev muhtarın evi. Onun yanındaki değil de öteki ev kızının evi. Biz ona Çakır Hatça” deriz.”
“Ama kızım beni tanımaz ki?”
“Bekle. Ben söyleyip geleyim.”
Gider. Hatça Teyze avluda leğende çamaşır yıkamaktadır. Eyüp Çavuş telaş içinde avluya girince; “Hayrola, Eyüp Dayı, Ne var?”
“Hatça kızım, sana müjdeli bir haberim var. Baban geldi.. Baban sağ..”
Hatça Teyze; “Iıııııh.!” diyerek bayılır. Biraz sonra ayıltılınca; “Eyüp Dayı, bu nerden çıktı. Şimdiye kadar bana hep babamın şehit olduğunu söylediler ya.?”
Kızım gelen baban. Ben tanıdım.”
“Nerede babam?”
“Kahvenin önünde.”
Hatça Teyze hemen fırlar. Eyüp Çavuş da arkasından çıkar. Gelen Muhammet Çavuş gelenleri görünce o da koşarak karşılamaya gelir. Ama ikisi de birbirlerine yabancıdırlar. Öyle ya hayatın bin bir derdi ile gurbet ellerinde kalmış, bir kızı olduğunu unutmuş birisinin altmış dört yıl sonra yaşlı bir kadın karşısına çıkıyor ve onun kızı olduğu söyleniyor. Altmış dört yıl babasının öldüğü söylenen birisine de, karşısında duran ihtiyar adamın babası olduğu söyleniyor.
Karşı karşıya gelip garip bir şekilde birbirlerine bakıyorlar. Biraz sonra Eyüp Çavuş: “Kızım Hatça, bu senin baban. Ben kendimden nasıl eminsem, bu adamın senin baban olduğundan eminim. Öp elini.” der.O gece Üçpınar Köyünde bayram yaşanır. Herkes bu yeni duydukları akrabalarını ziyarete gelirler. Muhammet Çavuş on beş gün kadar, köyünde dolaşır. Tarlalara gider, tepelere çıkar.
On beş gün sonra kızına: “Kızım, ben artık gidiyorum.” der. Kızı: “Baba, nereye gidiyorsun? Bu gördüğün her şey senin ya”
“Hayır kızım. Ben artık Halepliyim. Orada kardeşlerin var. Bir oğlum, bir kızım var. Ben sadece bir kere daha yurdumu, vatanımı ölmeden önce bir kere daha görmek için geldim.” der ve ertesi gün gider.
Ertesi yıl gene gelir. bu sefer oğlunu ve kızını da getirmiştir. Oğlu Halep’te inşaat mühendisi imiş. Onun adını da “Muhammed” koymuş. Kahvede kendisine sormuşlar. “Senin adın Muhammed. Ama oğluna neden kendi adını verdin?”
“Ben vatan hasreti ile yıllardır o kadar yandım ki, ben ölmeden vatanıma kavuşamazsam, adımı hiç değilse oğlum götürsün vatanıma diye kendi adımı verdim ona da.”
Kızının adını ne koymuş biliyor musunuz? O altmış dört yıl hasretini çektiğinin adını koymuş. Dünyanın en güzel adını koymuş.
Kızının adını “TÜRKİYE” koymuş Halep’li TÜRKİYE…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İstiklal Harbi ve Siyonistler (Tarihin İbretlik Sahnelerinden)👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Meral Akşener’in Eski Danışmanı Dr.Hasan Sami Özvarinli Bey’in İbretlik Önemli İfşaatları 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Cumanız mübarek olsun Kardeşim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Padişahlığı kaldırdık ama maalesef SALTANATI kaldıramadık….
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ONURLU İNSAN: SEMBÈNE “İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!”
Sembène, 1997 yılında İngiliz Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü‘ne layık görüldü. 74 yaşındaki yazar, törene katıldı, kürsüden Kraliçe II. Elizabeth’in yüzüne karşı, dünyayı şok eden şu konuşmayı yaptı ve ödülü almadan salonu terk etti:
“Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde, sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler… İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı…
İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler. İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar… Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri, insan etinin üzerine inşa ettiler…
Kendilerini temizlemek içinse sanatçılarına fikir adamlarına, “sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini” yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı (petrol) için bizleri öldürdüler. Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler…
Her gelen gemiden kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı. İlk gelenler zulüm ettiler, arkadan gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hala işgale devam etmekteler. Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz. Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoru. Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz. Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz. Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz. Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır. Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur. İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!!” Sembene 1923’de doğdu, 2007’de öldü. Senegal sanat tarihinin en ünlü yazarı, senaristi ve yönetmenidir. Ancak onu ‘çok özel biri’ yapan şey, bu yeteneklerinden veya yazdığı God’s Bits of World (Tanrı’nın Dünya Zerreleri), Xala, Black Docker (Siyahi Liman İşçisi) gibi kitaplardan veya yönettiği onlarca filmden biri değil. Sadece bir tepki, bir protesto eylemi, onu olduğundan daha ünlü ve çok daha özel bir sanatçı yaptı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ousmane Sembene Kimdir?👇
Onur Ödülünü Reddettiği İddiası
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Farklı zaviyelerden bakan, değişik zıt görüşlere sahip insanların yazıları ve konuşmalarını okuyup dinleyen insanlar daha gerçekçi, daha ufku açık olur ve algıların kurbanı olmaz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Algı Operasyonu Yapma Gücüne Sahip Olanları İyice Tanımadan Kurban Olmaktan Kurtulamayız.👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 24/06/2023 Beyin – Bilinç – Evrim ve MEB’in Fen Bilimleri Kitapları Prof.Dr.Safa Saygılı
Milli Eğitim Bakanlığı fen bilimleri kitapları “evrimci bir bakış açısıyla” yazdırılıyor. Evrimci yazarlar, evrim varmış ve her şey Yaratıcı olmaksızın yaratılmış kabul ediyorlar. Varlıkların nasıl meydana geldiğini evrimciler açıklayamaz. İnsan beyni maddeden ibaret. Beyine baktığımızda; bir litre su, 110 gram protein, 150 gram yağ, 15 gram şeker ve 10 gram tuzdan oluştuğunu görüyoruz. Bilinç, bu madde değildir. Beyni meydana getiren maddelerin hiçbiri bilinci meydana getiremez ve açıklayamaz. Evrimciler beynin meydana gelişini ve bilinci izah edemezler.
İnsan beyni bir mühendislik şaheseridir. Çok az yer kaplar; özlü, sürekli değişir, kendini günceller, milyarlarca bilgiyi aynı anda işleyebilir, âdeta canlı bir bilgisayardır. Hiçbir bilgisayar canlı değildir. Hayat mucizedir. Maddenin beynimizde nasıl olup da canlandığını hiçbir evrimci izah edemez.
Beyindeki organizasyon müthiş ve oldukça şaşırtıcıdır. 100 milyar nöron arasında kargaşa olmadan gerçekleşen mükemmel düzen ve uyum vardır. Beynimizi kullanırken bu harika organizasyonu fark etmeyiz ama beyin denen bu muhteşem canlı bilgisayarı çocuk – büyük, yaşlı- genç herkes kullanır.
İnsan görür, işitir, sıcaklık- soğukluğu fark eder, hayal eder, düşünür, hisseder, fikir üretir, yürür, tehlikelere karşı tedbir alır, mutluluk veren şeyler karşısında sevinç duyar. Böylesine harika ve karmaşık aynı zamanda sistematik çalışan beynimiz nasıl meydana geldi? Beyin hücrelerine kim hayat veriyor?
Görmeyi, işitmeyi, hissetmeyi, anlamayı, kavramayı, düşünmeyi, fikir üretmeyi, hayal kurmayı, tehlikelere karşı tedbir almayı, düşündüklerini hayata geçirme becerisini kim öğretir? Beyindeki nöronlar bu becerileri nasıl öğrenirler? En önemlisi BİLİNÇ nedir?
100 milyar nörondan meydana gelen beynimiz 25 milyon ciltlik kitap bilgisine sahip, 2.5 trilyon kelimeyi barındırabilir. 100 trilyon bilgiyi muhafaza eder. Her saniye 1 katrilyon sinyal ve bağlantı gerçekleştirir. Dünyanın en hızlı bilgisayarı 10 üzeri 9 hızla işlem yapabilir; insan beyin 10 üzeri 15 hızla işlem yapar. (1) Bilgisayarı yapan mühendis var. Beyni yaratan yok mu? Nature dergisi yazarı John Maddox, Scientific American dergisine yazdığı makalede şöyle der: “Hiç kimse kararların nasıl alındığını veya hayal gücünün nasıl serbest bırakıldığını bilmiyor. Bilincin meydana gelişi ve tanımlaması da aynı derecede kafa karıştırıcıdır. Geçen yüz yılda nörobilimde kaydedilen göz alıcı başarılara rağmen beyindeki bilinçli işleyişleri (anlama, kavrama, anlatma, sezme yeteneğini) anlamaktan bundan yüz yıl öncesinde olduğu kadar uzağız.” (2) Gerald Schroeder, Tanrı’nın Saklı Yüzü isimli eserinde bilinç ile ilgili şunları söyler:
“İndirgemeci eğilimlerimizi bir tarafa bırakıp parçaların toplama eşit olamayacağının farkına varmamız gerekir. Bilinç de evrenimizin indirgenemez ögelerinden biridir. Bilinçli mistik değil, metafiziktir, yani fiziksel alanın dışındadır. (3) “Bilinç maddenin fizikî bir özelliği değil ve onun ötesinde bir şey” der Arizona Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Stuart Hameroff. Prof. Hameroff’un bilincin kuantum boyutunu şöyle anlatır: “Quantum fizikçisi olarak maneviyat ve bilinci ciddiye almak zorundayız. Maneviyattan ne anladığıma gelince şu üç şeyin altını çizmek isterim: Birincisi, canlılarla kâinatın bütünü arasında bir bağlantı var. Quantum bağlantı fenomeni dolayısıyla bu bağlantının mümkün olduğunu ortaya koydum. Parçacıkların (kuantlar) birbiri ile mekân ve zamanın normal sınırını aşan çok sıkı bağlantı kurma yeteneği var. İkincisi, zaman-mekân geometrisinin dayandığı temelde bizim irademize etki eden İlahi iradenin sevki veya evrensel bilgelik söz konusu. Üçüncü olarak, bedenimizin dışında ölümden sonra bilincin varlığını devam ettirme ihtimali söz konusu. Tefekkür iklimine dalmak gibi maneviyatın pratiği bize derinlere dalmaya ve platonik kuantum dünyasının bilgeliğine ve aydınlatıcılığına dalmaya izin veriyor. Her şeyin temeli; ister anlam ister madde olsun, Allah’a dayanıyor.”(4) En basit bilgisayarlar bile programlanarak çalışırlar. Düşünen, anlayan, hayal kuran, fikir üreten, bilgisayar yapan bilgisayar yoktur. Canlı bilgisayar icat edilemedi, bilgisayarlar bilinçli olamaz. Şüphesiz beynimizi programlayan, gözümüzü, elimizi, ayağımızı, kulağımızı, derimizi, kaslarımızı, kemiklerimizi yaratan EŞSİZ BİR YARATICI var.
Milli Eğitim Bakanlığı, fen bilimleri ders kitaplarını akla, bilime, inancımıza uygun olarak yazdırmalıdır. Maddenin nasıl var olduğunu, hayatın nasıl meydana geldiğini, bilincin nasıl oluştuğunu açıklayamayan tutarsız teorilerden vazgeçilmelidir.
KAYNAKLAR:
Tasarımın İhtişamı Evrimin Tutarsızlığı, Prof. Sefa Saygılı, s.120
Tasarımın İhtişamı Evrimin Tutarsızlığı, s.116
Tasarımın İhtişamı Evrimin Tutarsızlığı, s.117
Enlighten Next Dergisi, yaz ve sonbahar özel sayısı, Kasım 2010, s. 48, Frankfurt
NOT: Çıra Yayınları (Tel: 0 212 6359919) arasında çıkan, yüzlerce kaynağı tarayarak yazdığım Tasarımın İhtişamı Evrimin Tutarsızlığı kitabımı bütün okuyucularımıza özellikle MEB’e fen bilimleri kitapları yazan yazarlarımıza tavsiye ederim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A…Teşekkürler Dostum…Çok güzel bir makale ..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BİZ TÜRKÜZ…
Yahu biz Türk’üz. Ne diye orasından burasından çekiştirip duruyorsunuz? Yok değiştirilemez madde olmazmış, yok Türk değil Türkiyeli imiş filan. Biz Türk’üz kardeşim. Anamız Türk, babamız Türk. Dilimiz Türk, tarihimiz Türk. İktidardakiler ve ortakları! Ne diye orasından burasından çekiştiriyorsunuz? Muhalefettekiler! Ne diye susuyorsunuz?
Bir tek Ümit Özdağ mı konuşacak? Sadece Arslan Bulut mu yazacak? Arabı marabı ne diye dolduruyorsunuz ülkemize? Suriyeli gitsin, ülkesinde yaşasın! Orada güzel güzel Arapça da konuşur, Arap kızlarıyla da, Arap oğlanlarıyla da evlenir. Onlar muhacir, biz ensarmışız. En büyük bühtanı 622 yılının o şanlı muhacirlerine yapıyorsunuz. Onların içinde Hazreti Muhammed var, Ebubekir var, Ömer var. Hazreti Ali var. Şu kaçıp gelenleri onlara benzetmek en büyük bühtan değil mi? Hem onlar, başka dil konuşulan bir yere göç etmediler ki. Mekke’den Medine’ye göçmüşler, analarının dilini de konuşmaya devam etmişlerdi.
Yahu biz Türk’üz. Tarihimiz de, dilimiz de, şarkılarımız da, türkülerimiz de Türk. Şu Selanik türküsüne bakar mısınız? Selanik içinde sela okunur / Selanın sedası cana dokunur. Sedanın cana dokunması. Benim dilimde, Türk’ün dilinde yanık ve hüzünlü sesler cana dokunur, kalbi titretir. Bu türküyü söyleyen Selanikli de, Aydınlı da, Maraşlı da Türk’tür bre! Selanın sedası bre dostlar, cana dokunur / Gümüş kazma ile mezar kazılır / Aman ölüm, zalim ölüm, üç gün ara ver / Al başımdan bu sevdayı, götür yara ver. Bu türküyü söyleyenler Türk’tür bre dostlar! İktidardakiler ve ortakları! Andımızdan ne istediniz? Türk’üm, doğruyum, çalışkanım… Türk değil misiniz? Doğru değil misiniz? Çalışkan olmak istemiyor musunuz?
Üsküp’ü, Kosova’yı gezdim, Türk’ü gördüm. Azerbaycan’ı gezdim, Türk’ü gördüm. Türkmen’e, Özbek’e, Kazak’a, Kırgız’a, Uygur’a, Tatar’a… baktım, Türk’ü gördüm. Bakü’den döndüm, Azerbaycan Kültür Derneği ile Kırım Derneği’nin düzenlediği “Kuruluşunun 100. Yılında Cumhuriyet Şöleni”ne gittim. Karabağ, Can Karabağ’ı dinledim, Laleler’i dinledim; Kırım Cıyın (topluluk) grubunun rakslarını seyrettim. Çökertme’ye kulak saldım:
Gidelim, gidelim Halil’im Çökertme’ye varalım / Kolcular gelirse Halil’im, nerelere kaçalım / Teslim olmayalım Halil’im, aman kurşun sıkalım // Burası da Aspat değil Halil’im, aman Bitez Yalısı / Ciğerime ateş sardı telli kurşun yarası. Türküdeki kolcular memleketimin kolcularıydı. Şimdi Arap’ın, Afgan’ın, Pakistanlının insafına kaldık. Biz de Halil’e seslenip “nerelere kaçalım” mı diyeceğiz? Ya İbram Çavuş, onu kime emanet edeceğiz? Muğla da, Yozgat da, Rize de, Urfa da Türk’tür bre, Türk yurdudur. İktidardakiler ve ortakları! Anayasa manayasa, Türkiye vatandaşlığı filan… Türk’ün ülkesinde Türk’e meydan okumayı bırakın, biz Türk’üz bre!
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İslam’da ilk Hicret Medine’ye değil, Habeşistan’a olmuştur. Dilleri farklı olduğu gibi renkleri ve dinleri de farklı idi. Allah (cc) kavimleri, tanışmayı kolaylaştırmak için yarattı. Üstünlük sadece Allah’ın emir ve yasaklarına karşı samimiyet ve ihlasla bağlılıkla olur. Yeryüzü ve içindekilerin tamamı Allah’ın mülküdür. Onun mülkünde onun rızasına uygun yaşamayanların söz hakkı yoktur.
Osmanlı Cihan Devleti topraklarında yaşayanlar, Osmanlının yıkılışından sonra öksüz ve yetim kalmışlardır. İçlerinde birçokları dili unutmuş olsa da Türk asıllı insanlar vardır. Bilhassa Suriye, Irak, Ürdün ve Mısır’da bu Türk asıllı aileler etkin ve yaygındır.
Yakın tarihimizde Türkçülük yapanların çoğu Türk bile değildir. Ya Sabetayist veya Ermeni asıllı insanlar kafatası ırkçılığı yapmış, Türk milletini bölmeye çalışmışlardır. Bugünkü Kürtçülük belası bu çalışmaların sonucu bize miras kalmış; belimizi doğrultmamıza imkân vermemiştir. Bu yazıyı yazan kişi ne hicreti doğru anlamış, ne İslam’ı ne de Türkü doğru tanımıştır?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yazıyı yazanla iletişim imkânınız varsa benim yazdığım notu kendisine ulaştırmanızı arzu ederim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İnanın ya da inanmayın Kurban Bayramınız kutlu olsun. Sonuçta bayramdır, neşe ve mutluluğa vesiledir. Daha başka pek çok bayramlara, festivallere, karnavallara, kutlamalara sağlıkla, mutlulukla ulaşmanızı dilerim. İnanın bir cedleşme, çekişme yaratmak için yazmıyorum. Kendimce düşüncelerimi iletmek istedim. Keşke dinler kişisel bir alan olsaydı ama değildir. Din her zaman toplumsal bir olgudur. Bütün dinler öncelikle toplumu ikiye böler. İnananlar ve inanmayanlar olarak. İnananların kendi içlerinde ayrı bir hukuk ve ahlakı olur. İnanmayanlarla olan hukuku da ayrıdır. Misal meşhur on emirde yasaklananlar Yahudilere karşı yapılması yasaklanan fiillerdir. Öldürmeyecek lafı Yahudi’yi öldürmeyeceksindir. Çalmayacaksın lafı Yahudi’nin malını çalmayacaksındır ve bunun gibi. Museviliğin diğer kaynaklarında ise kâfirlere yönelik her türlü kötülük emredilir, teşvik edilir. Goyimin insan olarak hiçbir değeri yoktur.
İslamiyet’te de vaaz ediliş sırasına göre sondan ikinci, barış ve savaşla ilgili sonuncu sure olan Tevbe Suresi cihat emreder. Nesh edilmemiştir, hükmü genelde ve özelde hâlâ daha geçerlidir. Özel hükümleri Müslümanlar Medineye hicret ettiğinide imzalanmış olan Medine Sözleşmesini GEREKÇESİZ olarak bozmayı emreder. Hatta 7. ayette; “Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır(Ubeydiye Sözleşmesi) Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” denilerek ön alınır. Bu sureden çıkarılan genel hükümler ise kâfirler boyun eğerek cizye ödemeye razı olana, ya da Müslüman olana kadar sonsuza kadar savaşmayı emreder. Bu savaşın taktiklerini, yağmayı, ve üleşi ayrıntılı olarak tanzim eder.Bu sure hâlâ daha geçerlidir. Ve eğer bir gün intergalaktik uzay yolculuklarında Klingkonglu uzaylılarla karşılaşırsak, onlar için de geçerlidir. Tevbe Suresi hakkında arzu eden olursa sonradan çok daha uzun şekilde ayrıntılı yazabilirim.
Hile, desise, pusu savaşta geçerli taktiklerdir. Yalan, iftira, yalancı şahitlik, gibi genel geçer ahlaksızlıklar bu nedenle cihat sırasında normaldir.
Surenin zaten kendisi bir sözleşmeden gerekçesiz olarak çekilmeyi emrettiğinden sözünden caymak için de ciddi bir gerekçedir. Zayıfken takkiye, güçlüyken savaşmak esastır. Kâfirlerin ve kâfir devletin malını yağmalamak haktır helaldir. Kâfirlerin evli karısını, kızını cariye yapmak haktır, helaldir. Kâfir boyun eğmediyse katli haktır helaldir.
Ve zaten günümüzün dindar siyasileri de bu nedenle kolayca kamu malını yağmalamaktadır. Çünkü ülkede Dar-ül Harp ortamı vardır, devlet kâfirdir. Cemaatlerinin dışında kalan toplum da kâfirdir. Size söylemezler ama sizi öyle görürler. O nedenle kolayca yalan söylerler. Kolayca yalancı şahitlikler yaparlar. Kolayca iftira anlamını taşıyan iddianameler ve yargılamalar yapılır. Kasetler, ses kayıtları, fotoğraflarla itibar suikastı, şantaj yapmak doğaldır. Topluma karşı yalan söylemenin adı ALGI YÖNETİMİDİR.
Kâfir devlete vergi verilmez, ordusunda asker olunmaz. Vee zaten o kesimin insanları da böyle yapmaktadır. Vergi muafiyeti olan özel statülü dini vakıf ve derneklerin tanımlanmış olması kâfir devlete vergi verememek içindir. Paralı askerlik kâfir devlete asker olmamak içindir. Kamu ihalelerinden komisyon almak, rüşvet, irtikâp, zimmet, devleti zarara uğratmak, haksız kazanç temin etmek bu nedenle bu kesimden olan insanlar için haktır, helaldir.
Yüzyıllar boyunca yalnızca Hz. Muhammedin sağlığında değil, ondan sonra sahabe, hulefa-i raşidin, büyük İslam komutanları, emirleri, şahları, padişahları hep bu esaslar dâhilinde sürekli olarak fütuhat yapmıştır. Fütuhatların ideolojik amacı Allah rızasını kazanmaktır. Ancak, aynı zamanda Tevbe Suresinin emrettiği şekilde kâfirleri yağmalamak, köle ve cariye edinmektir. Bir düşünün, Mısıra çok fazla köle Türk genci getiriliyor, bunlardan ordular oluşturuluyor, bunlar o kadar çoklar ki, sonunda isyan ediyorlar. Ve Mısırda KÖLEMEN devleti kuruluyor. Osmanlı’da 1800’lerin sonuna kadar sürekli olarak köle pazarları var. Yalnızca zenciler değil, beyaz kadınlar cariye olarak satılıyor. Ve bu batıda, özellikle Balkanlarda Osmanlı’ya, Türkler karşı hâlâ daha yaşayan büyük nefret yaratıyor. Popüler Balkan sinamasında, edebiyatında, tiyatrosunda, hâlâ daha Osmanlı dönemi, devşirme sistemi, kadınların cariye olarak kaçırılması, dayılar nefret nesnesi olarak anlatılır.
Fatih Sultan Mehmet, Romayı feth etmeye karar verdiğinde iki büyük harekât başlatır. İlki Adriyatiğin en kuzeyinde Venediğe birkaç yüz kilometre mesafede Udin şehrinin kuşatılması. İkincisi de İtalya çizmesinin en güneyinde Otrantı kalesinin kuşatılması. Her iki kale de düştüğünde şehir sakinlerine iki seçenek sunulur. Ya Müslüman olacaklar, ya da katledilecekler. Her iki şehirden de birkaç yüz aile Müslüman olmayı reddetmiştir. Bunlar katledilmiştir. Papalık bunları sonradan aziz ilan etmiştir. Şehirler tekrar geri alındığında bu azizler için kiliseler ve anıtlar yapılmıştır. Bugün dahi bu şehirlere turist olarak gittinizde bu kiliseleri görebilirisiniz. Fatih Sultan Mehmet de İstanbul’u feth ettiğinde üç gün süreyle yağmaya müsaade etmiştir. Birkaç gün içinde şehirdeki mülkiyet sistemi tamamen değişmiştir. Köle ya da cariye olarak tutulmaktan kaçınmak için şehrin önemli bir nüfusu, Galata’da sur içine kaçmış ve saklanmıştır. Batılı kaynaklar bu dönemi de büyük bir nefretle anlatırlar. İslam âleminde hemen her yerde, her dönemde kâfirlere ait kaleler, şehirler fethedildiğinde bu böyle olmuştur. Sezarın hakkı Sezara lafından dolayı Hristiyanlık hariç bütün İbrani kökenli dinler ve mezheplerde dinin önerdiği bir hukuk ve devlet nizamı vardır. Özellikle İslam asla kişisel bir din değildir.
İslam otoritelerinin büyük ittifakla belirttiği şekilde, İslam yepyeni bir ahlak getirmiştir, yeni bir devlet nizamı, yeni bir ekonomi, yeni bir bilim, tarih boyunca üretilmiş bütün medeniyet değerlerinden üstün yeni bir medeniyete getirmiştir. Özelde İslam dört temel eşitsizliği tahkim ve tanzim eder.
1) Köleler ve özgür bireyler asla eşit olamaz.
2) Müslümanlar ile kâfirler asla eşit olamaz.
3) Kadınlar ile erkekler yaşamın hiçbir alanında asla eşit olamazlar.
4) Müslümanlarda kendi aralarında iman, ibadet açısından, yani takva açısından asla eşit değildirler.
Hal böyle olunca İslam’ın önerdiği devlet nizamında yani şeriat nizamında devlet bütün bir toplumu yukarıdaki dört temel eşitsizlik açısından denetler.
İslam şeriatının olduğu her ülkede insanların namazları, oruçları ve gündelik yaşamı dini esaslar açısından devlet eliyle denetlenir. Yaptırımlar vardır. Küfür, kâfirlik bir suçtur. Genel geçer dini normlara karşı düşen her türden söz suçtur.
İSLAMİYET’DE TEKFİR ETMEK EN KOLAY İŞTİR.
Tarih şahittir, tarih boyunca İslam devletlerinde her zaman birileri tekfir edilmiştir. Ben Müslümanım nasıl olsa, bana bir şey olmaz diye düşünebilirsiniz. Ancak, birilerinin sizi iman, ibadet açısından değerlendireceğini asla unutmayın. Çok kolay bir şekilde Müslüman olduğunuz halde tekfir edilebilirsiniz. Nitekim tarih boyunca ve şimdi ben Müslümanım diyen milletler arasında pek çok mezhep savaşı yaşanmıştır. Günümüzde Ortadoğu bataklığında biz Türk devleti olarak sünni ittifaklar içinde yer aldığımızdan, Nusayriler, Aleviler ve Şiiler ile doğal olarak düşman olduk. Misal Yavuz Sultan Selim döneminde yapılan Alevi Türkmen katliamlarını yüceltmek için adı boğaz köprüsüne verilmiştir. Misal aslında bir Hırvat devşirmesi olan ve ömrü boyunca, hatta yaşlılığında tahtravan üzerinde Alevi Türkmen katliamı yapmış olan Kuyucu Murat Paşa’nın adı Antalya’da bir ilçeye verilmiştir. Murat Paşa ilçesi ve bu işler hâlâ daha yürek acıtmakta, toplumun bir bölümünü yaralamaya devam etmektedir.
İslam âleminin de, tıpkı Hristiyanlarda olduğu gibi önce protestanlaşması, yani dinini millileştirmesi, sonra laikleşmesi ve sekülerleşmesi, dinin bir devlet nizamı, gündelik yaşamı düzenlemekte bir mehaz olmaktan çıkarılması yani Rönesans olumlu bir iştir.
Son söz: Din asla kişisel bir iş değildir. Özelde İslamiyet kesinlikle bir devlet nizamıdır. Din asla birlik ve beraberlik sağlamaya yaramaz. Din her zaman böler.
Kürşat Kadir CANLI
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kurban bayramımız sizler, bizler ve bütün Müslümanlar için hayırlara vesile olsun.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam Allah razı olsun…Sizlerinde inşallah..(Yukarıdaki ileti beni rahatsız etti…O kişiye cevap vermem gerek…O nedenle sizinle paylaştım ..Kusura bakmayın…)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıda doğrularla yanlışlar karma edilmiş, harmanlanmış; böylece kendi bakışına malzeme oluşturmaya çalışılmış. Hz.Adem Aleyhisselam’dan Hz.Muhammed’e kadar bütün dinler, Allah’ın toplum düzeni için ihtiyaç olan, itikat, ahlak ve muamelat esaslarını düzenlemek üzere, elçileri olan Peygamberler kanalı ile gönderdiği dinlerdir. Bu dinlerin esasında birbiri ile çelişen, tenakuz oluşturan hiç bir şey yoktur; olamaz. İnsanların işine elvermediği, çıkarlarına uygun bulmadığı bölümleri tahrif etmesi, bozması, gelişen şartlar, terakkinin oluşturduğu ihtiyaçları karşılamak üzere Allah (cc) vakti geldiğinde dinini yenilemiş, tahrif edilen bölümleri tashih etmiştir.
Tek menba ve kaynaktan gelen ilahi sistemin sonuncusu olan İslam’da, önceki dinlerden kopukluk olmaması doğal ilahi seyrin gereğidir. Kur’an’ı Kerim, ilmi terakki ile keşfedilmeyi bekleyen sırlar ve incelikler ihtiva etmesi sebebi ile kıyamete kadar ihtiyaçları karşılayacak özellikleri olan ilahi bir kitaptır. Kendi anlayış ve bakışımızdaki zafiyet ve noksanlıkları ilahi sistem ve Kur’an’a mal etmeye çalışmak, kifayetsizlik ve çapsızlığımıza delalet eder. Böyle olmasaydı ilim adamlığı müsellem olan âlimler bu hususları gündeme getirmekte ittifak etmeleri gerekirdi.
Kur’anı Kerim’den kaynak gösterirken, ayet numarası zikretmek yetmez; önce süre adını zikredip sonra ayet numarasını zikretmek gerekir; yazının yazarı bu basit gerçekleri dahi bilemeyecek acziyet sergilediği için söyledikleri, söylemeye muktedir olmadığı hususlardır. Muhalefet edip itham etmekle dikkat çekip, ciddiye alınacağını zannetmek cahillerin ve ahmakların hevesidir; gerçekleşmez. Tam aksine kendini küçük düşürmüş olur.
Dünyanın seçkin ilim adamların görüp takdir ettiği gerçekleri, kendini ve haddini bilmezlerin inkâr etmeye çalışması üzerine durmaya değer bir husus değildir; olmamalı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler… Selâm ve sevgiler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: FEVZİ ÇAKMAK VE KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ’NİN BÜYÜK SIRRI
“FETÖ’nün Beyaz Türkler yani Sabetay tarafından kurulup işletildiğini yazdığım yazı, çok büyük ilgi gördü. Meseleyi delilleriyle ortaya koyunca, kimsenin diyecek kelamı kalmadı. Yazım üzerine AK Parti’nin önemli isimleri de aradı. Meslektaşlardan da arayanlar oldu.
Böylece FETÖ’nün ne olduğuna yönelik fotoğraf net olarak ortaya çıktı. Yazıklar olsun o tabandaki FETÖ’cülere ki hala bu adama peygamber gibi inanıyorlar. Ne yapalım. Herkes kendi yolunu seçen, o seçtiği yol nereye götürürse oraya gider. Bazı arkadaşlar FETÖ’nün Sabetaycılar tarafından kurulmasına çok şaşırmış. Oysa şaşıracak bir şey yok. FETÖ Sabetaycıların kurduğu ilk cemaat değil, muhtemelen son da olmayacak. Bugün size FETÖ’den önceki Sabetay cemaatini anlatacağım. Şeyh Küçük Hüseyin Efendi denilince; yenilerin aklına Üzeyir Garih eskilerin de aklına Fevzi çakmak gelir.
Musevi İşadamı Üzeyir Garih, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi Türbesi’nde bıçaklanarak öldürüldüğünde hepimiz şok olduk. Musevi bir işadamının bir İslami cemaatin şeyhinin türbesinde ne işi vardı?
O şeyhin ayakucunda da Atatürk’ün en önemli adamlarından Fevzi Çakmak’ta vardı. Küçük Hüseyin, Fevzi Çakmak ve Üzeyir Garih. Fevzi Çakmak’ın baba tarafından dedesi Hacı Derviş Hüseyin ve anne tarafından dedesi Hoca Bekir Efendi Limni Adasında yaşıyordu.‘HACI-HOCA’ya dikkat ettiniz sanırım.
1876’da doğan Fevzi Çakmak; Atatürk’ten sonraki ikinci ve son mareşaliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk genelkurmay başkanıdır. Fevzi Çakmak Atatürk’ün A takımı içerisinde en İslamcı kişi olarak tanındı ve muhafazakâr çevreler tarafından sevilip sayıldı. 1950 yılında öldü. Fevzi Çakmak öldüğünde gazeteler yas için siyah başlıklarla çıktı. TRT radyosu ise yas yerine müzik yayını yaptı. Halk, bilhassa Irak ve Suriye radyoları matem marşları çalarak, acılarını paylaştıkları halde Türk radyosunun ilgisiz kalmasına kızıyordu.
Çakmak’ı seven muhafazakâr ve milletçi gençler olay çıkardı. Radyoevinin önünde gençlerle polis arasında çatışmalar oldu. Taksim Gazinosu ve birçok sinemaların camları kırıldı. Şehir Tiyatrosu zorla kapatıldı. Olaylar cenaze merasimi sırasında da sürdü. Yüzlerce kişi tutuklandı. Fevzi Çakmak’ın cenazesi Eyüp Sultan Mezarlığı’nda Küçük Hüseyin Efendi dergâhı türbesine defnedildi. Hükümet cenazeni Anıtkabir’de devlet mezarlığı açılınca oraya nakledilmek istedi ancak ailesi buna razı olmadı.
Fevzi Çakmak, cenazesinin Şeyhi Küçük Hüseyin’in ayak uçuna defnedilmesini vasiyet etmişti. Yine anlaşıldı ki Fevzi Çakmak Küçük Hüseyin’in müritlerinden birisiydi. İrili ufaklı bütün cemaatlerin doğrandığı, tekkelerin kapatıldığı ve şeyhlerin asıldığı bir dönemde, Küçük Hüseyin ve cemaati nasıl ayakta kaldı? Atatürk’tün en yakın ismi Genelkurmay Başkanı Çakmak, bu şeyhe nasıl mürit oldu ve görevine nasıl devam edebildi? Sorular, sorular, sorular.
PEKİ, BU KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ KİM?
Küçük Hüseyin Efendi 1828 yılında Ankara’da doğdu ve 1930 yılında, 102 yaşında öldü. 120 santimetre boyunda, zayıf cüsseliydi. Sol yanağında beni vardı. Sakalı seyrek, siyah beyaz karışımıydı. Elleri, ayakları da ufaktı. Hiç hacca gitmemesi şüphe oluşturunca, bir başkasını kendi yerine bedel olarak hacca gönderdi.
Küçük Hüseyin Efendi’nin arkadaşları; 1859’da Sultan Abdülmecid hana suikast girişimde bulunan 41 kişinin arasında yer aldı. Çoğu yakalanıp Kıbrıs ve midilli adasına sürgün edildiler. Bir tek Küçük Hüseyin bu işten sıyrıldı. Küçük Hüseyin Efendi Yahudilerle çok içli dışlı idi. Yahudi, Hıristiyan veya başka kimseleri tenkitte bulunmayın. Onları kötülemeyin derdi. (Fetullah Gülen gibi) Dişlerinden rahatsız olan Hüseyin Efendi, kendisine bir Musevi diş hekimi bulunmasını istedi. Müritleri, Yahudi olan Ezra Garih’e götürdü. Ezra Garih, Küçük Hüseyin’in türbesinde öldürülen Üzeyir Garih ’in babasıydı. Ezra Garih daha sonra Küçük Hüseyin’e mürit oldu. Üzeyir Garih bu yüzden babasının şeyhi olan Küçük Hüseyin’in türbesini düzenli olarak ziyaret ederdi ve bakımını yaptırırdı. Anlayacağınız; Küçük Hüseyin Efendi de Beyaz Türklerden yani ‘SABETAY’dı. Hepinizin anladığı gibi Fevzi Çakmak’ta bir Sabetaydı. O yüzden başına bir şey gelmedi.Fevzi Çakmak öldükten sonra eşi Caddebostan’daki sarayı andıran malikânelerini Yahudilere verdi. O malikâne daha sonra Sinagog yapıldı. Caddebostan’da bulunan Bet-El Sinagogu, Fevzi Çakmak’ın sarayı idi. Küçük Hüseyin Efendi’nin müritlerinin tamamına yakını Mason ve Sabetay isimlerden oluşuyordu. Aralarında dönemin en ünlü isimleri vardı. Eski Başbakan, Atatürk’ün en yakını olan Hüseyin Rauf Orbay, Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, Eski Washington Büyükelçisi Münir Ertegün, Eski Adalet ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanı Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, Eski Atina Büyükelçisi Enis Akaygen, Eski Müzeler Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak. İlk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Atatürk’ün doktoru Prof. Dr. Mim Kemal Öke. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun Eski Başbakan Suat Hayri Ürgüplü Şeyhülislam Hayri Efendi Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci’nin babası) İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın babası Mehmet Emin Paşa, Koç holding den Can Kıraç’ın eşi İnci Kıraç Küçük Hüseyin Efendi’nin torunudur. (Sevgi Koç) sonradan (Gönül soyadı) Küçük Hüseyin Efendi’nin torunlarından Sabiha Hanım’ın akrabasıdır. (Medyamit) Mason ve Sabetayistlerin bolca olduğu bir liste uzar gider… Arusiler’in ve Mason-Yahudi güdümlü İttihat ve Terakkinin Şeyhi olan Küçük Hüseyin Efendi’nin ilk hocası Feyzullah Efendi sürgün edilmiş bir darbecidir. Sonraki şeyhi ise Şeyh Cevdet Efendi’dir ve Şeyh Cevdet Efendi Selanik asıllı Sabataist bir YAHUDİ DÖNMESİDİR. (Kaynak: HÜSEYİN VASSAF: SEFİNE-İ EVLİYA:2.CİLT SHF.334 de bakabilir.)
Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesinde öldürüldüğünde; Bazı saf yazarlar Garih ‘in gizli Müslüman olduğunu iddia etti. Gerçek şu ki; Küçük Hüseyin ve Fevzi Çakmak Sabetaydı ve Garih de bir Yahudi idi. Dolayısıyla olağan dışı bir durum yoktu. Zaten Eyüp Sultan mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesine gidenler, tuhaflığı anında fark ediyor. Türbe tam olarak kıbleye bakmıyor.
Türbe İsrail yıldızı (Davut yıldızı) gibi 6 köşeli. Küçük Hüseyin Efendi sözde çok büyük bir İslam âlimi ve şeyh olmasına rağmen türbesinde tek kelime Arapça bir yazı bulunmuyor. Türbenin herhangi bir yerinde; Ayet ve Besmele yok. Mezarda Türkçe yazılmış ismi var ve yine her Müslüman mezarında bulunan ‘Ruhuna Fatiha’ ibaresi de bulunmuyor. Bırakın Arapçası, Türkçesi de yok. Kısaca Müslüman mezarlığında bir yabancı. Sabetaycılar kendi din adamlarını İslami tarikatlar içinde yetiştirdiler. Adam hahamdır, ama dışarıdan baktığınız zaman Melamilik, Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatları içinde yetişmiş din adamı gibi görünür. Bir örnek olarak, Selanik’teki Şemsi Efendi Okulu’nun kurucusu hahamdı.
Haham olduğu cemaat içinde belgelenmiştir. Şemsi Efendi deyince aklıma bir şey geldi. Soner Yalçın Sabetayları anlatan ‘EFENDİ’ bir kitap yazmıştı. O kitabında uzun uzun bütün Sabetaycıların isimlerinin sonuna ‘Efendi’ unvanı aldıklarını yazmıştı. Malum şahıs için de biliyorsunuz ‘Hocaefendi’ diyorlar. Buradaki ‘Efendi’ de sanırım Sabetay olduğunun şifresi. Buraya nereden geldik? Beyaz Türklerin FETÖ’yü nasıl kurduklarını anlatmıştık. FETÖ Sabetayların ilk kurup işlettikleri cemaat değildi. Birisi de Küçük Hüseyin’in cemaati idi. Küçük Hüseyin’in ömrünün yetmediği işi Fetullah Gülen devraldı. Gülen hala gözü açılmayan FETÖ’cüleri büyük bir hızla Cehenneme götürüyor. Ölüm uykusuna giren FETÖ’cüler ise cennete gittiklerini sanıyor. Ne büyük bir gaflet, ne büyük bir dalalet ne büyük bir felaket ve ne çirkin bir akıbet. Kazım Karabekir bir kitabında;
“Erzurum’da yakaladığımız Müslüman olmuş Rus casusunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hâllerine bakıp da hatıratıma şunu kaydetmiştim:
Ey Türkoğlu! Sen pek sâfsın, seni herkes aldattı!
Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı!” diye yazmış..
HÂLÂ DA ATLATMAYA DEVAM EDİYOR..” Cemalettin Gün… Ve Mustafa Gök’ten den Alıntı https://chat.whatsapp.com/CsAjonYZrYNIADjIU0VpIn
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: [1/1 11:01] Haluk Öztürk: OSMANLI ve TÜRKLER
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı. Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz… Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler….
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir. (1517) ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler. İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur. Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır… İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru everilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar. Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir. (Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm !” “Türkmen’im !” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.) Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur… 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur. Yine bu dönem, Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir. 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…) Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir…
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar… Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar… Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad Türkmanlar” denir…
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır.) Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve Alevilik bu politikalar sonucu gelişir ve büyür. Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir. Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler… Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar… (Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
11 Eylül 1683, Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır; 1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir ‘’Türk imparatorluğu’’ Osmanlı varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?!… (Osmanlı bu dönem; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.) Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin; İslam’ı İslam değil miydi? Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu…
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir. Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!” İşte bu yüzden, ‘’Arap sevici ve mezhepçi”, saltanatçı değil, Cumhuriyetçiyiz, Türküz, Türkçüyüz… *Ne Mutlu Türküm diyene..*
Gurbuz Arıburnu: Yeni yılımızın ilk gününden Ümmet miyiz Yoksa Türk mu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gömleğin İlk düğmesini yanlış bağlayan kişinin, sonrasında düzgün ve düzenli bir sonuca ulaşma imkânı kalmaz.
Mensup olduğumuz kavimleri seçme imkânımız olmadığı ve olamayacağına göre, kavmimizi üstünlük vesilesi görmek, Allah’ın adaletsiz davrandığı iddiasına mesnet oluşturur ve siyonist yahudi zihniyetini taklit etme anlamına gelir. Oysa Allah (cc) Kur’anı Kerim, Hucurat süresi 13. Ayetinde:
*“Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havva’dan) yarattık. Hem de sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız, (kim olduğunuz sorulunca, bağlı bulunduğunuz soy veya kavmin adını söyleyesiniz). Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır. (İyilik ve üstünlük, şeref, soy ve neseble değildir). Şüphe yok ki Allah Alîm’dir = her şeyi bilendir, Habîr’dir = her şeyden haberdardır.”* buyurmaktadır. Osmanlı, Hilafeti silah zoru ile teslim aldı iddiası dayanaktan yoksun, ciddi olmayan hilafı hakikat bir iddiadır. Tarih bilmezlikten kaynaklanmıyorsa *hinlikten* kaynaklanıyor demektir.
*“Ne mutlu Türküm diyene”* ifadesi Türk dili açısından, hasret ve özlem ifade eden, hatalı bir ifade olup, Türklüğünden emin olanın kullanma gereği duymaması gereken bir ifadedir. *Ne mutlu Müslümanım denmesi bile hatalı bir ifade olur.* Müslüman olan bir kişi, *ne mutlu Müslümanım diyene* demez, elhamdülillah Müslümanım der; demelidir.
Türk olan da *ne mutlu Türküm diyene* demez. Derse, Türk olmadığını ima etmiş olur. Elhamdülillah biz Türk’üz; Türklüğümüzden de şüphemiz yoktur. Ama Türkçülük de yapmayız; çünkü bunu dinimiz İslam yasaklamıştır. Türkçülük davası güdenlerin çoğunun, dikkat ve itina ile incelendiği zaman, Türk olmadığını görürsünüz. Türk kavminden olmayan birinin Türkçülük yapması manidar değil midir?
Arap İslam’ı, Türk İslam’ı diye bir ifade, İslam’ı bilmeyen veya art niyetli kişilerin kullanabileceği cahilane bir ifadedir. Tek İslam vardır; onu samimi yaşayanlar, yaşamakta eksiklik ve hatası olanlar olabilir. Bu Arap için de acem için de geçerli olan bir durum, bir vakıadır. Peygamberimiz ve Onun arkadaşları, İslam’ı en güzel şekilde yaşayanlar olup kahir ekseriyeti Arap değil midir?
Azerbaycan ve İran Türkleri, aynı soydan, aynı dinden ve aynı mezhepten olmalarına rağmen, ihtilaf yaşamalarını kim nasıl izah edebilir? Bunun sebebini kavim, din veya mezheple izah edebilir miyiz? Birazcık bilgi birikim ve feraset sahibi olanların, bu ihtilafın arkasında, siyasi ve idari sebepler olduğunu görmesi gerekmez mi?
İslam’a olan düşmanlığını açıkça ortaya koyma cesaret ve mertliğini gösteremeyen, farklı emelleri sebebi ile içindeki kin ve gayzı kendine göre farklı ifadelerle sergileyen kişiler, uydurdukları din anlayışı ile sadece kendilerini kandırabilirler. İslam’ın sahibi, elçisi, onun nasıl anlaşılıp yaşanacağını ortaya koymakla kalmamış, yaşayarak yaşatarak canlı örneğini de bizlere göstermiştir. Kimsenin tevil ve zırvasına ihtiyaç yoktur.
Hz. Muhammed (sav) sadece Allah’ın (cc) elçisi değil aynı zamanda kurduğu devletin başkanı idi. Peygamberlik sıfatının vekili olamayacağı için, İslam Halife’si, Peygamberin devlet Başkanlığı sıfatının vekilidir. İslam, ümmetinin birliğini sağlar; gücünü temsil eder. Papalık düşmanlığı yapan bir Hristiyan, hatta bir dinsiz duydunuz mu? Hilafet düşmanlığının arkasında İngiliz plan ve projesi vardır. Papalığı muhafaza edip Avrupa birliğini oluşturmak için çırpınanlar bize ayrımcılığı, Arap-Türk çekişmesi veya sürtüşmesini telkin etmeleri normal kabul edilebilir mi?
Arşivlerdeki bilgi-belgeleri inceleme fırsatı bulanlar bunu açık ve net görme imkânı varken, bilgi-belge ve akıl fukarası kişiler, Türk milletine İngiliz emellerini, saptırıcı bir anlayışla, dayatmaya çalışmasının modası geçtiğini, imkânı kalmadığını göremeyecek kadar zavallı duruma düşüyorlar.
Yazıdaki saptırıcı ve hatalı anlayış bir yana, içindeki maddi hataları düzeltmek için bile küçük bir risale yazmayı gerektirecek kadar uzun izah gerektiren bu iddialar, üzerinde durmaya değmez denecek derecede seviyesiz, çapsız, çürümüş, çürütülmüş iddialardır. İsimleri zikredilen değerlerimizin söylediği bir cümleyi seçip alarak, bütün içindeki yerini dikkate almadan ve bağlamından kopartarak çarpıtmak, cehaletten kaynaklanmıyorsa, art niyetli bir fiil ve yorumdur. Çünkü bu görüşler 120 yıldan beri temcit plavı gibi tekrarlanıp duran ittihatçı zihniyetin görüş ve düşünceleridir. İttihatçıların çoğunun mason olduğunu, *masonların üstadı azamı,* bilgi ve belgeye dayanarak söylüyor. Masonluğun ne demek olduğunu bilmeyen varsa, uzmanlarının açık kaynaklarda sergilediği bilgi ve belgelere bakabilir. Cevat Rıfat Atilhan’ın kitapları bu kaynaklardan sadece biridir.
Merhum Cevat Rıfat Atilhan’ı ve eserlerini tanımak için:👇
(https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Cevat_Rıfat_Atilhan)
İttihatçıların Masonluğu için de👇
İlk Defa, Resmi Yetkilisinden, İtiraf Kabul Edilebilecek Çok Önemli Açıklamaları Dinleme Fırsatı.👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya:: S .A… Değerli Kardeşim, kıymetli açıklamalarınız için çok teşekkür ederim.. Daha sonra Size kendi düşünce ve değerlendirmelerimi ileteceğim… Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İŞGAL VE ŞİDDET.
■BOP çok yol aldı. Ülkemiz BOP’ne göre bölünecek 22 ülkeden biriydi.
■Türkiye’ye Irak, Suriye, Libya gibi açıktan saldıramadılar.
■Önce işbirlikçi bir iktidar buldular. İşbirlikçi ortakları için baston görevi yapan muhalefeti de oluşturdular.
■Cemaat görünümlü ajanlarını ülkemizin sinir ucu görevi yapan kurumlarına, yargıya, emniyete, orduya, milli eğitime yerleştirdiler.
■Ergenekon, Balyoz ve türevi davalar Türkiye Cumhuriyeti Devletini dönüştürmek için kurgulandı.
■ABD’nin hedef ülkelerde gerçekleştirdiği Turuncu Darbe, bizde kurgulanmış davalar üzerinden gerçekleştirildi.
■Bu gerçeği hala dillendiren yok.
■15 Temmuz oyunuyla rejim değiştirildi. Küresel şebeke başarmıştı. Yargıyı bitirmiş, Orduyu parçalara ayırmış, bütün gücün tek kişide toplanmasını sağlamışlardı.
■Egemenlik milletten alınıp kaçak saraya verildi.
■Hiçbir direnç noktası kalmadığına göre, Türkiye üzerindeki emellerine kolay ulaşacaklardı(!)..
■ACABA(!)?
9 Milyon Suriyeli Türkiye’ye sürülerek yumuşak işgal sağlandı.
■Sınır mayınları bu proje için temizlendi. Sınıra mayın temizleme kılıfıyla İsraillileri yerleştireceklerdi.
■O dönem gösterilen direnç nedeniyle başaramadılar.
■Kendi askerlerimiz mayınları temizledi. Kayıplar verdik.
■Ardından Suriyeliler geldi. Hepsi ipsiz sapsız üremek dışında hiçbir işe yaramayan cinsten bir güruh.
■Sonra ABD ile birlikte Doğu sınırımızdaki mayınlar temizlendi.
■Afgan göçüne hazırlandı…
■Afganistan’dan gelen genç erkekler ABD’nin birlikte çalıştığı Afganlılardı.
■Ailelerine ABD maaş ödüyordu. Şimdi Pakistanlılar geliyor…
■Afrika’nın en uç noktasındaki ülkelerden yığınla insanlar geldi.
■Antalya bölgesinde yapılan satışlarda 100 satış varsa 90’ı yabancı.
■Tek dünya devleti için ulus devletlerin harcının kırılması lazım. Harç kırılınca giderek kuma döner, ufalanırsınız. Direnç biter. Av olursunuz.
■AKP Misyonerliği serbest bıraktı.
■AB ülkelerinden başlayıp ABD’liden, Kore’liye kadar misyonerler bütün ülkeye dağıldı.
■Ülke ev kiliselerle doldu. ,
■Üzgünüm, Müslüman sandıklarınız Lawrence’nin mirasçıları çıktı.
■Türk Milleti’nin ölüm fermanını yazanlar, Dürrizade’nin ruh ikizi çıktı.
■Vatan kavramının en yüksek olduğu yerler köylerdir.
■Vatan toprağını işleyen çiftçi toprağın kıymetini bilir. Bizi Kurtuluş Savaşında köylü olmak kurtardı.
■Emperyalizmin işbirlikçileri bu ayağı yok etmek için tarım ve hayvancılığı bitirdi.
■Anadolu gibi yüzlerce endemik türe ev sahipliği yapan Türkiye’de yerli tohum yasaklandı.
■Vahşi bir Vandallıkla, hainlikle Anadolu Toprakları’nın rahmi söküldü. Doğurganlığı bitti.
■Türk Milleti’nin direncini kırmak için Türkler borçlandırıldı.
■Yönetimden ve paradan el çektirildi.
■Borç batağına sürüklendi.
■Üstelik ayrıcalıklı bir sınıf yaratarak bu sınıfın çocuklarını askerlikten kurtardılar.
■Anadolu’nun yoksul çocuklarının yoksulluklarını kullanarak paralı asker yaptılar.
■Şimdi her gün bu çocuklarımızın şehit haberini alıyoruz. Alıştırdılar. Kimse umursamıyor. Tıpkı Osmanlı’nın Yemen, Kafkaslar, Arap çöllerinde ölüme yolladığı Anadolu çocukları gibi… Bizim çocuklarımız ölüme yollanırken, kendi çocukları milyonlarına milyon katıyor.
■Suriyeli Geçici sığınmacılar Projesi
Bunlar sığınmacı falan değil! ABD derin devleti ile yapıldığı anlaşılan gizli bir anlaşmanın uygulamaya konmasıdır!
■Suriyeliler gelmedi. Türkiye’ye kovalandı. Vaatler verildi. Onlar geçici sığınmacı olsaydı, bu kadar saldırgan olabilirler miydi?
■Kilis’te, İstanbul’un göbeğinde Türkçe konuşun” diyenlere, Suriyeli hastaya
Türkçe konuş diyen doktora;
“Siz Arapça konuşun” diyebilirler miydi? ■Slahlarıyla İstanbul’un göbeğinde poz verebilir miydi?
■Belli ki özel sözler verilmiş. Belli ki kuracağız dedikleri Astrika Devletinin dili Arapça olacak açıklaması Suriyeli Emperyalist lejyonerlere de fısıldanmış. Belli ki dönüşüm için görev de verilmiş.
■İşte o söz ve göreve güvenerek Türk Milletini aşağılayacak kadar cesur olabiliyorlar.
■Kilis’ten bir dostla konuştum. Bana dedi ki;
“Kilis artık bizim değil. Azınlık kaldık. Kilis esnafı, vergiye tabi olmayan Suriyeli esnafa yenildi.
■Tek tek kapandılar. Burada artık ticaret Suriyelilerin eline geçti.
■Kilis eğitimde iller arasında 4. Olmuştu. Şimdi eğitim kalitesi sıfırlandı.
■Okullar Arap Okulu oldu.
■Çocuklarımız eğitim alamıyor.
■Suriyeli gençler 30’lu, 40’lı gruplar halinde geziyor.
■Kilisliler kızlarını, eşlerini eve kapattı. Dışarı çıkmaya, çıkarmaya korkuyorlar.”
■İşte size açık bir ihanet tablosu…
■Bu mandacı kafalar, bilerek, isteyerek ülkemizi işgal ettirdiler.
■Basının satılık kalemleri, lejyoner askerleri, Türk düşmanı devşirmeler bu işgale karşı çıkanları “faşist” olmakla suçlayıp, bastırmaya çalışıyor.
■Mütareke basını, devşirilmiş kalemler görevini yapıyor.
■Türk düşmanlıklarını, yani faşist duygularını “hümanist” ayaklarıyla kapatmaya çalışıyorlar.
■Bunlar Turuncu Darbenin kiralık askerleri, küresel çetenin lejyoner kalemleridir!. Emperyalizmin, Siyonizm’in alanlarıdır. Sakın susmayın!. Düşmana asker olan hainlerin karşısına gururla dikilin!.
■Tükürülecek suratı olanları bir varlık yerine koymayın! Küçümseyerek bakın suratlarına ki zaten çok küçükler!
■Türk Milleti’nin düşmanı benim de düşmanımdır! Üstelik açık düşmandan bin beter, yaşadığı ülkeyi emperyalizme pazarlayan aşağılık kimliklerdir.
■Bu ülkede paralı paramiler oluşumlar yeşillik olsun diye kurulmadı.
■Kurmayı planladıkları, Türk’ü Anadolu’da yok edecek “Anadolu İslam Federe Devleti’ni ilan ederken bir dirençle karşılaşırlarsa, kullanacakları silahlı paralel yapılardır.
■1915 öncesi, Türkler yoksul ve cahil bırakılmıştı.
■Ağır vergiler altında inleyen bir Anadolu halkı vardı.
■Parası yoktu, yönetimde söz sahibi değildi. Savaştan savaşa sürülen, insan ambarı olarak kullanılırdı.
■Anadolu’da Türkler kıyıma varan şekilde erkeksizleşiyordu.
■Para ve silah azınlıkların elindeydi.
■Emperyalist ülkeler Gragoryan olan Ermenilerin dinini üçe böldü.
■Dini inanışları bölünen Ermenilerin birçoğunu emperyalist hesapları için kullandılar.
■İngiliz, Fransız, Rus lejyonerliğine soyunan Ermeniler, silahsız ve erkeksiz, kadın-çocuk ve yaşlı erkeklerin olduğu köylere saldırdı.
■Kadın, çocuk… Hepsini samanlıklara doldurup yaktı.
■Canlı canlı kuyulara doldurdu.
■Tecavüz sıradan olaylardı.
■Yabancı bütün kaynaklarda bu kayıtlar var.
■Vahşetin boyutunu anlamak isteyen Karabağ Soy kırımına baksın.
■Doktor olduğunu söyleyen aşağılık bir yaratık, bir Türk çocuğunun derisini canlı canlı yüzüp, kaç dakika yaşadığına bakmış.
■Bu vahşet Rus ordusuna dayanarak yapıldı.
■O Rusya utanmadan “sözde soykırımı” meclisinden geçirdi.
■Gülerek ölmek sözünün ne anlama geldiğini biliyor musunuz?
■Lejyoner Ermenilerin el ve ayaklarından canlı canlı çivileyip güneşin altına koyduğu Türklerin ölürken yüzünün güler gibi gerilmesinden dolayı söylenmiştir.
■Emperyalizmin yeni lejyonerleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk Milleti’ne iftira atacak kadar cesaretliler. Onlara bu cesareti veren “LEJYONER SİYASETÇİLERDİR”
■Mandacı kafaların Uzlaşmacı ve teslimiyetçi anlayışıdır.
■Bu isimleri asla unutmayın!
■Tarih, ders çıkarılması gereken bir bilim dalıdır.
■Sığınmacı sorunu acilen çözülmelidir.”
■Bu uyarıya kulak vermek için Türk olmak gerekir!
■Kaderini, sevincini, acısını Türk Milletinin kaderi, acısı ve sevinciyle birleştirmek gerekir! Ülkü birliği gerekir!
■Sanmasınlar ki Türk Milleti teslim olacaktır. Sanmasınlar ki Türk Milleti kendine biçilen kefeni giyecektir.
■Seyit Rızaların varisleri Seyit Rızaların, Said-i Kürdilerin mirasçıları Said-i Kürdilerin, Vahdettin-Damat Ferit-Dürrizade olmaya özenenlerin kaderi Vahdettin, Damat Ferit, Dürrizade’den bin beter olacaktır!
■Bu topraklar çok ihanet gördü.
■Bu topraklar çok haini de gömdü.
■Teslim alamayacaksınız!
■Haram paralarınıza, uyuşturucudan elde ettiğiniz cukkalarınıza, bu milletten çalıp kasaladığınız paralarınıza da sakın güvenmeyin!
■Sonuç olarak: Dürrizade’nin çocuklarıyla, İllimünati (şeytanın) nin çocukları birleşerek Türkiye Cumhuriyeti Devletini küresel şeytanlara laboratuvar yaptı.
Bizler o laboratuvarda kobay olmayacağız!
HER TÜRK EVLADI BUNLARI BİLMELİDİR. KÂĞIT ÜZERİNDE, KLAVYE BAŞINDA, İÇKİ MASALARINDA, ORDA BURDA BOŞ BOŞ KONUŞMAKLA BİR YERE VARILMAZ.
HİÇ BİR ŞEY YAPAMAYANLAR, ACZ İÇİNDE OLANLAR HİÇ OLMAZSA ÇARŞIDA, PAZARDA, CAMİDE, OKULDA, SESİNİ ÇIKARTMALI, TAVRINI AÇIKÇA ORTAYA KOYMALIDIR.
BİZ SABREDİP SUSTUKÇA ONLAR MİLLİ BENLİĞİMİZE, CUMHURİYETİMİZE PERVASIZCA SALDIRMAYA DEVAM EDİYORLAR.
Dz. Alb Rüştü Yumuk
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Farklı pencerelerden bakmak , farklı yorum ve analizler okumak beni daha objektif düşünce ve yorumlara götürüyor ..Bu nedenle sizlerle de paylaşmak ve yorumlarınızı almak ihtiyacını duyuyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Not: Sizden gelen değerli yorumlarınızı da, Grup dostlarımla paylaşıyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Siz benim için çok değerli bir din ve bilim adamısınız. .Derin bilgi ve analizlerinizi heyecan ve merakla bekliyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Toplumumuzda böyle vehimlere dayalı korkutucu ürkütücü yorumlar yapanlar bizim çevremizde çok fazla olmadığı için, yazılanları dikkatle okuyor; anlamaya çalışıyorum. Müminler, inancı ile ters düşmeyen bir anlayış çerçevesinde düşünürler. Hak ediş olmadan, Allah kimseye zulmetmez diye inanırız. Hak edişinizin sonucu ile karşılaşmanızı da kimse engelleyemez.
Yani biz ne isek, başımızdaki yöneticiler de bizden farklı olması düşünülemez. Biz iyi olmadan başımızdakilerin iyi olmasını beklemek ham hayaldir. İyilik, güzellik, kendiliğinden oluşup hâkim olamaz. Bu yazıyı yazan emekli albayımızla oturup samimi ve açık bir şekilde fikirlerini dinlemek ve müzakere etmek isterdim.
Suriyeliler hakkında söyledikleri ile Türklük hakkında söyledikleri taban tabana zıt. Ben 35-40 sene Suriye şehirlerine tur düzenlemiş, toplumunun yapısını çok iyi bilen bir eğitimciyim. Dr.Nebil Halife Bey Lübnanlı Marûni Bir Hiristiyan Olarak Batının Niyetini ve Hedefini Açıklıyor. İbretle Dinlenmesi Gereken Bir Değerlendirme Ama ne yazık ki Arapça olduğu için siz anlamayabilirsiniz? 👇
Uganda devlet başkanı İdi Âmin’i, İngilizler darbe ile devirdikten sonra, Arabistan’a gelmişti. Cidde’de bir Türk arkadaşla ortak lokanta işetti. Onun bir tespitini Afrika ile ilgili bir makalemde paylaştım. Size linkini göndereyim; zahmet buyurup okursunuz. 👇
Bilgilerimizin kaynağı sağlam ve doğru olmadan, yorumlarda isabet etme ve yakınlaşma imkânı bulmamız mümkün değildir.
Biz fiziki işgale uğramadık belki ama fikri işgale uğradığımızı inkâr etmek mümkün değildir. Batılı emperyalist güçlerin istediği gibi düşünmemiz için bizi yanlış bilgilerle besleyen kaynakları tanımadan milli olma, yerli olma imkan ve ihtimali yoktur. Şimdilik bu kadarla iktifa edelim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim… Sağ olun değerli Hocam… Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: *Sir Percy Loraine,İngiltere’nin 1933-1939 Ankara büyükelçisi.*
*Kahire’de büyükelçi iken, Paris’e tayin olmuş, Atatürk hayranlığı nedeniyle Ankara’yı tercih etmiş.*
*1936’da Kral 5. George ölüyor.*
*Yerine 8. Edward geçiyor.*
*1936 Aralıkta 8. Edward istifa ediyor. Yerine kardeşi 6. George (Kraliçe 2. Elizabeth’in babası) geçiyor.*
*Şimdi konuya girebiliriz:*
*Kral 6. George, Atatürk Türkiye’sine büyük değer veriyor. Yaklaşan 2. Dünya Savaşı’nda, Türkiye’nin mutlaka İngiltere’nin yanında yer alması için büyük gayret gösteriyor. İlişkileri sıcak tutmaya çalışıyor. Bu arada da Atatürk’e bir armağan vermek istiyor. En üst düzeyde verilen bir armağan, üstü pırlanta ve elmaslarla bezenmiş; DİZ BAĞI NİŞANI. Bunu vermeyi düşünüyorlar…*
*Büyükelçi Loraine’e soruyorlar. Kesinlikle karşı çıkıyor: “…Kabul etmez; yabancı bir ülkenin nişanını katiyen takmaz, kıymetli taşlarla bezenmiş pahalı hediyelere karşıdır. ‘Beni kiminle karıştırıyorsunuz?’ diye tepki kor, ilişkileri bile tehlikeye atabilirsiniz..!”der.*
*Bunun üzerine, bir başka formül ararlar: ”Oxford veya Cambridge üniversitelerinden biri acaba Atatürk’e, barış konusunda tüm dünyaya yaptığı katkılar nedeniyle bir -doktora- payesi verebilir mi?*
*Her iki rektör de:“…Memnuniyetle ancak; bizler bin yıllık, gelenekleri olan üniversiteleriz. Doktora diplomasını burada, üniversitede veririz, doktora cübbesini de rektörümüz burada, üniversitede giydiririz…”derler.*
*Loraine: ”Gitmez ki..!” diye yanıt verir.*
*Bunun üzerine Kral: ”Peki ne verelim..!” diye sordurur.*
*Loraine’den yanıt gecikmez: ”Kitap verin; onu büyük bir keyifle alır..!”*
*Atatürk’ün, kendi nezdine tayin edilmiş yabancı bir büyükelçi üzerinde bıraktığı intibaya bakar mısınız? KİTAP…*
*Kral, bunun üzerine büyük bir jest yapıyor; Çanakkale’de bulunmuş, iki tarihçi generalden “Gelibolu Savaşları” diye bir kitap yazmalarını, bu kitapta Mustafa Kemal’e neden ve nasıl mağlup olduklarını anlatmalarını istiyor.*
*Bu kitabın kapak içi şöyle:*
*”Büyük bir kumandan, asil bir düşman ve alîcenap bir dost şerefine, Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine, Haşmetli İngiltere Kralı Hükümeti tarafından takdim edilmiştir.”*
*Kitabın İngilizce ismi:*
*”Gallipoli Wars” yani*
*Gelibolu Savaşları”*
*Anıtkabir’de sergilenen bu kitabı mutlaka görünüz.*
*Daha fazla bir şeyler yazmaya, söz söylemeye gerek var mı..?*
*Dünya’nın önünde saygıyla eğildiği eşsiz devlet adamı, büyük komutan, dünyada özgürlük ve bağımsızlık savunucusu, örnek lider, önderimiz Atatürk’ümüz işte bu…*🇹🇷🇹🇷🇹🇷
*Prof.Dr.İlber Ortaylı’dan alıntıdır.*
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dünya Düzenini Merak Edenler, Başarılı ve Başarısız Devletler
Em. Albay Huseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Huseyin Akkaya: Böyle bir düşünce ve mantık olamaz. Bu ifadeleri de kullanmış olamaz. Çünkü bu cehaleti ben İsmet İnönü’ye yakıştıramıyorum… Konuyu araştıracağım…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Biliyorsunuz İsmet Paşanın hatıratı yayınlandı; benim subay olan büyük amcamın mesai arkadaşı. Hatıratın 2. Cildi ve 223. Sayfa. Araştırmanızın sonucunu bana da bildirmenizi arzu ederim Muhterem Albayım.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://www.dogrulukpayi.com/dogruluk-kontrolu/ismet-inonu-nun-hatiralarinda-harf-devrimi-nin-dinin-toplum-uzerindeki-etkisini-zayiflatmak-maksadiyla-gerceklestirildigini-yazdigi-iddiasi
Em. Albay Huseyin Akkaya: Değerli Hocam o yazıyı buldum… Sonuna kadar okudum. Sizin beyan ettiğinizden çok farklı bir söylem var. Türk dili ve kültürü amaç alınıyor… Burada Doğru ve iyi niyet penceresinden bakmak bizi doğru sonuçlara götürür. Saygılarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sosyal medyada yalan ve tahribat çok zor değil. Mutlaka araştırmak gerekir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Aktarılan bölümün Kitaptaki Aslı👇
“Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa’yı tahrik eden sebeptir. Ama harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında, yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler. Bir misal olarak söylemek isterim: Benim çocukluğumda kültür sahibi adamlar, Türk dilinin kifayetsizliğinden, eksikliğinden meyus olarak bahsederlerdi ve bunun için cemiyet içinde hem Türk diye bir millet olarak Arap’tan ayrılığı kaldırmalıydık. Hem de sağlam bir dile kavuşmak maksadıyla Arapçayı kabul etmeliydik, derlerdi. Yani vaktiyle devleti kurarken ve Türk dilini yaparken Arap dilini kabul etmek doğru olacaktı, görüşünü hararetle savunurlardı.”
Em. Albay Huseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu:
Em. Albay Huseyin Akkaya: Bu öyküyü daha öncede okumuştum. Çok etkileyici…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: OSMANLI-YETIMLERININ-SAVRULMA-HIKAYESI.pdf • 3 sayfa <00000330-OSMANLI-YETIMLERININ-SAVRULMA-HIKAYESI.pdf eklendi>
Em. Albay Huseyin Akkaya: Bu gün Ülkemizi istilâ eden savaş kaçkınları vatan hainleri ile bu ne alâka Sayın Hocam Allah aşkına. Sapla samanı birbirine karıştırmayalım lütfen.. Saygılar.
Em. Albay Huseyin Akkaya: AYASOFYA MESELESİNİN GERÇEK SEBEBİNİ VE MONTRÖ ANLAŞMASI İLE İLGİLİ BAĞLANTISINI ANLATMIYORLAR.
AYASOFYA, İSTANBUL’un SİLAHLANDIRILMASI VE HİTLER’DEN KORUNMASI İÇİN MÜZE HALİNE GETİRİLDİ. BU OLAY O DÖNEMİN SİYASİ BİR MANEVRASI İDİ; LOZAN ANTLAŞMASI İLE İSTANBUL SİLAHSIZ BÖLGE İLAN EDİLMİŞTİ VE İSTANBULDA TEK BİR TÜRK ASKERİ BULUNDURULAMIYORDU. TÜRK SİLAHLI GÜCÜ İSTANBULDA OLMADIĞI İÇİN İSTANBUL TAM OLARAK TÜRKLERİN HAKİMİYETİNDE DEĞİLDİ. BU DURUM ÇOK TEHLİKELİYDİ. ATATÜRK YENİ BİR HAMLE İÇİN ZAMANINI BEKLEDİ VE NİHAYET 2. DÜNYA SAVAŞI BAŞLAMADAN ÖNCE HİTLER’İN VE MUSSOLİNİ’NİN İSTANBUL’U GEÇEREK RUSYA’ya SALDIRMASI ÖNGÖRÜSÜNÜ ATATÜRK SEZMİŞTİ.
(O DEHANIN ŞU ÖN GÖRÜSÜNE BAKIN Kİ 2. DÜNYA SAVAŞINDA GERÇEKTEN DE HİTLER RUSYA’YA SALDIRMIŞTI.) VE ATATÜRK HAMLESİNİ YAPTI. İŞTE ŞİMDİ TAM ZAMANI İDİ. YIL 1934 İDİ. TAMAM, LOZAN ANTLAŞMASI İLE İSTANBUL TÜRKLERE AİT OLDU AMA ANTLAŞMAYA GÖRE TÜRK ORDUSUNUN İSTANBUL’DA BULUNMASI YASAKLANMIŞTI.
İŞTE BU KONU ATATÜRK’ÜN CANINI SIKIYORDU. İSTANBUL TÜRKİYE TOPRAĞIYDI AMA TÜRK ORDUSUNUN ORAYA GİRMESİ YASAKTI VE İSTANBUL KORUNMASIZ BİR HALDE İDİ. ATATÜRK İSTANBUL’A TÜRK ORDUSUNUN GİRİP TAM EGEMENLİK SAĞLAMAK İÇİN BİR ANTLAŞMA YAPMAK İSTİYORDU Kİ ALMANYA’NIN HİTLER TEHDİDİNİ ÇOK BÜYÜK BİR FIRSAT GÖREREK HAMLESİNİ BAŞLATTI. BU ANLAŞMA İLE LOZAN ANTLAŞMASINA İLAVE MADDE OLACAKTI. BU ANTLAŞMANIN ADI MONTRÖ ANTLAŞMASIDIR. HİTLER TEHDİDİNİN SEKİZ YIL ÖNCEDEN FARKINDA OLAN ATATÜRK İSTANBUL’UN STRATEJİK ÖNEMİNİ RUSYAYA BİLDİRDİ VE RUSLAR HİTLER’İN GELECEKTEKİ TEHDİDİNE ÖNLEM ALMAK İÇİN ATATÜRK’E TAM DESTEK VERDİ. AYNI ZAMANDA HİTLER TEHDİDİNDEN KORKAN AVRUPA ÜLKELERİNİN DE İKNA EDİLMESİ GEREKİYORDU. AVRUPA DEVLETLERİNİ DE BU ANTLAŞMAYA ÇEKMEK İÇİN ORTODOKS DİNİNE MENSUP OLAN ÜLKELERİ YEMLEMEK GEREKİYORDU. ÇÜNKÜ AYASOFYA FATİH SULTAN MEHMET’İN FETHİNDEN ÖNCE BİR ORTODOKS KİLİSESİ İDİ VE ATATÜRK BÜYÜK OYUNUNU OYNADI; AYASOFYAYI MÜZE HALİNE GETİRTEREK ORTODOKS CEMATİNİN DE SEMPATİSİNİ KAZANIP ORTODOKS CEMAATİNİN DE TAM DESTEĞİNİ ALDI VE MONTRÖ ANTLAŞMASINI GERÇEKLEŞTİREREK BÜYÜK BİR BAŞARI SAĞLADI. İŞTE O GÜN İSTANBUL TÜRK ASKERLERİ İLE DOLDU.
MÖNTRÖ ANTLAŞMASI İLE İSTANBUL TAM OLARAK TÜRKLERİN ELİNE GEÇMİŞTİR.YANİ AYASOFYA’NIN MÜZEYE DÖNDÜRÜLMESİNİN KRİTİK SEBEBİ İSTANBUL’UN SİLAHLANMASI İÇİN ORTODOKSLARA KARŞI KURULMUŞ OLAN İNCE BİR SİYASİ OYUNDUR.
– BU BİR FETİHTİR,
– BU BİR ZAFERDİR,
– BU AKLIN GÜCÜDÜR.
MÖNTRÖ ANTLAŞMASI ATATÜRK’ÜN EN BÜYÜK BAŞARILARINDAN SADECE BİRİDİR. ATATÜRK İSTANBUL’U FETH EDEN İKİNCİ FATİH’TİR. İŞTE İSTANBUL FETHİ BÖYLE YAPILIR. HARİÇTEN GAZEL OKUYARAK İSTANBUL FATİHİ OLUNMAZ.
PROF. DR. ZEKİ PALALI
NOT: Bu yazıyı her okuyan arkadaşımın, yazıyı paylaşmasını rica ediyorum. Yazı paylaşılsın ki, ülkesinin tarihini bilmeyen küfürbazlar ve cahiller de vatanımızın gerçek tarihini ve de Mustafa Kemal Atatürk’ü öğrenmiş olsunlar.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: HANGİSİNİN YARASI DAHA DERİN? Kadının fiziki ve ruhsal yarası mı? Pilotun vicdani yarası mı? Fotoğrafı çoğumuz biliyoruz ama hikâyenin devamını bilmiyorduk. Bence herkes hikâyenin sonunu bilmeli… H.PETİN..
1972 yılının 8 Haziran günü Kuzey Vietnam’da bir tapınakta saklananların üzerine Amerikan uçağından dört napalm bombası atıldı. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan kareyi çekti. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız, Vietnam Savaşı’nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline geldi. Amerika’yı dünya kamuoyunun önünde güç durumda bırakan, kendi ülkesinde protesto gösterilerine yol açan bir simge. 1982’de bir Alman gazeteci fotoğraftaki kızın peşine düştü. Kızın adının Kim Phuc olduğu ortaya çıktı. Bütün vücudu yandığı için Saygon’da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmıştı. İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasi mülteci olarak Kanada’ya sığınmıştı. O günlerde 34 yaşındaydı, evliydi, 3 yaşında bir oğlu vardı. Astım ve şeker hastasıydı, sık sık migren krizi geçiriyordu.
Vücudunun her yerinde silinmek bilmez yaralar taşıyordu, cildi nefes alma yeteneğini kaybetmişti ama yine de “ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok.” diye avunuyordu. 1995 senesinde Washington’da Vietnam Savaşı’nı anmak için bir tören yapıldı. Kim Phuc da oradaydı. Konuşması için kürsüye çağırdılar:
“-O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz derdim. Ama bugün de yarın da barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz…” Konuşması bitince kürsüden ayrılıyordu ki, eline bir kâğıt tutuşturdular. Göndereni işaret ettiler. Kim Phuc önce dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim Phuc’a bakıyordu. Sonra elindeki notu okudu: “Kim, o adam benim!” yazıyordu.8 Haziran 1972 günü, Vietnam’daki o tapınağa napalm bombası atan uçağın pilotu John Plummer’di orada duran. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, o küçük kızın resmini gazeteden kesip sürekli cüzdanında taşımıştı.
Kim Phuc bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.
Hangisinin yarası daha derindi dersiniz? …H.PETİN
YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ.” ”SAVAŞ ZARURİ OLMADIKÇA CİNAYETTİR.”M. KEMAL ATATÜRK
Turan Güner’den alıntıdır.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yorumlar doğru ve sağlam bilgiler üzerine bina edilirse isabetli olur. Yoksa algı operasyonları sonucu yanlış bilgiler üzerine doğru yorum yapmak mümkün değildir; olamaz.
Suriyeliler ile ilgili çok yanlış bilinen hususlar var. Piyasada MI6, CIA ve MOSAD ajanları cirit atıyor; alabildiğine yalan yanlış bilgiler yayıyorlar. Türkiye, dış operasyonlarını, Suriyelilerden oluşturduğu Ordu ile yaptığını biliyor musunuz? Bu operasyonlarda ölenlerin %95 i Suriyeli, %5 i Türk. Biz bugün Suriye, Irak ve Libya’da yaptığımız operasyonlarla güvenliğimizi ve çıkarlarımızı koruyoruz. Kumanda kademesi ve teknik ekip dışında bütün muharip gücümüz Suriyelilerden oluşuyor. Arapça bilseydiniz ve Lübnanlı Hristiyan Marunî olan Dr.Nebil Halife Beyi dinleme imkânı bulabilseydiniz, Türk ve Müslüman düşmanı kaynakların algı operasyonlarına aldanmaz, Suriyeli kardeşlerimize istilacı demezdiniz.
Biz fikir ve kültür istilasından kurtulmadan, aldatılmaktan kurtulamayız. Ben 3-4 gün önce Filistin’deydim; Arap asıllı Yahudilerle tartışma ve müzakere imkânı buldum. İnanın Ümit Özdağ ne söylüyorsa onlar da aynı şeyleri söylüyor. Garip değil mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Güzel bir düşünce akışı ve ifade ahengi içinde olan söyleminizi okudum. Teşekkür ederim… Devletin içinde ve icra makamında olmadığımız için, yapılan faaliyetleri tam olarak çözümleyemiyoruz… Bu nedenle dışarıdan ve gözlemlerimiz sonucu elde ettiğimiz bilgiler çerçevesinde yorumlar yapıyoruz… Ama:
-Suriye ve Mısır politikalarımız,
-Suudlarlar ile olan ilişkilerimiz,
-Körfez ülkeleri ile olan münasebetlerimizde devamlı gelgitleri anlamakta zorluk çekiyorum… Devlet politikasında, bu kadar tutarsızlık nasıl olur anlayamıyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Arap ülkelerinin, %90’nı İngilizler dizayn edip kukla yöneticilerle uzaktan yönetmiştir. Çok az bir kısmında da başka ülkelerin etkisi var. İngiliz/ABD ve İsrail üçgeni onları yönlendirir. Bizim Türk devlet erkânına tercümanlık yaptığım yıllarda bunu en yetkili ağızlardan dinleme imkânım oldu. Osmanlıdan sonra bu ülkeler yetim ve öksüz kaldığı için, devlet erkânının aksine, halkın kahir ekseriyeti, Osmanlıya büyük bir özlem duyar. Türkiye bunu değerlendirmeyi becerebilirse istifade edebilir. Ama bunun içinde Türkiye’nin güçlenmesi lazım. Uzun bir konu, bu kadarla iktifa ediyorum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://youtube.com/shorts/RgTxYf2-Wwk?feature=share
Em. Albay Huseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Selâm ve saygılar, sevgiler..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Para Neden Pul Oluyor? Ufuk Açan Bir Değerlendirme M.B.Akkoyunlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Üyemiz Fatih Sultan ‘a teşekkürler. “TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRME PROJESİ” KAPSAMINDA EMPERYALİZMİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ SİNSİ EMELLERİ… “Güney Müslümanlığı EŞARİLİK (Fas’tan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır hepsini yönetebilirsiniz. Bizim için Kuzey Müslümanlığı MATURİDİLİK (İstanbul’dan Buhara’ya Türk Bölgesi) tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. O nedenle her zaman ATATÜRK gibi bir asi çıkarabilir. Önlemi şimdiden alınmalıdır.” (İngiliz Tarihçi Arnold J. Toynbee, 1960)
Radikal dinci selefi terörizmin kökleri Hariciler’e kadar gitsede. Osmanlının dağılma sürecinde İngiliz istihbaratı tarafından devşirilen Muhammed Abdulvahap tarafından başlatılan Vahabi hareketi Arap isyanlarının ideolojik dini zeminini oluşturdu. Osmanlının dağılmasında ve parçalanmasındaki en düşman siyaset İngiliz Derin Devletince yürütüldü. Atatürk’ün ortaya çıkışı ve Ulusal kurtuluş savaşına öncülük etmesi Türk milletinin emperyalizmle savaşarak düşmanı yurttan atması ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletini kurması İngilizlerin Türkleri Anadolu’dan yok etme projesini 100 yıl engelledi. Atatürk’ün emperyalizme karşı yürüttüğü mücadele Ortadoğu’da tam bağımsızlık mücadelesi veren milliyetçi akımları uyandırdı ve birçok ülke bağımsızlığını kazandı. Ortadoğu’da bağımsız Ulus Devletlerin ortaya çıkışıyla İngiliz emperyalizmi ağır bir yenilgi yaşadı. İşte bu süreçte Mısır’da İsmi Cemal Paşa’ya atfen verilen Cemal Abdülnasır, yine ismi İttihatçı Enver Paşaya istinaden verilen Enver Sedat ve milliyetçi Arap (Hür) subayları İngiliz sömürgesi krallık rejimini devirerek Mısır’da yönetimi ele geçirdi. Süveyş kanalını İngilizlerin elinden aldı. Süveyş kanalını İngiltere’nin elinden alan ve İngilizlerin emperyalist politikalarına engel olan İngiliz karşıtı milliyetçi bu yönetimin devrilmesi amacıyla İngiliz İstihbaratı tarafından Mısır merkezli orta doğudaki Müslüman kardeşler örgütü kuruldu ve Enver Sedat, Müslüman kardeşler örgütünce suikast sonucu öldürüldü. İngilizler; Ulus devletleri yıkıcı, milliyetsiz İslam anlayışının siyasi kanadı olan Müslüman kardeşler (ihvanı müslimin) hareketini kurdu ve gerek İngilizlerce temeli atılan vahabi selefi terör hareketleri gerekse ihvancı yapılar Ortadoğu’da ulus devletlerin parçalanması için yoğun çaba sarf etti 11 Eylül düzmecesi sonrası ABD derin devleti BOP ve Arap Baharı ile bu projeye dâhil oldu. Nihayetinde Irak, Suriye ve Libya’da çok parçalı etnik ve mezhepsel bölgeler oluştu. İngilizler bu parçalama politikasını Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de yürüttü. Özellikle İslam dini maskesi takan dinci ve etnik bölücü yapılar İngilizlerce desteklendi. Kurucusu Türk olan Nakşibendî tarikatı İngiliz derin devletince devşirilen kürtçü Halid’i Bağdadi ekolüne everildi. Kürt tarikat şeyhleri üzerinden faaliyet yürütüldü. Atatürk’ün Musul ve Kerkük bölgesini İngilizlerin elinden alması için başlattığı Musul Harekâtı İngilizlerin kontrolünde olan Halid’i Bağdadi kolunda faaliyet yürüten Şeyh Said denilen İngiliz işbirlikçisi hainin başlattığı Kürtçü ve dinci İsyanın çıkması neticesinde akamete uğradı ve Atatürk’ün Musul ve Kerkük’ü geri almak için başlattığı harekât İngilizlerce çıkarılan iç isyan sonucu engellendi. Türkiye’deki birçok bölücü ve dinci isyan Cumhuriyetin ilk yıllarında devam etse de Atatürk’ün demir yumruğu hepsinin başını bir bir ezdi. 1938 yılında Atatürk’ün erken ve şüpheli ölümü İngilizlerin Türkiye üzerindeki emellerini yeniden canlandırdı. Günümüzde İngiliz emperyalizmi, İngiliz derin devleti tarafından kurulan ve milliyetsiz, akıl, bilim ve modernleşme karşıtı İslam’ı savunan selefi,ihvancı,halidi başta olmak üzere bir çok dini ve siyasi devşirme yapılar üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirmektedir. Milliyetsiz İslam projesi demografik göç hareketleri ile hedeflenen Türk Ulus Egemenliğine son vermeyi amaç edinen Türkiye’yi Türküleştirme Projesi ekseninde devam etmektedir.
İngilizler kurtuluş savaşından ders alarak büyük çoğunluğunun Türklerden oluştuğu (Büyük Türkistan’daki Türklerin çoğunluğu Hanefi ve Maturidi ekolünde) akıl ve bilimi rehber edinen Hanefi-Maturidi mezhebini gerek tarikatlar gerekse Suud ve Arap destekli dini yapılarla Yesevi ekolündeki Türk Müslümanlığını değiştirmek ve dönüştürmek niyetindeler. Afganistan’da Taliban bu projenin pilot bölgesi emperyalizmin Müslüman Türkleri görmek istediği rol model bu kafa aslında. Bugün nasıl ki; Şia mezhebi İran devletinin kontrolü altında ve şia imamları İran kum kentinde icazet almakta, yakın gelecekte de sünni mezhebi içinde ruhbancı bir kontrol mekanizması kurulabilir. Her iki şekilde de ipler Türk olmayanların elinde olacaktır. Türklerin bu cendereden çıkış yolu Türklük şuur ve bilincine ermeleri, ruhbancılığı reddederek akıl, bilim, ahlak ve erdemi esas alan bir din anlayışı ile Türk millet egemenliği esasına dayanan laik, demokratik, sosyal hukuk devleti düşüncesinden taviz vermemeleri, Atatürk çizgisini takip etmeleri ile mümkündür. Türk Töresi, Tanrı ve akıl yolu bunu emreder. Tanrı, Türk’ü korusun…
Türkolog Semra Cengiz
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım, yazının yazarını tanımıyorum fakat yazdıklarına aşinayım. Türkçü geçinip Türkçülüğü İttihatçı, Türk ve Müslüman düşmanı kaynaklardan beslenen, ilim, kültür ve belge fukarası, sloganvari ifadeleri temcit pilavı gibi tekrar edip duran, İngiliz karşıtı gibi görünse de İngiliz sisteminden beslenen, ciddiye alınamayacak kişiler. Yazıdaki hataları düzeltmek için küçük hacimli bir kitap yazmak gerekir. Buna imkân olamayacağına göre, tehdit için değil, temsil için birkaç misal vereyim:
1- Şucu İslam, bucu İslam diye bir ifade cahilane bir ifade olup İngiliz ve emperyalist güçlerin uydurup yaymaya çalıştığı bölücü bir ifadedir. İslam Tektir; Kur’an harfi bile değişmeden elimizdedir. Sahih Sünnet bütün canlılığı ile bize ulaştırılmıştır. Mezhep İmamlarımızın anlayış ve yorumları da ufkumuzu açmış ve İslam’a hurafenin girmesine set oluşturmuştur. Kur’an ve Sünnetin, Barındırdığı esrar ve incelikler, ilim ve anlama kabiliyetimiz olgunlaştıkça açığa çıkmaya, ufkumuzu genişletmeye devam edecektir. Sadece Şuurlu ve Şuursuz Müslümanlardan, anlayış ve uygulama hatalarından söz edilebilir. Bu çok farklı bir husustur.
2- Şeyh Said isyanını doğru bulmayabilir; tenkit edebilir, beğenmeyebilirsiniz. Ama İngilizlerle iş birliği içinde olduğunu söylemek, delilsiz, belgesiz bir iftiradır. İsmet Paşa ve M.Kamal paşaların mesai arkadaşı olup subay olan büyük amcamdan duyduklarım bir tarafa bütün güvenilir kaynaklar Şeyh Said’in samimi bir Müslüman olduğu istikametindedir. Aksi bühtan ve iftiradır.
3- Mısır’la ilgili yazıp söyledikleri ise, İngiliz telkini ile yayılmış dedikoduvari duyumlara dayanmaktadır. Gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu kadarla iktifa ediyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam, Size katılamadığım için üzgünüm… Hayırlı geceler dilerim.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: “Bârika-i Hakikat, Müsâdeme-i Efkârdan Doğar” Vatan şairimiz, merhum Namık Kemal’in “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” sözü günümüzün gerçek manadaki ortak akıl kavramına verilebilecek en güzel cevaptır. Bu söz kısaca, fikirlerin açık ve net çarpışmasından hakikat güneşinin doğması demektir. İhtilaf etmek, delil ve belgeli konuşmaya ihtimam göstermek kayıt ve şartı ile ürkülecek veya yadırganacak bir şey değildir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bilgi ve Belgeler Işığında Şeyh Said İsyanı ve Gizlenen Gerçekler. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Haklısınız… Katılıyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun. Bu hizmetleri gerçekten unutulmaz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mimar Sinan’ın Aslı ve Hayatı👇
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Mimar_Sinan#:~:text=de%20sebil%20bulunmaktadır. Kökeni%20ve%20devşirilmesi, a%20gelmiş%20Yeniçeri%20Ocağına%20alınmıştır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam, Türklük sizde daha iyi bilirsiniz- etnik olarak değil, sosyolojik olarak algılanmalı… Yoksa etnik olarak zaten kimimiz kim bilir nerelerdeyizdir. “Ne mutlu TÜRKÜM” demenin temelinde de bu algı yatar.. Önemli olan kendini bu büyük millettin evlâdı olarak hissetmektir. Ama bugün birlik ve bütünlüğümüzü parçalamak isteyenler, bu ifadeden rahatsız olmakta, olayı IRK esasından almaktadır… Andımız bile bu zihniyette olanları rahatsız etmiş ve okullardan kaldırılmıştır. Ben Çaykaralıyım… Kökenim Rum mudur ermeni midir bilemem… Hiç de önemli değil ..Ben kendimi Türk olarak hissediyorum.. Dost selâmlarımla….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Etnik olarak algılanmasında da hiçbir mahzur yoktur. Sosyolojik veya etnik Türk olarak yaratılmamızdan hoşnut olmak, geçmiş ecdadımızın yaptığı güzel ve hayırlı hizmetlerden memnun olmak, gurur duymak da ne mahzur olabilir? Bundan kimse rahatsızlık duymaz; duymamalıdır.
Bir Türk dünyaya bedeldir veya ne mutlu Türküm diyene ifadesi biraz daha farklı bir şey, bunu siz farklı yorumlamak ve anlamakla maksadı değiştirir mi?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben uçağın içindeyim. İki saat irtibat imkânım olmayacak.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ben farklı olarak algılandığını görüyorum… Yoksa bu kadar tepki oluşmazdı diye düşünüyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hayırlı uçuşlar.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ANADOLU HÜZZAM “…Neşet Ertaş ustamız, “Ayağınızın turabıyım, gönüllerinizin hızmatçısıyım” diyerek insanların huzuruna çıkardı da on binleri coştururdu… Hadi gel de özleme… Çiçekli Yazma‘da sevgili İsmail Karakurt şairimiz de “Seni özleyeyim diye kaldım bu Dünyada” demişti. Özlemek nasıl köklü bir duyguysa… İyi ki söylemiş Sezai Karakoç, sanki içimizi okumuş: “Ah şairler, siz büyüttünüz bu yaraları”… 2007 Şubat’ının bir cumartesi günü, Kubbealtı Vakfı’nda Mehmet Nuri Yardım’ın odasındayız. Emin Işık Hoca, Dursun Gürlek, başkaları ve bir de aramızda emekli vali vardı. O anlattı: 1950’li yılların sonlarında Giresun’un güney ilçelerinden birinde kaymakam iken, belli aralıklarla köyleri ziyarete gidermiş. Köylüler hayvan sırtında, onu komşu köye teslim eder dönerlermiş. O köy de öbür köye… Bu gezilerin birinde şırıl şırıl akan Söğütlü bir derenin kenarına gelmişler. Köylülerden çelimsiz, incecik olanı gelip hayvanın yularını tutmuş, başını doğrultup: Efendim, demiş, bu dere tam bu vakitlerde Hüzzam (gümbürtülü) akar, biraz durup dinlesek mi? Şaşırdım kaldım diye anlattı emekli vali. Bu nasıl olur? Ben bunca okumuş yazmış olmama, bunca yer yurt görmeme rağmen bir musiki geçişinde hüzzamı (ilk defa Türk musikisinde bir makam adı olarak kullanılan kelime) seçemezken, bu adam bir köy ortamında acaba nasıl öğrenmişti? Rahmetli şairimiz Mehmet Er Gönül’den dinlemiştim. Elâzığ -Ağın’ın Bey elması köyünden Saim Cumurcu, yıllar önce İstanbul’da Anadolu yakasında PTT’de çalışıyor. Posta müvezzii (dağıtıcı)… Kanlıca semtinde görevli. Aynı bölgede Erzincanlı emekli bir paşa da oturuyor. Saim Cumurcu’yu çok seviyor. Mektup, evrak, öteberi getirdiğinde kapıdan hemen göndermiyor. Mutlaka içeri alıyor, kahve ikram ediyor, muhabbet kaynatıyorlar.
Bir gün Saim Efendi işi seziyor, yazısından tanıyor çünkü. Meğer Paşa PTT’ ye gidip kendisine mektup atıyormuş ki, Saim Efendi getirsin de sohbet fırsatı yakalasınlar. Bir, üç, beş derken Saim Cumurcu susamıyor artık, Paşa’ya bunun sebebini soruyor. Paşa diyor ki: ” Ne yapayım evlâdım? Okullarda okudum, nice görevler ifa ettim ama her yerde sohbet ehli bulunmuyor. Baştan aşağı Anadolu tütüyorsun, buram buram toprak kokuyorsun. Şu mahcup asaletli bakışların bana çocukluğumu hatırlatıyor. İhtiyar gönlüm sende dinleniyor. Yolunu bekliyorum ki, iki tatlı söz havalandıralım… “Hem de öyledir, insan insanı nakışlar… “İnsan insanın rengine bürünür”, insan insanın şifası olur. Cüneyt Arkın’ı dinliyoruz: “Eskişehir’de köyde, toprak evde babamla aynı odada yatıyorduk. Bir gece hışırtı duydum. Baktım babam uyanmış, yatağın kenarında üstünü giyiniyor. Pencereye gitti, tarlalara baktı, benim uyanık olduğumu anlayınca: -Bak oğul dinle, dedi. Ekinler büyüyor, seslerini duyuyor musun? Ürperdim. İşte o an ezeli gerçeği fark ettim. Babam ekinlerin büyüme seslerini duyuyordu. Bu yaşlı köylü artık benim gözümde insandan çok Anadolu olmuştu. “Ahmet Yesevî’ye Türk illerinde “Hazreti Türkistan” diye hitap edilir. Münevver Ayaşlı bunu ilk duyduğunda birden içi çalkalanır, cezbeye kapılır. Vecde ulaştığı bir demde o da Yunus Emre için “Hazreti Anadolu “tabirini kullanır. O Anadolu ki; şehir şehir, köy köy ruhumuza beden biçtiğimiz aziz toprak… 1995 yılında Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı bir köyün derneğini kuruyoruz. Serde dernekçilik var ya, yardımcı oluyorum. Tüzüğünü yazdım, evrak kayıt işlemlerini bitirdim, resmileşti. Bağcılar’da açılışı yapılacak. Fakat en baştan beri bir adam dikkatimi çekiyor. Pamuk sakallı, duru gözlü dolgun çehreli bir Hacı Amca… Para lazım oluyor, malzeme eksik kalıyor; aşağı Hacı Amca yukarı Hacı Amca… Herkes ona koşuyor. O da hiç ikiletmiyor, hemen elini yeleğinin iç cebine atıyor ve bir bir ödüyor. Gençlerle arasını hoş tutuyor, onları seviyor. İri kemikli elleriyle, geniş avuçlarıyla insanları kucaklamaktan geri durmuyor. Samimi, güleç… Sanki herkesten biraz farklı. Açılış yapıldı. Merasim bitti. Yavaş yavaş insanlar çekildi. Orada üç beş kişi biz kaldık. Şimdi söyle bakalım Hacı Amca, dedim, bu Derneği niye kurdunuz? Gözleri sevinçle ışıladı. Güleç yüzünü bana döndü:
– Bak arkadaş! Güzelliklerine doyulmamış zamanlardan geliyorum ben. Bir yanım gidenlere yakın, bir yanım gelenlere… Şunu isterim ki; Türkülerimizin muradı, Yemeklerimizin tadı, Çocuklarımızın adı değişmesin… Başka ne derdim olabilir? Allah deyince içi toparlanan Anadolu insanı işte… Meramını anlatırken şiir okuyor, vecize söylüyor.
Efendim, çalıştığım kurumda sınav komisyonlarında görevli olurdum. Yazılı sınavında yeterli not almış edepli, pıtırcık bir kız adaya, Başkan mülâkatta sorular soruyordu:
- Eviniz hangi semtte kızım?
- İstanbul’da evimiz yok efendim, ben Anadolu’dan geldim.
- Nereden geldin?
- Kırıkkale’nin Sulakyurt ilçesinden.
- İstanbul’da akraban, tanışın da mı yok?
- Yok efendim.
- Memlekette kimin var?
- Yalnız annem.
- Annen nerede şimdi?
- Dışarıda efendim, beni bekliyor.
- Çağır gelsin, dedi Başkan.
Az sonra kızla birlikte odaya söğüt dalı gibi incecik ve esmer bir kadın süzüldü. Heyete doğru küçük küçük birkaç adım attı. Sıkıca doladığı yaşmağının altında melül ve mahzun çehresini diri tutmaya çabalıyordu. Başkan kadına sordu:
- Hanım kardeşim, bu kızın memur olursa, İstanbul’da tek başına ne yapacak?
- Begim! dedi hiç beklemediğimiz tok bir sesle. Bir ay sabretsin, köyde ineğim keçim var satayım, bağın bahçenin işini yoluna koyup geleyim.
- O kadar kolay mı bu işleri görüp gelmen?
- Nedir ki begim, yoksul olunca yükün de hafif oluyor.
- Kadın konuştukça üstünden püfür püfür bir köy rayihası yayılıyordu odaya.
- Başkan, kadını ve aday kızı biraz daha ölçmek istiyordu herhalde:
- Peki, sen gelinceye kadar bu büyük şehirde kızının başına bir hâl gelmesinden korkmuyor musun?
- Korkmuyorum!
- Niye?
- Kadının incecik hotenli yüzü bir avuç ışığa dönüştü sanki. Tane tane konuşuyordu:
- Begim! Bu kızı ben babasız büyüttüm. Daha iki yaşındaydı, Kızılırmak’ın boyalı toprağını
Saçlarına kına diye yaktım. O koku onda durdukça Allah’ın inayetiyle hiçbir şey olmaz. İçimizde bir ürperti, karşısında öylece kalakaldık. Bu kadının gönlüne cemreler erken düşmüştü besbelli. “Yerlere ve göklere sığmaz”ın gelip sığdığı Hazreti Gönüle… Kadın, anne olunca tamamlanırmış. Artık iyice kani oldum. Sorular tükenmiş, tam çıkıyorlardı ki, Sulakyurtlu anne; bir sabah yelinin ipiltisini dinleyip de gelmiş gibi, huzurlu huzurlu baktı yüzümüze: Efendiler! Hiç merak etmeyin, size de dua edeceğim… Ey sebeplerin ötesine bakan irfan, toprağının ruhunu yakalamış Anadolu kadını!.. Düşündüm durdum… Tuğla gibi kalın kalın kitaplarda ne aradım yıllarca? Birkaç süslü kelime devşireceğim diye ciltleri kucaklayıp eve taşımam akıl kârı mı? Bazan aradığımız yanı başımızda durur da göremeyiz.Keşke, Koca Veysel’e zamanla kulağımı dikseydim. “Benim ile gezdin beni arattın” demişti…
Şerif AYDEMİR’ den İktibas edilmiştir
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 👇
Em. Albay Huseyin Akkaya: İSLAM’DA SİYASALLAŞMIŞ TARİKAT VE CEMAAT’LERE YER YOKTUR…
Aksi olsa idi; Osman Bey’in yerine Şeyh Edebali Osmanlı Devleti’ni kurar, İstanbul’u da Fatih Sultan Mehmed değil de Ak Şemseddin fethederdi… Cemaat ve Tarikatlar, Kur’an-ı Kerim’den üç yüz yıl sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun en önemli nedeni de Emevîler’in Ehl-i Beyte karşı yapmış olduğu alçaklığın, İslam dünyasında yarattığı şok ve bu şokun zaman içerisinde bir tsunami’ye dönüşmüş olmasıdır. Bugün, Hıristiyanlaştırılmış veya İsrailiyat hurafeleri ile dejenere edilmiş İslam’ı yaşatan ve mesleği dincilik olan binlerce tarikat ve cemaat vardır. Bu Tarikatlar ve Cemaatler kendilerini, Allah (C.C)’a ulaşmada bir yol gösterici gibi tarif ederler. Oysa Allah (C.C)’a ulaşıp, insan-ı kâmil olabilmek için, İslam’da, Hristiyanlıkta olduğu gibi bir Ruhban sınıfına yer olmadığı gibi, gerek de yoktur. Allah (c.c)’la Kul’ları arasına giren Tarikatlar ve benzerleri, Hıristiyanlaştırılmış İslam’ın bir ürünüdür… Cemaatler, Papazların, Kiliselerine Hıristiyan toplamasına benzer bir çalışma sergileyerek; “Mürşidi olmayanın Mürşidi şeytandır.”, “Cemaatin Başkanına kayıtsız şartsız itaat şarttır.”, “Müslümanın cemiyeti, cemaatlerden oluşur. Cemaat, bir liman gibi mensuplarını kucaklar, mensupları için bir sığınak ve korunak olur.” Diyerek, kendilerine Mürid (Yandaş) toplarlar. Şeyhler’in, Hoca’larına cemaat, tarikat kurması, Papazların, belli bir cemaati kendi kiliseleri etrafında toplamasıyla aynı şeydir… Tarikatların öğretilerine göre, Allah’a ulaşmak için tutulan yolda yapılan yolculuk, ancak Şeyh’in öncülüğünde gerçekleşir… Hâlbuki Tarikatlara ve Cemaatlere en iyi yanıt; Kur’an-ı Kerim’de; Enam Suresi 159. Ayet-i kerimede verilmektedir; “Dinlerini parça parça ederek (bir kısmına iman edip, bir kısmını inkâr suretiyle) gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak, Allah (C.C)’a kalmıştır. Sonra Allah (C.C) onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.” denilmektedir.
Tarikatlar ve Cemaatler, Kur’an’ı Kerim-i sömüren ve mesleği dincilik olanların din dışı kurumlarıdır…
Mesleği dincilik olan Tarikatlar ve Cemaatler, dinlere karşı eşit uzaklıkta durmak olan laikliği getirdiği için Mustafa Kemal’i sevmezler. Çünkü laiklik, “ötekilere” baskıyı engeller. Tepelerindeki laiklik ilkesinden kurtulmanın, dincilere göre tek çözüm yolu, devleti yıkmak; devleti yıkmanın tek yolu da Emperyalistlerle her alanda iş birliği yapmaktır… MOSSAD ve CIA’nin Irak ’da kurdukları KESNİZANİ Tarikatı sayesinde, ABD güçlerinin Bağdat’ı, o meşhur CUMHURİYET MUHAFIZLARININ bu elinden herhangi bir dirençle karşılaşmadan teslim almasının altında yatan gerçeği hiçbir zaman unutmamalıyız…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Osman ŞAHİN
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Doğrularla yanlışlar iç içe geçince, yazar kendi yazdıklarını itibarsızlaştırmış oluyor. Dinci ifadesi, din satan anlamı taşıyan bir ifade. Bilgili, hiçbir samimi Müslüman din satmaz; sadece yaşamaya gayret eder. Bilgili, samimi olmayan bir Müslümanın davranışları üzerinden İslam ve Müslümanları itham etmek ise ilmi ve dürüst bir davranış değildir, olamaz. Aynı mantıkla, Atatürkçülüğü dinsizliğine alet edenler üzerinden Atatürk düşmanlığı yapmayı da meşru kabul etmek doğru kabul edilebilir mi? Bu tip Atatürkçülerin baskı ve dayatmaları yüzünden M.Kamal’i sevmeyenler çoğalmış olmasın? Yunus Emre’nin dediği gibi, “Şeriat, tarikat yoldur varana /Hakikat, marifet andan içeru.”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sağ olun Hocam. Sizi zaman zaman yoruyorum. Hakkınızı helal ediniz. Bu arkadaş benim devre arkadaşım. Facebook ‘da yazıyor… Selâm ve saygılar…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben, hakaret olmadığı sürece, her türlü tenkit ve uyarıya açık olduğum gibi, farklı değerlendirme ve görüşleri okumayı da severim. Sadece sizin beni yanlış anlamanızdan kaynaklanan üzülmenizi istemem
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim Ben Sizi iyi tanıyorum… Sizi, Yusuf Kardeşimin yerine koyarak dertleşiyorum. Sağ olun, var olun… Selâm ve sevgilerimi iletiyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gelişmeleri İzleyebiliyor musunuz? Türk Mühendislerin Başarısı İle Pakistanlılar Bile Gurur Duydu.👇
Türkiye- Libya Yeni Anlaşması
Kıbrıs’ta Neler Oluyor? Türk Askeri ile BM Unsurları Karşı Karşıya mı? 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamid Hakkında Muhaliflerinin 7 İtirafı. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Odamızın köşesine asmalı, her zaman hatırlanması gereken hikmetli ve ibretlik sözler. 👇
- Beyin bir donanımdır, her insanda vardır! Akıl bir yazılımdır, her insanda yoktur.
- Evrendeki en mükemmel laboratuvar insan beynidir! İstediğini düşünerek sentezler.
- Bilim insanı olmanın birinci şartı, bilmediğini gönülden söyleyebilmektir.
- Bir toplumun okuyup geçenlere değil, okuyup düşünenlere ihtiyacı vardır.!
- Aptallaşmanın en kolay yolu merak etmeyi bırakmaktır.
- Karın tokluğuna yaşanan bir yerde ilkeli düşünce üretmek mümkün değildir.
- Çocuklar yetişkinlere göre daha iyi akıl yürütürler! Çünkü önyargıları yoktur.
- İki yüz kelimeyle düşünen biri, iki bin kelimeyle düşünen birini asla anlayamaz.
- Büyük bir güç mü istiyorsunuz? İşte o gücü size gösteriyorum! Hayal gücü.
- İçinizdeki çocuk yaşıyorsa, yaşlanmıyorsunuz demektir.
- Düşüncen fakir ise diğer zenginliklerin seni kurtarmaz.
- Size bütün kapıları açan bir anahtar vereceğim! Bu anahtarın üzerinde iki şey yazılıdır! Biri sabır, ötekisi nezaket.
- Sessiz çığlıklar sesli haykırışlardan daha etkilidir.
- Dilinizi sökün, tamir edin ve yeniden yerine takın! Çünkü bütün sorunların temelinde o var!
- İnsan, duymak istediklerinden vazgeçmedikçe uyanamaz.
- Doğru sözler karşısında yapılacak en iyi hareket, bir kenara çekilip sessizce dinlemektir.
- Uzmanı olmadığınız konularda kendinize yakışanı yapın ve bir kenara çekilip sessizce oturun!
- Bir insanı ancak kendisi engelleyip, kendisi durdurabilir.
- Önündeki seçeneklerden en zorunu seçen başarılı olur.
- Vazgeçmezsen, doğru seni eninde, sonunda bulur.
- İnsan, sıkıntı yaşadığı oranda değil, sıkıntı çözdüğü oranda gelişir ve olgunlaşır.
- Kendi üzerinizde çalışmaktan vazgeçmeyin! Aksi halde gelişip olgunlaşamazsınız.
- Kitaptan ve kütüphaneden uzaklaşıldıkça cehalet artar! Cehalet arttıkça da sefalet ve felaket artar. Sefaletin ve felaketin getirdiği ise acı ve gözyaşıdır.
- Ahlaksızları ahlaklı gibi göstermek bir toplumun ahlakını bozar.
- Bir toplumun çoğunluğu, olduğundan daha ahlaklı görünmek çaba ve gayreti içindeyse, bilin ki o toplumda ahlak sorunu vardır.
- Herkesten ve her şeyden umudunuzu kestiğiniz anda belki de umut ve kurtarıcı sizsinizdir! Küsmekten ve kabullenip bir köşeye çekilmekten daha başka bir yol var! Azimle mücadele etmek.
- Ekonomik gelişmeyi kişisel ve zihinsel gelişmenin önünde tutan toplumlar, kesinlikle uygarlaşamazlar.
- Gönlü güzel olanın niyeti de söylemi de, eylemi de güzeldir.
29- Karnı doymayan değil, gözü doymayan insan fakirdir.
Dr. Anooshirvan Miandji’den👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ama halâ üzerlerine gidilemiyor. Acaba neden?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 1909 da Sultan 2. Abdülhamid’i devirmeyi başaran, bu tarihten sonra da devletin kılcal damarlarına kadar sızmak üzere, her dönemin şartlarına göre davranıp uluslarası istihbarat güçlerinin desteğini de arkasına alarak örgütlenmiş bu yapı, özellikle 1946’dan sonra yapılan anlaşmalarla etkinliğini resmileştirip artırmış olduğunu biliyoruz. Rahmetli Oktay Sinanoğlu Hoca devamlı bu hususa işaret eder; kültür istilasını nasıl başardıklarını anlatıp dururdu. Kendimizi o yapılanmaya mahkûm görmek doğru olmadığı gibi, küçümsememiz de doğru olmaz. Yılların birikimini, bürokrasideki etkinliğini, bir çırpıda silip atmak kolay bir iş sayılabilir mi?
Uzun Ama Sabırla Sonuna Kadar Dinlemeye Tahammül Edebilirseniz Bürokrasi de bugün bile hâkim olan zihniyeti biraz daha gerçekçi tanıma imkânınız olabilir. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Huseyin Akkaya: Gidilemediği gibi, kriptolar sanki ikinci bir el tarafından korunuyor. “Ne istedilerde vermedik ,,”diyenlerin hiç mi vebali yok sayan Hocam???Metin KÜLÜNK bey bile dayanamadı…Mercedesli Başkana sordu..”.Ne oluyor diye”…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hiçbir Beşer hatasız olamaz. İçinde yaşadığımız olaylara ideolojik gözlükle bakmayıp her türlü tenkit ve sorgulamaya tabi tutarak yaklaşmamız ve değerlendirmemiz ihtiyata muvafık olur. Çağın şartları sorgulayıcı olmayı zorunlu kılıyor. Buna hiç itirazım olmaz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu beşer DEVLET yönetiyorsa, durum daha da vahim… Sorgulayınca yollar Silivri’ye çıkıyor can
Em. Albay Huseyin Akkaya: Hayatı iki gözle takip edip, okumak, sorgulamak gerek… Bizimde vebalimiz var… Hesaba çekileceğiz. Bizden olana da alkış da tutamayız…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sorgulamayı, bizden farklı düşünenler için olduğu kadar bizim gibi düşünenler için de yapabiliyorsak, çok güzel bir alışkanlığın sahibiyiz demektir. Yok, sadece muhalif düşenler için yapıyorsak algı kurbanı olma ihtimalimizi de göz ardı etmemek gerekir. Sorgulama, samimi bir anlayış ve doğruya yönlendirme yaklaşımı ile usul ve üslubuna uygun yapılırsa, endişeye gerek yok. Doğruların hamisi Allah’tır. Silivri de olsak bile vicdanımız rahat olur.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Silivri’ye gidenler, Paşa Kapısı’na gidenleri de görmeli. Paşa Kapısı’nda olanlar da Silivri’ye gidenleri görmeli. Konuşabilmeli, müzakere edebilmeli. Ülke çıkarları için birbirine tahammül edebilmeli.
Em. Albay Huseyin Akkaya: İMANA GELDİM ŞİMDİ İNANIYORUM… Dinler Arası Uyum Seminerine gittim. Piskopos geldi, ellerini elime koydu ve; -“İsa Mesih’in isteğiyle bugün yürüyeceksin!” dedi. Gülümsedim ve felçli olmadığımı söyledim. Haham geldi, ellerini elime koydu ve şöyle dedi: “Yüce Yahova’nın izniyle bugün yürüyeceksin! Ona bende bir sorun olmadığını söylediğimde daha az eğlendim. Molla geldi, ellerimi tuttu ve şöyle dedi: “Allah’ın izniyle İnşallah bugün yürüyeceksin!” Ona “Benim bir sorunum yok” diye çıkıştım. Budist Keşiş geldi, ellerimi tuttu ve şöyle dedi: “Büyük Buda’nın iradesiyle bugün yürüyeceksin!” Ona kaba bir şekilde bende bir sorun olmadığını söyledim. Sonunda Hindu Brahmanı geldi, ellerimi tuttu ve “Tanrı’nın izniyle bugün yürüyeceksin” dedi. Ona kıkırdadım ve diğer tarafa baktım. Seminerden sonra dışarı çıktım ve arabamın çalınmış olduğunu gördüm. Artık tüm dinlere eşit olarak inanıyorum. 🥴
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam birazda gülelim…Çok ciddi konulara gittik ..Çaykaralı olduğumuzu da bu arada unutmayalım..🤭
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kısa bir cümlede 2-3 hata varsa gerisini siz tasavvur edin. Rabıta bir vakıf değil, bir teşkilat, bu teşkilata tüm İslam ülkeleri üye olup kuruluşu iyi niyetle kral Faysal zamanında olsa da sonradan CIA değil, MI6 kontrol ve denetimine girmiştir; denebilir. CIA+MI6+MOSAD bazı projelerde ortak çalışır. En sinsi ve başarılı olanı MI6 dır. Sahnede görünmez fakat senaryoyu onlar yazar; CIA uygular. Çok değerli çalışmaları olmuş bu kuruma bugün güvenilmeyeceği doğru. Kitabın yazarı olan ABD li Fuller de FFETÖ koordinatörüdür. Türkiye’deki sol ve Kemalist kesimin büyük bir kısmı da MI6 ve CIA kontrolünde olduğunu söylersem bana kızar mısınız bilmem ama birinci ellerden, Resmi devlet erkânı olan kişilere tercümanlığım esnasında, öğrendiğim güvenilir bir bilgidir. Aşağıdaki yazımı okumanızı tavsiye ederim. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam size kızmak ne kelime, siz benim için çok değerlisiniz. Verdiğiniz bilgilere tamamen katılıyorum. Maalesef bizlerinde bu ortamın oluşmasında çok vebalimiz var… Onun için her zaman iki gözümüzü ve kulağımızı da kullanmamız gerek. Zahmet edip verdiğinize bilgiler için teşekkür ederim Kardeşim… Selâm ve sevgilerimle.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OLAĞAN ÜSTÜ DEĞERLİ TARİHİ BİR BELGE...
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in Londra’ya özel Bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine “40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak” damgası vurulan mektubun tam metnidir.
G İ Z L İ
Telgraf No: 608
İngiltere Büyükelçiliği Ankara,
25 Kasım 1938
Aziz Lordum,
1. Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.
2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşar tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.
3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.
4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine’ deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.
5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu Söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir.
Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.
6. Sanırım bunu temelde “çift karakterlilik” olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong ‘un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tespiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir. On beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan birçok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.
7. Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok. Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da, Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.
8. Atatürk’ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır.
İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemiyle bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) Özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir;
Sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.
9. Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de “evet efendimci” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu.
10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu, mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hâkim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hâkimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet başarılı olmuştur.
11. Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü, şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi Dim dikliğinin bir başka parçasıydı.
12. Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiğiandan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur.
Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.
13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır. İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır. Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkârınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.
Percy Loraine
SON SÖZ:
Böyle bir tarihi belgeyi; MÜMKÜNSE olabildiğince fazlasıyla dost ve yakınlarınızla paylaşabilir misiniz? Ülkemize farklı bir şekilde hizmet etmiş olursunuz… TEŞEKKÜRLER…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Belgeyi daha önce duymuş fakat görmemiştim. Eğer aslına sadık kalarak tercüme edilmiş ise önemli bir belge. Okudum; araştırıp aslına da bakmaya çalışacağım. Teşekkür ediyorum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tevekkülü Doğru Anlamak İçin Okunması Gereken Bir Analiz. Prof. Dr. Soner Duman 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Neden? Bir kez daha düşünün. Bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı,30 yıllık garantiler verildi hemde enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelası kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?
-Neden devlet kurumları yok edildi?
-Neden kuvvetler ayrılığı kaldırıldı?
-Neden denge-denetleme mekanizmaları kaldırıldı?
-Neden vergilerimizin akibetinin hesabı verilmiyor?
-Neden Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi?
-Neden askeri okullar ve askeri hastaneler kaldırıldı?
-Neden bazı savunma sanayi kuruluşları satıldı ve üretim yapamaz hale getirildi?
-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?
-Neden eğitim sistemi laik sistem dışına çıkarıldı?
-Neden orta ekonomik sınıf yok edildi?
-Neden üniversitelerin kalitesi düşürüldü?
-Neden sağlık sistemi kötü?
-Neden anayasa hükümlerine uyulmuyor?
-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk?
-Neden bağlı olduğumuz AİHM kararları uygulanmıyor?
-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi?
-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?
-Neden üretim ekonomisinden vazgeçildi?
-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlı olduk?
-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken (!) enerjide dışa bağımlılık arttı?
-Neden yıllar öncesinden bir varlık fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı? Yıllar öncesinden! …
-Neden Biden ile baş başa yapılan görüşmeye dış işleri bürokratları alınmadı ve arkasından sınırlarda açık kapı politikası ile genç erkek Afganistan, Pakistan ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı?
Tek cevap: Emperyalist BOP projesi işliyor?
Prof. Dr. Yavuz Kaya Seref Konya
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 1946’dan beri gizlenen esaretimizi görülür hale getirerek mücadele etmeye başladığımız için, sanki bu anlayış yeni ve ilk defa uygulanıyor gibi algılattırılıyor. Algı operasyonu üretim patenti de bu sömürü sistemini üreten, uygulattıran kaynaklara ait maalesef. Bu yazıyı yazan akademisyen, Oktay Sinanoğlu Hocayı ya dinlememiş veya doğru anlamamış. Okur ve dinlerse bu soruların hepsinin cevabını Oktay Hoca yıllardan beri haykırarak veriyor; ifade ediyor.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: DP li Vekil’in Gabar Çıkartması👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gerçekler, sahada araştırma ve inceleme ile öğrenilebilir. Algı operasyonu sonucu oluşan yanlışları dillendirmekle değil
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000402-PHOTO-2023-08-22-21-28-21.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya:<00000403-PHOTO-2023-08-22-21-28-22.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 00000404-PHOTO-2023-08-22-21-28-22.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000405-PHOTO-2023-08-22-21-28-22.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000406-PHOTO-2023-08-22-21-28-22.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000407-PHOTO-2023-08-22-21-28-23.jpg eklendi>
[ Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000408-PHOTO-2023-08-22-21-28-23.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000409-PHOTO-2023-08-22-21-28-23.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000410-PHOTO-2023-08-22-21-28-24.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000411-PHOTO-2023-08-22-21-28-24.jpg eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Söylenenler doğru olmakla birlikte çok önemli bir eksiği var.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ne gibi Hocam?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Uluslarası Çetelerin Egemenliğine Karşı Çizmeye Giymeye Kalkmak👇
[Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çizme giymek Ata’dan kalma bir misyon… Arada bir de olsa hatırlanıyor!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: O çizme giymeyi unutmadan o kurallar bile bir ülkenin kalkınması için yeterli olmuyor maalesef. O çizmeyi giymeyi hatırlatmak bile uluslararası çetelerin gazabını üzerimize çekmeye yetiyor. Onların oluşturduğu algı ile de ihtilafa düşebiliyoruz. Kripto Ermeniler Neden Gizleniyor?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Linkini verdiğim videodan sonra da bu 🖕videoyu izlerseniz, bazı düşünceler nerede nasıl oluşuyor anlamanız kolaylaşabilir?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: G Ü N A Y D I N,
Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş kuzgundur, kartalın boynuna biner ve onunla beraber uçarken bir taraftan gagalar… Kartalın bu durumda yapabileceği pek bisey yoktur ve hiç karşılık vermez, onunla savaşmaz. Kuzgun için enerji harcamaz… Sadece kanatlarını açar, gökyüzünde daha, daha yuksekten uçmaya başlar..Uçuş çok yüksektir, kuzgun icin sonun başlangıcıdır bu durum..Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz, sonunda düşer. Sizinle savaşmaya, eleştirmeye, çalışanlara cevap verip, enerjinizi harcamanız gerekmez. Onlarla zaman harcamayı bırakin.. Siz, sizde varolan gücü kullanin yeter. Kendinizi kontrol edin ki sağlıklı kararlar verebilelim. iyi sabahlar.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet, bütün mesele bizde var olan gücü kullanabilmek olduğu doğrudur. Kartalın ayağına ip bağlamış, Kuzgun’a Kartalı gagalattıran, içimizde yerleşmiş, köşe başlarını tutmasına fırsat verilmiş; Türk hatta Müslüman görünümlü kripto örgütlerin, içeriden ve dışardan yoğun algı operasyonlarına aldanmadan Kartal’ın ayağındaki ipi çözebilsek gerisi zor olmayacak. Tunceli’deki Ermeni patrik bizzat kendisi anlatıyor. Alevi görünümlü Ermeniler, Aleviler adına ezan istemiyor. Alevi demek Hz.Ali ve ailesinden yana olmak demek, Ezan düşmanlığı ile Alevilik bağdaşır mı? Ya sabetayist, kripto Yahudiler boş mu duruyor? Kartalın ayağındaki ipi çözmek bizim vazifemiz değil mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu yorumunuzu müsaadenizle, tüm gruplarımla paylaşıyorum… Teşekkürler Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Elbette paylaşabilirsiniz. Altına da Ermeni patriğinin mülakat linkini koyarsanız hayali konuşmadığım daha kolay anlaşılır
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Not: Açıklama ve yorumlarınızın altına, isminizi de yazarsanız, beni tekrar yazmaktan kurtarırsınız., 🤭🤭
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Olur; bundan sonra öyle yaparım İnş.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sizin bakış açınız ve bu konulardaki bilginiz harika.. Tebrik ve Teşekkürlerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tefekkür, Düşünmek Çok Güzel Şey Laikliği Benimsemiş Teomanın Beyin Uzlaşma Anlayışına Bile Tahammül Edemeyen Laik Kesim👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “Müslümanlar Yahudilerden neden geri kaldı?” Dünyada nüfus bakımından azınlıkta olan Yahudiler Dünyayı yönetiyor. Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi / Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika’da 7 milyon, Asya’da 5 milyon, Avrupa’da 2 milyon ve Afrika’da 100 bin Musevi yaşıyor.) Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya’da, 400 milyon Afrika’da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.) Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var… İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün…
Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudi’ydi.
- Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudi’ydi.
- Karl Marks Yahudi’ydi.
- Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım:
- Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
- Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
- Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
- Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
- Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
- Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
- Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
- Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.
- Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
- Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi.
- Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
- Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.
- Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
- Peter Schultz optik lif kabloyu,
- Charles Adler trafik ışıklarını,
- Benno Strauss paslanmaz çeliği,
- Isador Kisse sesli filmleri,
- Emile Berliner telefon mikrofonunu,
- Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
- Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti.
- Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
- Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı.
- Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
- Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım:
- Ralph Lauren (Polo),
- Levi Strauss (Levi’s Jeans),
- Howard Schultz (Starbuck’s),
- Sergei Brin (Google),
- Michael Dell (Dell Bilgisayarları),
- Larry Ellison (Oracle),
- Donna Karan (DKNY),
- Irv Robbins (Baskins & Robbins),
- Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts),
- Richard Levin (Yale Üniversitesi’nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım: Michael Douglas, Dustin Hoffman, Harrison Ford, Woody Allen, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Paul Newman, Peter Sellers, George Burns, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis, Peter Falk…
Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler:
Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo’s Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (The Thief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters), Kohen Kardeşler, William Wyler, William James Sidis.
Sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur?
Sorun kendinize: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?
Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler… Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim…). Oysa gezegenimizde yaklaşık 1 milyar 480 milyon Müslüman yaşamaktadır.Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır. Her bir Hindu’ya 2 Müslüman düşmektedir, her bir Budist’e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi’ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler? Nedeni eğitim (sizlik)dir!!!
İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!). Fakat sadece ABD’de 5 bin 758 adet üniversite vardır. Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi” ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiçbirinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu. Neden?
Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim…
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK! UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir! Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir. Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
NEDEN?
Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması… Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor. Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ: İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur. Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır. Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır: Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür. Hristiyan Singapur’da bu oran % 58′dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır. İlginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.) Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu.Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi,
(Dr. Faruk Saleem – İslamabat, Pakistan)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Maddi zaviyeden bakanlar için bile yüzeysel bir değerlendirme.
Oysa Müslüman sadece maddi zaviyeden ve yüzeysel bakmakla yetinmemeli, manevi zaviyeden, inancını hakkı ile yaşamamanın karşılığı olarak hak edişine, kader zaviyesinden de bakarak, enine boyuna, derinliğine, çok daha geniş açıdan bakabilmeli, düşünebilmeli, öyle değil mi? Allah, dünyada hak edişe göre, gayri Müslim veya Yahudilere daha zengin ve bol fırsatlar vermesi, zannedildiği gibi imrenilecek ve takdir edilecek bir durum olmayabileceğini görememiş yazının yazarı. Eğer Yahudiler çalışmaları karşılığı, yakaladıkları imkânları insanlığı sömürmek için değil de ihya etmek üzere adil bir şekilde kullanabilseler, insanlığın huzur ve mutluluğuna hizmet edebilselerdi, o zaman takdire şayan, imrenilecek bir başarı göstermiş kabul edilebilirlerdi? Dünyadaki imkânlar, onların çalışmalarının karşılığı olarak istediklerini almalarını sağlamış ve alacakları kalmamış olduğunu görmek, ahiretteki hesaplarının çetin olacağına delalet ediyorsa, ortada imrenilecek bir durum yok demektir.
Dünya Zaman Dilimi ile Ahiret Zaman Dilimi Farkını Bilir misiniz? 👇
Müslümanlar Neden Geri Kaldı? 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Fotoğrafta gördüğünüz yer, Anıtkabir Müzesi’nden. Atatürk’ün savaş meydanındaki “makamı”. Kupkuru tahtaların üstüne konulmuş bir tanecik minder.
Önünde derme çatma bir sehpa, yerde boş mermi kovanları, ışık niyetine kütüğün üstüne asılmış bir fener, sehpada serili harita. Bir kahve fincanı, bir teneke kupa, bir de dandik kül tablası. Düzgün bir yatağı döşeği, oturacak bir rahat koltuğu olmadan, onca gencecik fidanın canı ve koca memleketin selameti ona emanetken geceleri uyuyabiliyor muydu acaba? Döşeği taş, battaniyesi yıldızlar iken, o kan kokusunun içinde, omuzlarındaki o tarifi imkânsız yükün altındayken şöyle mis gibi bir uyku çekebildi mi dersiniz? Soruyorum kendime, onca sorumlulukla, ömrü savaş meydanlarında geçerken, Atatürk ne zaman genç olabildi acaba diye. Bir tahta sıra, bir çiçekli minder, bir fincan kahve, bir teneke kupa. Bir insan, sadece bunlarla yetinip, uyumadan, dinlenmeden, batmış, işgal edilmiş, hasta, eğitimsiz, öz güveni sıfır bir ülkeyi, “sadece umudunu yitirmeyerek” kurtarıyorsa, ve savaşın en ümitsiz aşamasında bile defterine Türkiye Cumhuriyetini nasıl kuracağına dair notlar karaladıysa, bugün bizim umudumuzu yitirmek gibi bir lüksümüz yok..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000434-PHOTO-2023-08-30-19-33-31.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OKUMANIZDA FAYDA VARDIR DİYORUM…? KADİR MISIROĞLU KİMMİDİR ÖĞRENME VAKTİ GELDİ GEÇİYOR. Sarraflar olarak da bilinen Galata Bankerleri, Baltazzi, Lorando Tubini, Korpu, Kamondo, Zarifi, Ogenidi, Mavrogordato, Fernandez, Köçeoğlu, Mısıroğlu gibi Levanten, Ermeni, Rum ve Yahudi bankerlerdi… Banker isimlerinde MISIROĞLU özellikle dikkatimi çekti. Sonra BOĞOS MISIROĞLU banker. Acaba dedim FESLİ ŞARLATAN’la bağlantısı varmıdır. Araştırayım dedim bu ince detay üzerinden. Enteresandır, Google’da bilgi yok. Öyle güzel oyun oynamışlar ki bizlere iz bırakmadıklarını düşünmüşler… Biraz araştırınca neler çıktı. Elbet şaşırmadım, okuyan sevgili dostlarında şaşırdıklarını düşünmüyorum. Çünkü biliyoruz ki medyada ve tv lerde şarlatanlık izni boşa verilmiyor bunun gibilere… 19. yy. Osmanlısında Selanik Sabatayların en önemli merkezlerinden olmuştur. Özellikle Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet döneminde bürokraside, askeriyede, siyasi hayatta, medyada, iş dünyasında kritik noktaları elde etmişlerdir. 1924’de Lozan Mübadelesi ile Balkanlarda yaşayan 25 bin civarında Sabetay ülkemize gelmiş, farklı bölgelere yerleştirilmiştir. Toplumda Dönme/Kripto Yahudi olarak bilinen Sabatayların halen günümüzde varlıkların sürdürdükleri ifade edilmektedir.
Sabatay Sevi, VASİF AYDINARSLAN
TC:51403100712 1895 SELANİK DOĞUMU, TOKAT MERKEZ SOĞUK PINAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Eşi: HURİYE (AYDINARSLAN)
TC:51400100876 1900 SELANİK DOĞUMLU TOKAT MERKEZ SOĞUKPINAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Kızı: AYNUR MISIROĞLU (AYDINARSLAN)
TC:39458065156 1937 İSTANBUL DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Eşi: KADİR MISIROĞLU
TC:39479064428 1933 AKÇAABAT DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Kız Kardeşi: ŞENGÜL (MISIROĞLU) KOLOT
TC:53374601762 1942 AKÇAABAT DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Kadir Mısıroğlu’nun kız kardeşi evlendikten sonra KOLOT soy ismini almıştır. Birçok kaynakta KOLOT soy isminin Sabataylar tarafından kullanıldığı, İstanbul Üsküdar’da Sabatay mezarlığı olarak bilinen Bülbül Deresi’nde KOLOT soy isimli şahısların yattığı bilinmektedir.
Kadir Mısıroğlu’nun oğlu; ABDULLAH SUNİSİ MISIROĞLU
TC: 39455065210 1963 İSTANBUL DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Eşi: ASLI GÜNER-MISIROĞLU-BİERSTEDT
TC: 32359798994 1966 ARTVİN DOĞUMLU İSTANBUL FATİH KEMALPAŞA NÜFUSUNA KAYITLI (ALMAN/HRİSTİYAN)
Kadir Mısıroğlu’nun oğlu Abdullah Sunisi ile evlenen Aslı Güner İstanbul Özel Alman lisesinden mezun olması hayli dikkat çekicidir. Abdullah Sunisi ’den boşandıktan sonra Müslüman olmayan Alexander Bierstedt isimli alman ile evlenen Aslı Güner Türk vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşlığına geçmiştir. Sn. Mehmet Gülme Zer’e teşekkürler.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A Değerli Kardeşim. Böyle bir ileti geldi. Ne dersiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sizin bu konuda bilgi alanınız çok geniş olduğunu tahmin ediyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000438-VIDEO-2023-09-02-08-28-35.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Haksızmı?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazı çok eski, 15 Temmuz’dan önce, Kadir Mısıroğlu’nun F.Gülen aleyhinde yazıp onun gerçek kişiliğini deşifre etmek üzere hazırladığı dosyalara misilleme olarak FETÖ’nün özel hazırlattırmış olduğu bir yazıdır. O dönemde devlet imkanlarını kullanma fırsatına sahip oldukları için, arşiv bilgilerinin çoğu doğrudur. Doğruları yanlışa alet etmeye çalışmışlar. Kadir Mısıroğlu’nun eşi ve oğlunu da tanırım. Bu vesile ile yazacaklarım bilgiye dayanan malumatlardır. Kadir Mısıroğlu’nun eşi Aynur hanımın dedeleri Selanik’ten gelme olduğu doğrudur. Ama aynı zamanda bir Mevlevi şeyhi olan, İslam’ı yaşayan, alim, hafız bir kişi olduğunu gizleyip saklamış ve atlamışlar. Çünkü maksatları gerçeği ortaya çıkartmak değil, doğru bilgileri emellerine alet etmektir. Bunu en iyi bilmesi gerekenler onun kumpaslarına maruz kalmış olan subaylar olması gerekir. Öyle değil mi? Öncelikle şunu bilmek gerekir; herhangi bir kişinin, sadece Hacı, hoca, Şeyh ve hatta peygamberler soyundan gelmesi, onu kurtarmayacağı, temize çıkarmayacağı gibi, geçmişinin Yahudi, Rum, Ermeni vs. gibi kavimlere dayanması da tek başına onu itham etmeyi gerektirmez. Peygamberlerin oğulları ve eşleri içerisinde bile hatalı, bozuk kişilikler olduğu gibi, Yahudi, Ermeni ve Rum gibi kavimlerin içerisinde de çok asil, temiz, dürüst ve ihlaslı insanlar olabilir. Peygamberimizin (sav) seçkin arkadaşları arasında Yahudi ve Rum asıllı olanlar olduğu gibi bizim ecdadımız içerisinde de kendisi ile gurur duyduğumuz geçmişi gayri müslim ve Türk asıllı olmayan insanlar da vardır. Mimar Sinan bunlardan sadece biridir. O halde kişileri, sadece nesepleri, soyları ve kavimleri ile değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Önemli olan fikirleri, davranışları, yaşantıları ve icraatlarıdır. Yaşantıları fikirleri ve icraatları ile olumlu geçmişi birleşince anlamlı olabilir. Olumsuz geçmişi, olumlu istikamete dönüşmüş, evrilmiş kişileri, sadece geçmiş soylarının olumsuzlukları ile itham etmek bir cahiliye âdeti ve geleneğidir. Kaldı ki, Selanik bir Osmanlı şehri idi. Orada yaşayanların hepsi Yahudi değildir; Yahudilerin hepsi de dönme veya Sabatayist değildir. İçinde yaşadığımız dönemde bile, Siyonist düşmanı, İsrail devletine şiddetli muhalif olan Yahudiler vardır. Filistinliler ile iş birliği yapmaktan bile uzak durmazlar. Mavi Marmara gemisinde 6 Yahudi vardı.
İsrail’in zulmünü haykıran ve ona karşı yapılan eylemler içerisinde yer almaktan bile çekinmeyen bu insanlar ile bizim ne alıp veremeyeceğimiz olabilir? Yahudi olmak değil, Siyonist olmak bir suç kabul edilebilir. Kendisi Yahudi kavminden olmadığı halde Siyonistlerden daha fazla Siyonist’çe davranan insanlık düşmanları yok mudur? Türkiye’de bu tip zararlı insanların varlığı, düşünceleri ve faaliyetleri üzerinde durmayıp ölmüş kişilerin soyları üzerinden bir tartışma açmak, fikir ve düşünce sahibi insanlara yakışmaz. Kişilerin kavmi değil, fikirleri yaşantıları ve icraatları önemlidir.
FETÖ’yü keşfettikten sonra FETÖCÜ Metotları kullanmak, malzemelerinden istifade etmeye çalışmak, tam bir acizlik sergilemek olmaz mı? Selam ve muhabbetlerimle.
02/09/2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hükümetin ve bürokrasinin eksik, hatalı veya yanlış icraatlarını gerekçe yaparak kendi yanlış düşüncelerini pazarlamaya çalışan, gardırop Atatürkçüsü veya Kamalizm taciri bir zat, yeri geldiği zaman, en yakın dostu ve arkadaşını dahi satabilen, hançerleyebilen, bukalemun yapılı bir şahsiyet. Allah bir derse inan, geri kalan hiçbir düşüncesinin kıymeti harbiyesi yoktur. Bu tip insanlara itibar etmek, itibar edene zillet yaşatır.
Bana inanmıyorsanız. Uğur Dündar’a kulak verebilirsiniz. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BU YAZI 4 ARALIK 2011’DE YAZILMIŞ. YANİ KILIÇDAROĞLU GENEL BAŞKAN OLDUKTAN KISA BİR SÜRE SONRA!.. BU YAZI KK’NIN KEMALİST CUMHURİYET’E KARŞI BİR İHANET OPERASYONU İLE CHP’NİN BAŞINA GETİRİLDİĞİNİN VE GENEL BAŞKAN OLDUĞUNDAN BERİ ATATÜRK VE CUMHURİYET ALEYHİNE ÇALIŞTIĞININ BELGESİDİR. LÜTFEN YAZIYI OKUYUN, GERÇEKLERİ ÖĞRENİN VE KILIÇDAROĞLU’NUN AKP VE BAŞTA ALMANYA OLMAK ÜZERE EMPEYALİST ÜLKELERLE BİRLİKTE CUMHURİYETİ YIKMAYA/ ÜLKEYİ PARÇALAMAYA YÖNELİK PLANINI ÖĞRENİN…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Onur Öymen Beyin yıllar önce kaynaklarını belirterek söylediği bir gerçeği bugüne kadar dikkate almayıp bugün gündeme getirmek samimiyetle bağdaşmayan, parti içi entrikalar gereği gündeme getirilmiş olması, ciddiyetten uzak bir anlayışın ürünü olsa gerek. Onur Öymen Bey’in yıllar önce yaptığı konuşma 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: CHP Milletvekillerinin TOGG Ziyareti
Ahmet Ziya İbrahimoğlu Cumhuriyet Tarihinde Bir Devlet Başkanının İngilizler Aleyhinde Konuşma Cesareti Duyduğu Vaki Değil. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 68 Sene Önce 6-7 Eylül’de Vaki TARİHİ BİR OLAYIN İTİRAFÇISI Rize’li Emekli Subay | Aziz Şengün
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Günaydın değerli dostlar. Sizde çok iyi bilirsiniz ki DÜNÜ bilmeden BUGÜNÜ anlayamaz, değerlendiremeyiz…Hepinizin vatan severliğinden zerre kadar kuşkum yok. Âmâ yukarıda arz ettiğim iletiyi lütfen sonuna kadar okuyun… Ben okudum ve sizlerle de paylaşmak ihtiyacı duydum. Hamasi söylemlerin ne zamanı ne sırası. Tarihi gerçeklerin mutlaka bilinmesine çok ihtiyacımız var, partileri değil, ilkeler, fikirler ve doğruların peşinde olmak, her vatan severin ana görevi olduğuna inanıyorum… Selâm, sevgi ve saygılarımla…H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Gruplarıma yazdığım dip not…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Eski Çin’de, idam mahkûmlarının son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerine izin verilirmiş. Mahkûmlar, cellât da aralarında olmak üzere, hep birlikte sabaha kadar şarkılar söyler, en sevdikleri yemekleri yer ve pirinç rakısı kadehlerini peş peşe yuvarlayıp mutlu olurlarmış. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, cellât, ansızın hareketlenip palasını çeker ve hafiften çakırkeyif mahkûmların kellesini, tırpanla başak biçer gibi alıverirmiş. Yine böyle bir infaz ayininde, mahkûmlar, sabahın ilk ışıklarına kadar pek güzel eğlenmişler, şarkılar söyleyerek yiyip içmişler. Derken güneşin ilk ışıkları dağların arasından görünmüş. Fakat hiçbir şey olmamış! Mahkûmlardan biri cellâda sormuş:
“İnfaz neden gecikti?” Cellât, “Gecikmedi ki,” demiş. “Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor” diye diretmiş mahkûm. “Size öyle geliyor,” demiş cellât, palasına bulaşan kanı göstermiş mahkûma. Dehşete kapılan mahkûm, “Nasıl yani?” diye mırıldanmış. “Ben çok hızlıyımdır,” demiş cellât. “Ayağa kalktığın anda, kellen kucağına düşecek…”
Kıssadan hisse şu ki… Kelleniz çoktan gitmiş olabilir! Ancak siz bunu henüz fark etmemiş olabilirsiniz… Bir şey olmuş, ama siz olan şeyi henüz idrak edemediğiniz için OLMAMIŞ GİBİ davranıyor olabilirsiniz ve kellenizin de hâlâ yerinde olduğunu sanıyorsunuz… Anlayacağınız, gerçeği anlamanız için ayağa kalkmanız gerekiyor.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dr. Salih Selman Beyin Bir Yazısı.pdf • 2 sayfa <00000452-Dr. Salih Selman Beyin Bir Yazısı.pdf eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BU AYIP BİZE YETER.! Kahrından Ölen Bir Kahraman ‘Mustafa Muğlalı’ Kubilay’ı şehit edenleri yargılayıp, idam eden Menemen İstiklal Mahkemesinin başkanıydı Mustafa Muğlalı. İzmir Menemen’de asteğmendi. 23 Aralık 1930 günü gericilerin isyanını bastırmak üzere görevlendirildi. Kan dökülmesin diye çok uğraş vermişti Mustafa Fehmi Kubilay… Olaya müdahale ettiği sırada bir kurşun ile göğsünden yaralandı. Yaralı bedeni sürüklenerek cami avlusuna getirildi. Kör bir testere ile başı kesilerek, sancağın ucuna takıldı ve Menemen sokaklarında gezdirildi. 1 Ocak 1931 itibarı ile bölgede Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edildi. Divan-ı Harp kuruldu ve sanıklar yargılanmaya başladı. 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu, 28 sanığın idamına karar verildi. Zalimler, Kubilay’ı şehit ettikleri meydanda asılarak idam edildiler.
Mustafa Muğlalı Paşa
1943 yılında İkinci Dünya Savaşının en hararetli günleri yaşanıyordu. Ülkemiz işgal tehdidi altındaydı. Özellikle Doğu sınırımız sürekli olarak ajanlar tarafından taciz ediliyor, köylü, kaçakçı kılığındaki yüzlerce kişi sınırlarımızı ihlal ediyordu. 33 kaçakçı, İran sınırına doğru kaçarken vurulmuştu. Emri veren bölge komutanı Mustafa Muğlalı Paşaydı. 1947 yılında emekli olmuştu. 1948 yılında Demokrat Parti, bölgede bulunan oy potansiyelini lehine çevirmek için, Mustafa Muğlalı olayını meclise taşıdı.
Öldürülenlerin masum köylüler olduğunu, suçsuz yere kurşuna dizildiklerini savundu. 1949 yılında tutuklanan Muğlalı Paşa, kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Sonuçta devlet güvenliğini korumak onun sorumluluğu altındaydı, görevini yapmış, sınır ihlalinde bulunan, kimliği belirsiz kişilere ateş açılması emrini vermişti. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti yönetimi, Muğlalı olayını yeniden gündeme taşıdı. Yargılanmanın tekrar görülmesine karar verildi, Mustafa Muğlalı 70 yaşında idama mahkûm edildi. Dayanamadı. 11 Aralık 1951 günü hapishanede kahrından öldüğünde 70 yaşındaydı. 1997 yılında itibarı iade edildi. Suçsuz olduğu anlaşılmıştı ama aradan 36 yıl geçmişti. Askeri törenle naaşını devlet mezarlığına taşıdılar. Harp Akademileri Komutanlığının bahçesine heykeli dikildi. Balkan harbine katılmıştı. 1. Dünya Savaşında, Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak görev yaptı. Millî Mücadelenin en önemli birimleri olan, görevleri silah kaçırmak, istihbarat ve subay sağlamak olan, İstanbul teşkilatlarından Zabitan ve Yavuz gruplarına başkanlık yapmıştı. Atatürk’ün arkadaşıydı. Şeyh Sait ve Dersim isyanlarının bastırılmasında görev aldı.
VE EN ÖNEMLİSİ…!
Kubilay’ı şehit edenleri yargılayıp, idam eden Menemen İstiklal Mahkemesinin başkanıydı Mustafa Muğlalı. Yıllar sonra, Kubilay’ın katillerini asmanın bedelini ödettiler bu büyük kumandana. Sanırım çektiği çilenin sebebini şimdi daha iyi anladınız. 33 kaçakçı için şiirler yazılan bu ülkede, Mustafa Muğlalı Paşanın adını bile öğretmediler bize. Sahip çıkamadık. 70 yaşında, bir Kurtuluş Savaşı kahramanının kahrından ölmesini evlatlarımıza anlatmadık. Bu ayıp da bize yeter! Ruhu şad olsun.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000457-VIDEO-2023-09-12-21-19-38.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet aynı durumu ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı olan zattada görmüştük maalesef.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Abdurrahman Dilipak’tan Yeni Türkiye özeleştirisi
(Okumaya başlayınca sıkılmadan daha ne var? Dersiniz) ben özeleştiri diye buna derim…! Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’tan ilginç bir yazı… Dindar gomanist…!
TERS KÖŞE:
“Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu derken, bizim ‘modern muhafazakârların’ geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak hale geldi. Su geçiren oje, abdeste mâni olmayan rujlarımız var artık. Helal likör, helal bira, helal şampanyalarımız var. Yakında helal etiketli rakı da çıkaracaklar. Hani biz başkalarına benzemeyecektik? Siyasilerimiz, bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde. Bebeğin cinsiyetini tahmin partisi diye bir parti duydunuz mu siz? Bizimkilerde var. After umre party var. Eskiden hac ve umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere tesbih ve seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu. Rock müzik eşliğinde zikir party’si bile var artık. Yatlarda happy birthday party gibi rezaletler de var. Hepsi tesettürlü tabii! Ramazan iftarını party’e dönüştürenler var, şatafat, müzik, kadınlı erkekli rengârenk giysiler içinde semazenlerle başlıyor. Baby shower party çıkmış. Bekârlığa veda partisi adı altında fuhşa özendirenler bile var. Tesettürlü ama lüks, israf, ne istersen var. Artık bu işler için ajanslar var, altın kaplamalı pasta sunumlarına kadar, Körfez ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var. Haram para cüzdanda durduğu gibi durmuyor.
Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların yakınları, karıları var. Bunlar biliniyor. Yat partilerinde konken oynayan, tesettürlü hanımlar var. Başörtüsü, başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü. Namazı spor, orucu diyet niyetine dönüştürmüşler. Hac da turizm olmuş. Zaten adı şimdiden belli, hac ve umre turizmi. Kurban da kebap bayramı olunca, bu iş tamam. Sakal bırak, başörtüsü tak, sonra onlar ne yapıyorsa aynısını yap. Seremoni, ritüel, ikonalar, hepsi aynı. Gay dergâhlarına az kaldı. Aşağılık kompleksi bizi mahvediyor. Sadece makam sahiplerinin değil, her seviyenin ayağı kayıyor. Yakında piercingli, tattolu imamlar görürsünüz. Kimileri Lale Devri sosyetesinin yaptıklarını Osmanlı zannediyor, kimileri mevlitleri bile party’lere dönüştürüyor. Artık ilahiyatlarda bile namaz kılanlar yüzde 50’nin altına düşmüş. İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Bunun sorumlusu kim?” Kırk günlük bebeğe tek taş yüzük takan tesettür sosyetesi var. Ascot yarışlarındaki düşeslere, baroneslere özeniyorlar, türbanın üstüne tüylü şapka takarak, Lale Devri saraylarında, şatafatlı sofralarla mevlit yapıyorlar. Mutaassıp yaşam biçiminden, gösteriş tüketimine sürüklendiler. Mahremiyet duygusunun yerini, abartılı görgüsüzlük aldı, para döküp saçarak var olmaya çalışıyorlar, bedevi kültürüyle yarışıyorlar. Maneviyattan maddiyata öylesine hızlı geçtiler, dünyevi zevklere kendilerini öylesine kaptırdılar ki, kulaklarından altınlar, pırlantalar fışkırdığını herkese seyrettirmek istiyorlar. Nasıl bir açlıksa artık, helal etiketli şampanyalar satılıyor. Alkolsüz mojito var. Sodalı limonata derse, havalı durmuyor, illa mojito diyecek. Alkolsüz bellini var. Alkolsüz aperol var. Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie’lerin kaçınılmaz yansımasıdır bu… Demir hindi şerbetiyle iktidara geldiler, mojitoya dönüştüler. “İslami eğlence” adı altında “helal organizasyon” yapan şirketlerin sayısında patlama yaşanıyor. Beş yıldızlı otellerde tahtırevanla düğün yapan var. Salona tavandan sarkıtılan gondola binerek giren var. İlahi ekipleri var, helal müzik yapıyorlar, “düğün gecenizi helal çerçevesinde şenlendiriyoruz” diye reklam veriyorlar. Sunucusuyla beraber semazen ekipleri var. Helal su Şili düğün yemekleri, Osmanlı köşklerindeki varaklı dekorlarda, Swarovski kristalleriyle süslü padişah koltuklarında, altın kaplamalı pastalarla bitiyor, cümle âlem görsün diye, videolarını internette yayınlıyorlar. Dini düğün palyaçosu var kardeşim! İslami Animatör var. Helal selülit kremiyle İslami esaslara uygun masaj salonu var. Taylandlı masözlere türban taktırıyorsun, İslami esaslara uygun olmuş oluyor! Bu çürüme sürecinde, ta Singapurlardaki casinolarda rulet masasında yakalanan bakan çocuğunu görmüştük… En son, AKP genel merkezinde çalışan, lise mezunu ve henüz 27 yaşında olmasına rağmen, lüks otomobil koleksiyonu olan, kumar fişleriyle, revü kızlarıyla, elinde kadehle Jakuzide poz veren, Çankaya’da lüks sitede oturan, Rabia tweetleri atan arkadaşı kokain çekerken gördük. 17/25 Aralık lağımı patladığında, inanın ne yakalandılar diye sevinmiştim ne de öfkelenmiştim, hissettiğim sadece üzüntüydü. Ait olduğum milletin başına gelenlere, koskoca Türkiye’nin düşürüldüğü hale, demokrasimize, gerçekten çok üzülmüştüm. Rabia’cı arkadaşı kokain çekerken gördüğümde de inanın, aynı duyguları hissettim. “Allah ile aldatma” ikliminin, Türkiye’mizi ne hale getirdiğini gördüğüm için, gerçekten çok üzgünüm. Ama… Mütedeyyin (!) iktidardan medet uman sayın ahalimiz bir defa daha layığını bulduğu için, doğrusu bu defa memnunum.”
Abdurrahman Dilipak
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: A.Dilipak Bey İstanbul’da ev komşum olması sebebi ile yakın hukukumuz olan bir arkadaş. Yazısında doğrular olmakla birlikte abartılmış hususlar ağırlıkta olduğunu ifade etmekle yetiniyorum. Amalar fili tuttuğu yere göre tarif edermiş misali olmuş.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ekran Resmi 2023-09-13- 13.54.12.png < 00000463-Ekran Resmi 2023-09-13- 13.54.12.png eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: TÜRKİYE’Yİ KİM DİNSİZ YAPTI?
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen ilk anayasanın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin dininin İslam olduğu yazıyordu. 1923’de Cumhuriyeti kuran ekip 1924’de yeni bir anayasa için kollarını sıvadı. 18 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonundaki binada Teşkilat-ı Esasiye ‘de yapılması düşünülen değişiklik müzakere ediliyordu. Bu müzakerelere belli isimler çağrılmıştı. Çağrılmayanlardan birisi de İstiklal Savaşı’nın önemli komutanı Kazım Karabekir’di. Karabekir Paşa ne olduğunu merak edip Ankara İstasyonundaki binaya gitti. Karabekir içeriye girdiğinde, haraketli bir şekilde yeni cumhuriyetin dininin ne olacağı tartışılıyordu. Kendisi Sabetay yani Yahudi olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, büyük bir ısrarla Devletin dini kısmından İslam ibaresinin çıkartılması gerektiğini savunuyordu. Aras, İslam dininin Türklerin değil Arapların dini olduğunu, Türkiye’nin Batılılaşmak istiyorsa bu dini terk etmesi gerektiğini iddia ediyordu. Tevfik Rüştü Aras bu kanaatini her yerde haykıracağını söyleyince, Karabekir Paşa’nın tepesi attı: ‘Teşkilatı Esas iyede dinimizin İslâm olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey. Hangi kanaati haykıracaksın? Hıristiyanlığı mı? ‘Cevap Yahudi Aras yerine Türkçü gözüken dönemin Adliye Vekili Mahmut Esad Bozkurt’tan geldi; – Evet Hristiyanlığı. Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve bize de kimse ehemmiyet vermez.” Ne kadar acı değil mi? Sözde Türkçü, Türk milletinin dininin Hıristiyanlık olmasını istiyor… Bunun dedesi Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi için İstanbul’a giden ekipte yer almıştı. Kazım Karabekir söz alıp şöyle dedi: İslamlığın terakkiye mâni olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebiliriz. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, din değiştirme gayretidir. Netice İslam kalırsak mahvolmayız, fakat din değiştirme oyunu ile bizi kolay mahvedebilirler. Hıristiyan Bizans’ı Müslüman Türk yıkmış ve yerine geçmiştir. Fransızlar 1855’te Müslüman Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yaparak Hıristiyan Rus İmparatorluğuna karşı harp yaptılar. Dünya Savaşında Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan yine Müslüman-Türk’le ittifak yaptılar. Ve Hristiyan İtilaf Devletlerine karşı birlikte savaştılar. Yüzümüze kimse bakmaz ne demek? Bu kez dönemin Başvekili Fethi Okyar söz alıp Karabekir’e sert karşılık verdi: Evet Karabekir… Türkler İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar. Ve İslâm kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Bunun için İslâm kalmayacağız… Duyduklarından sonra Karabekir geri adım atmayıp daha da sertleşti ve şöyle dedi; Fethi Bey, bu yabancı fikri şiddetle reddederim. Geri kalmamıza sebep din değildir. Fütühatçılık, temsil kudreti gösterememek, Avrupa’nın ilim ve irfan cephesiyle temassızlık, idarede istibdat gibi mühim sebepler vardır. “İslamlık terakkiye manidir” fikrini de garip bulurum. Bu yabancı ve tehlikeli fikrin, aramızda da münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından çok müteessir oldum. Ben iddia ediyorum ki, Türk Milleti ne Hristiyan olur ne de dinsiz kalır. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri, en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğine inanışınız objektif bir görüş değil, hayâlinizdir. Böyle bir harekete cüret, memlekette kanlı bir istibdat ile başlar ve İstiklal Harbinin birliğini de birbirine katar. Böyle bir iç savaşın nasıl bitebileceğini de söyleyebilirim: Düşmanlarından kanı pahasına istiklâlini kurtaran Türk Milleti, hürriyetini kendi evlatlarına boğdurmayacak. Buna cüret edenlerin de hakkından gelecektir Fethi Bey… Kazım Karabekir Paşa’nın bu sert sözleri ve milletin ayaklanacağını ima etmesi, herkesi suspus ettirdi. Karabekir daha sonra Mustafa Kemal’e dönerek; Paşam, Bizi silah kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız görüyorum ki, bizi fikir kuvvetiyle mahvedecekler. Buna müsaade edecek misiniz? Millet Meclisini tekbirler, salavatlar arasında açtınız. İslamlığın en yüksek bir din olduğunu hutbelerle ilan ettiniz. Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı maceraya atılacağız… Bu tartışmaları kesmeden ve araya girmeden dinleyen TBMM Meclisi Başkanı Mustafa Kemal, Karabekir’in sözünü keserek, “Müzakereler çok hararetlendi, burada kesiyorum.” dedi. Kazım Karabekir’in “Devleti dinsiz ederseniz, halk ayaklanır” sözü ilerleyen günlerde çok tesirli oldu. 1924 Anayasası’nda “Devletin resmi dini İslam’dır” ibaresi korundu. Korundu korunmasına ama içimizdeki Sabetayların ve din düşmanlarının çabaları durmadı. Bu kez dinin temel eğitim yerleri olan tekkeler kapatılıp, din adamları İstiklal Mahkemeleri’nde birer birer asıldı. İstiklal Mahkemeleri ile ahali sindirilirken, Şapka Kanunu ile batıya alıştırıldı. 1928 yılında, İsmet İnönü Malatya Mebusu olarak, 120 arkadaşıyla birlikte, Anayasanın Maddelerinin Tadiline Dair Teklif verdi.
İnönü’nün değiştirilmesini istediği maddelerden bir tanesi; Anayasa’nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” hükmü idi. 10 Nisan 1928 tarihinde “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” hükmü anayasadan çıkartıldı. Milletvekillerinin yeminlerindeki “vallahi” kelimesi “namusum üzerine söz veririm” ifadesiyle değiştirildi. Meclisin görevleri arasında yer alan “ahkâm-ı şer ’iyenin tenfizi” (dini hükümlerin yerine getirilmesi) maddesi anayasadan kaldırıldı. İnönü ve 120 CHP’li vekilin teklifiyle, Türkiye Cumhuriyeti DİNSİZ bir devlet yapıldı. Oylama yapıldığında TBMM’de toplam 316 milletvekili vardı. Bu milletvekillerinden 264’ü, Dinsiz devlete kabul oyu verdi. Sadece 52 milletvekili teklifi reddetti.
Kısaca milletvekillerinin yüzde 84’ü, dinsizliğe el kaldırdı. 4 sene önce Karabekir Paşa’nın karşı çıkmasıyla ertelenen tasarı, 4 sene sonra 10 Nisan 1928 yılında hayata geçirildi. Peki, o tarihte Karabekir Paşa ne durumda idi. Karabekir Paşa, İzmir’de Mustafa Kemal’e suikast iddiasıyla İstiklal Mahkemesi’nde idam cezasıyla yargılanıyordu. Olaya karıştığına dair hakkında bir delil yok idi. Buna rağmen hakkında tam idam kararı çıkacaktı ki, mahkeme salonunun üzerinden alçak uçuş yapan savaş uçaklarından, “Karabekir Paşa suçsuzdur” yazıları atıldı. Askerler ayaklanmıştı… Karar günü bir grup silahlı subay mahkemeyi basarak, Mahkeme Başkanı Kel Ali’yi tehdit etti. Ordu Karabekir’in arkasında durunca, Atatürk ivedi olarak kendisini affetti. Bu yapılanları hazmedemeyen Karabekir Paşa evine çekildi. Siyasetten elini eteğini tamamen çekti. 10 Nisan 1928 yılı Türk milletinin asla unutmaması gereken kara bir gün olarak tarihe geçti. Atam Oğuz Kaan’dan bu yana İslam’ın bayraktarlığını yapan, 3 kıtaya İslam’ı yayan Türk milleti, 264 CHP’li vekil sayesinde resmen dinsiz yapıldı. Kâğıt üzerinde devleti dinsiz yaptılar ama Türk milletinin gönlünden İslam’ı asla silemediler. Türklük beden, İslam ise ruhtur.Türk- İslam milliyetçiliği, ayrılmaz bir bütündür. Tarih boyunca bu ikisini kimse birbirinden ayıramamıştır. İslam’ın kılıcı ve kalkanı olan Selçuklu ve Osmanlı, “Nizam-ı Âlem” davasını, üç kıtaya taşıyıp, hüküm sürdü. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk olmadığı gibi, Müslüman olduktan sonra millî şuurunu kaybedip tarihte yok olan bir Türk Topluluğu da olmamıştır. İslam, Türk milletine ışık olmuş, Türk milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükselmiştir. Anadolu topraklarını Müslüman Türk’e yurt yapan Sultan Alparslan, 26 Ağustos 1071’de, Malazgirt Meydanı’nda ordusuyla birlikte kıldığı cuma namazını müteakip, askerlerine dönerek “Ey mücahitler! Düşman ne kadar çok görünürse görünsün! Biz onlardan daha güçlüyüz. Çünkü biz Allah’a inanıyoruz…” dedikten sonra, toprak üzerinde secde ederek şöyle dua etti; “Ya Rabbi! Sana tevekkül ettim. Hazreti Peygamberimiz aşkına bize yardım et! Fikrimizle fiilimiz bir değilse bizi helak et!”. Osmanlı Devleti’nin ikinci Padişahı Orhan Gazi, ‘Oğul’a nasihat’ında, “Unutma ki, dünya saltanatı geçicidir. Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir!” dedi. Kızıl Elma, Türk’ün fetih hayalidir. Türk’ün Kızıl elması, i’lâ-yi kelimetullahı dünyaya yayma ülküsüdür. i’lâ-yi kelimetullah; Allah’ın dinini ve Tevhit inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetlerdir. Gerekirse bunun için cihat etmektir. Bu şanlı vazife, Atamız Oğuz Kaan’dan bugüne her Türk’e mirastır ve vasiyettir. Bu kutlu vazifeyi bu milletin kalbinden kimse çıkartamadı, çıkaramaz da… Nitekim de öyle oldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Sabetay Yahudi’si Şükrü Saraçoğlu, Anayasa’dan İslam ifadesin çıkardıktan sonra, “Din zehirdir. İslam’ı milletin kalbinden tamamen söküp çıkarmak için daha 30 yıla ihtiyacımız var” demişti. Fenerbahçe Stadına adı verilen Yahudi dönmesi çok fena yanıldı. Onların anayasadan çıkardığı İslam’ı bu millet asla gönlünden çıkarmadı. Çıkarmadığı gibi 20 senedir de memleketi bir Müslüman partiye teslim etti. Kendisi gibi dinsizler geriledi, astıkları Müslümanlar ilerledi. Söz buraya gelmişken bazı cemaatlere ve partilere iki çift lafım var. Son seçimlerde bir kısım cemaatler CHP’yi destekledi. O destekleriyle İstanbul ve Ankara gibi şehirler CHP’nin eline geçti. O cemaatlerden birisi, CHP’ye geçişe sebep olarak, AK Parti’nin bir mescitlerini yıkmasını gerekçe gösterdi. İyi de kardeşim! AK Partili belediye ruhsatsız mescidini yıktı diye senin dinini yıkmaya kalkan CHP’ye geçmek de ne oluyor. Müslüman kinine ve nefsine göre değil, hak ile batıla göre davranır. Bir sözüm de Karamollaoğlu’na… “Tayyip Bey parti kurarken gelip bize danışmadı” diye köpürttüğünüz kibriniz boyunuzu aştı. DÜN DİNDAR İKEN BUGÜN KİNDAR OLDUNUZ. Bu kin gözünüzü o kadar kör etti ki, düşmanınız olan CHP’nin ocağına düştünüz. Bay Temel, bir koyun ömrü kadar bir ömrün ya var ya yok. Yakışıyor mu size bu yaşta, CHP’nin tandırına tezek taşımak? Dikkat edin de ayağınız tökezleyip taze tezekle tandıra düşmeyesiniz! Yanlış anlama olmasın. Ben kimseye, “Gidip AK Parti’ye oy verin” demiyorum. Ben, “Dini ve devleti yıkmaya çalışanlara oy vermeyin” diyorum. Sonuç şu; Dinin sahibi Yüce Allah’tır. Dinini koruyanda odur. Kim bu dine saldırırsa, er veya geç belasını bulur.
METİN ÖZER
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: *Ermeni Tehcirini Tarihi Belgelere Dayanarak Bu Kadar Güzel Anlatan Bu Genci Tebrik ve Takdir Etmeli.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A DEĞERLİ KARDEŞİM GÖNDERDİĞİNİZ İLETİLERİ DİKKATLE, İLGİYLE, HEYEACANLA İZLİYORUM. TEŞEKKÜRLER…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Daha sonra size kendi düşünce ve yorumlarımı ileteceğim.
Selâm ve sevgilerimle.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “SÜNNET” DENİLEN AMELİYATLA İLGİLİ DİPNOTLAR.
1- Bu ameliyatı uygulamak Kuran’da tek bir ayette bile emredilmez ve tavsiye edilmez. Dolayısıyla Allah’ın emri değildir.
2- Bu ameliyatın peygamberle de hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü o da birçok ayette SADECE Kuran’a uymakla emrolundu.
3- Bu ameliyatla ilgili hadis kitaplarında uydurma rivayetler bile bulunmaz. Erkek çocuklarının aksine, ilginç şekilde kız çocuklarının sünnet edilmesiyle ilgili hadisler bulunur ve birçok ülke bu iğrençliği uygulamaktadır. Türkiye’de ise bu hadisler bilinmiyor, uygulanmıyor.
4- Dinde yerinin olmaması bir tarafa; bu ameliyatın sağlıklı olduğu da koca bir yalandır. Sağlıklı olduğuna dair yeterli delile sahip değiliz. Aksine o derinin birçok işlevi bulunduğu, göz kapağının gözü koruması gibi koruyucu özellikleri olduğu biliniyor. O derinin kesilmesiyle sinir uçları korumasız kaldığı için, erken boşalma gibi sorunlara sebep olduğu da tartışma götürmez bir gerçek. Bu konuda maalesef ciddi araştırmalar yapılmıyor.
5- Çocukların bedeninde kalıcı değişiklik yapma hakkımız bulunmaz. Bu insan haklarına aykırıdır ve suçtur. Herkes özgür iradesiyle, büyüdüğünde bedeninde istediği değişikliği yapabilir, fakat karar veremeyecek yaştaki bir çocuğun vücudunda bu keyfi değişiklik uygulanamaz. Bunun sorumluluğu ağırdır.
6- Tüm konularda olduğu gibi, Allah’ı ciddiye alan gerçek bir inanan, bu konuda da kendine yanılma payı vermeli, Allah’tan samimiyetle yardım istemeli ve gerçeğin peşinde olmalıdır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: size bir enteresan bir konu… Cevabınızı ilgili kişiyle derhal paylaşacağım…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Rumlar hep bir ağızdan, “Türklere ölüm, Türklere ölüm” diye bağırıyorlardı. Birlikte Yunan milli marşını okudular. Törenden sonra Efsun Alayı, önünde Alay komutanı, sancağı ve sancaktan daha büyük Yunan bayrağıyla yürüyüşe geçmişti. Rum kızları, Yunan yürüyüş kolunun her iki tarafına kordon oluşturmuşlar yürüyorlardı. Efsun Alayı, kilise çanlarının sesleri, mavi beyaz elbiseler giyinmiş Rum kızlarının şarkıları arasında Kordon boyunda ilerliyordu, üstü otel ve altı kahve olan adına da Askeri Otel denilen yapının önünden geçiyorlardı, yaya kaldırımında sıralanmış halkın arasından hızla ilerleyen ince, uzun, siyah takım elbiseli yağız delikanlı dehşetten titreyen eline hâkim olabilmek için diz çöktü, Alay Kumandanı İstavriyanopolis’in arkasından yürüyen dağ gibi sancaktarının alnına nişan aldı, elinde revolver toplu tabanca vardı. Gür sesiyle, “Olamaz, böyle güle oynaya giremezler” diye bağırıyordu. Tetiğe bastı peş peşe… Efsun alayının sancaktarı boğuk bir sesle atının sırtından karpuz gibi düştü yere. Adeta zaman durmuştu. Önce sessizlik, sonra panik yaşandı. Yunanlılar denize doğru kaçmaya başladı. Efsun taburu yüz geri ederek darmadağın rıhtımdaki toplanma noktasına doğru kaçmaya başladı. Bu kaçış görülmeye değerdi.
Efsunların püskülleri, ufki bir vaziyette arkalarında uçuyordu. Bu Hukuk’u Beşer gazetesi başyazarı Osman Nevres Bey’den başkası değildi. Bir tabanca sesi bütün bu zafer ve bayram havasını paniğe uğratmıştı. Genç gazeteci, bu panikten yararlanarak hemen yan sokağa sapmış, iki üç yüz metre kadar gerilemişti. Genç adam tabancasının kurşunları boşaldıktan sonra yaklaşan Efsunlara cebindeki bombayı da savurdu. Uzun ve kuvvetli kolu ile savurduğu bomba, arkadan gelenlerin hemen yanı başlarında patlayarak onları bir süre durdurdu. Genç adam bu ara bir evin penceresinden kendisini gözyaşları ile seyreden yaşlı bir kadın gördü. Osman Nevres Bey’in mermisi de bitmişti. “Nine, gördün ya” dedi.” Yarın ahirette şahidim sen ol, kurşunum tükendi, onun için geri gidiyorum. “Bunu söyleyerek artık büyük kaçışına başlamaya karar verdiği anda sokağın başında bir anda, vızıldayarak birçok kurşun geldi, birkaç saniye ayakta kalabildi, dudaklarında bir tebessüm ve yüzünde bir rahatlık vardı. Sonra, dizlerinin üzerine düştü. Daha sonra ellerini, avuçlarını açarak kaldırım taşlarını tuttu. Yavaş yavaş yere kapandı. Sanki İzmir’i sımsıkı kollarının arasına almış, yurdumun topraklarına sarılmıştı arka üstü düştü, birkaç kez çırpındı, yarı yüzükoyun döndü.” Yalnız olduğunu anlayan Yunan işgalciler etrafını sardı, yerde yatan Osman Nerves’e ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine gelirse, orasına… Şehit olmuştu Osman Nerves, henüz gençliğinin baharında. Asıl adı Recep oğlu Osman Nevres olan Hasan Tahsin’in Konya Yörüklerindendi. Ailesi Balkanların Türkleştirilmesi politikası çerçevesinde asırlar önce Anadolu’dan Selanik’e yerleştirilmişti. Osman, ilk önce Mustafa Kemal’in de okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti, sonra Selanik Feyzi’ye Mektebi’ni bitirdi. Zeki, çalışkan ve lider ruhluydu. Hocalarının ve okul müdürü Cavit Bey’in dikkatini çekmişti. Siyasal bilgiler eğitimi almak üzere Fransa’ya gönderildi. Burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. En yakın arkadaşları, daha sonra şair olarak ünlenecek olan Yahya Kemal ve Şeyh Şamil’in torunu Hamza Osman Erkan’dı. Bir pazar tatilinde İsviçre’de sinemaya gitmişti. Film 1911 Türk-İtalyan savaşını konu alıyordu ve İtalyanları yüceltirken Türkleri aşağılıyordu. Dayanamadı, yanından hiç ayırmadığı tabancasını çekti ve sinemayı boşalttı. Büyükelçiliğin müdahalesiyle kurtulmuştu. Bu onun sıktığı ilk kurşundu. Birinci Dünya Savaşı çıkınca diğer öğrencilerle birlikte o da yurda döndü. Bu sıralarda İngiliz siyasetçilerinden Buxton Biraderler Balkanlar’da Osmanlılar aleyhine yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa onu Buxtonların öldürülmesiyle görevlendirdi. Temin edilen bir gazeteci kimliğiyle Bükreş’e gitti. Hedefini vurdu fakat öldüremedi. Bu onun sıktığı ikinci kurşundu. Cezaevinden ordularımızın Bükreş’e girmesiyle kurtarıldı ve İstanbul’a geldi. İzmir’de on yedi yaşındaki kız kardeşi Melek Hanım’la beraber kalıyordu. Değişik adlarda gazeteler çıkartıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa üyesi bir yarbayla Ege’nin iç kesimlerine sık sık gidiyor, Yunanlıların İzmir’e çıkma ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyordu. Çalıştığı gazetede en son, “Bu vatan ya bizimdir ya hiç kimsenin onu ancak Allah’a veririz o da insansız olarak” diye yazmıştı. 15 Mayıs sabahı İzmir rıhtımına ayak basanları yerli Rumlar çılgın sevinç gösterileriyle, bir vatansever de kurşunlarıyla karşılar. Bu onun sıktığı üçüncü ve son kurşundur. Orada süngülerle delik deşik edilerek şehit edilmişti. O Alaybeyoğlu Recep’in oğlu Osman Nevres’ti. Türk basınının yüz akı, gurur kaynağı Hasan Tahsin’di. Hasan Tahsin Osman Nevres’in Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Bükreş’e gönderildiğinde kendisine verilen kimlikteki adıydı. O günden sonra hep o ismi kullanmıştı ve bugün de herkes o isimle kendisini tanıyordu. /Alıntı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NOT: BU GÜZEL VATAN, BU GÜZEL ÜLKE İŞTE BU GÖZÜ PEK, YÜREKLİ VE BİLEKLİ KAHRAMAN EVLÂTLARIN BİZE EMANETİ. MEKÂNLARI CENNET, RUHLARI ŞÂD OLSUN. H. A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam Kusura bakmayın… Benim bilgim cevap vermeye yetmiyor… O nedenle size havale ediyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım, Biliyorsunuz ben Of’ta köydeyim. Bazen meşguliyetim sebebi ile mesajlara bakamıyorum. Fırsat bulunca bakıp okuyarak, düşüncemi yazarım. Gecikme sebebi ile siz kusura bakmazsanız, ben zevkle fikrimi ifade ederim İnş.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sağ olun Hocam. Biliyormuşsunuz bilmiyorum, bizde Çaykara Horhoruz (Eğridere) luyuz.Hacı Mehmet Oğullarındanız. Bizden de selâm olsun yöremize… İyi tatiller dileriz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kur’an’ı Kerim, İslam’ın ana yasası mesabesinde, ilahi bir kitaptır; lafzı sabit olmakla birlikte, manası tefekküre açık, ilmi gelişmeler ışığında, terakkiye ve keşiflere işaret eden, yol gösteren, mana inceliklerini havi, teknik yönü olan konulara işaret eden, ilim, tefekkür ve anlama kabiliyeti geliştikçe, Kur’an’ı Kerim’in delaleti kapalı olan ayetlerindeki incelikler daha anlaşılır hale gelebiliyor. Kur’an’ı Kerim orta akıl seviyesindeki insanların idrakine seslendiği gibi, idrak üstü konuları teknik ifadelerle, insanlığın idrakine de sunabiliyor. İlim, akıl ve idrak olgunlaşıp bu teknik incelikleri anlayabilecek seviyeye ulaşınca, Kur’an’ın işaret ettiği gerçekler daha kolay anlaşılır hale geliyor. Bunun için Kur’an’ı Kerim kıyamete kadar geçerliliğini, çözüm üretme gücünü kaybetmez; kaybetmeyecek. Bunu size bir misalle izah edeyim: Kur’an’ı Kerim Rahman suresi 15. Ayette, “Cinlerin dumansız ateşten yaratıldığı beyan ediliyor.” 1400 yıl önce dumansız ateş tabiri yerine “Işın” tabiri kullanılsa idi, o dönem şartlarında bu tabiri kimse anlamaz, okuyan ve dinleyenlerin inkârına sebep olabilirdi. İlim ve akıl gelişince, dumansız ateş ifadesi ile “Işın” kastedildiğini kolayca anlayabiliyoruz. Işın tabir ve ıstılahı yeni bir ıstılah ve tabirdir; dumansız ateş tabiri ise yanlış olmamakla birlikte, yeteri kadar açık olmayan, uzmanı olmayanın anlayıp izah etmekte zorlanabileceği bir tabirdir. İşte Kur’an’da mücmel olan, işaret etmekle iktifa edilen böyle birçok husus vardır; akıl ve ilim gelişip olgunlaştıkça Kur’an’ın tazelik ve inceliğinin ortaya çıkmasına vesile olur. Peygamberimiz (sav) Miraca çıktığında, müşriklerin aklı buna ermedi; inanamadılar. Mescit-i Aksa’nın pencere sayısını sorarak peygamberi zora sokmak istediler.
Allah canlı yayınla Mescit-i Aksay’ı Peygamberimizin görebileceği hale getirdi ve peygamberimiz Ona bakarak bütün ayrıntılara cevap verebildi. Bugün beşer bile uzaya çıkabiliyor; canlı yayın yapabiliyor. Kur’an ve Sünnetin ortaya koyduğu gerçekleri kolaylıkla anlayabiliyor; izah edebiliyor. Kur’an’ı Kerim henüz insanlığın idrak seviyesinin çok üstünde birçok gerçeği daha ihtiva ettiğinde hiç şüphe yok. İlim ve akıl ilerleyip gelişerek olgunlaştıkça bu hakikatleri de anlayıp idrak edebileceğiz. O halde bize düşen mücmel konuları inceleyip araştırarak anlamaya çalışmaktır. İnkâr etmek değil. Deve idrarı, Kadınların sünnet olması gibi konular, etraflıca incelenmesi gereken konulardandır. Bilgi, idrak ve aklı yetmeyenlerin inkâr yolunu tercih etmeleri, tam bir aczi yet ve kolaycılıktır. Sahih yani doğruluğunda şüphe olmayan Sünnette (Peygamberimizin beyan, onay ve davranışları) Kur’an’ı Kerim gibidir. Çünkü Peygamber Allah’ın kontrol ve denetimi altında yaşayan insandır. Hatası anında düzeltilir. Onun için Kur’an’ı Kerim “Peygamber size ne söylüyorsa onu yapın, neden de nehyediyorsa onu terkedin; O heva ve hevesi ile hareket etmez” buyuruyor. Haşir Süresi 7. Ayet ve Necm Süresi 3. ve 4. Ayetler gibi birçok ayetler Peygamberin açıklama, emir talimat ve tavsiyeleri gibi, yasaklama yetkisi de olduğunu açık ve net bir şekilde beyan ediyor. Böyle konular, mesajla izah edilecek konular değildir. İzah ve ayrıntı gerektiren konulardır. 6 maddelik yazıyı yazan kimdir bilmiyorum fakat konunun ne dini ne de tıbbi boyutu ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığını anlamak için ilim ehli olmaya bile gerek yok. Konunun uzmanlarının söylediği ile tenakuz teşkil eden dedikodu üslubu ile aktardığı cümleler gerçekleri yansıtmıyor. Zaten yazdıkları, delilsiz, dayanaksız ifadeler. Ciddiye alınacak, üzerinde konuşulacak ilmi değere haiz ifadeler değil. İklim ve Coğrafi şartlara göre kadınların sünneti konusu farklı değerlendirmeye açık bir konu olmakla birlikte erkeklerin sünnet olması konusu ihtilaftan uzak, ilmin ve dinin onayladığı bir konudur. Batılı ilim adamları, şartlanmış Müslümanlardan daha objektif düşünebiliyor; Kur’an ve Sünneti daha dikkatli inceleyebiliyor, daha iyi anlayabiliyor. Bizdeki şartlanmışlık İslam’ı doğru anlama konusunda, en ciddi sıkıntılarımızdan biridir. İşte size bir misal: Yeni Bir Müslüman’ın Görebildiği İncelik ve Hakikatleri Düşünmek… Ateizme İten Duygu ve Düşünceler
Prof. Dr. Jeffrey Lang (ABD’li)👇
Prof. Dr. Jeffrey Lang Hakkında 👇
14.09.2023 Of
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet biliyorum. Buyurun gelin sizi misafir edeyim; beraber köyünüze de gidebiliriz. Köylerimiz çok uzak sayılmaz. Ben Çufaruksa’nın bitişiğinde olan bir köydenim. (Hamzalı) eskiden Çufaruksanın bir mahallesi idik; 1950’den sonra ayrıldık.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sağ olun Hocam…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Açıklama için teşekkürler. Allah razı olsun. İyi geceler. Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-hava-kurumu-universitesine-arap-dili-ve-edebiyati-profesoru-rektor-olarak-709192h.htm
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Rektörlük idarecilik vasfı ve tecrübesi gerektiren bir makamdır. Akademik çalışma alanı ikinci planda kalır; çok iyi bir hekim çok iyi bir idareci olamayabilir ama çok iyi bir idareci Tıp fakültesi idarecisi olabilir. Bu durum her dönemde sık sık karşılaştığımız bir durumdur.
Elbette arzu edilen, ideal olan, Tıp fakültesi dekanının branşının da Tıp olmasıdır. Ama bu her zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan bir idealdir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kusura bakmayın ama Sayın Hocam, bu konuda size katılamıyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: *ŞAKA GİBİ GELİYOR AMA İNANIN BUNLARIN HEPSİ GERÇEK
DÜŞÜNÜN,
Hava buz gibi.
Camiye gittiniz.
Şadırvan da abdest alacaksınız ama buz gibi su içinizi titretiyor.
Tam o anda elinde ibrik yanınızda bir genç bitiyor.
“Buyurun Beyefendi” diyor.
“Abdestinizi sıcak suyla alın” Şaşırıyorsunuz.
Sonra gencin yakasındaki karta ilişiyor gözünüz:
“Kışın Abdest Alanlara Sıcak Su Temin Etme Vakfı Görevlisi!” yazıyor. Ya da tam tersi.
Ağustos sıcağı, dilinizi damağınıza yapıştırmış.
“Şöyle buz gibi bir su olsaydı” diye içinizden geçirirken, bir bardak uzanıyor elinize.
Suyu kana kana içiyorsunuz, içiniz ferahlıyor.
Teşekkür etmek ve eline üç-beş kuruş tutuşturmak için bardağı uzatan gence dönüyorsunuz.
Ama o parayı kabul etmiyor.
Daha da şaşırıyor ve “Sen de kimsin?” diyorsunuz.
“Ben, Yaz Günleri Soğuk Su Dağıtma Vakfı Görevlisiyim” diyor genç.
Bitmedi, çok fakirsiniz.
Evlilik çağına gelmiş bir kızınız var.
Ama çeyizi bile yok.
Bir gün akşam karanlığı çökmek üzereyken, kapınız çalıyor.
Kapıda iki bayan; ellerinde paket paket danteller, el işlemeleri, çeyizlik havlular, saten örtüler.
Gözünüz yaşlı, sesiniz titrek soruyorsunuz; “Siz de kimsiniz?”
“Biz” diyorlar. “Fakir Kızlara Çeyiz Hazırlama Vakfı ‘ndan geliyoruz”
Şaka gibi geliyor ama inanın bunların hepsi gerçek.
Hem de bundan 500 yıl önce bu topraklarda yaşanıyordu.
Nereden mi biliyorum?
Vakıflar Genel Müdürlüğü, harika bir çalışma yapmış.
Osmanlı ‘da kurulan vakıfların listesini çıkarmış.
İnsan okudukça çarpılıyor, tüyleri diken diken oluyor.
“Yarabbi bu nasıl büyük bir medeniyettir, nasıl üstün bir meziyettir” demekten kendini alamıyor insan.
Kimisi 15. yüzyılda kurulmuş, kimisi 16. yüzyılda
İşte Osmanlı’da kurulan vakıflar:
1. Güzel Yazı Öğretme Vakfı,
2. Sokak Hayvanlarına Ekmek Verme Vakfı,
3. Hastalara Evinde Bakma Vakfı,
4. Kızlara Çeyiz Hazırlama Vakfı,
5. Duvar Yazılarını Silme Vakfı,
6. Kadın Sığınma Evi Vakfı,
7. Sıcak Pide Dağıtma Vakfı,
8. Yaz Günlerinde Soğuk Su Dağıtma Vakfı,
9. Kışın Abdest Alanlara Sıcak Su Temin Etme Vakfı,
10. Sıcakta Sebillere Kar Koyma Vakfı,
11. Yol Güvenliğini Sağlama Vakfı,
12. Helalleşme Vakfı,
13. Hristiyan Esirleri Kurtarma Vakfı,
14. İlkokul Hocalarına Tütünü Yasaklama Vakfı,
15. Yoksul Mahkûmlara Harçlık Verme Vakfı,
16. Güvercin hane Yaptırma Vakfı,
17. Leylekleri Koruma Vakfı,
18. Dara Düşenlerin Vergisini Ödeme Vakfı,
19. İflas Eden Tüccarlara Yardım Vakfı,
20. İlmi Kitapları Bağışlama Vakfı,
21. Şehit ve Sahabe Türbelerini Tamir Etme Vakfı,
22. Şehir Estetiğini Koruma Vakfı,
23. Hayvanlara Mera Açma Vakfı.
Daha onlarcası var.
Ama hepsini yazmaya imkân yok.
Ancak şimdi siz karar verin;
500 yıl önceki Osmanlı mı ileri, yoksa bugün çağdaşım diye kan ve gözyaşı ile beslenenler mi?
Umudumuz ve temennimiz bu tür vakıfların ülkemizde çoğalmasıdır. O zaman bu vatan maddi ve manevi saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşallah. (Âmin Allah’ım)
Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Kaynak: İlginç Vakıflar/ Vakıflar Gen. Müdürlüğü Yayını
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Her işin ehline verilmesi başarıyı artırır. Düşüncesindeyim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ne kadar güzel. Allah razı olsunlar… Şimdi Devlete vergi vermemek için para transferi yapıyorlar.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu doğru, ama tıp okuyan, hastane idaresinde, Tıp okumayandan daha başarılı olur diye genel bir kural olabilir mi? Tabip olmadığı halde Hastane idareciliğinde destan yazmış arkadaşlarım var. Tabip olmamaları sebebi ile onları ehliyet ve liyakatsiz mi saymamız gerekir?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Liyakat önemli diyoruz ama galiba sözde kalıyor. Siyasi durumlar ön plâna çıkıyor. Ben pek destan yazanı görmedim Hocam kusura bakmayın… Memleketin ekonomik hâli malumunuz. Evet, efendimci, biat kültürüne sahip, yeteneksiz insanlar iş başında… Devlette tasarruf yok… Vatandaş eziliyor… Emevî saltanat anlayışı hâkim… Yazık. Siz benden daha iyi bilirsiniz, bundan eminim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ehliyet ve liyakat sahibi olmadığı halde politik taraftarlık sebebi ile görevlendirme yapan kim olursa olsun tasvip etmeyiz; bu Sultan Fatih de olsa, Hz. Osman bile olsa fikrimiz hiç değişmez. Bu durum inancımızın gereğidir. Bunda, eğip bükmeden, mutabık kalabilmeliyiz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: MERHABA,
BEN KAPİTALİZM… Küçük kızlarınızı Barbie bebeklerle büyüttüm, “bugün sizden estetik operasyon için para istiyorlar” diye neden şaşırıyorsunuz! Çıkarlarım uğruna kocaman bir moda endüstrisi kurdum! İstediğimi de elde ettim; 17 yaşındaki kızların çoğu dış görünüşlerinden rahatsız.
Ben Kapitalizmim! Bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücudunu beğenmemesine yetiyor!
Ben Kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değiştirdim ki, hırsız bir CEO’nun hayat hikâyesi sizin için “azim ve başarı hikâyesi” olabiliyor. Ben Kapitalizmim ve ortalama bir insanın günde 5,5 saat TV izlediği, kitap okumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok!
Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, ancak %1’inizin ihtiyacı olan makineleri 3.Dünya ülkelerinde, ucuz işçilerle üretmekte çok başarılıydı… Elbette bütün kapitalistler birer “aziz” gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu. Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yağlarınızı eritmek için ter döküyorsunuz!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1,4 milyar aç insan var!
Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!
Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200 dolar gibi komik bir paralarla seks kölesi olarak satılıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve “serbest piyasa ekonomisi” dünyanın en büyük yalanı.
Ben Kapitalizmim ve Amerikalıların %24’ü eğer milyarder olmaları için bütün ailelerini reddetmeleri gerekecekse, bunu yapabileceklerini söylüyor.
Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum! Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria’s Secret’a koşun. Victoria’s Secret ülkelerine Türkiye de eklendi, avuç içi kadar çamaşıra 80 dolar verince çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!
Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun İPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!
Ben Kapitalizmim ve Madonna’nın sadece Londra’da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte.
Ben Kapitalizmim ve Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek. Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.
Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8,5 milyar dolar değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar…
Ben Kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan’da 1milyon kişi günde 1,2 dolar kazanarak o
Pırlantaları üretiyorlar. Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.
Ben Kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının %64’ü kokain bağımlısı.
Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.
Ben Kapitalizmim ve siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim!
Ben Kapitalizmim ve siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel’i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için “kutlarken”? ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok, çünkü TV’de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım. Dünya nüfusunun %50’si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin %1’ine sahip. Dünya nüfusunun %1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin %50’sine sahip.
Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım. Amerikalıların %85’i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükumeti seçebileceklerini söylüyor. İşte bu kapitalin gücü! Sizi özgür bırakmayan, fikirlerinize sansür vuran, en sonunda polis kurşunuyla öldüren bir devleti kendi elinizle kurmanız ne tuhaf? Sizin ağzınızı burnunuzu kırıp hapse tıkmaları için bir devlet kuracak parayı, kendi vergilerinizle sağlamanız ne kadar tuhaf? Amy Winehouse gibi bağımlılara acırken, hepinizin birer bağımlı olduğunu unutmanız ne kadar komik! Zavallı tüketim bağımlıları…”
(ABD’li bir Akademisyenden alıntı)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000490-PHOTO-2023-09-16-09-27-25.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️” Bu gençlik nereye gidiyor? “diye makale yazan köşe yazarına bir gencin verdiği HARİKA ‼️‼️ Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum. Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim. Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.
Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?
Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?
Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?
15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?
Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?
Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?
Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?
Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?
Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.
Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?
Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.
Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz. Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz.
Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz. Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.
Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.
Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.
Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz! Size bir şey söyleyeyim mi? Yeni nesil pırıl pırıl. Hiçbir sıkıntı yok. Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.
Son iki yılda kaç tane Türk filmi çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor. Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?
Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki. Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok! Kusura bakmayın! Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz! Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!
“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın! Evet, 21 yaşındayım. Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim. Çünkü benim babam II. Murad değil, hocam da AK Şemseddin değil. Zaten İstanbul da artık Fatih’in fethettiği İstanbul değil. Kalın sağlıcakla… 😢
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Söylenenler zahiren doğru, Libya’nın ekonomik refahı halkla bütünleşmeye yetmemiş; Kaddafi’yi kurtaramamış. Uyarıları dinlemesi gerekiyormuş. Eyvallah, buraya kadar itiraz etmeyi gerektiren bir durum yok. Peki, Kaddafi hangi uyarıları dinleyip ne yapması gerektiği işin esasını teşkil ettiğine göre, bize faydalı olacak bu bilgileri öğrenip istifade etme imkânımız var mı?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu bilgiler, Sayın Hocam hepimizin bildiği bilgiler değil mi? Küresel patronların. Dünyaya yön veren emperyalist Devletlerin bitmeyen petrol istekleri değil mi? BOP ‘nin eş başkanıyım diye sevinenleri unutmayalım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocama yüce Allah’tan rahmet diliyorum… Mekânı Cennet ‘ruhu şâd olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Biliyorsunuz Yaşar Nuri Beyle aynı okuldan mezun olmuş, aynı dönemden beraberliğimiz olmuştur. Uzaktan değil yakından tanıyanlardanım. BOP Başkanlığı, ABD ve İsrail’in Mısır ve Suriye projelerindeki rolü ve perde arkasını birinci ellerden bilen birisiyim. Siz duyum ve algılarla hareket ediyor olsanız da ben bilerek, bilinçli hareket etme imkânı olanlardanım. Rahmetli Mürsi ve ailesi ile bire bir irtibat imkânım olması sebebi ile olayları ilk kaynağından öğrenme imkânım oldu. Benim Uganda’nın merhum devlet başkanlarından İdi Âmin ile ilgili naklettiğim hatıra ile ilgili yazımı okumuş muydunuz?
Okumadı iseniz işte linki👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Benim sorum, video altında yazılmış olan bu notla ilgili idi.
[Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://www.youtube.com/live/rEIgfXhcfOo?si=DjUx_AHyvHgCAIJx
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ya F.GÜLEN 2012 DE ÖLSEYDİ
Bunu hiç düşündünüz mü? F.Gülen 2012 yılında ölseydi, nasıl bir süreç yaşardık? Neler yaşayacağımızı kısaca özetleyeyim size: 👇
Önce ‘Âlimin ölümü âlemin ölümü’ diye yazılar yazacaktı birçok yazar. Yurt dışında gurbette öldüğü için, çileli hayat çileli ölüm hikâyeleri anlatılacaktı.
Cenazesi Türkiye’ye getirilecek; büyük Âlimlerin defnedildiği büyük Camilerden birisinin Haziresine defnedilecekti. “Cenaze namazında mahşeri bir kalabalık vardı” diye gazetelerde manşetler atılacaktı. Günlerce kendisiyle ilgili hatıralarını yazacaktı birileri.
F.Gülen 2012 yılında ölseydi, büyük bir İslam Âlimi muamelesi görecek, kabri kutsanacak, belki kendisi için yeşil kubbeli bir türbe bile yapılacaktı. Kendisi adına bir Üniversite açılacak ve sempozyumlarla anılacaktı.
Ölümünden birkaç yıl sonra yayınlanacak bazı kitaplarda, F.Gülen’in kerametleri (!) anlatılacak hatta kendisinden bahsederken Sahibüzzaman Muhterem F.Gülen Hoca efendi Hazretleri Kuddisu Sirruhu diye yazılacaktı. Birkaç yüzyıl sonra mezarına çaput bile bağlanmaya başlanacaktı. Ölmeden önce nasıl bir hain olduğu deşifre oldu da bu süreci yaşamadık elhamdülillah.
F.Gülen ölmeden önce deşifre olduğu için böyle bir süreç yaşamadık. Ya deşifre olmadan ölenler varsa?
Sadece F.Gülen değil ki milletimizin aldandığı. 1980’li yılların en güçlü cemaati İhlas grubuydu. *TGRT ilk açıldığı yıllarda, * Kuran tilaveti ile yayına başlayıp Kur’an tilaveti ile yayınlarını bitiriyordu. Kuran okutarak televizyon açılışı yapan kanal sahipleri “Gör bak neler olacak” diyerek, nerdeyse dansöz oynatacak duruma gelince, millet uyandı. Dansöz oynatacak duruma gelmeden ölseydi liderleri, büyük bir İslam Âlimi muamelesi görecekti.
1990’lı yıllarda Harun Yahya furyası esti Türkiye’de. Bizim İslamcı gazete ve dergilerimizin tamamı sayfa sayfa reklamlarını yapıp kitaplarını ve CD’lerini dağıttılar. İslam’a en büyük hizmeti yapan grup diye pazarlandı. Kendi kurduğu televizyon kanalında transparan kıyafetli kadınlara göbek attırıp “İnşallah! Maşallah!” demeye başlamadan ölseydi, büyük bir dava adamı sanılarak gömülecekti. İslam coğrafyasında, özellikle Türkiye’de yüzlerce F.Gülen gibi özel yetiştirilmiş ajanlar var. Biraz tarih okuyanlar Hampher, Lawrence, Topal Molla gibi geçmiş yüzyılların Âlim sanılan hainlerini bilirler. Daha yakın tarihlerde Irak ordusunu ABD’ye teslim eden Paralel Subayların Kesnizani Tarikatını ve yeni yaşanan Pakistan Halk Hareketi lideri Tahir-ul Kadri olayını unutmayın.
Deşifre olanlar hain, deşifre olmayanlar Âlim sıfatı ile gömülüyor. Deşifre olmayanların türbesi bile yapılıyor. Deşifre olmadan ölen hainler, kahraman olarak anılır… Türkiye’de deşifre olmadan ölmüş, milleti, F.Gülen gibi vaaz ve kitaplarıyla zehirlemiş, Âlim sandığımız kaç hain var acaba? Asrın en büyük Âlimi veya üst ad sandığımız bazılarının, kabirlerinin bile gizlice Vatikan’a götürüldüğünü dinlediğimde çok şaşırmıştım. İnşallah onlarda en kısa zamanda deşifre olur. Uyanın ve gençleri uyarın… Enerjimizi çalıyorlar. Paramızı alıyorlar. Daha önemlisi gençlerimizi kandırıp kullanıyorlar. “Nur” deyip kandırıyorlar. “Işık” deyip kullanıyorlar. “Yaratılış” deyip oyalıyorlar. “Altın Nesil” deyip hain yetiştiriyorlar. Biz uyanıp uyandırmazsak kandırmaya, kullanmaya, oyalamaya devam edecekler.
Çocuklarınızı, öğrencilerinizi uyarın. Gençlere sahip çıkın. İsminin başına “muhterem” sonuna “hoca efendi” yazan herkesin peşine takılmayı bırakın. Her sakallıyı “hoca” sanmaktan vazgeçin. Kuran’dan başka kusursuz kitap, Peygamberimizden başka mutlak lider olmadığını gençlere anlatın.
Bizim, bir nesil daha kaybetmeye zamanımız yok.
Dr. İbrahim Kahraman
Aydınlar ocağı eski başkanı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A… Sayın Hocamızın eline, kalemine sağlık… Allah
Razı olsun. Cumanız mübarek olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Genel Kurmay-Emniyet Kaynak ve Belgelerine Dayanarak Meşhur Menemen Olayının Perde Arkası. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Entrika ve Algı Operasyonları İttihatçılar döneminde yaygındı; sonrada da devam etti. Günümüzde de devam ediyor. Araştırıp inceleyen, farklı görüşleri okuyup dinleyerek değerlendiren çok az insan olduğu için toplumu sürüklemek çok zor olmuyor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ELEKTRİKLİ ARAÇ KAZASI…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: TAVSİYE
Aşağıda Linkini Verdiğim Mülakatı, Takriben İki Yıl Önce Dinlediğim Halde Bugün Bir Daha Dinledim. Yüzlerce Kişinin de Dinlemesine Vesile Oldum. Dinleyen Herkes Hayret ve Dehşetini Gizleyemiyor. Bugün Yarın Vakit Ayrıp Dinlerseniz Bizzat Yaşayıp Şahit Olmuş Görgü Şahidinden Çarpıcı Gerçekleri Öğrenmiş Olursunuz. Ben Yorum Yapmayacağım Ama Sizin Yorumunuzu Okumak İsterim.👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dün TAVSİYE başlığı Altında linkini verip dinlenmesini tavsiye ettiğim mülakatı dinleyip bana geri dönüş yapanlar arasında olan Hocalarımıza teşekkür ediyorum. Nasip olursa ileride onların görüş ve değerlendirmelerini de bir makalede toplamaya çalışacağım inş.
Dün-Bugün 192 sayfadan oluşan “27 Mayıs Raporu” nu okuma imkânım oldu. Okumanın külfet kabul edildiği bir dönemde, “bu raporu okumanızı tavsiye ederim” demenin etkili olmayacağını bildiğim için, sadece 9 sayfalık sonuç bölümünü sizler için aşağıya aktarıyorum. Okuma zahmetine katlanmak isteyenler için de Raporun Tamamının PDF linkini bu notun sonuna ekliyorum.
Raporun sonunda 172-191 sayfaları arasına konan Kronolojiyi de incelemeye değer buldum.
Bugün Pazar, emekli olmayan, aktif görevde olanların çoğu da evde olur düşüncesi ile okuyup inceleme fırsatı bulmanızı arzu ettiğim için sizlerle de paylaşmayı faydalı gördüm. Bilhassa Yeni Anayasa hazırlanması gündemde olan bugünlerde ufuk açıcı olabileceğini düşündüm.
İbret Alınsa Tarih Tekerrür Eder miydi? Ne dersiniz?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27 MAYIS RAPORU TAMAMI 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Düşünün ki dindar-muhafazakâr iddiaları olan bir iktidar döneminde derin bir yoksulluk yaşanıyor, adaletin terazisi doğru tartmıyor, yargının üzerinde ağır bir siyaset gölgesi var, özgürlükler konusunda nefes almak zorlaşmış durumda, yolsuzluklar neredeyse devletin bütün kurumlarına sirayet etmiş ama muhafazakâr camiadan en küçük bir itiraz sesi bile yükselmiyor. Peki ne oldu bu dindar-muhafazakâr vakıfların, derneklerin, kanaat önderlerinin var olduğunu sandığımız dini hassasiyetlerine, hafızalarını mı kaybettiler, yoksa devletin eteğine yapışınca dinin temel önerilerinin geçersiz olduğuna mı karar verdiler.
Mehmet OCAKTAN karar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Adaletin terazisi ne zaman ve nasıl doğru tartar? En çok adaletsizlik vurgusu yapan TBB ne hak arayışı için müracaat ettim. Adaletsizliğin daniskasını yaşattılar bana, 5 senedir sürüm sürüm süründürüyorlar bizi. Barolar birliği iktidar karşıtı ve Adaletsizliği en çok dillendiren kurumların başında görünüyor. Hikâyemi anlatsam, yüzlerine tükürenin tükürüğüne acırsınız.
Adalet anlayışımızda bir sakatlık var. Hükümetin kim olduğu çok önemli değil, biri gidip öbürü geldiğinde değişen bir şey olmuyor. İnsan faktörünün bozulduğu yerde hiçbir şeyi istediğin gibi düzeltme imkânı kalmaz. Önce Dini ve Milli şuuru ayağa kaldırmak için eğitimi Millileştirmek gerekir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Çözümü Merhum Oktay Sinanoğlu Bey Görerek Yaşayarak Öğretti. Kulak Vermek Lazım👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: BU YAZIYI OKUYAN TÜRK MİLLETİNİN YAŞADIĞI BİRÇOK OLAYI DAHA DOĞRU ve KOLAY ANLAR ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan’daki sözde soykırım anıtı önünde gözyaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir “inanç” bağı vardır. Bu bağı bilmek için 1800’lere gitmek gerekiyor. Boston’a… Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945’ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır. Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu. Osmanlı’da yüzlerce Amerikan misyoner okulu… Binlerce öğrenci… Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri… Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri… Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı’nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de… Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeşerdiğini de! Hikâye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli Amerikan Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor. Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok Ortadoğu bölgesi inceleniyor. İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı’nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar: Gregoryen Ermeni toplumu! Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831’de başlıyor. İncil Ermenice’ye çevriliyor. Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur?) BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler ‘in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını “okullar” aracılığıyla kuruyorlar. Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor. Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor. Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hâkimiz: İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor. Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR! Osmanlı yönetimi 1830’larda ABD’ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD ‘un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor. BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs. basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor. Osmanlı’nın gidişata uyanması 1878’deki Rus Savaşı’yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki, bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor. Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor. Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu’daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor. BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar. Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra. İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor. Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor. Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı’ya dayatarak açtırıyor. En çarpıcı hadise 1895’te Bitlis’te yaşanmış. BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas’ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı). Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler. Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde “C. E. Clark” isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji’ne ayrıca değinmek lazım. Harput Amerikan Koleji 1859’da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor. 1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30’unun ABD’ye göç etmek istediği yazılı… Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin’di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert’in ismi verildi. Arazi, Abdülaziz’in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı. Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul’a gelip devreye girince izin verildi.
ABD’nin böyle “diplomatik olmayan” askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız. BOARD ‘un kurduğu bir başka önemli okul da 1871’de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji’dir. Bu okulun özelliği, Müslümanların da eğitim görebilmesidir. Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu. Yine de bana göre BOARD’un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji’dir. Çoğumuz Merzifon’un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863’te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur. Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü. BOARD’un 1887’deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli. Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı’nı kuracak. BOARD teşkilatı 1820’den itibaren özellikle Anadolu’da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840’larda 12 okul,
1870’lerde 220 okul,
1900’lerde 417 okul,
1914’te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci…
BOARD kayıtlarına göre 1879’da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD’den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler… Bunlar kendi kendine olmadı. Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor: Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş: Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum. Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu. Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler. Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight’ın Boston’a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir. Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor. ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı. İşler böyle yürüyordu. Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa’da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı. En acısı ise 1909’daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya’ya gönderince Anadolu’daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti. Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür. Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk’un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji’nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış. Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı. Peki, tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı? Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz. Osmanlı’nın hamleleri 1869’da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit’e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51’inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut. Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş. Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vahametini açık açık yazmış. Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk Okulu açılmasını talep etmişler. Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı’ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut’un İstanbul’dan çok Paris’e benzediği ifade edilmiş. Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı’nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır. Artık yavaş yavaş sadede gelelim. BOARD, 1. Dünya Savaşı’yla birlikte Anadolu’da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918’de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi. Ama 1919’da bambaşka şeyler oldu. Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD ‘un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı. ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi. Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul’a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı.
Hatta Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’in yanına uğrayıp onunla da görüştü. O görüşme de çok ilginçtir. Harbord anılarında Mustafa Kemal’in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış. Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal’e “Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım” diyerek ayrılmış. Harbord raporu Anadolu’daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş. Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD ‘un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi’nin gözyaşlarının nedeni… Nitekim Harbord’un tahminleri doğru çıktı. Kuvayı Milliye önce Doğu’daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı’daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu’nun yeniden Türkleşmesini sağladı. BOARD ‘un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık. Mustafa Kemal daha sonra Lozan’da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı. Böylece BOARD ‘un kalıntıları Türk devletinin hâkimiyeti altına alındı. Savaştan sonra Anadolu’daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı. Fakat Atatürk 1924’te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hâkimiyet altına aldı. Artık Osmanlı’nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı. Cumhuriyet BOARD ‘un kalıntılarına göz açtırmadı. Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı. Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı. Mesela 1929 yılında Bursa’daki Kız Koleji’nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı. ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü. Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış: Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti. 1930’ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti. Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD’de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi’ye… Pelosi, 1958’de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü’nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi’nde eğitim gördü. İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi’yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi’yi “Amerikan Kongresi’nde Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren” kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi. Pelosi 1997’deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini “ABD Ermeni Soykırımı’nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz” diyerek bitirdi. Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi. Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi’nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. “Pelosi’nin tüm çabalarına rağmen” denmiş. Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur. Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış. Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden’in sözde soykırımı tanımasını sağladı. Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan’da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi. Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor. Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi. “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam bu Yazı biraz evvel Gruptan geldi… Bende sizinle paylaşmak istedim… Ama “alıntı” olarak geldi. Bende yazarını sordum… Cevabı beklerken Sizden de geldi… Teşekkürler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Keşke bu güzel Ülkemizi yönetenler de, bu makaleyi okusalar…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Okumak yetmez, tatbik etmek gerek.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Tabii ki uygulama çok önemli… Ama önce okuyacaklar, öğrenecekler sonra da uygulayacaklar. Ama en önemlisi Gazi M.Kemal Atatürk’ü anlama ve tanımaları, yani yakın tarihimizi öğrenmeleri…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sosyolog Niyazi Berkes anılarında çok çarpıcı bir anekdota yer verir; Meşrutiyet döneminde üç Osmanlı aydını araştırma yapmak için Paris’e Bibliyoteque National Kütüphanesine gider. Fransız kütüphane görevlisi girişte doldurmaları için evrak verir. Evrakta nasyonalite (milliyeti) kısmı vardır. Bizim aydınlar bu bilgiyi Müslüman olarak doldururlar. Görevli evrakları inceleyince bu sizin dininiz, milliyetinizi yazacaksınız der ve yeniden doldurmaları için bizim aydınlara boş evraklar verir. Bizimkiler kafa kafaya verip ne yazacaklarını tartışır ve bu sefer üçü birden milliyet kısmına Ottoman (Osmanlı) yazar. Fransız memur bu sefer de bizim sözde aydınlarımıza o sizi yöneten ailenin soyadı der. O sizi yöneten Hanedan, milliyetiniz değil, o siz değilsiniz diye ekler. Ben size yardımcı olayım diyerek nereden geldiklerini sorar. Bizimkiler İstanbul’dan geldiklerini söyleyince Fransız memur gülerek ya söylesenize der, eliyle kütüphanede ki bir grubu göstererek bakın der, şurada İstanbul’dan gelen Ermeniler var. Farklı bir grubu göstererek bakın şurada da Rumlar var der ve sorar siz Rum musunuz yoksa Ermeni misiniz? Bizimkiler hafif bozularak yok biz Türk’üz! Fransız, e tamam işte der, siz onu yazın! Vaka o ki 20. yy başında Meşrutiyet ile Osmanlı topraklarındaki Balkan milletleri, Anadolu’da ki Ermeni Rum’u milli kimlik davası güderken Türk Türklüğünden bihaber, o derece ki Osmanlının aydın kesimi bile kendisini Türk olarak tanıtmaktan aciz, ya Müslümanım ya da Osmanlıyım diyor. Türk tabiri ise öteden beri Avrupalının hem coğrafyamız hem de Anadolu insanı için kullandığı aslında sahipsiz bir tanım. Ta ki Ziya Gökalp kuşağı aydınlarımıza ve tabii ki Atamız Anadolu insanına Türklüğünü benimsetinceye kadar.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: DERSİMLİ KEMAL’E DERSİMLİ İL BAŞKANI YAKIŞIR! Ümit Erkol sınıf arkadaşımdır, Tunceli’den Adana Kadirli’ye hicret eden bir aileden gelir. Annesi PKK’ya lojistik destek sağlayan İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Ankara İl Başkanlığını yapmıştı geçmişte. Ümit’i 45 yıldır tanırım. Şeyh Said ve Seyit Rıza isyanlarına devrimci ayaklanma diyecek kadar zıvanadan çıkmış bir fraksiyonda yer almıştı öğrenciliğinde. TTB’de Selim Ölçer, Gencay Gürsoy, Şebnem Korur Fincancı çizgisinde yerini almıştır. 1992-94 döneminde ATO yönetim kurulu üyesiyken yakın bir arkadaşı için TUS’u by pas eden yatay geçiş belgesini el altından verdiği skandalla gündeme gelmişti. İskender Sayek’in bizi odadan devirdiği seçimde (1998) Sayek’in listesinden yönetime girdi. Amaç hâsıl olduktan sonra Sayek Hacettepe Tıp Fakültesi dekanı oldu, ATO başkanlığından ayrılıp yerine Ümit’i başkan yaptı. Burada şöyle bir mesaj verdi Sayek: “Ben her şeye kadirim, istersem Ümit’i bile başkan yaparım.” Ümit mensubu olduğu “Çağdaş Hekim” grubuyla da çıkar çatışmaları nedeniyle papaz olmuş ve ayrı listeler çıkartarak oda içi iktidar savaşı yapmıştır. Daha sonra yine bir Dersim operasyonuyla CHP Ankara il başkanlığına Tarık Şengül’ün getirildiği il yönetiminde yer aldı. Zaman ayarlı bomba gibi il örgütünü darmaduman ettiği için disiplin kuruluna sevk edildi. Ardından yine bir Dersim operasyonuyla CHP parti okulu koordinatörü yapıldı. Şebnem Korur Fincancının kankası Ümit emin adımlarla partide yükselmeye devam ediyor. Sırada belediye başkanlığı ve milletvekilliği var. Ne diyelim onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine.
Dr. Ali Rıza Üçer
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Daha öncede ifade etmiştim; İslam dini, kavmiyetleri, ırkları yeni ifade ile etnik kimlikleri vakıa olarak kabul edip onaylar. Hiç kimse kavmiyetini, ırkını kendisi seçip belirleme imkânına sahip olmadığı için, Allah’ın takdirini, üstünlük vesilesi olarak göremez; görmemelidir. Sosyolojik bir vakıa olarak, psikolojik bir duygu olarak kavmimizin, ırkımızın, hayırlı, başarılı ve güzel işleri ile gurur duyabilir; övünebiliriz; diğer kavimlerle hayırlı işlerde yarışabiliriz. Bunda hiçbir mani yok. Yaptıklarımızla değil de mensup olduğumuz kavimle, ırkla övünmek ise bir cahiliyet âdetidir. İslamiyet bunu onaylamaz; lanetler ve bölücülük sebebi olarak görür. Osmanlı bir İslam toplumu olup kavimlerin varlığından rahatsızlık duymaz ama kavmiyetçilik de yapmazdı. Bunda yadırganacak ne var? Bu anlayışı en güzel şekilde ifade eden ve asrı saadette vaki olan şöyle bir tartışma kaynaklarımızda mevcuttur:
“Ben de İSLÂM’IN oğluyum”
Vakit kuşluk vaktiydi. Bazı sahabeler, Mescidi Nebevide halka kurmuş sohbet ediyorlardı.
Bu arada Hz. Selman’ı Farisi (r.a) mescidi nebeviye girer. Mesciddeki, Sahabelere selam verip uygun bir yere oturur. Oturanlardan bazıları, Hz. Selman’ın işiteceği bir sesle, birbirlerine kabile ve soylarını sormaya başlarlar.
Biri; ben Temim kabilesindenim.
Bir diğeri; ben Kureyş kabilesindenim.
Üçüncüsü Ben ise Evs kabilesindenim derler.
Hz. Selman bütün bu konuşulanları sükûnetle dinliyordu. İçlerinden biri dönüp Hz. Selman’a sorar: Ey Selman senin soyun ve ırkın nedir? Onlara göre onun vereceği cevabı yoktu, çünkü o acemdi ve bilinen bir soyu yoktu, Hz. Selman (r.a), bütün Müslümanlara ders verircesine vakarlı ve sükûnetle cevap verdi:
“Ben İslam’ın oğlu Selman’ım.
Ben dalaletteydim. Allah c.c, Hz. Muhammed (s.a.v) ile beni hidayete erdirdi.
Ben fakirdim. Allah c.c, Hz. Muhammed (s.a.v) ile beni zenginleştirdi.
Ben köleydim. Allah c.c, beni Hz. Muhammed (s.a.v) ile özgürlüğüme kavuşturdu.
İşte benim soyum ve ırkım. Ses seda yoktu. Herkes donup kalmıştı. Ama içten içe İslâm kardeşliği duyguları kaynamaya başlamıştı. Hz.Ömer (r.a) olanları mescidin bir yerinde dinliyordu. Bu cevabı duyar duymaz, cezbe haline kapılarak ayağa kalkar ve onların yanına gelerek,
●
👉Ben de İSLÂMIN oğlu Ömer’im.
İSLÂMIN oğlu Selman’ın Kardeşiyim der.
Oradaki sahabelerden biri de kalkarak “Ben de İSLÂM’IN Oğluyum.”
Bir başkası; “Ben de İSLÂM’IN Oğluyum”
Bir başkası “Ben de İSLÂM’IN Oğluyum” diye bağırmaya başlarlar.
İşte bizi, ancak bu RUH birleştirir, Cinnî ve İnsi düşmanların tuzaklarından kurtarır ve bizi tek kelime altında birleştirir.
●●
Bizim davamız ne Arap ne Türk ne Kürt ve ne de makam rütbe davası olsun bizim davamız Allah’ın davası olsun. Allah’ın dinini en ücra köşelere ulaştırmak, İslam’ı yeryüzüne hâkim kılmak olsun.
●●●
👉NE MUTLU “Ben de İSLÂM’IN oğluyum, İSLAMIN Kızıyım” DİYEBİLENLERE!
25.09.2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bende TÜRKÜM, MÜSLÜMANİIM elhamdülillah…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben daha da kısaltıp Ofluyum elhamdülillah diyorum. Oflu olmak ikisine de şamildir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍😃😃
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Biliyorsunuz İran’da 30 milyon civarında Azeri Türkü yaşıyor. Azerbaycan da Azeri Türklerinden oluşuyor. Bir elmanın ikiye bölünmüş hali gibidirler. Her ikisinin asılları aynı, her ikisi de kahir ekseriyetle Şii mezhebine mensuptur. Azerbaycan’la dostuz; İran ile ciddi rekabetimiz var. İran Ermenistan’ı destekliyor. İran Azerileri ise, Şia’nın en şiddetli savunucuları olması sebebi ile Türkiye’ye karşı da mesafeli dururlar. Türkiye içindeki İran casusları Azeri asıllı İranlılardır. Şu anda Arap düşmanlığını körükleyen en önemli faktör İran, MOSAD, MI6 ve CIA casusları olduğunu bilir misiniz? Bu İstihbarat ajanları içerisinde en etkili olanlar, Müslüman görünümlü, Azeri ve Şii olan İranlılardır. Ümit Özdağ denen kişinin aslını ve kim adına çalıştığını bilmem bilir misiniz? Türklerin değil ama Türkçülük yapanların sicili hiç iyi değil, bunu da dikkatten kaçırmamak gerekmez mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Eyvallah Hocam. Haklısınız…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ringde dayak yiyen boksöre döndük ..Neye el atsak altından Çapanoğlu çıkıyor…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Türkiye çok önemli bir ülke, hiç bir zaman kendi haline kalmasına fırsat vermek istemezler. İngiliz, İran, ABD ve İsrail’in ana hedeflerinden biri, belki de birincisi Türkiye’dir. Arap düşmanlığını körükleyip Türkiye Turizmini ve iktisadını zayıflatma gayretinin perde arkasında da onlar vardır. Arap düşmanlığından en çok zarar gören bölge de bizim Trabzon bölgesi oldu. % 50 azalma var gelen Araplarda. Her iki taraf içindeki ajanlar iş birliği halinde çalışıyor. Ben Arap dünyasını yakından takip ettiğim için gözle görülebilecek netlikte cereyan ediyor olaylar.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ermeni Tehcirini Tarihi Belgelere Dayanarak Bu Kadar Güzel Anlatan Bu Genci Tebrik ve Takdir Etmeli.👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu tarihi gerçekleri nasıl unutur bu millet sayın Hocam ..Yoksa unutmak mı gerek?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Buna rağmen “Arap düşmanlığı” yapılıyor deyip geçelim mi!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu video, İngiliz projesi olan kurgu bir filimin sahnesi. Siz tek taraflı algı ve telkinlerle geçirdiğiniz bir ömrü ve kanaatinizi, benim bilgiye dayanan tespitlerimle bile değiştiremeyeceğinizi biliyorum.
Sorup işaret etmediğiniz müddetçe de bu konuları sizinle gündeme getirmek istemem, Size daha önce yazmıştım; büyük amcam İstiklal harbi subayı, diğer amcam İsmet Paşanın Aile doktoru, Kardeşim, Kara Harp Okulu Cami İmamı, ben M.Kamal’in koruma subayının hapishane arkadaşı, subayların yetişme tarzını biraz bildiğimi tahmin edebilirsiniz. Ömrüm araştırmak, incelemek ve okumakla geçti. 12 yaşında iken *Nutku* bile okudum. Dr. Rıza Nur’un kendi el yazısı ile Osmanlıca yazdığı hatıratını okudum. Kendini Atatürkçü veya Kemalist olarak tanıtanlardan çok daha fazla M.Kamal’i tanıyan bilen bir eğitimciyim. 41 sene Mekke’de kaldım; Arapları ve Arap ülkelerini fiilen gezip tanıdım; kültürlerini, geçmişlerini benim kadar iyi bilen ikinci kişi henüz tanımadım; Ama buna rağmen siz bana Arap ihanetini bir zevzek in kurgu bir filim sahnesine yansıyan İngiliz projesine göre anlatmasına dayanarak hatırlatma yapabiliyorsanız benim susmam gerekir albayım. Sadece o videoda konuşan arkadaşa bir soru sormayı arzu ettiğimi bildirmekle iktifa edeyim. “Arap İhanetinin(!) mimarı, Lawrence’i yetiştirip yöneten İngilizlerin o gün ve bugünkü ihaneti hakkında benzer bir video hazırlamış mıdır?” Hazırlamış ise görmek isterim. Hazırlamamış ise nedenini öğrenmek isterim. Mümkün mü?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TÜRK’ÜN BİLMEDİĞİ ATATÜRK’ÜN ÇOK İYİ BİLDİĞİ GERÇEKLERDEN SADECE BİRİ;
SÜMELA Semerkant’ta Çin ve Rus Devlet Başkanlarının sözlerini, BM’de İran lideri Reis’inin Konuşmalarını Dinledikten sonra, Üstüne Türkiye-İsrail Yılışıklıklarını görünce İçimizden Yazı yazmak gelmiyor. En iyisi Tarihe dönmek… Trabzon’un Maçka ilçesindeki Sümela Manastırı’nı Bilirsiniz… ‘Manastır’ Dediğimize bakmayın, Aslında, Zindan ve işkence hane… Türkleri Zorla Hristiyan yapmak için Kullanılan zindan… Ortodoksluğu Kabul etmeyen Türkler Pencerelerden atılır, Uçurumda parçalanarak Katledilirdi. O kayalıklar, İşkence altındaki Türklerin Feryatlarından kararmıştı… İslam öncesi Türklerin çoğu Hanif idi. Gökten gri inancına sahipti. Anadolu Türklerinin bir kısmı Uzun ve sistemli baskılarla Ortodoks yapıldı. Özellikle Kıpçak Türkler Gregorianlaştırıldı. Karadeniz bölgesinde Ortodoksluğu Kabul etmeyenler için Topluma korku yaymak Ve cezalandırmak amacıyla İşkence merkezi olarak Zindanlar yapıldı. Sümela, Bu korkunun sembolüydü…’Bizim dinimizi Kabul etmezseniz O sarp kayalıklardan Sizin çığlıklarınız yankılanır’ Diyorlardı. Türkleri, Sümela’ya kapatmakla Tehdit ediyorlardı. Sümela, Bir manastır değildir. Sadece Türkleri hedef alan Bir hapishanedir. İşkence hanedir. Zindandır… Şimdilerde Trabzonlular Kimliğini ve kişiliğini Unuttukları için Atatürk’ün kapattığı Sümela Zindanlarını Yeniden açarak Dedelerinin katillerine Ödül veriyorlar… Törenler eşliğinde, Eğlence ve coşku ile Şarkılarla, alkışlarla… Atatürk’e dinsiz diyen Ahaliye bakar mısınız? Davullarla, zurnalarla Kendi ölüm fermanlarının Yazıldığı zindanı, Sümela Manastırı’nı İbadete açıyorlar! Allah kimseyi Bu hallere düşürmesin!
Ethem Söylemez
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ne derece doğru bilemiyorum. Sayın Hocam. Bilginize ve değerlendirmenize ihtiyacımız var… Selâm ve saygılarımla…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu yazınız ile ilgili size duygu ve düşüncelerimi ileteceğim… Saygılar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Günaydınlar… Bir başka dünya tuhaflığı.
Dünyayı Kim Yönetiyor? 🌎
> Biden, Putin ve Xi, dünyanın sorumlusu kim? 🌎
> ABD, Rusya veya Çin?
> Herhangi bir sonuca varamadan Hindistan Başbakanı “Narendra Modi”ye döndüler ve ona sordular.
> Dünyadan Kim Sorumlu? 🌎
> Modi yanıtladı: Tek bildiğim:
1. Google CEO’su bir Hintlidir
2. Microsoft CEO’su bir Hintlidir.
3. Adobe CEO’su bir Hintlidir.
4. IBM CEO’su bir Hintli
5. TWITTER CEO’su bir Hintli
6. Net App CEO’su bir Hintlidir.
7. MasterCard CEO’su bir Hintlidir.
8. DBS CEO’su bir Hintlidir.
9. Novartis CEO’su bir Hintli.
10. Diageo CEO’su bir Hintli.
11. SanDisk CEO’su bir Hintli.
12. Harman CEO’su bir Hintli.
13. Micron CEO’su bir Hintli.
14. Palo Alto Networks CEO’su bir Hintlidir.
15. Reckitt Benckiser CEO’su bir Hintli.
16. IBM CEO’su bir Hintlidir.
17. Britanya Şansölyesi bir Hintlidir.
18. İngiltere’nin İçişleri Bakanı bir Hintli.
19. İngiltere’nin bir sonraki Başbakanı bir Hintli olacak
20. İrlanda’nın son Başbakanı bir Hintliydi…
> ve Amerikan Başkan Yardımcısı Hintlidir.
> Peki, dünyayı kim yönetiyor? 🌎
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Mevlid Kandiliniz mübarek olsun. Yüce Peygamberimizin yolundan, sünnetinden yüce Rabbimiz ayırmasın…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000547-PHOTO-2023-09-26-13-40-32.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Değerli Kardeşim, Sizin bilgi ve eğitim seviyenizi takdir edenlerdenim.. Samimiyetlinize dayanarak bazı netameli konuları sizinle paylaştım. Amacım sizi üzmek ve vatanseverliğinizi test etmek değildi. Biz bürokratların maalesef bilgi yetersizliği malum… Sizler akademisyensiniz. Sizden aldığım değerli bilgileri bende dostlarımla paylaşıyor ve onları da uyarıyor, bilgilendiriyorum. Maksadımı aşan ifade ve beyanlarımdan dolayı özür dilerim… Selâm, sevgi ve saygılarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım, Ben sizin hiç bir paylaşımınızdan asla rahatsız olmam, size karşı kusur arayışına da girmem. Benim Merhum Yusuf Akkaya ile olan dostluğumun, öbür âlemde de devam edeceğine olan inancım, sizin de bizimle beraber olmanızı temenni edişim sebebi ile size yazdıklarım samimi duygularımın ürünüdür. Bir günde yüzlerce mesaja cevap veririm; öyle farklı görüş ve düşüncelerle karşılaşıyorum ki akıl sınırlarımı zorluyor; onlara bile tahammül etmeye çalışır; bildiğim ve inandığım doğruları yazmakla iktifa ederim. Türkiye’de en çok İstismar edilen tarihi şahsiyetlerin başında M.Kamal Paşanın geldiğini siz de bilip görebilecek durumdasınız. Zulüm yapanlarda Onun adına sığınıyor; istihbarat ajanları da Onu kalkan olarak kullanıyor; hortumcu, vurguncular da onunla kendilerini kamufle etmeye çalışıyorlar.
Bu istismarcıların uydurduğu yalan ve algılardan uzak, samimi bir değerlendirme ile M.Kamal Paşa hakkında konuşma ve yazma imkânımız yok maalesef. Bunun için bu konulara girerek sizi üzmek istemem. *Benim hayatım boyunca dini veya politik hiç bir meşrebe mensubiyetim olmadı. Hür ve müstakil yapılı bir eğitimciyim. M.Kamal’in lehinde ve aleyhinde yüzlerce kitap okudum. Onunla ilgili değerlendirmelere, en tahammülsüz olduğunu gördüğüm iki kitle var:
Birincisi Onu İstismar ederek varlığını sürdürebileceğine inanıp yaşayanlar; bunlar içinde de çok değişik maksat ve hedefleri olanlar var. Hiç birinin Türkiye’nin maslahat ve çıkarlarını düşündüğünü zannetmiyorum. Ortak tarafları İslam düşmanlığıdır. (Din düşmanlığı demiyorum; İslam düşmanlığı diyorum. Çünkü İslam dini dışında hiç bir dine karşı düşmanlık ve icraatları görülmemiştir. Bu sebeple bilgili ve şuurlu Müslümanları hiç sevmezler.
İkincisi de, İstismarcıların yalan ve algı operasyonlarından etkilenmiş, samimi, iyi niyetli ama bilgisi yetersiz insanlardır. Bunlarla ilim ve belgeye dayalı konuşmak kaydı ile diyaloğum hiç eksik olmadı. Ailemde de bol miktarda örnekleri vardır. Bunların bir kısmı oldukça gerçekçi ve ilmi değerlendirmeler yapabildiği için ortak alanlar oluşturabiliyorlar. Kemal Tahir, Oktay Sinanoğlu gibi. Bu iki ismi tahdit için değil temsil için yazdım. Yoksa başkaları da vardır. Ben bu ortak alan oluşturmayı beceren kişilikleri takdir edenlerdenim. M.Kamal Paşa’yı olduğu gibi değerlendiren, başarısını takdir, hatalarını da tenkit ederim ama asla hakaret etmem. Beni böyle kabul eder; tahammül edebilirseniz fikir alış verişimizde hiç bir mani görmem. Selam, dua ve başarı dileklerimle Allah’a emanet olmanızı dilerim.
27.09.2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dinleyin Gönüllerinizin Pası Silinsin Bir Güzel Gecede Bir Güzel Dua
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim Kardeşim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NEDEN, NEDEN, NEDEN
Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Bir kez daha düşünün, bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı,30 yıllık garantiler verildi hem de enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelası kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?
-Neden devlet kurumları yok edildi?
-Neden kuvvetler ayrılığı kaldırıldı?
-Neden denge-denetleme mekanizmaları kaldırıldı?
-Neden vergilerimizin akıbetinin hesabı verilmiyor?
-Neden Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi?
-Neden askeri okullar ve askeri hastaneler kaldırıldı?
-Neden bazı savunma sanayi kuruluşları satıldı ve üretim yapamaz hale getirildi?
-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?
-Neden eğitim sistemi laik sistem dışına çıkarıldı?
-Neden orta ekonomik sınıf yok edildi?
-Neden üniversitelerin kalitesi düşürüldü?
-Neden sağlık sistemi kötü?
-Neden anayasa hükümlerine uyulmuyor?
-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk?
-Neden bağlı olduğumuz AİHM kararları uygulanmıyor?
-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi?
-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?
-Neden üretim ekonomisinden vazgeçildi?
-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlı olduk?
-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken (!) enerjide dışa bağımlılık arttı?
-Neden yıllar öncesinden bir varlık fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı? Yıllar öncesinden! …
-Neden Biden ile baş başa yapılan görüşmeye dış işleri bürokratları alınmadı ve arkasından sınırlarda açık kapı politikası ile genç erkek Afgan, Paki ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı?
BOP projesi işliyor?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Muhterem Kardeşim, insanlar sorguluyor, ne diyelim…Dünya çok küçüldü, her bilgi ve habere kolayca ulaşıyor ve sorgulamaya devam ediyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ama ne derece doğru ne derece gerçek orası belli değil… Algı oluşturma çabası ön plânda…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım,
Sorgulamak ve sorgulayıcı olmak güzel ve faydalı bir alışkanlık.
Madalyonun iki yüzü olduğunu, tek taraftan bakanlar sadece bir yüzünü görebilir ve ona göre konuşur ve yorum yapabilir. İdeolojik saplantıları veya meşrep bağımlılıkları olan insanlar, farklı görüşleri anlamak için değil cevap yetiştirmek için okur veya dinlerler. Oysa muhatabını maksadına uygun, doğru anlamak bir seviye ve olgunluk işidir. Bu olgunluğa sahip olmayanlar başkasına faydalı olamayacağı gibi kendi ufkunu da genişletemez. Dünyaya ve olaylara At gözlüğü ile bakar.
Görüşlerin doğru anlamadığınız insanın düşüncelerini doğru yorumlama imkânı olabilir mi?
Önce niyetlerimizi tashih etmemiz, samimi bir şekilde birbirimizi doğru anlamaya çalışmamız lazım. Ondan sonra yorumlar üzerinde müzakere etme imkânımız olabilir. Yazı sahibi madalyonun bir yüzünü görüyor. Öbür yüzünü görenler de onun söylediğinin tam tersini yazıp söyleyebiliyor. Aklını kiraya vermeyen ve samimi olanlar; oturup konuşmalı, birbirini doğru anlamaya çalışmalı. Sonra da farklı düşüncelerimizi müzakere edebilmeliyiz. Buna en büyük engel içimizdeki beyni kiralanmış, dış emperyal istihbarat güçlerinin emellerine alet olmuş içimizdeki ajanlar, parti ve meşrep bağımlısı insanlardır. Onların işi gücü algı operasyonları ile ortamı gerip enerjimizi birbirimize harcatmaktır. Bunu fark etmeden kendimize gelmemiz pek kolay görünmüyor.
Particiler bunu alabildiğine tahrik ediyor; bu bir hastalık. Öyle değil mi?
Selam, dua ve saygı …
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Fatih Sultan Mehmet, Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş bir Sultan. Çok az devlet adamına nasip olmuş bir mazhariyet.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler .. Selâm ve sevgilerimle…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: SİYONİZMİ TÜRKİYE’DE İLK DEFA İFŞA EDEN KİŞİ*
“Siyonizm ve Türkiye” isimli eserini 1967’de yazan, resimde gördüğümüz Doç. Dr. YAŞAR Kutluay’dan 12.12.1969’dan beri bir daha haber alınamadı. (MOSSAD katletti) 1967’de yayınladığı “Siyonizm ve Türkiye” adlı kitabında, Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl’in günlüklerindeki “Osmanlı ile Kavga” kısımlarını alarak derlemişti. O günlerde Türkiye’de insanların Siyonizm ile ilgili doğru dürüst bir bilgisi yokken yazılmış bu kitap. Bugün hepimizin bildiği ve defalarca paylaştığı, Herzl’in Sultan Abdülhamid Han’dan Filistin topraklarını satın almak için devletin tüm borçlarını ödemeyi taahhüt etmesine rağmen geri çevrildiğini ilk Yaşar Kutluay ortaya çıkardı. Yaşar Kutluay bu olayı ilk kez bu kitapta belgeledi, ortaya çıkardı, ispatladı ve 2 sene sonra faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Yaşar Kutluay İbranice ‘ye ileri düzeyde hakimdi ve İsrail – Siyonizm üzerine yaptığı araştırmalar öyle herkesin ulaşabileceği, ulaşsa bile anlayabileceği kaynaklar değildi. İlahiyatçıydı ve dinlerle ilgili yaptığı araştırmaları çerçevesinde, İsrail’e gitmiş, Yahudi toplumunun inancı, yaşam biçimi ve Siyonizm’i yakından incelemişti. O yıllarda Siyonizm’in “S” si bile ağıza alınmazken Yaşar Hoca, Siyonizm ile ilgili hem de Herzl’ın hatıralarını yorumlayıp yazarak kitap çıkarmıştı. Herzl günlüğünde, Abdülhamid Han’a nefret kusmakta ve ortadan kaldırılmasının Siyonizm için 1 numaralı hedef olduğunu yazmıştı. Bu da ilk kez Yaşar Hoca tarafından yayınlanmıştı. Kitapta Osmanlı’nın çöküşünü ve Osmanlı’nın yıkılmasında Siyonizm’in rolünü anlatmıştı. 12 Aralık 1969’da Silifke’den bir tekne ile denize açılan Yaşar Hoca’dan bir daha haber alınamadı. Günlerce herkes Yaşar Hoca’yı arar ama en küçük bir ize bile rastlanmaz.
Kısaca, Yaşar Hoca buhar olup kaybolmuştur ve naaşı bile bulunamamıştır. Bu infazı içimizdeki İsraillilerin yapmış olma olasılığı çok yüksektir. Çünkü Türkiye’deki İsrail, Filistin’deki İsrail’den daha tehlikelidir. O güne kadar kimsenin bilmediği bilgileri, “Siyonizm ve Türkiye” adlı kitabında yayınlayan Hoca, çok önemli belge ve bilgilere ulaştığını söylemişti yakınlarına.
Ruhu Şad Mekânı Cennet Olsun!
Hüseyin Tekerci
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam…Tüm gruplarımla paylaştım… Hayırlı geceler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/Nnpf12GEYQ4?si=bLH-H3em7lFwy-Ht
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Fatih Bey haksız mı?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İŞTE SİZE GERÇEK BİR DİN ADAMI… AĞZINA SAĞLIK HOCAM. ALLAH SENDEN RAZI OLSUN.H. A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İlim ve Akli Selim Işığında Bir Yorum
İSLÂM’SIZ TÜRKLÜK OLUR MU? 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bunlara ne buyurulur muhterem Kardeşim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Siz gönderip fikrimi sorduğunuz için hepsini dinledim. Hazırlayan kimse, bayağı emek sarfetmiş. İslam’ı bilmeyen, kültürü yetersiz insanların zihnini bulandırabilecek, kendine göre bayağı güzel avlarda yakalamış olduğunu zannedenler bile olabilir. Anlatılanlar içerisinde, hikâye mantığı ile anlatılıp ilmi açıdan kıymeti harbiyesi ve ciddiyeti olmayan hususlar olduğu gibi başı sonu kesilip yanlış anlama veya saptırmaya müsait hale getirilen hususlar da var. Kadının sünnet olma konusu, sıcak iklimlerin hâkim olduğu bazı bölgelerde, yaygın olmasa da uygulanan, ilmi ve dini temeli olan, gerekçesi erbabı tarafından anlatılınca, akli selim ve ilim sahibi hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, peygamberimize sorulup cevabı alınan bir konudur. Türkiye’de uygulaması olmadığı için birçok kişi bu konuyu bilmeyebilir. Cehalet gurur duyulacak bir konu değildir; olmaması gerekir. Cinler ateşten veya ışından yaratılmış, maddeye nüfuz edebilen, çok uzun yaşayan, ışık hızı ile hareket edebilen varlıklar olduğu için, onları konuşturup merak edilen bazı konularda bilgi sorarak insanlara aktarmak, onaylanmayan bir vakıadır. İstismara açık bir konudur; zaruretlerin gerekli kıldığı haller dışında, cinlerle irtibat kurmak, bu yolla İslam’ın onaylamayacağı işler yapmak yasaktır; onaylanmaz. Bu alan, Batılıların bile üzerinde çalışıp, çıkarları için kullanmaya çalıştığı mayınlı bir alandır. Alt yapısı olmayan, yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler, bu işleri gündemine almamalı, kendine güldürmemelidir. Rüya gördüğünü söyleyip hikâye anlatmaya kalkan tiplerin anlattıkları, mütedeyyin ve ilim sahibi insanların ciddiye almayacağı, kimsenin itibar etmek zorunda olmadığı hususlardır. Bunları din veya dindarlık olarak algılayıp pazarlamak, cehalet veya ahmaklık değil ise, hinliktir; şeytanlıktır. Bu basitliği meşgale edinip yayanların iyi niyetli olabileceğini zannetmiyorum.
Mümkün olsa da bu işlerle uğraşan vatandaşa şu soruları sorabilsem: 👇
30 yıla yakın din eğitiminin yasaklandığı bir ülkede, kaliteli Müslümanların görülmemesinin faturasını İslam’a mı, bu sistemi oluşturup besleyen, yaşayan ve uygulayanlara mı kesmek daha adil olur? Kendisi Müslüman ise, İslam’ı doğru anlayıp güzel yaşayarak yaşatmak hepimizin görevi değil mi? Neden başkalarının eksiklik ve hataları üzerinden kendisine bahane ve mazeret alanı oluşturmaya çalışıyor?
Yok eğer kendisi Müslüman değilse, neden Müslümanları ilgilendiren ve ceviz kabuğu doldurmayan bu konular yerine, ABD, İngiliz ve Fransızların Asya ve Afrika’daki sömürü ve zulümleri ile ilgilenmiyor? Yoksa cehalet üretip sergilemek, zulmü ve sömürüyü önlemekten daha mı önemli?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Not: Videolarda kadınların sünnet olma konusunu anlatan ve konuşmasının başı sonu kesilen hoca, Prof. Dr. Cevat Akşit Hoca olup hem Hukukçu hem de İlahiyatçıdır. Kendisi çok değerli bir ilim adamıdır. Oğlu ise savunma sanayiinde Türkiye’ye çağ atlatan gelişmelerde en önemli rolü oynayan uçak ve helikopter motorlarını üreten mühendistir. ABD önüne açık çek koyarak milyarlar teklif ettiği halde, çeki elinin tersi ile iterek ülkesine hizmeti tercih eden bu ilim adamlarını küçültmeye çalışan zavallılara, bu vesile ile bu bilgiyi de vermiş olalım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bilgilendirme için teşekkürler Kardeşim…Sağ olun… Hayırlı akşamlar, Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “Din eğitiminin yasaklandığı” ifadenize katılmıyorum… Diyaneti İşleri Başkanlığını kuran ve Kur’an-ı Kerimi Müslümanların anlaması için Türkçeye çevirten ve meâlen de olsa anlamımızı sağlayan M. Kemal Atatürk’e şükran borçlu olduğumuzu düşünüyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu konuda Yaşar Nuri Hocamızı da rahmetle yâd ediyorum… Allah rahmet eylesin…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu Hocamdan da ALLAH razı olsun. Rutinin dışına çıkarak, gerçeği ifade etmiştir… Yüce Rabbim önce Din Âlimlerini hesaba çekecektir, diye biliyorum… Sorumluluğunuz çok büyük muhterem Hocam… Aman dikkat…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hiç kimse emekli insanlarımızın “geçim derdi “ile ilgilenmiyor…Kendilerine yüzde kırk artış yaparken hiç mi Allah’tan korkmuyorlar? Bu ne biçim devlet yönetimidir…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam bizim tuzumuz kuru …Ama insan olarak yüreğimiz yanıyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ama hiç olmazsa dinimizi âlet etmesinler. Nâs ve benzeri söylemler, âdil olmayan uygulamalar insanları Dinden de soğutuyorlar. Bari dini söylemleri kullanmasalar…Deizme akış gençlerde hızla yayılıyor…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kusura bakmayın ben sade bir vatandaşım, bana ne diyemiyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ortanca oğlum, özel sektörde,17.000 TL. maaş alıyor…12000 TL ev kirası ve iki çocuk üniversitede… Destek vermesek işi zor …Ve halâ bunlardan adalet bekleniyor. El insaf …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Rahmetli Kardeşim, Kuran okudu diye ne kadar mutlu olmuştu bilemezsiniz… Bu mu Müslümanlık?…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Takribi olarak 1923- 1950 arası din eğitimi resmen yasak olduğu bütün kaynaklarda mevcut. Sizin bildiğiniz din eğitimi yapılan bir okul veya kurum varsa, yazmanız halinde biz de öğrenmiş oluruz. Cenaze yıkayacak adam kalmayınca imam hatip kursları açıldı İsmet Paşa’nın son dönemlerinde. Onun da özel sebepleri var. Evet meal yaptırıldı fakat bu çok farklı bir konu. Çok özel plan ve sebeplerle yaptırılan meal önce M. Akif’e sipariş verilmişti. M. Akif bu meal sipariş işini yaptığı halde neden teslim etmediğini bilmem bilir misiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Haklısınız Hocam, maalesef din eğitimine ara verilmiş… Kusura bakma atlamışım…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu kapitalist sistem kökten değişmediği sürece hiçbirimiz huzur ve refah içinde yaşama imkânı bulamayacağız. Kur’an-ı Kerim Taha Süresi 124. Ayette Rabbimiz:
Mealen,
“Kim Benim Zikrimden (Kur’an-ı disiplin ve düzenden) yüz çevirirse, (küfür ve kötülüğe yönelirse) artık onun için (dünyada stres ve kaygı içinde) sıkıntılı bir geçim (mutsuz, doyumsuz ve huzursuz bir hayat) vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak mahşere kaldıracağız.”
[Not: Kur’an’a dayanmayan, doğal ve doğru kurallara uymayan sistemlerde, ekonomik geçim darlığı oluşacak ve psikolojik doyumsuzluk sıkıntısı yaşanacak…]
Buyurulmaktadır. Siz ayrıntılara takılıyorsunuz. Esasa bakmak lazım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ayrıntılar hayatın içinde olan…Ayrıntı sizin için önemsiz olabilir ama hayatın ta kendisi sevgili Kardeşim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Benim kastettiğim, Müslüman bir topluluk için, İslam’ı sistem dışında bir sistemi benimseyip, uygulayıcıların değişmesi ile, rahat, huzur ve refaha erişeceğini zannetmek, kişilere umut bağlamak ayrıntı olduğu konusudur. Esas olan sistemdir. 1909’dan sonra Türkiye’de herkes için huzur, refah ve mutluluk ne zaman oldu? Mutlu bir azınlık haricinde (bunların da çoğu gayri müslim ve onların düşünce ve anlayışını benimseyen, onlarla iş birliği içinde olanlar) bahsettiğiniz huzur, refah ve mutluluğu kim, ne zaman gördü? Ham hayal peşinde koşmayalım demek istedim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Mekânı Cennet olsun inşallah… Allah rahmet eylesin…Nur içinde yatsın…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Biliyorsunuz 2 gün önce vefat etti
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Biliyorum… Allah rahmet eylesin…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Âmin.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cemil Meriç̧ ile Ergun Göze röportajı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mütefekkir Cemil Meriç Hakkında 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: PAZAR OKUMASI…!!!
ABD MİSYONER OKULLARI ve ERMENİLER.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan’daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscar’lık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir “inanç” bağı vardır. Bu bağı bilmek için 1800’lere gitmek gerekiyor. Boston’a…Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945’ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır. Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu. Osmanlı’da yüzlerce Amerikan misyoner okulu… Binlerce öğrenci… Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri… Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri… Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı’nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de… Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeşerdiğini de!
Hikâye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor. Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok Ortadoğu bölgesi inceleniyor. İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı’nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831’de başlıyor. İncil Ermenice ‘ye çevriliyor. Buraya dikkat etmek lazım.
BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler ‘in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını “okullar” aracılığıyla kuruyorlar. Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor. Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor. Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor. Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin:
KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830’larda ABD’ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD ‘un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor. BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs. basıp Ermenilere dağıtabiliyor. Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor. Osmanlı’nın gidişata uyanması 1878’deki Rus Savaşı’yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor. Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor. Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu’daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor. BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar. Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra. İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor. Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor. Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı’ya dayatarak açtırıyor. En çarpıcı hadise 1895’te Bitlis’te yaşanmış. BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas’ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı) Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler. Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde “C. E. Clark” isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı. Harput Amerikan Koleji’ne ayrıca değinmek lazım. Harput Amerikan Koleji 1859’da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor. 1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30 ‘unun ABD’ye göç etmek istediği yazılı. Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin’di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christopher Rhinelander Robert’in ismi verildi. Arazi, Abdülaziz’in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı. Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul’a gelip devreye girince izin verildi. ABD’nin böyle “diplomatik olmayan” askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız. BOARD ‘un kurduğu bir başka önemli okul da 1871’de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji’dir. Bu okulun özelliği, Müslümanların da eğitim görebilmesidir. Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu. Yine de bana göre BOARD’ un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji’dir. Çoğumuz Merzifon’un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863’te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur. Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protest anlaştırılmasının merkez üssüydü. BOARD ‘un 1887’deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli. Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı’nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820’den itibaren özellikle Anadolu’da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840’larda 12 okul,
1870’lerde 220 okul,
1900’lerde 417 okul,
1914’te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci…
BOARD kayıtlarına göre 1879’da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD’den aldığı yardım 40 milyon dolardı. Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler… Bunlar kendi kendine olmadı. Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor: Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır. Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş: Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum. Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu. Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler. Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight’ın Boston’a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor. ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı. İşler böyle yürüyordu. Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa’da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı. En acısı ise 1909’daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti. BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya’ya gönderince Anadolu’daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti. Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür. Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk’un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji’nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış. Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz. Osmanlı’nın hamleleri 1869’da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit’e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51’inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut. Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş. Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vahametini açık açık yazmış. Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler. Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı’ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut’un İstanbul’dan çok Paris’e benzediği ifade edilmiş. Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı’nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı’yla birlikte Anadolu’da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918’de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi. Ama 1919’da bambaşka şeyler oldu. Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD ‘un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı. ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi. Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul’a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’in yanına uğrayıp onunla da görüştü. O görüşme de çok ilginçtir. Harbord anılarında Mustafa Kemal’in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış. Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal’e “Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım” diyerek ayrılmış. Harbord raporu Anadolu’daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş. Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD ‘un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi’nin göz yaşlarının nedeni… Nitekim Harbord’un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu’daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı’daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu’nun yeniden Türkleşmesini sağladı. BOARD ‘un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık. Mustafa Kemal daha sonra Lozan’da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD ‘un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu’daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı. Fakat Atatürk 1924’te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı. Artık Osmanlı’nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı. Cumhuriyet BOARD ‘un kalıntılarına göz açtırmadı. Türk hükümeti 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı. Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı. Mesela 1929 yılında Bursa’daki Kız Koleji’nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı. ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü. Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış: Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı. Sonuç olarak Türk hükümeti okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti. 1930’ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti. Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD’de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı. Gelelim Pelosi’ye… Pelosi, 1958’de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü’nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi’nde eğitim gördü. İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi’yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi’yi “Amerikan Kongresi’nde Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren” kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi. Pelosi 1997’deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini “ABD Ermeni Soykırımı’nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz” diyerek bitirdi. Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi. Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi’nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. “Pelosi’nin tüm çabalarına rağmen” denmiş. Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur. Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış. Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden’ın sözde soykırımı tanımasını sağladı. Sonuç olarak Pelosi pragmatist bir siyasetçi değil. Ermenistan’da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi. Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor. Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Prof. Dr. Gülbadi ALAN
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: BORAD rüyası, CHP iktidarında rüya olmaktan çıkmış fiilen kendi okullarımızda uygulanır hale gelmiş olmasından, *din eğitiminin tamamen yasaklanmasından, * hiç söz etmemesi, Yurtdışından ithal edilen Ermeni, Rum ve Dönmelere T.C. vatandaşlığı verip köşe başlarına yerleştirilmesi iddiasını gündemine bile almaması, yazıyı ideolojik taraftarlık ve karşıtlık mantığı ile yazmış olduğunun göstergesi olarak kabul etmeyi gerektirmez mi?
Zulüm İlelebet Pâyidâr Olamaz
Sakın Bana Kızmayın; Oktay Sinanoğlu Hoca Söylüyor. 👇
Oktay Sinanoğlu Hoca Kimdir? 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Lütfen son paragrafı dikkatli okuyunuz…
1924-1935 ARASINDA TAMİR EDİLEN CAMİLER (Bin liranın altı bu listede yoktur)
İstanbul’da: Sultanahmet Camii, 50.535 lira
İstanbul: Kandilli Cami inşası, 17.000 lira
İstanbul: Fıstıklı Camii inşası,17.000 lira
İstanbul: Ayasofya Camii, 52.000 lira
İstanbul: Piri Mehmet Paşa Camii, 5.638 lira
İstanbul: Cedit Ali Paşa Camii, 10.000 lira
Kırklareli: Sokullu Camii, 12.995 lira
Manisa: Muradiye Camii, 12.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 7.000 lira
İstanbul: Ayakapı’da Gül Camii, 2.000 lira
İstanbul: İmrahor Camii, 1.500 lira
İstanbul: Beylerbeyi Camii, 4.000 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 2.844 lira
İstanbul: Zeynep Sultan Camii, 4.300 lira
İstanbul: Sultan Bayezid Camii, 12.000 lira
İstanbul: Selimiye Camii, 4.620 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İstanbul: Bali Paşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye camii, 2.200 lira
İstanbul: Molla Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1.696 lira
İstanbul: Rumi Mehmet Paşa Camii, 1.800 lira
İstanbul: Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira
İstanbul: Hazreti Halid Camii, 7.000 lira
İstanbul: Rüstem Paşa Camii, 8.344 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 2.820 lira
İstanbul: Mimar Sinan Türbesi, 6.617 lira
İstanbul: Süleymaniye Camii, 6.300 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İstanbul: Bali Paşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye Camii, 2.200 lira
İstanbul: Fındıklı Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1696 lira
İstanbul: Rum Mehmet Paşa Camii, 1.800 lira
Edirnekapı’da Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira harcanmıştır.
TAMAMLANAN CAMİLER (1941) HARCANAN PARA
İstanbul: Heybeliada Camii, 17.000 lira
İstanbul: Beşiktaş Sinan Paşa Camii, 9.982,14 lira
İstanbul: Dolmabahçe Camii, 8.936,44 lira
İstanbul: Laleli, 21.299,18 lira
İstanbul: Çemberlitaş’ta Atik Ali Paşa Camii, 15.003,93 lira
İstanbul: Edirnekapı’da Mihrimah Camii, 6.851,65 lira
İstanbul: Hırka-i Şerif Camii, 1.224 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 589 lira
İstanbul: Çorlulu Ali Paşa Camii, 1.350,85 lira
İstanbul: Galta Okçu Musa Camii, 6.379,66 lira
İstanbul: Sütlüce’de Mahmut Ağa Camii, 1.560 lira
İstanbul: Mehmet Ağa Camii, 2.516,33 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.927,28 lira
İstanbul: Üsküdar’da Faik Paşa Camii, 1.500 lira
İstanbul: Kadıköy’de Cafer Ağa Camii, 1.401,67 lira
İstanbul: Kılınç Ali Paşa Camii, 4.199,35 lira
İstanbul: Fethiye Camii, 3.893,28 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 1.519 lira
İstanbul: Nişantaşı’da Teşvikiye Camii, 8.159,90 lira
Ankara’da: Zincirli Camii, 19.470,42 lira
Ankara’da: Cenabi Ahmet Paşa Camii, 32.898,75 lira
Kırklareli: Hızır Bey Camii, 2.689,75 lira
Lüleburgaz: Sokullu Camii, 3.056 lira
Edirne: Beyazıt Evvel Camii, 342,50 lira
Edirne: Sultan Selim Camii, 5.025,25 lira
Edirne: Bayezid Sani Camii, 651,25 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 2.190 lira
Çankırı: Ulu Camii, 10.993 lira
İstanbul: Mahmut Paşa Camii, 29.776,80 lira
İstanbul: Fatih’te Mesih Paşa Camii, 31.233,13 lira
İstanbul: Beyoğlu’nda Ağa Camii, 22.432,30 lira
İstanbul: Sultan Selim Camii, 28.008,95 lira
İstanbul: Fatih’te Bali Paşa Camii, 64.47,55 lira
İstanbul: Eyüp Sultan Camii, 13.089,39 lira
İstanbul: Üsküdar’da Çinili Camii, 10.058,94 lira
Edirne: Havza’da Sokulu Camii, 32.548,05 lira
İstanbul: Nişancı Mehmet Paşa Camii, 4.979 lira
İstanbul: Haseki İmaret Camii, 5.308,85 lira
Zonguldak: Carnikebir Camii, 1.547,20 lira
İstanbul: Üsküdar’da Atik Valide Camii, 8.291,26 lira harcanmıştır.
TAMAMLANMAK ÜZERE OLAN CAMİLER (1941)
İstanbul: Süleymaniye Camii, 96.307,73 lira
İstanbul: Azap kapı ‘da Sokullu Camii, 58.910 lira
İstanbul: Yeni Camii, 59.989,36 lira
İstanbul: Kadırga’da Sokullu Camii, 34.992,04 lira
İstanbul: Sultan Ahmet Camii, 26.855,49 lira
İstanbul: Şemsi Paşa Camii, 34.773,40 lira
Bursa’da Yeşil Camii, 14.233,60 lira
Bursa’da Yıldırım Camii, 16.757,20 lira
Çerkeş’te Muradı Rabi Camii, 8.974 lira
Sinop’ta Alaaddin Camii, 10.000 lira
Bolu’da Yıldırım Camii, 15.451,44 lira
Malatya’da Arslan Bey Camii, 6.547 lira
Rize’de Orta Camii, 3.000 lira
Trabzon’da Hatuniye Camii, 4.290,87 lira
Kars Camii, 751,60 lira
Erzincan’da İzzet Paşa Camii, 7.408,10 lira
Bozüyük’te Kasım Paşa Camii, 48.049,69 lira
Elmalı’da Ömer Paşa Camii, 38.236,32 lira
Afyon’da Gedik Ahmet Paşa Camii, 57.904,58 lira
Kayseri’de Ahmet Paşa Camii, 28.890 lira
Yozgat’ta Çanaoğlu Camii, 15.500 lira
Diyarbakır’da Behram Paşa Camii, 15.000 lira
Devrik’te Ulu Camii, 15.000 lira
Tokat’ta Ali Paşa Camii, 9.193 lira
İstanbul: Bayezid Camii, 5.000 lira
Ankara: Hacı Bayram Camii, 502.89,71 lira harcanmıştır.
KEŞİF BEDELİ 5 BİN LİRANIN ÜZERİNE CAMİLERDEN BAZILARI:
İzmit: Pertev Paşa Camii, 35.940 lira
Samsun: Dördüncü Mehmet Camii, 41.495,29 lira
İstanbul: Ali Paşa Camii, 11.795,80 lira
İstanbul: Hoca Paşa Camii, 11.293,53 lira
İstanbul: Şehzade Camii, 28.683,35 lira
İstanbul: Fatih Camii, 63.675,50 lira
İstanbul: Üsküdar’da Ayazma Camii, 20.662,70 lira
İstanbul: Üsküdar’da Cedit Valide Camii, 10.359,90 lira
İstanbul: Kasımpaşa’da Camikebir, 17.150,05 lira
İstanbul: Eyüp’te Zal Mahmut Paşa Camii, 9.891 lira
İstanbul: Zeyrek’te Kilise Camii, 8.490 lira
İstanbul: Tophane’de Nusratiye Camii, 12.236,18 lira
Tekirdağ: Rüstem Paşa Camii, 7.815 lira
Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii, 30.661 lira
Çorlu: Süleymaniye Camii, 12.981,10 lira
Silvan: Selahaddin Eyyubi Camii, 30.000 lira
Lâdik: Bülbül Hatun Camii, 47.693,06 lira
Lâdik, Sultan Mehmet Camii, 41.495,29 lira
Edirne: Bayezid Sanı Cami, 30.000 lira
Edirne: Muradiye Camii, 10.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 10.000 lira
Harput: Sare Hatun Camii, 10.000 lira
Antalya: Tekeli Mehmet Paşa Camii, 6.763 lira
Kilis: Canpolat Camii, 15.030,14 lira
Niğde: Alaaddin Camii, 32.562,30 lira
Kayseri: Merzifon Kara Mustafa Paşa Camii, 9.838 lira
Bursa: Ulu Camii, 39.562,30 lira
Bursa: Muradiye Camii, 15.000 lira
Bursa: Hüdavendigar Camii, 10.000 lira
Manisa: Muradiye Camii, 35.940,08 lira
İzmir: Alsancak Camii İnşası, 25.000 lira
Afyon: Sandıklı Çarşı Camii, 5.476,21 lira
İstanbul: Bayezid Camii, 14.596,56 lira
İstanbul: Üsküdar’da Atik Valide Şadırvanı, 9.435 lira
Konya: Sultan Alaaddin Camii, 35.000 lira
Ankara: Saman Pazarı’nda Kurşunlu Camii, 12.000 lira
İstanbul: Balat’ta Ferruh Kethüda Camii, 16.000 lira
İstanbul: Nur-u Osmaniye Camii, 20.486,90 lira harcanmıştır.
HAYRAT TERTİBİNDEN TAMİRİ YAPILAN CAMİLER
Malatya’da Arslan Bey Camii, 6.337 lira
İstanbul Sarıyer’de Çarşı Camii, 1.797 lira
Bolayır’da Süleyman Paşa Camii, 1.357,06 lira
Gebze’de Orhan Bey Camii, 1.010 lira
Konya’da Eşrefoğlu Camii, 10.000 lira
Manisa’da Muradiye Camii, 10.000 lira
İzmir’de Hisar Camii, 15.335,90 lira
İzmir’de Şadırvanlı Camii, 10.991,90 lira harcanmıştır.
Tüm bu liste, 1 Nisan 1941 tarihli İktisadi Yürüyüş adlı derginin 32. sayısından alınmıştır. Dergideki yazının ilk cümlesinde şu ifadeler yer almaktadır:
” En gayri müsait şartlar altında Vakıflar umum müdürlüğü abidelerimizin tamir işine 1.000.000 lira tahsis eylemiştir”.
Devletin camileri tamiri için 1.000.000 lira ek bütçe ayırmasının dışında Atatürk’ün şahsi olarak yaptırdığı ve maddi yardım yaptığı camilerden biri Eskişehir Mihalıççık köyündeki” Aşağı Camii” ya da” Mihalıççık Atatürk Camiidir”. Atatürk, Türkiye’deki hiçbir camiyi ihmal etmemiştir. Bu listeden önce Atatürk’ün 1 Mart 1923 günü mecliste yaptığı konuşmasında, ”Yapılan onarım içinde, 126 cami ve mescidi şerif ile 31 medrese ve mektep, 22 su yolu ve çeşme, 175 gelir getiren yer ile 26 hamam bulunmaktadır.” bilgisini vermektedir. Bu tarihten sonra yapılanlar ise işte yukardaki listedir. Yine burada küçük bir ayrıntıyı ifade etmek lazım gelir. Bakımı gereken tüm bu camiler tamir, bakım ve onarım esnasında geçici olarak kapatılmıştır. Bu sırada ise Hatay, bilindiği üzere Türkiye’ye bağlı değildi ve Hataylıları Türkiye’den soğutmak için Suriye tarafında yabancı casuslarca ”Türkiye’de camiler kapanıyor, nerede namaz kılacaksınız?” şeklinde bir propaganda başlatıldı. Bu propaganda Türkiye’de duyulunca 27 Mayıs 1937’de İçel Milletvekili S. Fikri Mutlu mecliste bu bilgiyi yalanlamıştır ve şu açıklamayı yapmıştır:
”Suriye’de yaşayan bazı kötü niyetli kişilerin güya Türkiye’de camiler kapatılıyor, camiler yıkılıyor diye sürekli propaganda yapmakta olduklarını çok yakından işittik. (…) Oradaki hain düşüncenin havayı bulandırmak istediği Türkiye’de camilerin kapatılmamış olduğunu buradan aydınlatmak istiyorum.” Son olarak belirtmek lazımdır ki Türkiye’de hiçbir zaman camiler ahır olmamıştır. 2. Dünya Savaşı’nın başında, Nazi saldırısı tehlikesi karşısında İsmet İnönü, İstanbul’da bulunan kutsal emanetleri yani saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırka-i Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim’ini, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi, müzelerde ne varsa tümünü korumak amacıyla 48 vagona yüklemiş ve başta Niğde olmak üzere çeşitli bölgelere göndermiş ve buradaki camilere saklamıştır. Bu camilere ahır süsü verilmiş, başında da askerimiz bekletilmiştir. Ahır yapıldı denilen durum aslında budur. Lütfen paylaşalım, bilmeyene bildirelim. Bilgiden değil, cehaletten zarar gelir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: HANGİ ATASÖZÜ İLE HANGİ AHLAKSIZLIĞIMIZI MEŞRU KILDIK ?..
“Bal tutan parmağını yalar” sözüyle yolsuzluğu meşrulaştırdık.
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” sözüyle devleti soymayı meşrulaştırdık.
“Yemeyenin malını yerler” sözüyle dolandırıcılığı meşrulaştırdık.
“At binenin, kılıç kuşananın” sözüyle gaspçılığı meşrulaştırdık.
“Kol kırılır, yen içinde kalır” sözüyle suçlarımızı gizleyip meşrulaştırdık.
“Söz gümüş ise sükût altındır” sözüyle haksızlıklar karşısında da susmayı meşrulaştırdık.
“Komşuda pişer bize de düşer” sözüyle hak etmediğimiz hazıra konmayı meşrulaştırdık.
“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözüyle çıkarcı davranmayı meşrulaştırdık.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözüyle yalan söylemeyi meşrulaştırdık.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözüyle bencil davranmayı meşrulaştırdık.
“Üzümünü ye bağını sorma” sözüyle haramı meşrulaştırdık.
“Köprüden geçene kadar ayıya dayı de” sözüyle ikiyüzlülüğü ve aldatmayı meşrulaştırdık.
Ganire Paşayeva
TÜRKİYE’M!
Seni niçin bu kadar sevdiğimi soruyorlar,
Uzak diyarlardan gelen kızına:
– Bu sevginin kaynağı ne?
– Neden?
– Kimsin sen?
– Sen nere, bu topraklar nere?
“Aşkın sebebi sorulmaz”,
Diyorum yüz bin kere…
Çünkü ruhum yüzyıllar önce
Gönül vermiş bir türküye
“Sen benimsin, ben de senin”,
Türkiye!
Ahlat’ta mezar taşları tanırlar beni…
Malazgirt’e Alparslan’la geldim ben,
Vatan kılmak için bu güzel yurdu,
Her fetihte yeniden
Dirildim ve öldüm ben…
Hani ferman buyurmuştu
Karamanoğlu Mehmet Bey:
“Şimden geri kimse,
Türk dilinden özge söz söylemeye!”
Bu kutlu fermanı ilk duyan benim!
Divanda dergâhta, çarşı-pazarda
Sevinç ile yayan benim!
Ertuğrul Gazi’nin yol yoldaşıyım
Birlikte fetheyledik, bu yurt yerini…
Osman Gazi’yle diz çöküp huzuruna,
Dinledik Şeyh Edebali’nin öğütlerini…
Orhan Bey’le birlikte yürüdüm Diyar-ı Rum’a,
Kılıç yoldaşımdır Hüdavendigar!
Sorsalar, elbette anlatacaktır,
Bursa’da, ulu cami avlusundaki çınar…
Karadan gemiler indirdim, Sultan Fatih’le
Değil mi ki, cihan, cihangire dar?
Bayrağı dikti Ulubatlı Hasan, biz yürüdük ardından…
Sorsanız, hisarlarda taşlar anlatır size:
İstanbul’un surlarında kanım var!
Sevinçlerim kadar acılar da yaşadım,
Vatan bildiğim bu topraklarda…
Bazen yüzümüze gülmedi devir,
Tersine de döndü, feleğin çarkı,
Kıyasıya vuruşurken, iki cihangir…
Bir tarafta Emir Timur,
Bir tarafta Yıldırım…
O günden beri öksüz Kerkük,
O günden beri yetim Kırım!
Kaç kez kan ile doldu,
Kardeş kavgasını durdursun diye
Tanrı’ya açılan elim…
Ama sığamadılar bu yeryüzüne
Şah İsmail ve Sultan Selim…
Kardeşin kardeşle vuruştuğu gün;
“Durun!
Türk’e Türk’ten özge yanan bulunmaz!
Kardeş kavgasında kazanan olmaz!”
Diye feryadı arşa dayanan bendim…
Çubuk Ovasına akan kanlar da,
Çaldıran’a düşen canlar da benim…
Üç yüz yılda döndüm, Viyana önlerinden.
Vuruştum boğazda yedi düvele karşı…
“Çanakkale içinde vurdular beni”,
Bir gonca gül iken derdiler beni…
Şimdi Gelibolu’da,
“Bir ölür, bin doğarız!” diye seslenen,
İsimsiz şehidin baş taşı benim…
Oğulsuz anaların, dul gelinlerin
Gözyaşı benim…
Sarıkamış’ta bedeni donan,
Yemen’de susuzluktan ciğeri yanan
Ve bir cepheden bir cepheye savrulan
Ölmez Türk benim!
İstiklal savaşına koştuk, sonradan,
Atatürk’ün yanındaydım her zaman!
Küllerinden yeniden doğan bir milletin
Evladıyım ben…
Vatanın ufkunu sarınca melal
Akif’in dizesiyle, dirildim yeni baştan
Haykırdım bütün dünyaya:
“Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!”
Türkiye’m!
Ben senden hiç gitmedim ki!
Ezelden ebede seninleyim ben.
Uğrunda öldüğün Vatan, terk edilir mi?
Ölesiye sevdiğin Vatandan gidilir mi?
Seni nasıl sevdim, bir bilebilsen…
Güneşe vurgun ayçiçekleri,
Denize âşık martılar gibi…
Ben seni,
Kıyıya sevdalı dalgalar
Yağmura hasret sahralar gibi sevdim.
Bağlanıp kaldı ruhum bir tek sözüne,
Sahibinden ayrılmayan bir gölge gibi
Yıllar yılı yüz sürdüm ayak izine!
Ben seni nasıl bekledim, bir bilebilsen…
Üstadın dediği gibi:
“Hastanın sabahı, mezarın ölüyü,
Şeytan’ın günahı beklediği kadar” …
Ve ben, bendeki seni bekledim her an!
Kimsesiz evin, hiç gelmeyecek sahibini beklediği gibi…
Ben seni ölümüne sevdim, Türkiye!
Dudakta kalan son nağme,
Gözde donan son damla
Ve bir “Ah!” kadar!
Nasıl özledim seni, bir bilebilsen
Bebeğin anne sütünü,
Annenin evlat kokusunu
Üşüyen ellerin sıcacık bir ocağı
Özlediği kadar…
İçimde kanatlanan ve büyüdükçe büyüyen
Bir özlemim var…
Ben ki aşığım senin, baharına, yazına…
Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar,
Uzak diyarlardan gelen kızına:
Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”,
Aşk sebepsiz sevdadır”
Diyor, Bizim Yunus!
Sorulmasın bana artık bu soru,
Çünkü sen Türkiye’msin!
Vatansın! Vatan!
Bense çılgın bir Türk’üm,
Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan
Ve Vatanı Turan olan…
Canım Türkiye’m! Sen bensin,
Ayağına taş değse, benim ciğerim yanar.
Sen gönlümde umutsun, kalbimde ince sızı,
“Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar!”
İmza: Kardeşin Azerbaycan’ın, sana sevdalı kızı…
Ganire Paşayeva
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Mekânın Cennet olsun can kardeşim… Okurken gözlerim doldu, çok duygulandım. Ancak bu kadar güzel anlatılırdı: “VATAN AŞKI VE SEVDASI” … Yüce ALLAH’ın rahmeti, mağfireti üzerine olsun aziz Türk evlâdı…H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Geçmişte Camilerin Başına Gelen İbretlik Sahnelerden Bazıları 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam sizde mi bunlara inanıyorsunuz? Aşk olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Ben gençlik yıllarımda, Üniversitede okurken 6 yıl İmamlık ve müftülük yapmış bir eğitimciyim. Benim görev yaptığım caminin müştemilatı satılmıştı. Geri almak için yıllarca uğraştım; başaramadım. Bizzat belgeleri ile benim inceleyip şahit olduğum yüzlerce cami var. Videoda bahsedilen camilerin durumu açık kaynaklarda bilgi belgeleri var. İnceleyebilirsiniz. DİB dan sayı sorabilirsiniz. Kendim araştırıp inceleyerek bilmediğim hiçbir konuda ısrarcı olmam. Söylenenlerden birinin yanlışlığını göstermeniz halinde özür dilemeye hazırım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam siz bu yaşadığımız ortamın bizatihi içindesiniz. Bende teğmenliğimden beri namazını kılan mütedeyyin bir Müslümanım elhamdülillah…Cami çok az cemaat yok. Cemaati kaçırdık. Bizim köye bir cami yaptılar, ilçede öyle cami yok. Yapanlar inşaat sektöründeydiler, Allah affetsin…İşleri çok zor. Emevî anlayışı ile camilerimiz çok görkemli de gönüllere bina yok…Ve halâ her cuma para toplamaya, dilenmeye devam ediyoruz…Millet geçim derdinde, biz camii derdindeyiz. Yüce Allah’ın emri sadece namaz ve camii mi?
Nedir bu şatafat, gösteriş, Nerede Resulullah’ın bize emanet ettiği İslamiyet?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Cuma namazı sonrası yapılan duaları bile Türkçe yapmıyoruz. “Âmin” derken niçin, neye âmin dediğimizi bilmiyoruz. Sanki herkes Arapçamı biliyor. Neden halka inemiyoruz, gönüllerini fethedemiyoruz… Faiz haram diyoruz, Devlet KMH ile hazineden bizi vergilerimizle, zengini daha zengin yapıyor, Sonra “nâs” diye ahkâm kesiyor… Dini, politikasına âlet ediyor…Bu dinimize kötülük değil mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: KKM. Olacaktı…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 1992/1998 yıllarında Erzurum Hava Meydan K. lığı yaptım…Birlik de cami yoktu, “Namazgâh “adı altında, Gen Kur. Yönergesini baz alarak, özel bir yönerge hazırlayarak ibadete açtık…6 yıl Mehmetçiklerle cuma ve teravihi beraber ifa ettik. Bende askerliğim süresince “askeri bürokrasi “ile mücadele ettim. Bir başkası olsaydım “general olmam işten bile değildi…Demem o ki bizde karınca kararınca üzerimize düşeni yapmaya çalıştık … Hacı Ömer ÖZTÜRK’ÜN ifadesi ile biz bu sistemin fireleriydik…Çok şükür …Huzur-u İlahiye alnımız açık çıkacağız inşallah…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Camiler ve müştemilatları hem Vakıflar hem de Diyanet envanterinde kayıtlıdır. Bu konuda uydurma haber yapan çıkarsa doğrusunu öğrenmek çok kolay. Sadece Kastamonu’da satılan camilerle ilgili müstakil kitap var. Türkiye’de satılmış, yıkılmış camilerin kayıtları, listeleri var. Ben müftülük yaparken bunları inceleme fırsatım oldu. Türkiye genelinde bu sayı bin civarındadır. Bunlardan bir tanesi de Sirkeci garındadır. Uzun yıllardır davasını takip ediyoruz. Geçen sene tapusunu vakıflara iade ettirmeyi başardık. Şimdi yıkılmış olan caminin yapılması için bir hayırsever talipli peşinde koşturuyor. Türkiye’de Cumhuriyet döneminde devlet cami yaptırmış değildir; halk özel imkanları ile cami yaptırıyor. Cami yapmayın demekle kimseyi cami yapmaktan vaz geçirme imkânımız da yoktur. Camiler, hasta haneler gibidir. Hasta hane, hasta yok diye kapatılamayacağı gibi camiler de cemaat yok diye kapatılamaz. Şatafat sadece camiler için değil, her yerde her işimizde var maalesef. Mezarlıklarımızda bile var. Şatafatı her yerden kaldırmalı görüşüne katılırım. Dua, istek ve taleplerimizi Rabbimize arz etmektir. Dileyen dilediği dil ile dua yapabilir. Camilerde de Arapça yapan olduğu gibi Türkçe yapanlarda vardır. Esas olan herkesin kendisinin yaptığı duadır. Başkasının duasına âmin demek zorunda değiliz.
Emevî İslam’ı, Türk İslam’ı, Abbas’ı İslam’ı gibi saçmalıklar İngiliz ve Siyonist kaynakların Müslümanlara yutturmaya çalıştığı kavramlardır. Kur’an ve Sünnete dayalı İslam tektir. Samimi yaşayanı vardır; sulandırmaya çalışanı, sömüreni ve ifsat etmek isteyeni vardır. Orijinal kaynakları da elimizdedir. Her dönemde yanlış yapan, emelleri için farklı yorumlar üreten, saçmalayan kişi ve kurumlar olabilir. Bunu İslam’a yamamaya çalışmak cahilane değilse hainane bir basitliktir. Ömer b. Abdülaziz gibi tarihin çok az şahit olduğu adil ve başarılı devlet başkanı da Emevî hükümdarlarındandır. Yaşar Nuri vb. Din şovmenlerinin etkisinde kalmamanızı arzu ederim. Yaşar Nuri Bey benim dönemimden olup yakından bilip tanıdığım bir insandır. Sizin gibi samimi iyi niyetli fakat dini bilgisi ancak kendine yeten insanlarımıza, din pazarlayarak, aldatanlar kendi hesabını vermekten aciz insanlar olduğunu dikkate almakta fayda vardır. Bunlara alet olup ahiretinizi riske atmanızı istemem. Sizin aile yapınız, yetiştiğiniz bölge ve çevre, kendinizi korumanızı ve inancınızı yaşamanızı sağlamış elhamdülillah. Sosyal medya yalan pazarı, inceleyip tetkik etmeden, haber ve bilgi paylaşmamaya gayret ediyorum. Büyük WhatsApp gurupları etki ajanları ile dolu. Geçen gün benim de içinde olduğum büyük bir WhatsApp gurubu içerisinde iki İran Azeri’si olan ajan tespit edip suçüstü yaptık ve deşifre ettik.
Albayım, ben yetmiş yaşını geçtim. Bundan sonra ahiretimi riske atacak hiçbir yanlışa alet olmamaya çalışıyorum. Allah cümlemizi fitne ve fesattan, hizipçilikten, taassuptan korusun.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Âmin., Allah razı olsun. Beyan ettiğiniz açıdan bakmaya çalışacağım…Uyarılarınız için de tekrar teşekkür ederim….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yakında Dünya, Savaş Tarihinde Müslüman Türklerin Yaptığı Devrimi Konuşacak İnş.👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Milli Savaş Uçağımızın Rakibi Yok
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam hep merak ediyorum kusura bakmayın ama, Kur’an ‘ı ezberlemek mi yoksa O’nu anlayıp yaşamak mı gerek? Ezberleme dönemi Peygamberimiz döneminde elbette çok önemliydi, ama bu çağda gereklimi? Bu konuda İlahi bir emir ya da hadis var mı?
Dost selâmlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Kur’an’ı Kerimi ezberlemenin ana maksatlarından bazılarını hatırlatmış olayım:
1- Kur’an-ı Kerim, Hayatımızı bütün yönleri ile tanzim etmek üzere gönderilmiş ilahi bir nizamın kitabıdır. Onu ezberlemekten maksat hayatımızı onun koyduğu ilke ve prensiplere göre yaşayıp yaşatmaktır.
2- İlk nazil olduğu günden beri hiçbir harf ve noktası bile değiştirilmeden muhafaza edilebilmesi Onu ezberleyen hafızlar sayesinde mümkün olmuştur.
Dünyada herhangi bir ülkede, hafızların tamamı öldürülse, Kur’an-ı Kerim’ler de yakılsa bile bütün dünyadaki Müslümanlar aynı dil, aynı lafız ve aynı okuyuş tarzı ile Kur’an-ı okuyup ezberledikleri için hiçbir sıkıntı oluşmaz; hiçbir değişiklik ve tahrife yol açılmış olmaz. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerimi anlamak için meal ve tercümesi yapılması mümkün ve gerekli olsa bile, ibadetlerde Arapça okunması şarttır. Aksi halde tahrif ve değişiklik yolu açılmış; ihtilafların zuhuru da kaçınılmaz hale gelmiş olur. Konu uzun ve ayrıntıları bilmeyi gerektiren bir konu. Ama mesaj kapsamını dikkate alarak şu kadarını ifade edeyim. Kur’an’ı Kerimi ezberlemek, anlamak ve yaşamak niyeti ile olursa değerlidir. Anlamasam da olur diyerek ezberleyen hiç kimseyi bulamazsınız. Ezberleyen kişi, tamamını, teknik bilgiler ihtiva eden ve ilim gerektiren bölümlerini anlamasa bile birçok bölümünü anlar.
Hafızların, Kur’an-ı Kerimi hiç anlamadığını zannedenler yanılıyorlar.
Selam ve dualarımı arz ederim.
03/10/2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Konu ile İlgili Ayet ve Hadisler: 👇
Kur’an-ı Ezberlemenin ve Onunla Amel Etmenin Faziletleri: 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun Hocam. Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Gönderdiğiniz mesajları okudum… Hiçbir âyette ezberden bahsedilmiyor. Kur’an -ı Kerim yüce Allah’ın, peygamberimiz vasıtasıyla bize dünya ve ahiret âlemi ilgili gönderdiği bir mesajdır. İnanmak ve amel etmek kul olarak kâfidir …Bence O’nu hıfzetmek, anlamak, ezberlemek olmasa gerek …Yaşamak için anlamak ve verilen ölçüler içinde hareket etmek çok daha önem arz eder.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ben öyle düşünüyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Kur’an-ı Ezberlemek herkes için, Farz, Vacip veya Sünnet olan bir görev değildir.
Her Müslüman için, Namaz kılacak kadar süre ve ayet ezberlemek yeterlidir. Ancak tamamını ezberleyenlere dünya ve ahiret mükâfatlarından, ayrıcalıklarından bahseden onlarca sahih Hadis vardır; Kur’an-ı Kerim’de de işaretler vardır. Kur’an-ı Ezberlemek isteyenlerin çoğu dini hizmetleri yürütmek isteyenler olduğu gibi, Kur’an’ın bir ilim kaynağı olduğunu bilenler de ilmini artırmak ve pratik hale getirmek için de ezberlerler. Türkçe kaynaklarda olan bilgiler Arapça kaynaklara kıyasla 1/3 bile değildir. Latin harflerine geçişimiz bizi Kur’an ve Kur’an Kültüründen uzaklaştırdığı gibi tercümeye de mahkûm kılmıştır. Oysa tercümeler, bazen muhtemel manalardan birini önümüze koyar ve ufkumuzu daraltır. Sadece meal okuyanı da yanıltabilir. Kur’an-ı Kerim’in din ile ilgili ayetleri 1/3 ü geçmez; kalan ayetleri hayatın bütün alanlarına şamil bilgiler ihtiva etmektedir. Kur’an’ı Kerim ferdin hayatını düzenlediği gibi toplum, siyaset ve ilim alanını da düzenler; fizikçi, kimyacı, matematikçi, tarihçi, vb. ilimlerle uğraşanlar Kur’an’dan müstağni değillerdir. Batılı ilim adamlarının önemli bir kısmı bunu idrak ettiği halde, bizim Cumhuriyet dönemi aydınlarımız bunu yeteri kadar idrak edememiş; Kur’an-ı Kerimi sadece bir din kitabı olarak algılamışlardır. Hatta sadece Müslümanlara hitap ettiğini zannetmiş, cihanşümul bir kitap olduğunu öğrenme fırsatı bulamamışlardır. Sizi yanılgıya sevk eden de bu anlayıştır muhterem albayım. Bu algıyı değiştirmek için deniz araştırmaları ile ünlü Fransız Kaptan Cousteau’yu, Amerikalı matematikçi Prof. Dr. Jeffrey Lang, Teoloji ve Felsefeci Prof. Dr. Gerald F. Derks gibi ilim adamlarını okumak ve dinlemek gerekir. Bu isimleri tahdit için değil, temsil için zikrettim.
Ramazan’da, teravih namazı kısa sürelerle kılınabildiği gibi, her rekâtta bir sayfa okuyarak, hatimle de kılınabilir. Yani 30 günde, Ramazan ayı boyunca, Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar okunmuş olur. İmtihanlarda yüz üzerinden 50 alan da sınıfı geçer, yüz alan da normal ve değerli olan herkesin yüz almak hedefi ile hareket etmesidir.
Cennetin de dereceleri vardır. En alt dereceye razı olan ile en üst dereceyi isteyen bir olabilir mi?
İdraklerimiz ve Ufkumuzun bilgimizle sınırlı olduğunu, yeterli bilgi olmadan doğru yorum yapma imkânımız da olamayacağını hatırlatmakla notumu bitirmiş olayım.
Selam ve dualarımı arz ediyorum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam sağ olun. Benim kastettiğim “salt hafızlık” meselesidir. Günümüzde, İslâm’ı iyi anlamak ve anlatmak, genç nesli akıl ve bilimin ışığında âyetlerle buluşturmak, çok daha fazla önem arz etmektedir diye düşünüyorum…
Selâm, sevgi ve saygılarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Ruhsat alanlarında farklı düşünceler, farklı uygulamalar farklı tercihler olabilir. Zorlama, dayatma ve baskı olamaz; olmamalı. Allah’a emanet olunuz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam sağ olun…Sizlerde Allah’a emanet olunuz…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Haydar Aliyev- İlham Aliyev’in Mekke’de Birlikte Yaptıkları Dua 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Arşiv değeri olan bu videoyu dinledim ve istifade ettim. Çok teşekkür ediyorum albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Eyvallah Hocam…Sağ olun…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Olmaz diyemeyiz. Sonuçta Araplar İsrail ve Amerika tarafından güdülüyor.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sosyal medyada yalan üretmenin hiçbir maliyeti yok maalesef. Uydur uydur yaz ve söyle. Araplar İsrail ve Amerika tarafından değil İngilizler tarafından güdülüyor.
Güvenilir bilgi edinmek isteyenler için 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bir röportaj sırasında İngiliz televizyoncunun dikkatini duvardaki Hilâl ve Bozkurt çeker. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey’e bunun ne olduğunu sorar:
” O Bozkurt’tur.” der Elçibey ve ekler.” O gördüğünüz Türk Milleti’nin sembolüdür totemidir.” İngiliz televizyoncu biraz düşündükten sonra özür dileyerek tekrar sorar;” Niçin kendinize vahşi ve yırtıcı bir hayvanı sembol olarak seçtiniz?” Elçibey’ in cevabı:” İngilizler’in sembolü olan aslan hayvanların kralıdır değil mi? Ancak bu kral dediğiniz hayvana sirklerde 3 kg sosis verip yanan halkaların içinden sağa sola zıplatırsınız…Vahşi ve yırtıcı dediğiniz Bozkurt’a bunu yaptıramazsınız. O, özgürlüğünü ve onurunu hiçbir şeye değişmez. Bozkurt’u zincire vurup kafese atsanız bile ya üzüntüden ölür ya da zincir ve kafesi parçalayıp gider. Onu yok edebilirsiniz. Onu öldürebilirsiniz ama sindirip esir edemezsiniz. Bozkurt’ u kendinize tâbi kılamazsınız. İşte bu nedenle Türkler kendilerine mücadele sembolü olarak Bozkurt’ u seçmiştir. Ruhun şad mekânın cennet olsun.
EbulfezElçibey
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kadir Mısıroğlu’nun hacıları dolandırdığı mahkeme huzurunda nasıl ispat edildi? “Ölenin ardından konuşmak, bizim örfümüze pek uygun değil… Ama rahmetli, birçok ölen hakkında çok şey söylemiş, çoğu iftira olan yakıştırmalar yapmayı adet edinmişti. Pek vicdan sahibi değildi. O zamanlar Ortadoğu Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyordum. Birgün elime bu şahsın gençliğinde yaptıklarına ilişkin belgeler ulaştığı gibi, olayın canlı şahitlerinden de dinleme fırsatı bulmuştum. “Hocaların Hocası” namıyla bilinen merhum İlahiyatçı Mehmet Müftüoğlu’yla yaptığı ortaklık içinde, hacca gitmek için başvuran hacılarımızın parasını nasıl buharlaştırıp zimmetine geçirdiğini” uzun uzun dinledim. O günlerde bir de Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a “pezevenk” demiş ve fakat daha sonra, “Ben öyle bir şey demedim.” diyerek ortalara düşmüştü. Oturdum bunun bütün geçmişini kaleme aldım. Hayatı boyunca yaptığı rezaletleri bir bir yazdım. Ve tabi Mehmet Akif Ersoy’a yaptığı hakaretleri de gündeme getirdim. Üstelik İNGİLİZ vatandaşlığına geçtiğini de anlattım. Yazı çok ilgi gördü ve ulusal basının tamamında yer aldı.
Kadir Mısıroğlu çıktı bana ağır mı ağır bir cevap verdi. Ve dedi ki “yazıda yer alan her şey iftiradır, dava açıp kendisiyle hesaplaşacağım.” “Buyur Aç” dedim. Sanıyorum elimde hiçbir şey olmadığını düşünüyordu. Şahsıma 10.000 TL tutarında bir tazminat davası açtı ve kendisine iftira ettiğimi, söylenenlerin hepsinin yalan olduğunu ileri sürdü. Mahkeme huzurunda tek tek ne kadar iddiam varsa ispatladım. Bilirkişiler, ses kayıtları üzerine inceleme yaptı ve Kadir Mısıroğlu’nun Mehmet Akif Ersoy’a “pezevenk” dediğini tespit ederek, mahkemeye bu yönde rapor sundular. Hacıları dolandırdığına ilişkin iddialarım da mahkeme huzurunda ispatlanmış oldu. İngiliz vatandaşlığına geçmeyi bile savundu. “Çok kibar davrandılar, ülkemde görmediğim nezaketi İngilizlerden gördüm” gibi saçma sapan şeyler söylemeyi tercih etti. Uzatmayayım. Davayı ben kazandım, Kadir Mısıroğlu kaybetti. Ağzına geleni saydı. Bir hayli kin kustu. Muhatap olmadım. “Tarihçilik” adı altında zehir kusan bu şahsın gerçek kimliğini gözler önüne serdim. Kimseyle derdim yok… Ama gençlerimizi kendi ecdadına, kendi mazisine, kendi devlet büyüklerine ve tarihine kim düşman ediyorsa; mazisi mutlaka bir çamur deryasıdır. Bunu göstermek istedim. Sabah öğrendim ki ölmüş kendisi…”Kul Hakkıyla gelmeyin” diyen Yüce Allah’ın huzuruna yüzlerce kişinin hakkıyla gidiyor. Bir tanesi de benim… Allah bu milleti, gönlü güzel insanlarla doldursun, Millet olarak rehberimiz, müfteriler değil, gönül kapısını herkese açan Mevlâna karakterli önderler olsun.”
Yücel Bulut, MHP Tokat milletvekili.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu âlemde hiçbir şey gizli kalmıyor… Allah affetsin…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: GARRUDİ’YE; Sizi önce Hristiyan, ardından komünist olarak görüyoruz. Şimdi Müslümansınız. Hindistan dolayına doğru da bir seyahat yapacak mısınız?” diye kinayeli bir soru sordular. O da: “–Anlatayım.” dedi. “Ben Hristiyan’dım. ABD’deki büyük kartellerin fiyatları sabit tutmak için milyonlarca ton sütü döktüklerini, milyonlarca ton buğdayı yaktıklarını görünce, (Türkiye’de de zaman, zaman bazı ürünlerin döküldüğü haberleri çıkıyor) bu vicdansızlık beni komünizme itti. Baktım komünizm de kuru, hiçbir manevi tarafı yok. Hristiyanlık ile komünizm arasında bir köprü kurmaya çalıştım, ama olmadı. O dönemlerde Fransızlar benim vurulmamı istiyorlardı. Cezayirli Müslüman bir askerin yardımıyla bu tehlikeden kurtuldum. Bilâhare o Müslüman askeri buldum. «–Fransız subayı benim vurulmamı istemişken, beni neden kurtardın?» diye sorduğumda; Ben Müslümanım, Allah’ın verdiği canı bilmeden kıymaya razı olmam. Bunun uhrevî mesuliyetinden korkarım.» dedi. Ben o zamana kadar İslâm’ı bir aşiret dini olarak kabul ediyordum. Bu hâdise benim İslâm’a yönelmeme vesile oldu. İktisatçı olduğum için İslâm iktisadi yapısını da inceledim. Fâiz nedir, komünizmde nasıldır, İslâm’da nasıldır, nereye kadar yasaktır, hudutları nelerdir? Bu gibi hususları inceledim. (Bilâl-i Habeşî (r.a)’ı kastederek) Bilâl’in bir hadisi beni selâmete çıkardı. Bilâl, Allah Rasûlü’ne bir hurma götürür. Efendimiz; «Bunu nereden buldun?» diye sorunca Bilâl de; «Bizde âdî hurma vardı. Rasûlullah (s.a.v.)’in yemesi için ondan iki ölçek vererek bundan bir ölçek satın aldık.» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): «Eyvah! Bu ribânın/fâizin ta kendisi, sakın öyle yapma! Şayet iyi hurma satın almak istersen elindekini ayrıca sat; sonra onun parasıyla iyi hurmayı satın al.» dedi. Gördüm ki Allah Rasûlü, fâize gidecek bir kapının anahtar deliğini bile kapatmış. Bu durum beni İslâm’ı daha çok tetkik etmeye sevk etti. İslâm’da iktisat nedir sorusunun cevaplarını ararken orada büyük bir dehâ ile karşılaştım. O dehâ Ebû Hanif’e idi. Ne yazık ki bugün Ebû Hanife’nin dehâsını Müslümanlara ben anlatıyorum. İslâm dünyası daha Ebû Hanife’yi lâyıkıyla tanımıyor.” dedi.
Roger Garaudy Hayatı ve Eserleri İçin:
1)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Roger_Garaudy
2) https://islamansiklopedisi.org.tr/garaudy-roger
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bakınız eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ne diyor:
1. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler.
2. Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahcup edici durum devam edecektir.
3. Ortadoğu toplumları barut fıçısı gibi. Birbirlerine duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya öteki üzerinden dile getiriyor, onlar üzerinden kimlikler şekilleniyor. Toplum olarak ayrıştığımız, artık birbirimize öfke duyduğumuz doğrudur. Bunlar sosyal birlik beraberliğimiz açısından alarm noktalarıdır.
4. Serbest pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslam âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz. 50 küsur İslam ülkesi var, paramparçayız.
5. İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz, çünkü birçok yerde Müslümanlar birbirinin boğazını sıkıyor. Birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldular, birbirini itham ve tekfir ederek sürekli camdan aşağı atmakla meşguller.
6. ŞU ANDA YAŞADIĞIMIZ DİNİN MÜSLÜMANLIKLA İLGİSİ VE ALAKASI YOK. MÜSLÜMANLAR ŞEYH VEYA SİYASİ LİDERLERİNE TAPAN PUTPEREST OLDULAR. AKLI, SEVGİYİ, BARIŞI, BİLGİYİ, BİLİMİ, AHLAKI, ADALETİ, ÖZGÜRLÜKLERİ, SANATI, ESTETİĞİ VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ TERK ETTİLER.
7. Müslümanlar Müslümanlığı namazmatik, salavatmatik, umrematik, kılmatik müslümanlığı yaparak dini ortadan kaldırdılar.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Katılmamak mümkün değil… İndirilmiş DİN, ile uydurulmuş DİN arasında Müslümanları perişan ettiler… Her gün hoca efendiler fetva veriyor, DİB, lığı sadece seyrediyor…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sosyal medyada kaynak gösterilmeden yapılan paylaşımları ciddiye alıp üzerinde değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Aklı selim sahibi bir insan, (ilim ehli veya Müslüman olması bile gerekmez) böyle bir genelleme yapamaz; yaparsa ilim ehli değil, filim ehli olduğunu ortaya koymuş olur.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Şu kardeş Filistin’e bir geri besleme yapalım da hatırlansın bazı şerefsizlikleri. Çoğunuz “Dost bildiklerin düşman, düşman bildiklerin belki de dosttur bu dünyada! Şu Filistin’i bir de benden dinleyin bakalım… Dost muymuş, düşman mıymış? Gerçekten işgal edilmiş mi Buyursunlar…
Yıl 1837 Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudilerin toplam nüfusu dokuz bin olarak kayıtlara geçiyor. Filistinli Arapların, Yahudilere toprak satması ile bu rakam elli bine yükseldi. Böylece 1882’de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oldu. 1908’de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkmıştı. Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu, Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı. Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu. Hâlbuki Padişahın bu konuda açık emri vardır. Hiçbir Yahudi’ye toprak satılmayacaktır. Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler, Alman kimliği ile, İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı. Filistinli Arapların ise gözü doymak bilmiyordu. Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey! Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları. Demek ki neymiş, Vatanın her bir karışı kutsal imiş, kutsalı satar isen başına bunlar gelir imiş! Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar. 1925’te 944 bin dönüm olan arazi satılmıştı! 1927’de 1 Milyon 124 bin dönüm arazi satılmıştı. 1930’da satılan arazi miktarı 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı. Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu belgeli! 1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı! Öyle bazılarının söylendiği gibi Filistin falan işgal edilmiş değil! Peki Bu Filistinliler nasıl insanlar Türkler ile bağları neymiş bir de ona bakalım… Yıl 1915 Filistin askerleri, Türk askerlerine cephe arkasından saldırmış ve 14 Bin Türk askerinin şehit olmasına birçok askerin yaralanmasına sebep olmuştur. Arap ihaneti ile esir düşen on beş bin Türk askerinin gözleri kör edilerek eziyet edilmişti. Kardeş Filistin Ha’a!
Yıl 1916, Filistin bayrağı, Filistin halkını temsil etmek için kullanılan bayraktır. İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak 4 renkli, siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı renklerden oluşan bir bayrak tasarlanır. En üstteki siyah yatay çizgi, Abbasileri; Ortadaki yeşil renk Şii Fatımileri, Alttaki beyaz renk Emevîleri temsil eder. Kırmızı üçgen ise 1916 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğlularını, diğer bir görüşe göre Arapların Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder.
Yıl 1917, Filistinli Araplar İngiliz Lawrence ile bir oluyor ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza atıyorlardı. Akabe’deki tüm Türk askeri katledilmiştir. Bugün Ürdün-Filistin arasındaki Wadi Rum çölünde, Lawrence Rölyefi ile Lawrence’ı dağlara taşlara kazımışlardır. Aynı yıl yani 1917’de Kudüs Filistinliler tarafından İngilizlere teslim ediliyor! Bunla da kalmıyor İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girerken Filistinli Araplar tarafından “El-Nebi” yani peygamber olarak karşılanıyor.
Yıl 1978 Filistin Kurtuluş örgütü terör örgütü PKK’ya kucak açıyor, PKK ile birlikte Türkiye aleyhine faaliyetlere başlıyor.
Yıl 1979 Ankara’da bulunan Mısır Büyükelçiliği Filistinliler tarafından basılıyor bir polisimiz ve bir bekçimiz şehit oluyor.
Yıl 1980 Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash, Lübnan’ın Sidon şehrindeki kamplarını Asala terör örgütüne açıyor, As Ala’nın diplomatlarımızı katlettiği eylemlerine bu Filistinli teröristler de destek veriyor. Kardeşe bak kardeşe!
Yıl 1989 Yaser Arafat, “Ermenistan’ın haklı davasını destekliyoruz “açıklamaları yapıyor. Karabağ işgaline ve Ermeni katliamlarına destek veriyor.
Yıl 1993 Filistinli Araplar, Mesud Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan” fikrine de destek oluyor.
Yıl 2002 Binbaşı Cengiz Toy tunç Batı Şeria’da, Barış gücünde görevliyken aracı durularak şehit ediliyor.
Yıl 2009 Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Kıbrıs’ta Türklerin işgalci olduklarını, Rumların tüm tezlerini desteklediklerini dünyaya açıklıyor. Yahu sizin gözünüzdeki bu perde nasıl kalkacak! Bitmedi … devam
Yıl 2012 Filistin Devleti Al Nakba kupası adı altında bir organizasyon düzenliyor ve sözde Kürdistan takımını da davet edip, Kürdistan Futbol takımı ile maç yapıyor.
Yıl 2019 Türkiye’nin Suriye’de başlattığı “Barış Pınarı harekâtı” için Filistin’in de içinde olduğu “Arap birliği “; kınama mesajı yayınladı.
Yıl 2020 Filistin, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına karşı olarak kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye oluyor. (Eastern mediterranean gas forum) Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail ile birlikte Türkiye’nin Mavi Vatan tezine karşı cephe alıyor. Aynı yıl yani 2020’de Filistin, Çin’in Uygur Türkeri’ne yaptığı soykırımı destekliyor ve Çin’in Uygur Türkleri politikasına destek verdiğini söylüyor. Bugün güzel ülkemin güzel sokaklarında bu milletin üzerinde Türk kanının da temsil edildiği Filistin bayrağını şahlandıran bir kesim var. Onların amaçları nedir bilmiyorum ama, Türkiye’de; İtalyan, Alman, İngiliz şirketleri adı altında İsrail tarafından alınan binlerce dönüm tarım arazisinin satın alındığını herkes biliyor. Tıpkı vakti zamanında Filistinli Arap şeyhlerin topraklarını sattıkları gibi bizlerde topraklarımızı maalesef ecnebilere sattık, satmaya da devam ediyoruz!
–ALINTI– 400.000 dolar veren herkes Türk vatandaşı olabiliyor… Filistinleşiyoruz ruhumuz duymuyor!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hamas-İsrail Savaşı: (E) Hv. Pilot Alb. Osman Başıbüyük ‘ün Hamas-İsrail savaşı hakkındaki değerlendirmesi. 8 Ekim 2023 İsrail- Filistin savaşını çok iyi incelemek gerekir. Çok derine inmeden sıcağı sıcağına yapılacak ön değerlendirmede şu hususları göz önüne almak gerekir:
1. İsrail’i kuran Vatansız paradır. Dolayısıyla savaşın hedeflerinin Vatansız paranın planları açısından da değerlendirilmesi gerekir.
2. Hamas’ı İsrail kurmuştur. Hamas’ın şimdiye kadar yaptığı her şey İsrail’e yaramıştır.
3. İsrail’de ciddi bir yönetim sorunu vardır. Yahudi halkı arasındaki kutuplaşma, İsrail’in bekasını tehdit etmektedir. Mevcut durumda Yahudi halkını birleştirecek ciddi bir çatışmaya ihtiyaç vardı. Eğer engellenemezse ABD’de başkanlık yarışını Trump’ın kazanacağı gözüküyor. Trump, Filistin sorununda iki devletli çözümden yana.
4. Bütün dünyada da iki devletli çözüme yönelik ciddi bir temayül vardı. Yani yakın gelecekte Filistin devletinin tanınması kuvvetle muhtemeldi.
5. Siyonistler ve İsrail, iki devletli çözümü kesinlikle kabul etmez. İki devletli çözüm, “vaat edilmiş topraklar” inancına ölümcül bir darbedir.
6. Filistin devletinin tanınmasını önlemek için birkaç bin İsraillinin ölmesi hiç önemli değildir. Kutsal bir dava için can verenler kısa yoldan cennete gidecektir.
7. Hamas’ın baskın saldırısından İsrail istihbaratının haberi olmaması imkansızdır. İsrail, dünyanın birçok ülkesine “Pegasus” istihbarat toplama programını satmaktadır. Bu program devletlerin kendi halklarını telefon dinlemesinden tüm sosyal medya yazışmalarına kadar her şeyi takip etmesini sağlamaktadır. Böyle bir teknolojik kabiliyete sahip olan İsrail’in bir de Hamas’ın içinde yüzlerce istihbarat elemanına sahipken baskın yemesini düşünmek saflıktan öte bir şey olur.
8. Hamas’ın sivil halkı hedef alan saldırıları başta ABD ve AB olmak üzere bütün dünyanın İsrail’i desteklemesine sebep olur. İsrail’in Filistin halkına yönelik Gazze Şeridi’ni ele geçirmek amacıyla yapacağı yok etme harekâtı dünya kamuoyu tarafından görmezden gelinecektir. Sonuçta olan zavallı Filistin halkına olacak.
9. Bu çatışma sonrasında iki devleti çözümün önü kesilirse her zaman olduğu gibi yine Hamas’ın İsrail’in hizmetinde olduğu inancı kesinleşmiş olur. Umarım bu sefer saf Müslümanlar uyanır, kendilerine kurulan tuzağı bir kez olsun görürler.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: AMERİKA’NIN SİHAMIZI DÜŞÜRMESİ VE ER MUSA OLAYI‼️ ABD, İncirlikten kalkan bir F-16 uçağı ile Suriye’de bir SİHA’mızı düşürüyor. Olay bununla da bitmiyor. Türkiye olayı gizliyor. Bunun üzerine Amerika açıklama yapıyor ve “bir Türk SİHA’sını düşürdük” diyor.
Bunun anlamı şudur “adamlar bizi resmen aşağılıyor!… Bu olay bana Atatürk zamanında yaşanmış Balıkesirli ER MUSA olayını anımsattı (isteyen “Balıkesirli er Musa” yazıp tıklarsa olayı Google’dan ayrıntılı olarak öğrenir): Kıyıyı korumakla görevli Er Musa, bir kayıkla Kuşadası’na doğru gelen 3 İngiliz subayına, “dur” ihtarında bulundu. Kayıktakiler buna karşın yaklaşmaya devam edince ateş etti ve bir İngiliz subayı öldü, diğerleri kaçtı. Kayıktakiler Sisam adasında demirli bir İngiliz savaş gemisinde görevli imiş. İngiliz savaş gemisi hemen Kuşadası açıklarına gelerek Er Musa’nın cezalandırılmasını istedi. “Er Musa görevini yapmıştır” denilerek talepleri ret edildi. Ertesi gün 7 İngiliz Savaş gemisi Kuşadası’na doğru hareket etti. Gelişmeleri izleyen Atatürk, emrini verdi: “görevini yapan er Musa cezalandırılmayacak, gerekirse Musa için İngilizlerle savaşılacaktır…” Ardından Ege Bölgesi’nde kısmi seferberlik ilan etti ve kendisi de bölgeye hareket etti. Bunun üzerine İngilizler çark etti ve sadece öldürülen subayın cesedini alıp gittiler Olay 1934’de oldu. İngiltere o zamanın süper devleti idi ve adı da Büyük Britanya İmparatorluğu’ydu. Türkiye ise birilerine göre henüz “ÇÖMEZ” devletti!.. Aslında bu olay ilk değil. PKK’ya sürekli yardım ettiği bilinen Amerika, terörü sonlandırmaya çalışan Orgeneral Eşref Bitlis’i, uçağını düşürerek şehit etmiş, Muavenet gemimizi kasten batırmış, Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirerek tutuklamış ve daha bir çok aşağılayıcı eylem de bulunmuştur. Buna karşılık ne generaller ne de politikacılar bunlara Atatürk Türkiye’sine yakışır ne bir tepki gösterebilmiş ne de bir yanıt verebilmişlerdir. Hatta, gazetecilerin “Nota verecek misiniz” sorusuna, “ne notası, müzik notası mı?” yanıtı verilmiştir!.. Amiral Türker Ertürk de Natocu bir asker gibi öneride bulunmaktadır. Olayı NATO’ya götürseniz ne olur, götürmeseniz ne olur. NATO’dan bugüne kadar Amerika’nın istemediği bir karar çıkmış mı?..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SON GELİŞMELER IŞIĞINDA GELEN YORUMLAR… PAYLAŞAYIM İSTEDİM… SİZİN YORUMUNUZU BEKLİYORUM MUHTEREM KARDEŞİM…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bundan önce ve sonra paylaştığınız yazılara da fırsat bulunca değerlendirme yazarım İnş. Bu yazıyı yazan Emekli Hv. Pilot Albay Osman Bey, belli ki olaylara sadece maddi zaviyeden bakabiliyor. Eğer mümkün olsa, manevi zaviyeden bakabilecek yeterli kültüre de sahip olabilse, bizim okuduğumuz bilgi ve kaynaklara da bakabilse biraz daha geniş zaviyeden bakabilirdi. Tarihte vuku bulmuş birçok savaşı maddi zaviyeden bakınca izah etmek mümkün olmadığını, askerlerin bizden iyi bilmesi gerekir ama, okumanın ve düşünmenin külfet sayıldığı bir zamanda yaşamak talihsizliğini aşamıyoruz galiba, ben, daha önce bir arkadaşın, benzer notlarına yazdığım cevabi notumu, aşağıda sizlerle de paylaşmakla iktifa edeceğim.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: VAKİ OLANDA HAYIR VARDIR. Hamas’ın askeri kanadı al Kassam Tugaylarının bugün Siyonist İsrail’in işgal ettiği bölgelerdeki İşgalcilere karşı düzenlediği “Aksa Tufanı” operasyonu sonrası ortaya çıkan ortak endişeleri Abdurrahman Topbaş Bey şöyle dile getirdi. Hocam, Hamas İran ilişkisi ortaya atılarak Araplar nezdinde dahada yalnızlaşacak ve radikalleşecek BAE’nin başını çektiği Suud ve Mısır peşinden devam edecek olan barış planını hızlanacak (bizde ses etmiyoruz)
Radikal Yahudilere alan açılıyor ve İsrail kendi şiddetine maruziyet ile ölçüsüzce gariban Filistinlilere saldırılacak, kimseden de doğru dürüst ses çıkmayacak
Bir yıldır devam eden İsrail partileri ve seçmenleri arası kaos ve anlaşmazlıkları ortak düşman ile daha konsolide olacak. İsrail şiddetin hep kazananı oldu (Lübnan işgali hariç) 07/10/2023 Abdurrahman Topbaş
Abdurrahman Bey Kardeşim, Sadece maddi zaviyeden bakıldığı zaman zikrettiğiniz hususların hepsi muhtemeldir. Bunu Gazze’de yaşayan, görüştüğümüz ilim ehli kişiler de söylüyor ve bekliyor. Fakat işin bir de manevi, yani hakikatini bilemediğimiz kader boyutu var. Allah (cc) ümmeti geleceğe hazırlıyor ve çile eğitimine tabi tutuyorsa buna kim mâni olabilir? Bu vesile ile, yaygın olarak bilinmeyen, Buhar-Müslim şartlarına haiz bir Hadis-i Şerifi tefekkürünüze arz etmek isterim. Tercümeyi yoğun ve sıkıntılı bir zamanımda yapmıştım; eksik veya hata görülebilir ihtimaline binaen metnini de ekledim.
Filistin-Kudüs ve Raşid Hilafet
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıyı da ilk fırsatta değerlendirmeye çalışırım İnş.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıyı değerlendirmek zor; çünkü söylenmemesi gereken mahrem bilgileri söyleme, yazma imkânım olmadığı için, politik şartlanmışlıkları değiştirip aşmak zor. Politik taraftarlık/karşıtlık zaviyesinden bakanlara faydalı olma imkânı mümkün olmuyor maalesef. Onlarla müzakere imkânı da çok zor; çünkü Galatasaray-Fenerbahçe taraftar tartışması gibi tartışmalar benim yapacağım iş değil. Cumhuriyet tarihinin en cesur devlet başkanına korkaklık ve pısırıklığı yakıştırabilecek bir kişi ile fikir müzakeresi olmaz. RTE benim dönem arkadaşım, dışını herkes bilir ama ben içini de bilen bir kişi olarak farklı düşünmem normal sayılmaz mı?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: MOSSAD’ın etki ve gücü bilinse de abartılması da doğru olmaz. Geçen aylarda MİT’in MOSSAD ajanlarına yaptığı operasyonu okumuş muydunuz?
Bu ihtimal yok denemez ama diğer ihtimali de okuyup düşünürseniz daha geniş zaviyeden bakma imkânı bulmuş olabilirsiniz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İnşallah siz haklısınızdır…Tarih elbet bir gün gerçekleri yazacaktır…Görür müyüz bilemiyorum…İyi ki HESAP GÜNÜ var…Orada buluşacağız inşallah…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah Müslümanların yâr ve yâranı olsun…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Filistinliler neredeyse terliklerle İsrail sınırı geçiyor, İsrail askeri üslerini basıyor, generaller dahil birçok İsrailli askeri esir alıyor, onlarca askeri öldürüyor, onlarca pikapla İsrail’e öylece giriyorlar, İsrail şehirlerini basıyor, İsrailli sivilleri öldürüyorlar. Merkava tankları imha ediyorlar, onlarca zırhlı araçlı ele geçiriyorlar.
Rüyamızda görsek inanmayacağımız şeyler gerçekte oluyor. Bütün bunlar olurken İsrail’den hiç cevap gelmiyor, Demir Kubbe çalışmıyor, saldırılar sadece seyrediliyor.
Peki bunlar normal mı? Tabi ki değil. Hamas’ın saldırısı İsrail’in izin verdiği zehirli elma. Bu İsrail’in Pearl Harbourı, bu İsrail’in 11 Eylülüdür. İsrail bu saldırı üzerinden ilk önce kendi kamuoyunu, daha sonra da başta ABD olmak üzere batı kamuoyunu İran saldırısı için ikna edecek. Sonra ne mi olacak? 11 Eylül’den sonra ABD ne yaptıysa şimdi de İsrail-ABD aynısını yapacak. İlk önce Filistinli grupları görülmemiş bir şekilde vuracaklar. Sonra, Suriye ve Lübnan’daki İran ve Hizbullah noktalarını yerle bir edecekler, Suriye rejimi kendini toparlayamaz, çöker. Lübnan Hizbullah’ının beli kırılır. İsrail daha sonra ABD ve Körfez ülkeleriyle İran’ı vuracaklar. Planlar hazır. İran’ın bütün nükleer ve askeri tesislerini vuracaklar. İran’daki molla rejimi süreç sonunda çöker. İslamcılar şimdi sevinç çığlıkları atıyor oysa öyle bir tuzağa düştüler ki farkına vardıklarında çok geç olacak. Putin’e Ukrayna’da yapılan İran ve İslamcılara İsrail’de yapıldı. En acı olan, İsrail saldırılarında ölecek Filistinli kardeş sivillere üzüldüğümüzde, onları savunduğumuzda, bize İsrailli siviller insan değil miydi diyecekler ve bizim diyecek bir sözümüz olmayacak.
Dr. Ömer Turan
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Muhterem Kardeşim, kimse kimseye iftira atmıyor, ya da kimse kimseyi korkaklık ve pısırıklıkla yargılamıyor. Kendi söylemleri ve yaklaşımları zaten kendilerini ifşa ediyor, Aynı zaman diliminde yaşıyor olmamız gerçeğini unutmayalım…Büyük Hesap Sorucu ’ya bırakalım en iyisi…
Geceniz Hayırlı olsun…
Selâm ve sevgilerimle…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Olaylara böyle bakmak da mümkün, şöyle bakmak da mümkün. Kimin yanıldığını zaman gösterecek. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Acı Gerçekleri Bilmeyen Zavallılar
SADECE ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞENME HAKKI OLANLAR NE YAPABİLİR NE YAPMALILAR?
Hamas, Samimi ve İhlaslı Müslümanların nefsi müdafaa için oluşturduğu bir kuruluştur. İngiliz, ABD ve İsrail’in bize tanıttığı gibi değil biz kendi kaynaklarımızın ve ölçülerimizin ışığında değerlendirme yaparak onları tanımak zorunda değil miyiz? Hamas’ın niyetini sorgulamak bir kul olarak bizim hakkımız ve haddimiz değil; yaptıklarına, söylediklerine ve yaşadıklarına bakarız. İnanç ölçülerimize ters bir görüş, eylem veya yaşantıları varsa, bunu ilke edinmiş ısrarla sürdürüyorsa, deşifre eder; karşı tavır koyar, asla ciddiye almaz, itibar da etmeyiz. Bu ilkeler ışığında Hamas’ı masaya yatıralım.
Neden karşı çıkmalıyız? İddia sahipleri iddialarını ortaya koyup ispat etmek zorundadır. Aksi halde Hüsnü niyeti terk etmiş olmaz mıyız?
Can güvenliği olmadan yıllardır, imkansızlıklara rağmen, dişi ile, tırnağı ile, ölümü göze alarak mücadele edenleri yanlış değerlendirmenin vebalini de dikkate almaya mecbur değil miyiz?
Biz müminler olarak kaderimizde yazılı olan ecelin, ölüm vaktinin değişmeyeceğini, bir dakika erteleme veya öne alma imkânı olamayacağını bilen ve iman eden insanlar değil miyiz?
Bize düşen meşru yol ve zeminde meşru usullerle bütün gücümüzü ortaya koyup Allah’a (cc) hakkı ile kulluk etmek değil midir?
Trafik kazasında mı, yoksa İslam’ın mukaddes değerlerini yok etmeye çalışan düşmanlara karşı meşru müdafaa yaparken mi ölmek istersiniz? Filistin Gazze’deki Müslümanlar için sadece ölümlerden ölüm beğenme hakkı vardır; yaşama hakkı yoktur. Onlar da Allah (cc) yolunda ölmeyi tercih ediyorsa bize düşen ne olabilir? Onu düşünmek zorunda değil miyiz? Unutmayalım ki onlar, bizim de ortak olduğumuz sorumluluklar için can feda ediyorlar; bize düşeni yapmamak bir tarafa onları çekiştirmek, İslam düşmanı ağzı ile değerlendirmek asla bir mü ‘mine yakışmaz vesselam.
09/10/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Şu Filistin dost muymuş, düşman mıymış?
Gerçekten işgal edilmiş mi?
Buyursunlar… Yıl 1837
Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudilerin toplam nüfusu 9 bin olarak kayıtlara geçiyor. Filistinli Arapların, Yahudilere toprak satması ile bu rakam elli bine yükseliyor. Böylece 1882’de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oldu.1908’de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkmıştı. Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu, Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı. Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu. Hâlbuki Padişahın bu konuda açık emri vardır. Hiçbir Yahudi’ye toprak satılmayacaktır. Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler, Alman kimliği ile, İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı. Filistinli Arapların ise gözü doymak bilmiyordu. Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey! Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları.
Demek ki neymiş?
Vatanın her bir karışı kutsal imiş, kutsalı satar isen başına bunlar gelir imiş!
Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar.
1925’te 944 bin dönüm olan arazi satılmıştı!
1927’de 1 Milyon 124 bin dönüm arazi satılmıştı.
1930’da satılan arazi miktarı 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı…
Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu belgeli!
1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı! Öyle bazılarının söylendiği gibi Filistin işgal edilmiş falan değil!
Peki Bu Filistinliler nasıl insanlar?
Türkler ile bağları neymiş bir de ona bakalım…
Yıl 1915 Filistin askerleri, Türk askerlerine cephe arkasından saldırmış ve 14 Bin Türk askerinin şehit olmasına birçok askerin yaralanmasına sebep olmuştur. Arap ihaneti ile esir düşen 15 bin Türk askerinin gözleri kör edilerek eziyet edilmişti. Kardeş Filistin Ha’a!
Yıl 1916 Filistin bayrağı, Filistin halkını temsil etmek için kullanılan bayraktır. İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak 4 renkli, “siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı” renklerden oluşan bir bayrak tasarlanır.
En üstteki siyah yatay çizgi, Abbasileri;
Ortadaki yeşil renk Şii Fatımileri;
Alttaki beyaz renk Emevîleri temsil eder. Kırmızı üçgen ise 1916 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğlularını, diğer bir görüşe göre Arapların Osmanlı Devletine karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder.
Yıl 1917 Filistinli Araplar İngiliz Lawrence ile bir oluyor ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza atıyorlardı. Akabe’deki tüm Türk askeri katledilmiştir. Bugün Ürdün-Filistin arasındaki Wadi Rum çölünde, Lawrence Rölyefi ile Lawrence’ı dağlara taşlara kazımışlardır. Aynı yıl yani 1917’de Kudüs Filistinliler tarafından İngilizlere teslim ediliyor!
Bunla da kalmıyor İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girerken Filistinli Araplar tarafından “El-Nebi” yani peygamber olarak karşılanıyor.
Yıl 1978 Filistin Kurtuluş örgütü terör örgütü PKK’ya kucak açıyor, PKK ile birlikte Türkiye aleyhine faaliyetlere başlıyor.
Yıl 1979 Ankara’da bulunan Mısır Büyükelçiliği Filistinliler tarafından basılıyor bir polisimiz ve bir bekçimiz şehit oluyor.
Yıl 1980 Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash, Lübnan’ın Sidon şehrindeki kamplarını Asala terör örgütüne açıyor, Asala’nın diplomatlarımızı katlettiği eylemlerine bu Filistinli teröristler de destek veriyor. Kardeşe bak kardeşe!
Yıl 1989 Yaser Arafat, “Ermenistan’ın haklı davasını destekliyoruz” açıklamaları yapıyor. Karabağ işgaline ve Ermeni katliamlarına destek veriyor.
Yıl 1993 Filistinli Araplar, Mesud Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan” fikrine de destek oluyor.
Yıl 2002 Binbaşı Cengiz Toytunç Batı Şeria’da Barış gücünde görevliyken aracı durularak şehit ediliyor.
Yıl 2009 Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Kıbrıs’ta Türklerin işgalci olduklarını, Rumların tüm tezlerini desteklediklerini dünyaya açıklıyor. Yahu sizin gözünüzdeki bu perde nasıl kalkacak! Bitmedi … devam
Yıl 2012 Filistin Devleti Al Nakba kupası adı altında bir organizasyon düzenliyor ve sözde Kürdistan takımını da davet edip, Kürdistan Futbol takımı ile maç yapıyor.
Yıl 2019 Türkiye’nin Suriye’de başlattığı “Barış Pınarı harekâtı” için Filistin’in de içinde olduğu “Arap birliği” kınama mesajı yayınladı.
Yıl 2020 Filistin, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına karşı olarak kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye oluyor. (eastern mediterranean gas forum) Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail ile birlikte Türkiye’nin Mavi Vatan tezine karşı cephe alıyor. Aynı yıl yani 2020’de Filistin, Çin’in Uygur Türkeri’ne yaptığı soykırımı destekliyor ve Çin’in Uygur Türkleri politikasına destek verdiğini söylüyor. Bugün güzel ülkemin güzel sokaklarında bu milletin üzerinde Türk kanının da temsil edildiği Filistin bayrağını şahlandıran bir kesim var. Onların amaçları nedir bilmiyorum ama, Türkiye’de; İtalyan, Alman, İngiliz şirketleri adı altında İsrail tarafından alınan binlerce dönüm tarım arazisinin satın alındığını herkes biliyor. Tıpkı vakti zamanında Filistinli Arap şeyhlerin topraklarını sattıkları gibi bizlerde topraklarımızı maalesef ecnebilere sattık, satmaya da devam ediyoruz! 400 bin dolar veren herkes Türk vatandaşı olabiliyor… Filistinleşiyoruz ruhunuz duymuyor! Çocuklarınız sizi nasıl yad edecek ben biliyorum da siz bilmiyorsunuz! Evinizi, toprağınızı, yerinizi yurdunuzu yabancılara satarken Filistinliler gibi sizde hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın! Belki sizin de vakti zamanında İsraillilere toprak satarken çekinen Filistinliler gibi bir fotoğrafınız tarihe geçer…
Mehmet Kaya sayfasından alıntı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Muhterem Hocam, özellikle size karşı argümanları gönderiyor ve değerli yorumlarınızı alıyor ve gruplarımla paylaşarak doğru değerlendirme yapmaları ya da çok yönlü olaya yaklaşmalarını sağlamak istiyorum…
Dost selâmlarımla…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yahudi yerleşimlerindeki çatışmaların resimlerini WhatsApp’a yükleyeceğiz Dosyanın adı Sismik Dalgalar KARTI. Açmayın, 10 saniye içinde telefonunuzu hackler ve hiçbir şekilde durdurulamaz. Bilgileri ailenize ve arkadaşlarınıza iletin. Televizyonda anlattılar, bize de her yönden siber saldırı başlıyor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Türkçü-Milliyetçi geçinip, kripto-Arapçılık sevdasıyla kendi kültürünü satmaya hevesli şuursuzlara Nihal Atsız’ın Ötüken’deki 17 NİSAN 1964 tarihli “İSLAM BİRLİĞİ KURUNTUSU” makalesinden alıntıları paylaşıyorum:
“Tarihi gerçek şudur ki: Türkler Müslümanlık sayesinde değil, Müslümanlık Türkler sayesinde yükselmiş ve yaşamıştır.”
“Hayvan adıdır diye Bozkurt’a, Alparslan’a, Ertuğrul’a itiraz edenler Muaviye’nin “Uluyan Dişi Köpek” ve Osman’ın “Yılan Yavrusu” demek olmasına ne buyururlar?”
“Araplarda yalnız şahısların değil, boyların da hayvan adı aldığı vardır. Mesela bir kabilenin adı “Beni Kelb” yani “İtoğullarıdır”
“…Türkler ’in İslamiyet’ten sonra büyük devlet kurabildikleri iddiası ile sadece gülünçtür. Çin Seddi’nden Avrupa ortasına kadar uzanan büyük ve şanlı Kün Devleti yedi yüzyıl sürmüş; Çin’den Doğu ve Batı Roma’dan haraç almıştır. Basit bir barbar topluluğu ne bu kadar uzun yaşayabilir ne de bu büyük ve medeni devletleri vergiye bağlayabilirdi.”
“Türklük bakımından komünizmle Arapçılığın hiçbir farkı yoktur. İkisi de Türk Milletini ve kültürünü yok etmek için uğraşmaktadırlar. Bunun farkında olmayan binlerce şuursuz Türk bu iki düşman ülkünün kucağına kurtarıcı diye atılmaktadır. Kıbrıs’ta Türkleri yok etmek için çalışan Rumlara Müslüman Mısır’ın silah yardımı yaptığı radyo tarafından resmen açıklanmıştır. Buna rağmen hala İslam kardeşliği ve İslam birliği kuruntusu peşinde koşan beyinsizler varsa, gerçek Türkler, o gibilerin kasıtlı veya kasıtsız millet haini olduğunu bilmelidir.”
“Bugün Arap dünyasında Türk düşmanlığı umumileşmiştir. Arap milliyetçiliği, kendilerinden Filistin’i koparan Yahudilere ve Araplar Yahudilerden dayak yerken kendilerine yardım etmeyen Türklere düşmanlık düşüncesi üzerinde kurulmuştur. Okullarında Türk düşmanlığı aşılanmaktadır. Beş altı Arap devleti birden bir avuç Yahudi’ye yenildiklerini unutarak bizden Hatay’ı almak hülyası peşindedirler. Nasıl kuzeyden iktisadi yönlü Moskof emperyalizmi olan komünizm geliyorsa, güneyden Mısırdan da dini yönlü Arap emperyalizmi olan Nurculuk gelmektedir.”
“Millet ve vatan haini olmak için mutlaka askeri sırları çalarak para ile düşmana satmak icab etmez. Kendi milletinin düşmanlarına hayranlık beslemek, onların davasını gütmek, kendi kültür ve mazisini inkâr etmek de hainliktir.”
“Müslümanlar arasında manevi bağ selamlaşma ile olacaksa bütün Müslümanların Türkçe selamı kabullenmeleri mantık ve ahlak icabıdır. Çünkü İslamiyet’i koruyan, yaşatan ve yüceltenler sadece Türkler olmuştur. Selçukluların Haçlılara karşı o destanî savunması olmasaydı kalabalık, mutaassıp ve gözü pek Haçlı orduları yer yüzünde bir tek Müslüman bırakmazdı. Osmanlılar ise Haçlıları yalnız durdurmakla kalmamış taarruza geçerek yüzyıllarca Hıristiyanlığın ortasında tek başına Müslümanlığı temsil etmiştir.”
“Bugünkü nesiller, tarih kitaplarında okumadıkları için bilmezler: Birinci Cihan Savaşının sonunda Türk ordusu Suriye cephesinde bozulunca Türk esirlerini öldürenler, altın yuttuklarını sanarak öldürdükleri ve bazen diri Türklerin karnını deşenler hep bu din kardeşimiz Araplardı. Daha acıklısı da, İslam halifesi olan Türk padişahına ihanet eden Şerif ailesinin fertleri Şam’a girerken, bu Araplar, Türk tutsaklarını, Anadolu evlatlarını, koyun keser gibi boğazlayarak Peygamber soyundan gelen şeflerine kurban etmişlerdi.”
“İslam birliği ve kardeşliği kuruntudur. Dinin baş unsur olduğu çağlarda bile gerçekleşmemiştir. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve düşmanlık girdikten sonra asla gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslam Birliği değil, Adalar Denizinden Altayların ötesine kadar Türk Birliği olacaktır.”
Asla unutmayın Türk soylular; ARAPÇI TÜRKÇÜ OLMAZ. ÜMMETÇİ MİLLİYETÇİ OLMAZ.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Uganda eski devlet Başkanı merhum İdi Amin’den dinlediklerimiz arasında bir cümlenin altını çizip tekrarlayarak notumu yazmaya başlayayım;
“Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan da İsviçre’ye gider; burada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir”
Yukarıda Filistin ile ilgili yazıda ifade edilen hususlar, hatalı, abartılı, bir kısmı da asılsız bilgilerdir. Hangi Arap kabileleri Osmanlıya ihanet etti diye sorsam, bana belgeli somut olan kaç kabile gösterebilirler?
İngilizler Şerif Hüseyin’i nasıl kandırdı, sonra da Suud ailesi ile nasıl çatıştırdı? Şerif Hüseyin Ağızından Rauf Denktaş’ın babasının anlattıklarını nakleden Rauf Denktaş’ı dinleyen var mı?
Ben bizzat dinleyenlerden biriyim. Hem Türkçe kaynaklardaki iddiaları hem de Arapça kaynaklardaki yazılanları ayrıntıları ile okuma imkânı bulmuş bir eğitimci olarak diyorum ki İngilizlerin şeytani telkinlerine aldanmadan, olayları ilk kaynaklardan okuyup inceleyerek, akıl ve tenkit süzgecinden geçirerek, sorgulayarak kanaatimizi oluşmamız gerekir. Duyumlarla, dedikodu varı ifşaatlar la, sloganlarla kanaat beyan etmemiz doğru olmaz.
Araplardan Osmanlı devletine ihanet edip İngilizlerle iş birliği yapan münferit kişiler olduğu doğrudur fakat bunların toplam sayısı 400-500 kişiyi geçmez. Bunları merkeze koyup bütün Arapların Osmanlı’ya ihanet ettiğini söylemek, genelleme yapmak, asıl ihanetin ta kendisidir ve İngiliz kurnazlığı ve şeytanlığının ürünüdür. Araplara zulüm yapan Osmanlı paşaları olmasını da Türklerin Arapları satması olarak Araplara deklere eden de İngiliz istihbaratı ve işbirlikçileridir. Enerjimizi birbirimize harcatıp sömürmeyi amaçlayanların oyununa gelmemek lazım. Araplara bizi kötüleyen, Osmanlı’yı sömürgeci ve işgalci olarak gösteren İngilizler olduğunu kim inkâr edebilir?
Filistin’de Yahudi devletini kurup kurumları oluşturarak hazır paket olarak Yahudilere teslim eden İngilizler değil midir? Osmanlının yıkılmasını sağlayan İngilizler değil midir? Bu konuyu kitap hacminde yazmak gerekir ki bütün boyutları ile anlaşılabilsin.
Mesaj kapsamına sığacak bir konu değil. Yazdığımızın ciddi, güvenilir kaynak ve dayanaklarını ortaya koymadan inandırıcı olamayacağımız izahtan varestedir.
09/10/2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler…
Geceniz Hayırlı olsun Kardeşim… Allah müminlerin yâr ve yâranıdır …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Şunu elden ele yayabilir miyiz? Belki bazıları da okur.
Filistinliler topraklarını İsrail’e sattı mı?
Özellikle seküler cenahta neyin ne olduğunu araştırmayan, sadece duydukları ezberlerle hareket edenler var. Bunlardan biri de “Filistinliler topraklarını İsrail’e sattılar” yalanı. 2 Kasım 1917 yılında Balfour Deklarasyonu imzalandı. İngiltere Filistin topraklarını da ele geçirdi. Bölgede Siyonist bir Yahudi devletinin kurulması kararlaştırıldı. İngiltere Filistinlilere büyük bir emlak vergisi koydu. Sonra bunu artırdı. Yani bir evin fiyatı 1 milyonsa vergisi 5 milyon oldu. Filistinliler bunu hâliyle ödeyemedi. İngilizler o toprakları Yahudi yerleşimlere satmaya başladı. Arazilere el konulması 1948’e kadar sürdü. İsrail devletinin el koyduğu topraklar Filistin topraklarının yüzde 6’sıydı. Peki geri kalan topraklara ne oldu? İsrail 30 Mart 1976’da binlerce dönüm Filistin toprağına el koydu. 1976’dan beri bu durum “Toprak Günü” olarak anılıyor. Filistin Toprak Günü’nün geçmişi “Nekbe” olarak bilinen 1948’de İsrail’in kurulması ve sonrasındaki olaylar zincirine kadar uzanıyor. Sınırları içinde kalan Filistinli Arapları yerlerinden çıkarmak için yıldırma politikaları uygulamaya devam eden İsrail hükûmeti, 30 Mart 1976’da bu kişilere ait binlerce dönüm araziye el koydu. Filistin halkı işgali protesto etmek için genel grev düzenledi. İsrail güçlerinin, Dir Hana beldesinde grevle birlikte protesto gösterileri düzenleyen Filistinlilere ateş açması sonucu da 6 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 1976 olayları İsrailli yetkililerle Filistinli kitleler arasında ilk çatışma olması sebebiyle büyük önem kazandı. (Anadolu Ajansı. 30 Mart 2016. Ula Ataullah)
Yani Filistinlilerin topraklarının yüzde 85’i İsrailliler tarafından zorla ellerinden alındı. Bu konuyu doğrulayan ve Siyonist öğretiyi boşa düşüren akademisyenler de var. Avi Shlaim, Ilan Pappe ve Benny Morris gibi akademisyen ve gazeteciler bunlardan bazıları. The Birth of the Palestinian Refugee Problem (Filistin Sığınmacı Sorununun Doğuşu) kitabında Benny Morris İsrail devletinin resmî anlatısını boşa düşürmüştür. Morris kitabında Filistinlilerin yerlerinden Siyonistler tarafından zorla sürüldüğünü örnekleriyle anlatır. Morris’in üzerinde durduğu konulardan biri Dalet Planı’dır. Siyonistlerin 1947’de silah zoruyla Filistin topraklarını ele geçirdiği bu plan 1949’a kadar sürdü. Planın arkasındaki isim de David Ben Gordion’du. Gerçek budur. Filistinliler topraklarını satmamıştır. Ama bu propagandaya seküler kesim balıklama atlar, çünkü öylesi işine gelir.
İbrahim Saykı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BOP ÇALIŞIYOR. HAMAS PASI VERDİ, AB-D VE İSRAİL GOLÜ ATACAK‼️
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Evet bu beyefendiyi tanımıyorum ama algıları aşarak gerçeklerin üstünü açmayı ve görmeyi başarmış. Okuyup incelemeyi külfet kabul edip ihmal eden insanlar sadece seküler kesimde değil, bütün kesimlerde var maalesef. Siyonist olmayan Yahudiler gerçekleri bizden dahi iyi biliyor ve daha kolay kabul ediyor. Bunu ilk defa görünce şaşırmış, hayret etmiştim. Biliyorsunuz Mavi Marmara yardım gemisinde 6 Siyonist olmayan Yahudi vardı ve Müslümanlarla omuz omuza dayanışma içerisinde Siyonist Yahudilere karşı mücadele etmişlerdi. Şimdi de Gazellilere karşı İsrail’in orantısız güç kullanılmasına bizim aydın geçinenlerimizden daha şiddetli karşı çıkıyor; İsrail’in zulmettiğini, şiddeti ve terörü kendisinin ürettiğini en açık şekilde onlar dillendirebiliyorlar. Bu sebeple Filistinliler ve Müslümanlar Siyonist olmayan Yahudilerle bir sürtüşme veya kavga içinde olmadıkları gibi, birbirleri aleyhine konuşma ihtiyacı bile duymazlar. Yahudi düşmanlığını, akli selim sahibi hiçbir Müslüman onaylamaz. Ama Siyonist Yahudiler sadece Müslümanlara karşı değil, Yahudi olmayan herkese karşı bir düşmanlık içinde olmayı ibadet kabul eden bir anlayışın sahibi oldukları için, bütün insanlık için hayati tehlike kabul edilmesi gereken bir vakıadır. Bunu fark edemeyen kavim ve topluluklar vardır. Bu olayların uyanışa vesile olması için, Siyonist Yahudi anlayışını çok iyi inceleyip tanımak, öğrenmek lazım. ABD-Çin rekabetini yönlendiren Siyonist Yahudiler olduğu gibi, sosyal medyaya, haberleşmeye, sermayeye ve birçok sektöre etki yapan önemli bir güç olmalarının çok özel sebepleri vardır. O sebepleri de araştırıp incelemek ve öğrenmek lazım. Aksi halde yüzeysel bilgilerle doğru ve isabetli yorum yapmak mümkün değildir. Yorumlar ciddi haber ve bilgilere dayanmadığı sürece üzerinde durmaya değmiyor; istifade etmeye imkân da vermiyor.
10/10/2023 Of
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin/Gazze Olaylarına Bir de Bu Zaviyeden Bakmak Ufuk Açıcı ve Faydalı Olabilir.
M.B. Akkoyunlu
1) 👇
2) 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam Siz bu arkadaşımıza katılır mısınız bilemiyorum. Ama maalesef katılmıyorum. Bu konuda Bülent ARINÇ Beyin beyanına aynen katılıyorum…Bu bir bilinçli provokasyon, tuzak Filistin için …Mısır istihbaratının İsrail ‘i uyardık ifadesi ve kale alınmaması iddiası bu varsayımı güçlendiriyor …Siz yine alınacaksınız ama ben yine de FETÖ kalkış
Masınından MİT’in haberdar olmamasını bir türlü kabullenemiyorum. Ve CB. ‘ın haberdar edilmediğine inanıyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Katılmak katılmamak ayrı bir konu fakat her yorumun istifade edilecek, düşünülecek bir boyutu olabiliyor. Benim açık söylemekten çekindiğim bir husus var; sadece düşünmeye vesile olması için ifade edecek olursak, ABD ‘in Suriye’de düşürdüğü SİHA ile Gazellilerin (Hamas’ı aşan bir durum olduğu için ben Hamas demiyorum) operasyonu arasında bir bağlantı olabilir mi? Ne dersiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Eğer iddia edildiği gibi, F-16 İncirlik’ten kalkmış ise durum çok daha vahim. Müşterek bir plânın parçası olması ihtimali çok yüksek … Rusya’nın kaosa sürüklenmesi gibi bir küresel oyun ile karşıyayız diye düşünüyorum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin ile İlgili Bir de İlahiyatçı Yorumu Dinlemekte Fayda Var*
Nurettin Yıldız Hoca👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet, küresel oyunları çok basit olarak görmek doğru olmadığı gibi, Allah’ın (cc) hesabını düşünmemek de doğru olmaz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Beğenmek Zorunda Değilsiniz Ama Dinlemek Ufkunuzu Genişletebilir.
Bu da Cüneyt Özdemir Yorumu 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 🔴🤔Çok ilginç değil mi?
Amerika Irak’ı işgal ederken Irak ordusu hiç ortada görünmedi.
Irak ordusunun savaş uçakları hiç kalkmadı.
Tek bir tankı sokağa çıkmadı.
Amerika pikniğe gider gibi elini kolunu sallaya sallaya Irak’a girdi ve ele geçirdi.
Tüm dünya buna şaşırdı.
Peki, neden Amerika bir direnişle karşılaşmadı?
Saddam Hüseyin direnmeden Irak’ı Amerika’ya teslim mi etmişti?
İşgalden sonra ne Amerika ne de CIA bu durum hakkında tek açıklama yapmadı.
Yıllarca bu konu ve soru insanların zihinlerini meşgul etti.
Bu sorunun cevabını bilmek için 1950’de ABD tarafından CIA desteği ile Irak’ta büyütülen “Kesnizani Tarikatını” bilmeniz gerekir.
CIA desteği ile Irak’ta büyütülen bu tarikat Avrupa, Amerika ve Orta Asya’ya kadar yayıldı.
Saddam darbe devrim ile Irak’ı ele geçirdiğinde Saddam’a tamamen itaat ettiler.
Saddam da onlara bir şey yapmadı.
Fakat Kesnizani Tarikatı ordu, bürokrasi, emniyet, istihbarata kadar her yere adamlarını sokup ülkeyi içeriden ele geçirdi.
Genelkurmay Başkanından istihbarat başkanına, İç işleri Bakanından Emniyet amirlerine kadar çoğu kişi Kesnizani Tarikatına bağlıydı.
Tamamen CIA ve MOSSAD kontrolüne girmişlerdi.
Üstelik Saddam’ın eşi ve akrabaları da Kesnizani Tarikatına bağlanmıştı.
Ve Irak Amerika tarafından artık işgal edilebilirdi.
Kimse direnmeyecekti.
Ve Saddam…
Her şeyi anladığında vakit çok geç olmuştu…
Emperyalist ülkeler her zaman tarikatları kullanmışlardır, çünkü o tarikatları kuran yine kendileridir…
Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Bir kez daha düşünün, bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı,30 yıllık garantiler verildi hemde enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelası kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?
-Neden devlet kurumları yok edildi?
-Neden kuvvetler ayrılığı kaldırıldı?
-Neden denge-denetleme mekanizmaları kaldırıldı?
-Neden vergilerimizin akıbetinin hesabı verilmiyor?
-Neden Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi?
-Neden askeri okullar ve askeri hastaneler kaldırıldı?
-Neden bazı savunma sanayi kuruluşları satıldı ve üretim yapamaz hale getirildi?
-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?
-Neden eğitim sistemi laik sistem dışına çıkarıldı?
-Neden orta ekonomik sınıf yok edildi?
-Neden üniversitelerin kalitesi düşürüldü?
-Neden sağlık sistemi kötü?
-Neden anayasa hükümlerine uyulmuyor?
-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk?
-Neden bağlı olduğumuz AİHM kararları uygulanmıyor?
-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi?
-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?
-Neden üretim ekonomisinden vazgeçildi?
-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlı olduk?
-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken (!) enerjide dışa bağımlılık arttı?
-Neden yıllar öncesinden bir varlık fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı? Yıllar öncesinden! …
-Neden Biden ile baş başa yapılan görüşmeye dış işleri bürokratları alınmadı ve arkasından sınırlarda açık kapı politikası ile genç erkek Afgan, Paki ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı?
🟨Tek cevap: Emperyalist BOP projesi işliyor? 🟥
Prof. Dr. Yavuz Kaya
***
Deniz Ulman ‘dan
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Biliyorsunuz, Filistinli Olarak Bizim Yaşama Hakkımız Yoktur; Sadece Ölümlerden Ölüm Beğenip Seçme Hakkımız Var; Diyen Bir Gazzel’i
MÜCAHİD KOMUTANA SORDUM.
Yıllardan beri yapageldiğiniz gibi “Aksa Tufanı” Operasyonunu başlattınız; bir tatil günü, sinagogdan çıkıp evlerine giden, müzik konserine iştirak eden sivillere de saldırdınız. Akabinde İsrail’in Gazze’yi bombalayıp ağır zayiat yaşatacağını, binlerce insanı öldürebileceğini bile bile, etkisi sınırlı füzeler ile İsrail’i tahrik edip eline koz verdiniz; Gazze’de insanları bombalayıp öldürmesine sebep oldunuz. Haklı davanızda haksız duruma düştünüz; Müslüman kardeşlerinizi bile, sizi savunamaz duruma düşürdünüz. Üstelik bunu yaparken, yeterli savunma gücünüzün olmadığını bilerek yapmanız makul ve mantıklı görünmüyor; kendi kendinizi tehlikeye atmış olmuyor musunuz, neden böyle yapıyorsunuz…?
Gazzelli Mücahid Komutanın Cevabı: 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam bu iletiyi paylaşabilir miyim?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Elbette
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim… Selâm, sevgi ve saygılar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam, sorunuz tam isabetli. Ama cevaba da katılmamak ne mümkün…Sağ olun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İsrail bizi, Müslümanları dinlemez ama Siyonist olmayan fakat kendi kavimlerinden olan Yahudilere kulak verip dinlese hem kendileri hem de zarar verdikleri sıkıntıdan kurtulmuş olurdu.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam bu iletinizi de grupdaşlarımla paylaşabilirmiyim?..Şahsen ben çok istifade ettim… Allah razı olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Elbette
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bunların hepsinin tek elden, aynı kişi tarafından, İngiliz istihbaratı tarafından dizayn edildiğini bilen şaşırmaz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/0gEBSE5Ylj8?si=svLlNSAKcAdEmLH8
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını savunmakta kullandığı ileri bir karakoldur. ABD Başkanı Biden, bu gerçeği 37 yıl önce çok net bir şekilde dile getirmiş: “Eğer İsrail olmasaydı, ABD bölgede kendi çıkarlarını korumak için bir İsrail yaratmak zorunda kalacaktı.”
Mehmet Ali GÜLLER cumhuriyet
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ABD ve başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa, her zaman İsrail’in yanındadır. ABD kuruluşundan beri her yıl ortalama 3 milyar dolar İsrail’e hibe etmektedir (toplam 146 milyar dolardan fazla). 2019’daki askeri yardımın miktarı 3,8 milyar dolar. ABD, BM’de 1991 ile 2011 arasında İsrail’i korumak için toplam 24 karardan 15’inde veto yetkisini kullandı (Wikipedia).
İsrail’in anlaşmalara uymamasının ve dolayısıyla bölgede barış olmamasının nedeni bu muazzam desteklerdir ve ona verilen güvencelerdir.
Orhan BURSALI Cumhuriyet
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ABD İsrail’in doktora tez danışmanıdır. Bunu anladıktan sonra gerisini tartışmak boşadır.
Bir Tavşan önüne bir daktilo almış, tak tuk tak tuk bir şeyler yazıyor. Oradan geçen bir Tilki:
– Hey Tavşan, ne yazıyorsun?
– Doktora tezimi yazıyorum.
– Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?
– Tavşanların Tilkileri nasıl yedikleri hakkında.
– Yok canım, olur mu öyle şey, hiç Tavşanlar Tilki yer mi?
– Olur canım, gel istersen, sana ispat edeyim.
Beraberce Tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra Tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer, tak tuk bir şeyler yazmaya devam eder.
Daha sonra oradan geçen bir Kurt, Tavşanı görür.
– Hey Tavşan, ne yazıyorsun?
– Doktora tezimi.
– Ne hakkında?
– Tavşanların Kurtları yemesi hakkında.
– Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?
– Gel istersen göstereyim…
Yine beraberce yuvaya girerler.
Tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.
Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz?
Manzara şudur:
Bir köşede Tilkinin kemikleri… Bir köşede Kurdun kemikleri…
Diğer köşede ise TAVŞANIN DOKTORA DANIŞMANI ASLAN, kürdanla dişlerini temizliyor!
ANA FİKİR VE SONUÇ:
Doktora tezi yapmak için, tezin ne olduğunun önemi yoktur. Konunun da önemi yoktur.
Önemli olan, tez danışmanıdır…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Arap denilen ülkelerin çoğu aslen Arap değiller…
Libya aslen Berberi…
Mısır Kıpti…
Cezayir Tuareg…
Filistinliler Giritli asıllı.
Lübnan Fenikeli…
Suriyeliler Süryani.
Irak Akatlıydı…
Arap işgalleri sonucu bütün bu milletler Araplaştı o parlak zengin kültürleri yok oldu gitti ve hepsi de yüzyıllardır perişan bir halde yaşam sürüyor… Arapların asimile edemediği Türkler de
Aynı sona doğru ilerliyor…
Peki Araplaşan bu milletler çok mu ileri gitti mutlu mu? …hayır…
Mısır dünyanın en modern bilim merkezlerinden biriydi bilimsel seviyesi kütüphaneleri dünyada eşsizdi eski mısır piramitleri hala eşi benzeri yapılamayacak eserler… Fenikeliler dünyanın en iyi gemicileriydi…
Fenike zengin ticaret merkeziydi… Suriye Süryanileri taş ustası ve altın ustalarıydı sanatçıydı hepsi…
Girit kökenli Filistinliler gemi ve ticaret ustasıydı. Bugün bu milletlerin hepsi adeta birer ateş çukuru içinde yanıyor… Ümmet olarak kimliklerini kaybetmek hepsini mahvetti… bu tespit tarihsel somut bir gerçektir… Türkler ve Türkiye bu milletler gibi bir ateş yumağı içinde değilse kimliklerini korudukları içindir, fakat son durumda Türk kimliği içerden yıkılmak tehlikesi yaşıyor. Arabistan İsrail ve Avrupa’dan desteklenen dış güç piyonları ümmet kardeşliği kisvesi altında Türk kimliğini ve Atatürk ilkelerini yok etmek için yoğun çaba içindeler… En büyük amaç büyük İsrail’i kurarken Türkiye’yi ve Suriye’yi etkisizleştirmek… Suriyelileri Türkiye’ye yığarak 1 taşla 2 kuş vurulmak isteniyor ve maalesef sözde İsrail düşmanı ümmetçiler oyunu fark edemiyor bile… Büyük oyunu görmek için 1982 Tarihli OdedYinon planını araştırıp okumak ve herkese anlatmak şarttır… Ümmet fikri bir Arap Emperyalizm projesidir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ciddiye alınıp üzerinde durulacak bir düşünce değil, okumak bile vakit israfı.
“Kürt diye bir kavim yok; kar üzerinde yürürken *“kart kurt”* seslerinden esinlenerek uydurulmuş” demek gibi bir şey
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin/Gazze-İsrail Savaşını Doğru Anlayıp Doğru Anlatmak İçin
A)👇
B)👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: STRATEJİK AKIL
Bazı aklı-evveller, Hamas’ın hareketini stratejik akla uygun bulmayarak eleştiriyorlar. Görünüşte haksız da sayılmazlar: Dünyanın en büyük nükleer gücü (ABD) tarafından arkalanan, hiçbir kural ve sınır tanımadan zalimce öldürmeye, yıkmaya ve yok etmeye ayarlanmış bir zorba devletin, ileri teknoloji silahlarla donanmış yüzbinleri bulan ordusuna karşı basit bir takım vasıta ve yollarla karşı durmak akıl kârı gibi gözükmüyor.
Ancak unutulan ya da göz ardı edilen bir şey var: Dünyaya şekil ve nizam veren hesapçı akıl değil, onun çok üstünde ve ötesinde bir takım aşkın değerlerdir. Şöyle bir örnek vereyim: Depremde yıkılmakta olan binanın enkazının, çocuğuna zarar vermemesi için onun üstüne kapanıp kendi vücudunu siper eden ve böylece bile bile ölümü göze alan annenin bu davranışını göz önüne alalım. Şimdi bu anne çocuğunun ölmesini önleyebilir de önleyememiş olabilir de. Sonuçta pek te akla uygun olmayan bu annenin davranışını boş ve yersiz olarak mı niteleriz?..
Gazze’de yaşananların bundan çok farklı olmadığını düşünüyorum. Yıllardır vahşet ve zulümle, sayısız mahrumiyetler ve tarifsiz acılar içinde yaşamaya zorlanan insanların, özgürlük, insanca yaşama, güvenlik, gibi en temel değerleri sürekli tehdit ve tehlike altında iken, çok büyük bedeli olacağını bile bile, bu aşağılayıcı duruma karşı çıkan sembolik davranışlarını doğru anlamak gerekir. Bazen ölümü göze almanın yaşamdan daha değerli ve gerekli olduğu durumlar olabilir. Esasen yaşamı ayakta tutan da bu anlayıştır. Silah ve teçhizat o kadar da önemli değildir. Çünkü dünyanın en büyük ve etkili silahı “ölümü göze almış insan” dır.
Şehitlere rahmet olsun, geride kalanların da Allah yardımcısı olsun!
Hayati Hökelekli
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kur’an’ı Kerim Mutlak Doğruyu Bildirir
KUR’AN’I KERİM’İN YAHUDİLER HAKKINDAKİ AÇIK ve NET HÜKMÜ
Allah, İsrailoğulları ile ilgili hükmü, Kur’an’ı Kerim’inde Açıklıyor: 👇
(Saf Süresi 61/6)
Bir gün Meryem oğlu İsa: “Ey İsrailoğulları! Ben, önümdeki Tevrat’ı tasdik etmek ve benden sonra gelecek olup, ismi ve özelliği “Ahmed/en övülmüş” olan elçiyi müjdelemek için Allah’ın size gönderdiği bir elçiyim.” dedi. İsa onlara açık belgeler/mucizeler getirmesine rağmen, (inanmayıp) “Bu, açık bir sihirdir.” dediler.
(İsra Süresi 17/4-5):
“Biz kitapta İsrailoğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vadesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür.” (İsra, 17/4-5).
(İsra Süresi 17/6-7):
“Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaşçılarınızın sayısını arttıracağız. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken, sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz” (İsra, 17/6-7).
فيقول الله -تبارك وتعالى- في كتابه الكريم:
*وَقَضَيْنَآ إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي ٱلْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي ٱلأَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا ﴿٤﴾ فَإِذَا جَآءَ وَعْدُ أُولاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَّنَآ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُواْ خِلَالَ ٱلدِّيَارِ وَكَانَ وَعْدًا مَّفْعُولًا ﴿٥﴾ ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ ٱلْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَأَمْدَدْنَاكُم بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا ﴿٦﴾ إِنْ أَحْسَنْتُمْ أَحْسَنْتُمْ لأَنْفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَآءَ وَعْدُ ٱلآخِرَةِ لِيَسُوءُواْ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُواْ ٱلْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُواْ مَا عَلَوْاْ تَتْبِيرًا ﴿٧﴾ عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَن يَرْحَمَكُمْ وَإِنْ عُدتُّمْ عُدْنَا وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ حَصِيرًا* [الإسراء ٤ – ٨]
Ayrıntı İçin Linki Tıklayıp Bakınız: 👇
Hazırlayan: A. Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ATATÜRK, ARAP DÜŞMANLIĞI VE EMPERYALİZM
ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNME ZAMANI
Bazıları, İSRAİL ve ABD mevzilerinden Filistin ve Arapların Türk düşmanı olduğunu ileri sürerek bölgede İsrail ve ABD’nin cirit atmaları için psikolojik bir ortam hazırlamaya çalışıyor.
Filistin halkı ve Araplar, gerçekten özellikle günümüzde “düşman kategorisi” içine alınarak Türk millî Devleti’nin çıkarları ve hatta Atatürk savunulmuş olabilir mi?
Atatürk’ün Araplara karşı bakışını gerçekten öğrenmek, ders çıkarmak ve emperyalizmin oyununa gelmemek istiyorsak;
Kaynak Yayınlarında yayımlanan “Atatürk’ün Kaleminden” SURİYE ve IRAK adlı kitabı okumak zorundasınız!
Öncelikle şunu saptamak zorundayız:
Tarihi eşeleyerek dost düşman tespiti yapılamaz.
Atatürk, Sadabat Paktı’nı hangi güçlerle kurdu?
1930’lu yıllarda gelişen dünya koşullarına karşı hangi ülkelerle federasyon ya da konfederasyon kurma çağrısı yaptı?
Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılında ateşkes sonrasında kimlere silah bırakmış ve ne konuşmuştur?
Osmanlı’nın çekildiği yerlerde 1917-18 sonrası hangi işgalci güçler yerleşmiş, haritalar nasıl çizilmiştir?
Atatürk, Arapların yaşadığı coğrafyanın geçmişini, toplumsal yapısını bilmiyor muydu?
Ancak Atatürk’ün en önemli stratejisi, emperyalizmin mahv u nabut olması ve mazlum milletlerin özgürlük ve bağımsızlığına kavuşması değil midir?
Jeopolitik ve stratejik konularda Atatürk’ten daha mı yetkiniz?
Bugün İsrail Siyonizm’ini ve ABD emperyalizmini ve saldırganlığını, BOP ‘un hangi amaçla ve hangi güçlerle hayata geçirilmek istendiğini biliyor muyuz, bilmiyor muyuz?
Önemsiyor muyuz peki?
Bölgemize ABD’nin ve şer ortakları İngiltere ve Fransa’nın dünyanın en büyük uçak gemileri önde ve arkalarına taktıkları yüzlerce diğer savaş gemileri turistik ve kültürel bir gezi için mi geliyorlar?
Yoksa Türkiye başta olmak üzere bölgenin bütün devletlerine gözdağı vermek, mazlum Filistin halkının ve Filistin Devleti’nin desteklenmesine engel olmak ve gerekirse orta çapta da olsa bir savaşı göze almak üzere mi?
Öncelikle bunları detayları ile düşünmek zorundayız.
Yoksa dünyanın geleceğini Siyonizm’in ve emperyalizmin ellerine altın tepside sunmuş olmaz mıyız?
Elbette atı alan Üsküdar’ı geçmeden ve hiç geç kalmadan!
Demir, tavında dövülür!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde Türkiye-Afrika 4. İş ve Ekonomi Forumu Kapanış Töreni’nde konuştu.
Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
– Türk müteahhitlerinin kıta genelinde üstlendiği projelerin toplam değeri 85,5 milyar doları geçti.
– (Rusya Devlet Başkanı Putin ile) İlk etapta 1 milyon ton tahılın kıtaya ulaştırılması için görüşmelerimiz sürüyor.
– İsrail yönetiminin refah kapısından insani yardım geçişlerine izin vermesi gerekir.
– 360 kilometrekareye sıkışmış 2 milyon insanın suyunu, elektriğini, gıdasını kesmek en temel insan haklarına aykırıdır.
– El Ariş Havalimanı’na ilaç, dayanıklı gıda, konserve, çocuk bezi, tıbbi malzemelerin de bulunduğu bir insani yardım uçağımızı bu sabah gönderdik.
– Çatışmalar başladığından beri bölgeye ilk yardım kargosunu götüren uçağımız bugün saat 12.00 itibariyle havalimanına indi.
– Amerika’nın Dışişleri Bakanı ‘İsrail’e Bakan sıfatıyla değil, Yahudi sıfatıyla yaklaşıyorum’ diyor. Bu nasıl bir politika anlayışıdır?
– ABD’nin PKK’nın Suriye’deki uzantılarıyla bu ülkede yürüttüğü faaliyetler Türkiye’nin milli güvenliği için olağanüstü bir tehdit mahiyetine sahiptir.
– Tiyatro oynayanları kendi senaryolarıyla baş başa bırakıp kendi milli güvenliğimizin gerektirdiği adımları atmayı sürdüreceğiz.
– Amerika ile NATO’da beraber değil miyiz, beraberiz. Bizim SİHA’mızı Amerika düşürdü mü, düşürdü. NATO’da nasıl beraberiz, nasıl böyle bir şey yapabilirsin?
– DEAŞ’la şehitler verme pahasına hezimete uğratan tek NATO müttefiki olarak bize karşı oynanan bu tiyatroyu acı bir tebessümle karşılıyoruz.
– (ABD’nin) Söz konusu açıklama müttefiklik ve stratejik ortaklık ruhuyla bağdaşmadığı gibi Suriye’yi bölmeye çalışan terör örgütlerine de cesaret vermektedir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Dünyadaki tüm Dr. uzmanlarca esas alınan bilimsel kaide şudur.:
Bir uzvunu, bir azanı, devamlı Kullanmazsan onu ilerde hiç kullanamazsın. !..
AŞAĞIDA VERİLEN BİLİMSEL MAKALEYİ DİKKATLİCE OKUYUN VE HAYATINIZA UYGULAYIN !..
“YA KULLAN YA VAZGEÇ “!…
▪️ Yaşlandığımızda ayaklarımız daima güçlü kalmalıdır.
▪️Yaşlandığınızda saçın grileşmesinden (veya) cildinin sarkmasında (veya) kırışmasından korkmamalıyız.
▪️ ABD Dergisi’nin “Önleme” dergisinde özetlendiği üzere uzun ömürlülük belirtileri arasında güçlü bacak kasları en önemli ve gerekli olanı olarak en üstte listelenmiştir.
▪️ Bacaklarınızı iki hafta hareket ettirmeyin, bacak gücünüz 10 yıl azalır.
▪️ Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, iki haftalık hareketsizlik sırasında hem yaşlı hem de gençlerin bacak kas gücünün üçte bir oranında zayıfladığını ortaya çıkardı ki bu da 20-30 yıllık yaşlanmaya eşittir.
▪️ Bacak kaslarımız zayıfladıkça, daha sonra rehabilitasyon egzersizleri yapsak bile iyileşmemiz uzun zaman alacaktır.
▪️ Bu nedenle yürüyüş gibi düzenli egzersizler çok önemlidir.
▪️ Tüm vücut ağırlığı / yükü bacaklarda kalır.
▪️ Ayak, insan vücudunun ağırlığını taşıyan bir tür sütundur.
▪️ İlginçtir ki bir kişinin kemiklerinin %50’si ve kaslarının %50’si iki bacaktadır.
▪️ İnsan vücudunun en büyük ve en güçlü eklem ve kemikleri de bacaklardadır.
▪️ “Güçlü kemikler, güçlü kaslar ve esnek eklemler, insan vücudundaki en önemli yükü taşıyan” Demir Üçgeni “oluşturur.”
▪️ İnsan faaliyetinin %70’i ve kişinin hayatındaki enerjinin yakılması iki ayak tarafından yapılır.
▪️ Bunu biliyor musun? Bir insan gençken, kalçaları, küçük bir arabayı kaldıracak kadar güçlüdür!
▪️ Ayak, vücut hareketinin merkezidir.
▪️ Her iki bacak birlikte insan vücudundaki sinirlerin %50’sine, kan damarlarının %50’sine ve içlerinden akan kanın %50’sine sahiptir.
▪️ Vücudu birbirine bağlayan büyük dolaşım ağıdır.
▪️ Yalnızca ayaklar sağlıklı olduğunda geleneksel kan akımı düzgün bir şekilde akar, böylece güçlü bacak kaslarına sahip kişiler kesinlikle güçlü bir kalbe sahip olurlar.
▪️ Yaşlanma ayaklardan yukarıya doğru başlar.
▪️ Bir kişi yaşlandıkça, beyin ve bacak arasındaki talimatların aktarımının doğruluğu ve hızı, kişinin gençliğinden farklı olarak azalır.
▪️ Ayrıca, Kemik Gübre Kalsiyumu adı verilen şey, zaman geçtikçe er ya da geç kaybolacak ve yaşlıları kemik kırılmalarına daha yatkın hale getirecektir.
▪️ Yaşlılardaki kırıklar, özellikle beyin trombozu gibi ölümcül hastalıklar olmak üzere bir dizi komplikasyonu tetikler.
▪️ Yaşlı hastaların %15’inin uyluk kemiği kırığı nedeniyle bir yıl içinde öleceğini biliyor musunuz?
▪️ Bacak egzersizi, 60 yaşından sonra bile asla çok geç değildir.
▪️ Ayaklarımız zamanla yavaş yavaş yaşlansa da ayaklarımızı egzersiz yapmak ömür boyu sürecek bir iştir.
▪️ Sadece bacakları güçlendirerek, daha fazla yaşlanmayı önleyebilir.
▪️ Bacaklarınızın yeterli egzersiz yapmasını sağlamak ve bacak kaslarınızın sağlıklı kalmasını sağlamak için her gün en az 30-40 dakika yürüyün.
▪️Lütfen YAŞLI arkadaşlarınız ve aile üyelerinizle paylaşın.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Biliyorsunuz, Karadenizliler genellikle mert insanlardır; politik davranmayı pek beceremezler.
Ben de size, samimi görüş ve duygularımı yazmayı tercih ediyorum. Acizane bendeniz, çağımızda en çok zulmedilen tarihi şahsiyetlerden birinin de M.Kamal olduğuna inananlardanım.
Sözünün etki gücünü artırmak için, solcusu, sağcısı, milliyetçisi, ateisti, CHP’lisi, MHP’lisi, Perinçek’i, Özdağ’ı, hatta son zamanlarda Ak partilisi de M.Kamal Paşanın görüşlerine atıfta bulunarak, yahut onun görüşlerini referans göstererek, fikir beyan etmeyi tercih ediyor.
Birine inanırsan, M.Kamal’i ateist, diğerine inanırsan, milliyetçi, bir başkasının söylediklerine bakarsanız dindar, hatta hafız olarak kabül etmek zorunda kalabiliyorsunuz. Geçen gün bir ateist ile yazışırken, M.Kamal Paşa, bir Osmanlı subayı idi, öldü ve Rabbi’ne kavuştu; doğrusu ve yanlışı ile yaptıklarının karşılığını alacak; düşün yakasından demek zorunda kaldım. Cümle içerisinde “Öldü” yazdığım için ona hakaret ettiğimi söyleyince yazışmayı kesmek zorunda kaldım.
M.Kamal Paşa 75 sene öce Rabbi ’ne kavuştu. O dönemde düşünüp yaptığı ve yaşadıkları, o dönem için önemliydi ama bugün için birçok görüşü tartışılır hale gelmiş olamaz mı? Bu tespit sadece onun için değil bütün tarihi şahsiyetler için, Mao, Lenin Stalin gibi liderler için geçerli olduğu gibi, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, 2.Abdülhamit gibi Osmanlı sultanlar için de geçerlidir.
Kur’an’ı Kerim’in insanlığa sunduğu sistem ve ilkelerde bile zamanla değişebilecek olan, serbest alanlar bırakılmış, böylece istişare ve içtihat alanları oluşmuştur. Yaratan bile dinini seçmeye kimseyi icbar etmiyor; kuluna tercih hakkı veriyor ki yaptıklarından sorumlu olabilsin.
Değişmeyecek ilke ve prensipleri sadece yaratan ve onun denetim ve kontrolünde olan peygamberler koyabilir.
Bunu kabul etmeyip itiraz etme gücünün olduğunu iddia edebilmek için, zaman faktörü ve ölüme hükmedebilmek gerekir.
İnsanlık tarihinde böyle bir güç olmadı ve olmayacak. Öyle değil mi?
M.Kamal Paşa bütün faniler gibi, yaratanının takdirine boyun eğmek zorunda kaldığına göre, bizim hala ona yaslanıp kendi hata ve yanlışlarımızı onu örnek alarak yapmaya kalkmamız, doğruları için faydası olsa da yanlışları için de zararı olacağı muhakkaktır. Müçtehit alimler bile böyle bir sorumluluğu taşımaktan endişe etmişlerdir. Hiçbir idareci böyle bir sorumluluğun altına girmek istemez. Kendilerinin istemeyeceği bir yükü biz onlara neden yükleyelim? Kendi sorumluluğumuzu kendimiz taşıma rüştüne ermedik mi?
Yukarıda paylaştığınız yazıyı bu zaviyeden değerlendirince, doğru ve isabetli bulmuyorum. Somut olayları, günün şartlarına göre, ilmi, aklı selimi kullanarak, istişare ederek kendimiz karara bağlamalı, kendimiz sorumluluk üstlenmeliyiz. Yetmiş beş sene önce vefat etmiş tarihi bir şahsiyete sorumluluk ve külfet yüklemeye hakkımız olmamalı, yüklememeliyiz vesselam.
13/10/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: KIYAMET ÖNCESİ SEKİZ BUÇUK MİLYAR İNSANA SON SÖZLERİM!
Mehmet Mutluoğlu
1 kilometre kareye 6.000 kişinin düştüğü,
2,5 milyon insanın çok dar bir alanda yaşadığı; dünyanın nüfus yoğunluğunun en kalabalık olduğu Gazze Şeridinde elektrik yok, su yok, yemek yok.
Tam bir Gazze’yi ve içindeki tüm insanları yok etme ve soykırım yaşanıyor.
Ey Birleşmiş Milletler Teşkilâtı,
Ey insan hakları evrensel beyannamesinin altına imza atan bütün devletler ve milletler,
Ey barış ve insanlık hayatı diyen sözde hümanistler,
Ey Müslümanlar,
Yahudiler,
Hristiyanlar,
Budistler,
Hindular,
Ey ben insanı önemsiyorum diyen
Tüm insanlar,
Ey agnostikler,
Ateistler,
Ateşe tapanlar,
Şeytana tapanlar,
Ey insan diye yeryüzünde gezen sekiz buçuk milyon insan,
İnsanlar ölüyor!
Göz göre göre toplu soykırım yapılıyor!
Ama 8,5 milyar insandan ciddi bir ses çıkmıyor…
Ey gazeteciler,
Ey televizyoncular,
Din adamları,
Ey öğretmenler,
Ey hukukçular,
Ey Doktorlar, hemşireler, hasta bakıcılar
Ey Çobanlar, çiftçiler, madenciler,
Ey gençler, çocuklar, kadınlar erkekler, ihtiyarlar
İki buçuk milyon göz göre göre ölüme sürükleniyor; soykırım var soykırım var!
Buna ses çıkarmaz ve bunu durduramazsak korkarım sekiz buçuk milyar insanın hepsi altında kalır bu enkazın ve hepimiz yanarız bu korkunç yangında.
Bir dünya savaşı bir kıyamet savaşı olur.
Bunca nükleer ve zehirli bombanın olduğu bunca biyolojik silahın kullanılabileceği bir dünya ve böylesi bir dünya savaşı yeryüzünde insan bırakır mı bilmem!
O suçlu bu suçlu diye şunu bunu arama zamanı değil.
Gün o gün değil!
Gün nereden gelirse gelsin bu zulmü durdurma,
Bu soykırımı durdurma, bu yok oluşa giden yıkılışı ve insanlığın bitişini durdurma günüdür!
Ey yaşayan ölü iki el bir baş içindir!
Davransana eller de senin baş ta denindir!
Mehmet Mutluoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BOP’a hizmet ettiysen, bu projenin hamlelerinden birisi olan Suriye’deki vekalet savaşına odun taşıdıysan, radikal İslamcılarla birlikte Suriye’de rejim değişikliği peşinde koştuysan bugün Filistinlilere reva görülen haksızlıklara ve Gazze’deki katliama şaşırmayacaksın ve yalandan ağlamayacaksın.
Türker ERTÜRK
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Radikal İslam ne demek? Biri çıkıp bize öğretse de öğrensek. Çünkü biz tek İslam biliyoruz. O da Kur’an’ı Kerim’de anlatılan, Peygamberimiz ve arkadaşlarının yaşayarak bize öğrettiği İslam, kendisi İslam’ı bilmeyen ve yaşamayan bir kişinin İslam’ı yaftalamaya veya Müslümanları etiketlemeye hakkı yoktur; olmamalı, olamaz.
Bugün bu kapitalist sistem içerisinde yer alıp kendine göre çalışan, parti kuran, mücadele eden hiç kimse İslam’ı temsil etmez ve edemez. Çünkü İslam dışı bir sistemi uygulamak üzere kurulu bir sistemin parçası olarak görev yapıyor. Başarısı da başarısızlığı da o sistemin parçası olan kurum veya kurumlara yahut şahıslara aittir. İslam’ın hâkim olduğu bir ülkede, sosyalizme o sistemin hatalarının hesabı sorulamayacağı gibi.
1909’dan sonraki sistemin başarı veya başarısızlığı asla İslam’a veya Müslümanlara ait değildir.
Bu notu yazan vatandaşa iletme imkânı varsa memnun olurum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mert gavur mu, münafık gavur mu daha tehlikelidir? Düşünmekte fayda var.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam “Radikal İslam”, İslam’ın gerçekliğinden uzak, şiddet ve zulüm ile icra edilen ve bunu İslam adına algı oluşturan gruplar kastediliyor. Örneğin IŞİD vb… Örgütler gibi…Benim değerlendirmem…
Dost selâmlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Benim de önemle işaret etmek istediğim husus, hem emperyalist ABD, İngiliz ve Siyonist güçlere karşı olma iddiası ile yazıp hem de onların ifadeleri ile değerlendirme yapmanın yanlışlığıdır.
“Radikal İslam” ifadesi bir İngiliz uydurmasıdır; ABD ve Siyonistler tarafından belli maksatlarla kullanılıp, İslam’ı bilmeyen Türk aydınına enjekte edilmektedir.
Bilgi eksikliği ve gaflet sebebi ile kullananları uyarmak, emperyalizm ve Siyonizm’e hizmet etmek için kullananları da kınamak gerekir.
Radikal İslam yerine “Radikal Müslüman” ifadesini kullananların bilgi eksikliğini anlayabilir; müsamaha edebiliriz. Ancak “Radikal İslam” tabiri çok tehlikeli ve riskli bir tabirdir. Ucunun nereye varacağını çok iyi düşünmek gerekir.
Vehhabi, Daiş (İşid), Selefi vb. ne kadar İngiliz icadı örgüt varsa, bunların içerisinde kandırılmış Müslümanlar olsa da hiçbirinin maksadı İslam’a hizmet etmek değil, emperyalizmin gaye ve emellerine hizmet etmektir. Bunu anlamayacak kadar saf bir insan var mı bilmem ama, anlamak istemeyenler iyi niyetli olduğunu zannetmiyorum.
Daiş’i üretip besleyenlerin İslam düşmanı olmalarına rağmen, BOP projesi aleyhinde imiş gibi görünüp İslam düşmanlarının eylemlerini İslam’a fatura ederek “Radikal İslam” demekle aleyhinde göründüğün projeye hizmet etmiş olmuyor muyuz?
Bu ifade her yönü ile yanlış. İllaki “Radikallikten” bahsetme zarureti olursa Radikal Müslüman denebilir; Radikal İslam denemez.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Çanakkale Düşman Birliklerinden …
Siyon Katır Birliğini Duydunuz mu?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Farklı Bir Pencereden Bakıp Gören
Hamas Saldırısı Bahane, Hedef Büyük İsrail’i Engelleyen Türkiye Cihat Yaycı Paşa Anlatıyor.👇 https://youtube.com/watch?v=01H2TxpwGW4&si=p6Ki6ONfkB2Y1FAw
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam aynen Cihat Yaycı paşama katılıyorum…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÜÇ YARIM DAKİKA!
Bir doktor şöyle tavsiye veriyor:
Geceleri kalkanlar oluyor hani evi incelemek veya idrar yapmak için.
Buraya dikkat edin. Bu konuyla alakalı olarak her insan “Üç Yarım Dakika” bunu not almalıdır. Genellikle olur ya:
Her zaman sağlıklı görünen bir kişi geceleri vefat etti derler.
Sık sık insanların hikayelerini duyuyoruz: “Dün onunla konuşuyordum, ama nedense aniden öldü?”
Geceleri tuvalete gittiğinde, sık sık oluyor işte bu nedeni:
Tuvalete gitme demiyoruz. Yataktan hemen kalkar kalkmaz hareket ediyoruz. Hemen duruyoruz ve beynin kan dolaşımı yok oluyor. Neden “Üç Yarım Dakika” bu kadar önemli?…
Gecenin ortasında, idrara çıkma arzusu sizi uyandırdığında, EKG deseni değişebilir.
Aniden yükselerek, beyin anemik olacak ve kan eksikliği için kalp yetmezliğine neden olacaktır.
Önlem için “Üç Yarım Dakika” öneriliyor:
1. Uyandığınızda, yarım dakika yatakta kalın.
2. Bir sonraki yarım dakika boyunca yatağa oturun;
3. Bacaklarınızı indirin ve yatağın kenarında da yarım dakika oturun.
Bu “Üç Yarım Dakika” sonra, beyniniz artık anemik olmayacak ve kalbiniz zayıflamayacak, bu da düşme ve ani ölüm riskini azaltacaktır. Bu Aileniz, arkadaşlarınız ve sevdiklerinizle paylaşın. Bu durum, yaş ne olursa olsun olabilir. Genç ya da yaşlı.
Sağlıcakla kalın. Hayırlı sabahlar diliyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://www.samsunetikhaber3.com/haber-dr-emekli-kurmay-albay-ibrahim-yildirim-israil-filistin-savasini-degerlendirdi-6111
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İlk fırsatta dinleyeceğim İnş.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Okuyanları Hayrete Sevk Edecek Kudüs ve Mescid-i Aksa ile İlgili Uluslararası Mahkeme Kararı …
KARARI OKUYAN İNANMAKTA ZORLANACAĞI TARİHİ BİLGİ ve MÜCADELEYE AŞİNA OLUYOR
Okuyup Düşünerek, Siyonizm’in Nereden Nereye, Kimlerin Desteği İle, Nasıl Geldiğini Öğrenelim. 👇
Hazırlayan: A.Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Siyonizm’in Çine Yanaşması Sonucu
ABD- İsrail Çekişmesi, Hamas’a İmkân mı Sağladı? 👇
Farklı ve Mantıklı Bir Yorum. E.Diler
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 🌹🇹🇷 FİLİSTİN HALKININ ASLI TÜRK’TÜR!
Bu tespit bana ait değil. Şeyh Şamil’in torunu tarihçi Said Şamil beyin tespitidir. Kaynak da merhum Ali Ulvi Kurucu Bey’in hatıratıdır.
Ali Ulvi Bey merhum hayatında karşılaştığı önemli şahsiyetlerden bahseder. Bunlardan biri de Said Şamil Bey’dir.
Hatıratın 3. cildinde Said Şamil Bey’e tam 27 sayfa (237-264) ayırmıştır. Orada Haçlıların Filistin’i ele geçirince bütün Müslümanları katlettiklerini, Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethedince şehirlerin ve köylerin boş kaldığını; Suriye ve Lübnan’dan Haçlılar atılmadıkları için Araplardan kimsenin Filistin’e gidip yerleşmek istemediğini; bunun üzerine Selahaddin Eyyubi’nin, Filistin’e Anadolu ve Irak’tan gelen Türkmenleri, Kafkasyalıları ve Kürtleri yerleştirdiğini yazar.
Der ki, “Filistin halkı hakikaten kahraman bir halktır. Bunlar haçlılara karşı cenk eden ve Filistin’i tekrar fetheden kahramanların özbeöz torunlarıdır. Bunların yüzde sekseni Anadolu ve Irak’a gelip yerleşen Selçuk Türkmenleridir. Yüzde yirmisi de Selahaddin Eyyubi’nin davetine icabet eden Kafkasyalılarla Kürtlerdir.”.
Bunları, ‘Kudüs bizim davamız değildir. Filistinli Arapların davasıdır!’ diyen faşistlere kapak olsun diye hatırlattım.
(Resul Tosun, Star Gazetesi, 17.10.2023) 🍂
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam,
Bu ileti çok ilginç. Bu tüm olumsuz atmosferi siler diye düşünüyorum…İyi ki varsınız…
Çok teşekkürler…Tüm gruplarımla paylaştım…
Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet Albayım,
Bu da Erbakan Atatürkçülüğü sayılabilir. Hangi Atatürkçülük diye soranlara ne dememizi tavsiye eder bu videoyu hazırlayıp piyasaya süren beyefendi? Mesela aşağıdaki yazıda bahsedilen, Arapların hainlerine gösterilen iltifatı nasıl yorumlamamız gerekir? Bize yardımcı olabilir mi? 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu
Araplar Bize İhanet Etmedi Ama İngilizlerin Kuklası Olan Arapların Hainleri ile Sarmaş Dolaş Olanlar Kimlerdi? Bunu ve Nedenini Ciddi Ciddi Düşünmek Zorundayız.
Yazar Mehmet Doğan Bey Yazdı👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Resul tosun efendiye sormak lazım
Bahsedilen Kahraman! Filistinliler Türkleri katletmemişler mi?
O zaman da Türk değiller miydi? Necef te Türklere ait treni ve içindekileri katledenler farklı bir soydan mı sözde Ermeni soy kırımını tanıyan Güney Kıbrıs’ı Kuzey Kıbrıs Türklerini katlederken destekleyenler farklı bir ırk mı İngilizlerle iş birliği yapan Türkleri arkadan vuranlar kimlerdi sormak lazım biz faşistler, !!!!! soruyoruz
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Em. Kur. Albay Yıldırım ÖZKAN arkadaşımın yorumu…
Birinci dünya savaşına giren Osmanlı zor durumdadır ve bir zamanlar egemenliği altında bulunan Arap devletlerinden bir yardım beklentisi içindedir. Bu amaçla Padişah Mehmet Akif Ersoy’u Arap ülkelerine göndererek, bir nabız yoklaması yapmasını ister. Mehmet Akif neredeyse Orta Doğu’da bulunan tüm Arap ülkelerini ziyaret eder. Onlardan aldığı tepkiler oldukça olumsuzdur! Sıkıntılı ve üzgün olarak geriye dönerken; Kudüs’e uğrayarak, orada da bazı görüşmeler yaptıktan sonra bir otele yerleşir. Akşam olmak üzeredir… Mehmet Akif yatacağı otel odasında istirahat ederken, birdenbire dışarıdan çığlıklar gelmeye başlar! Merak ederek, dışarı çıkar. Kudüs halkı dışarıda çılgınlar gibi eğlenmektedir. Akif, bu eğlencenin nedenini merak ederek, bir vatandaşa sorar ve aralarında şöyle bir diyalog geçer: -Bu eğlencenin sebebi ne? Kudüslü Arap’tan aldığı cevap çok şaşırtıcıdır: İngilizler Mescid-i Aksa’yı ele geçirdiler. Onu kutluyoruz! – Peki ama; İngilizler Hıristiyan ve sizler Müslümansınız! Bunda kutlanacak ne var ki? – Olsun! Biz Türklerden kurtulduk ya! Ona seviniyoruz! Mehmet Akif, bu cevabı duyunca; büyük bir hüzne kapılır ve sabaha kadar ağlayarak, Kur’an okur. Evet, bu Araplar; bir Türk’ün üzerinde “Halifelik Hırkasını” görmek yerine, bu hırkayı bir İngiliz’in üzerinde görmeyi tercih ederler… Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytin Dağı” isimli kitabından
Türker ERTÜRK
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: “Bozacının şahidi şıracı” olurmuş.
M. Akif’ten Falih Rıfkı’nın nakletmesine güvenip dayanmak, M.Kamal Paşa’yı Kadir Mısıroğlu’ndan dinlemeye benzer.
İngiliz casus ve işbirlikçilerinin yalan ve entrikalarına aldanıp düşmanlık tohumu ekenler, fırtına biçmeye mahkumdur.
Türker Bey’i tanımam bilmem ama, öbür dünyada Falih Rıfkı Bey ile beraber haşredilmesi için dua etsem bana kızmaz, âmin diyebilirse, biz kendisinden bu duayı esirgemeyiz. Hiç endişesi olmasın herkes sevdiği ile beraber olacak; yüzleşip hasret giderecek.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin’de, uzun yıllardan beri Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar birlikte yaşıyor. İngiliz casus ve işbirlikçileri dışında hangi Müslüman hangi Türk’ü katletmiş? Ne zaman nerede kim tespit etmiş, delili belgesi ile Yıldırım Bey ifade ederse, bizde öğrenir, kendisi ile tepki ortağı oluruz.
Araplardan, İngiliz işbirlikçiliği ve hıyaneti tescilli, sabit olanlarla dostluk ve samimiyeti Mehmet Doğan Bey yazısında belgeleri ile ortaya koydu. Onları dost kabül edebilmeyi nasıl izah edebiliriz? Yazarsa istifade eder; kendisine müteşekkir oluruz. Ancak yazılan hususların kaynağı ve belgesi belli olmalı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Araplar Filistin Topraklarını Sattı mı? İşin Aslı Nedir? Kimler Yalan Söyleyip Olayları Saptırıyor?
Fuat Uğur Yazdı 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çok basit yazar yeni şafakta ki yazıda Said şamil efendiden söz ediyor ne zaman yazılmış hangi belgelere dayanarak hatıratında koymuş
Doğruyu öğrenmek istiyorsa belge istiyorsa Türk Tarih Kurumu arşivlerinden konuyu araştırsın
Google da sorsun Filistinlilerin kökenini Resul beyin yazısından başka Türk kökenli olduğu nu bildiren hiçbir yazı belge bulamazsınız tüm kaynaklar belgeye dayalı kaynaklar da Türk veya kurt köken bulamazsınız amalika kavmi (Arap köken) var Girit adasından geldikleri var Arap oldukları var. Filistinlilerin Türklere ihanetleri konusunda belge isteniyorsa yine TTK kaynakları Wikipedia ansiklopedi İngiliz kaynaklarını incelesin. Güncel başını izlesin Filistin pullarına baksın (sözde Ermeni soykırım anma pulu) Filistin orta okul ve lise ders kitaplarında Türk düşmanlığının nasıl işlendiğini araştırsın. Ermeni liderler ile Güney Kıbrıs yönetimi liderleri ile yaptıkları görüşmelerde ortak basın toplantılarında Türkiye’yi nasıl
Kınadıklarını PKK ile mücadelemizde ki pençe kilit operasyonunda Türkiye’yi kınayan ortak Arap metninin altında Filistin’in imzasını görsün daha yüzlerce belge gösterilebilir kendilerinin bu belgelere ulaşmaları çok daha kolay
Mehmet Akif Ersoy’un Kudüs raporunu incelesin (İngilizlerin Kudüs’ü Türklerden kurtardığı için bölge halkının şenlik ve olan kutlama karına baksın maalesef keşke Yunan kazansaydı ile aynı görüş) Necef çölündeki Türk treninin ve askerlerinin nasıl katledildiği bırakın yazı film olarak bile belgeli
Yukarıdaki yazıda sadece bazı işbirlikçi olanların hain olduğu toplumun suçu olmadığı vurgulanıyor manda yönetiminde ki Filistin devleti demografik yapısı incelesin bir tek Türk ten bahsedilmez daha neler diyeyim belgeler TTK ve Wikipedia gibi ansiklopediler de bolca var ama
Bölgeye Arapların gitmediği Türk Kafkas kürdü vb. kökenlilerin gittiği bir belge bulamadım maalesef
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Selahattin Eyyubi 1187 de Kudüs’ü ele geçirmiş sonra farklı hükümdarlıklar olmuş 1516 da memluklerden (Türk kökenli) Osmanlı hakimiyetine geçmiş yaklaşık 330 yıl takip eden 400 yıl (1917 yılına kadar toplam 930 yıl) bölgede ne gibi demografik değişimler oldu acaba neymiş efendim Said şamil Efendi’nin hatıratında yazıyormuş.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yıldırım ÖZKAN
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Televizyon karıncalı, insan netti
Dertlinin derdi, dertsize dertti
Evcilik oyunu, oyundan ibaretti
Herkesin evi, herkesin eviydi
Veresiye defteri yoksulun cebiydi
Her semtte yalnız bir kişi deliydi
Büyüklere saygı çok büyüktü
Şimdi büyükler boynunu büktü
Elmalar elma, erikler erikti
Köyler, şehirlerden farklıydı
Gelinler utangaç, duvaklıydı
Damlar üzümlü, sokak kavaklıydı
Her kapıda ikram edilen su vardı
Kavunun, karpuzun kokusu vardı
Doyardık, ekmeğe sürülen salçayla
Kumaşçı teyzeler gezerdi bohçayla
Yastık altını değişmemiştik bankayla
Eksik olmazdı yatılı misafir
Hasta etmezdi ne çamur ne kir
Zenginden daha çok gülerdi fakir
Nineler göz nuru kazaklar örerdi
Abiler eskitir, kardeşler giyerdi
Mahalle dünya kadar bir yerdi
Diziler bile mahalleyi anlatırdı
Dönmeyen asker mahalleyi ağlatırdı
Jeton sarı sarı, mektup satır satırdı
Kavgalar nadir, küslükler günlüktü
Ev sobalı, merdiven altı kömürlüktü
Pantolon yamalı, nikahlar ömürlüktü…
Eskiden hayat daha güzeldi…
Alıntı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ATATÜRK’ÜN İNÖNÜ’YE YAZDIĞI O MEKTUP / TURGUT ÖZAKMAN
Ve 30 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı İsmet İnönü’ne şöyle yazdı:
“Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor.
Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremitti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!”
(Mektup, Turgut Özakman’ın yazmış olduğu ‘Cumhuriyet: Türk Mucizesi 2’ kitabından alınmıştır.)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SIRADAN BİR İNSAN DAHİ, SADECE ŞU SÖZLERE BİLE BAKARAK ÜLKE ÜZERİNE YAPILAN PLANLARI VE GELDİĞİ SEVİYEYİ ÇÖZEBİLİR.
“Türklerin din adamlarını ele geçirip, kullanabilirsek, onlara kendi devletlerini yıktırabiliriz…”
Winston Churchill
“Türkler bir devlet kurdu. Bir asker yeniden Türkleri diriltti. Ancak kutsal amacımızdan vazgeçmeyeceğiz. Türkleri İslam’la yıkacağız. İngiliz istihbaratının birinci görevi budur…”
Lloyd George
“Türklerin yolları İslam ile kesilebilir. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek, bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz…”
Joseph Grew
“Yapılması gereken Atatürk’ün hem din hem de Kürt düşmanı olduğu fikrinin yayılmasıdır…”
Kurt Ziemke
“Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir…”
Samuel Huntington
“Atatürkçülük öldü, nurcular ileri…”
Paul Henze
“Kemalizm’e son verin. Osmanlı ile övünün…”
Graham Fuller
“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık…”
David Rockefeller
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır…”
Guy Rothschild
“ABD kontrolünde bir halife ile İslam dünyasını yönetmek, bizim için en masrafsız yoldur.”
Bill Clinton
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yıldırım Özkan Bey’in yazdığı notları okudum. Neyi niçin kiminle tartıştığımızı bile bilemeyecek durumdayız maalesef. Bizi bu hale getiren zihniyeti bile doğru dürüst tanımıyoruz.
Yakın tarihe kadar Kût’ül-Amâre savaşından haberdar değildik; okullarda okutulan tarih kitaplarında da okumamış, okutmamıştık. Neden acaba?
İngilizler, devletin bütün kurumlarını dizayn edip yönlendirmeye çalıştığı gibi diyanet ve ilahiyat camiasını da yönlendirmeye çalıştığı inkâr edilemez bir gerçektir. Ben bunun somut örneklerini görmüş yaşamış bir eğitimciyim. Bu gerçeği kabul etmekle birlikte İngiliz projelerinin ürettiği kişilere en çok itibar edip sarılanlar arasında da ne yazık ki ulusalcı geçinenlerin olduğunu görebiliyorum. Her iki tarafın enerjisini birbirine karşı harcattıran da aynı kaynaklardır. Bunun somut örneklerini görmek isteyenler, İngilizlerin Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i nasıl aldattığını, ona vadedilen ile S. Arabistan krallığını kurdurdukları Suud Ailesine vadedilenleri karşılaştırıp sonunda nasıl birbirine düşürüp kırdırdıklarını okuyup öğrenmeleri gerekir. Ben bu bilgileri ilk kaynaklarından okuduğum gibi görgü şahitlerinin çocuklarından, mesela Rauf Denktaş’tan da dinledim.
Tefekkür Edip Yenilenmeliyiz
Kudüs ve Mescid-i Aksa ile İlgili, Uluslararası mahkeme kararını dahi, daha önce duymamış, okumamış olanlar, neden okuyup duymadığını tefekkür edip uyanışa katkı sağlamalı ve Uganda devleti eski başkanlarından Merhum İdi Amin’den Cidde’de dinlediğimiz cümleler arasında yer alan bir cümlesinin altını çizerek tekrar tekrar okuyup hafızasına nakşetmelidir. Bu Mahkeme kararını Türkçe kayıtlarda ben bulamadım. Sizde araştırma motorlarına yazıp taratarak bakın; bulamazsanız, rahmetli İdi Amin’in şu cümlesini benim gibi siz de tekrar okuyun: 👇
“Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan da İsviçre’ye gider; burada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir”
Rabbim, عيدى أمين İdi Amin’e rahmet ve mağfireti ile muamele eylesin. İbretlik hatıramızı merak edenler için: 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu notu yazan beyefendi, yukarıda Özkan Bey için yazdığım notu okumalıdır. Bu benzeri vatandaşlarımız şikâyet ettikleri kaynakların etkinliği ve yönlendirmesi sonucu, neyi niçin savunduklarını anlama fırsatı bulabilmeleri için, dünyaya at gözlüğü ile bakmamaları, olayları farklı kaynaklardan da okuyup incelemelerini arzu ederim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BOP PROJESİ
Ve Saddam…
Her şeyi anladığında vakit çoktan geçmişti. Ordu birlikleri savaşmadan sahayı teslim ettiler.
Emperyalist ülkeler her zaman tarikatları kullanmışlardır, çünkü o tarikatları kuran yine kendileridir… Osmanlı topraklarında böyle milleti ve devleti aleyhine kullanılan tarikatlar İngilizler tarafından kurulmuştu. Bugün İsrail gizli hizmeti Türkiye’de 70 tane tarikat kurduğunu ve finanse ettiğini saklamıyor.
Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Bir kez daha düşünün! Bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı, 30 yıllık garantiler verildi, hem de enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelaları kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüz yurt dışına sevk ediliyor ve çekiliyor?
-Neden stratejik devlet kurumları yok edildi?
-Neden, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi önlendiği halde rejim değişikliği yapılıp tek adam rejimine geçildi?
-Neden Meclis’in üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesi kaldırıldı?
-Neden denetleme-dengeleme mekanizmaları kaldırıldı?
-Neden vergilerimizin akıbetinin hesabı sorulamıyor ve verilmiyor?
-Neden Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi?
-Neden askeri okullar ve askeri hastaneler kapatıldı?
-Neden bazı savunma sanayii kuruluşları satıldı ve üretim yapamaz hale getirildi?
-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?
-Neden eğitim sistemi laik sistem dışına çıkarıldı, teknik ortaöğretim bırakıldı, yıl sonu ve kademe bitirme sınavları kaldırıldı?
-Neden ulus-devletin belkemiği olan orta ekonomik sınıf yok edildi?
-Neden üniversitelerin kalitesi düşürüldü: yüksek öğrenime giriş maliyetli ve zor, diploma verip çıkartmak kolay?
-Neden sağlık sistemi kötü işliyor, SGK fonlarını gereksiz tahlil ve ilaçlarla emiyor, sağlık görevlileri neden fazla nöbet ve çalışma karşılığında düşük ücretle çalıştırılıyor?
-Neden Anayasa hükümlerine uyulmuyor, en hayatî konularda ülke neden KHK’lar ile keyfi uygulamalara tabi?
-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk?
-Neden bağlı olduğumuz AİHM kararları uygulanmıyor?
-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi?
-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?
-Neden üretim ekonomisinden vazgeçildi?
-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta, dışa bağımlı olduk?
-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken (!) enerjide dışa bağımlılık arttı?
-Neden yıllar öncesinden bir Varlık Fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı? Yıllar öncesinden! …Neden İstanbul Ginans Merkezi bir Enerji Hub’ı ile açılacak ve ülkemizin yeraltı zenginliklerinin pazarlaması buradan yapılacaktır?
-Neden Biden ile baş başa yapılan görüşmeye Dış İşleri diplomatları alınmadı ve hemen ardından sınırlarda “açık kapı” politikası ile genç erkek Afgan, Paki ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı?
🔹Tek cevap: Yıkıcı ve Bölücü Emperyalist BOP projesi işliyor?
🔹 Prof. Dr. Yavuz Kaya
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Böyle bir mektup var mı yok mu bilmiyorum. Çünkü yakın tarihle ilgili resmi kaynaklar yalanlarla doludur. Üslup, kelime ve cümleler o döneme ait olmadığı kesin. M.Kamal’in son dönemlerde İsmet Paşayı azledip ölüm emrini verip emrinin infaz edildiğini zannederek çocuklarına vasiyet yolu ile maddi imkân sağlama ihtiyacı hissettiği, İsmet Paşa’nın da buna karşılık Onun tedavi perdelemesi ile ölümünü sağladığı, ölümünün ardından da paralardan resmini kaldırarak kendi resmini bastırdığını Turgut Özakman Bey bilmez mi? Elbette bilir ama yazamaz. Onun yazdıklarını güvenilir zannederek paylaşan ve dayanak gösteren kişiye ben ne diyebilirim?
Bugün M.Kamal Paşa hala muteber bir tarihi şahsiyet olarak biliniyorsa bunu Demokrat Parti’ye, Adnan Menderes ve Celal Bayar’a borçluyuz. Onlar da bunu samimiyetle yaptı diyemem ama İsmet Paşa’ya karşı politik tavır oluşturmak için yapmış olsalar da bu gerçeği çok az insanın bilmesi ibretlik değil midir? Yakın tarihin ihtilaflı şahsiyetlerinin söyledikleri, yazdıkları asla delil ve dayanak kabul edilemez. Biz onları da okur; dinleriz ama farklı kaynaklardan teyit etmeden itibar etmeyiz. Bu beyefendiye sorun; M.Kamal Paşa kabinesinde hem sağlık Bakanı hem de M. Eğitim Bakanlığı yapmış, Lozan’ın üç murahhas azadından biri, Dr. Rıza Nur’un hatıratını okumuş mudur? Bu ismi duyunca size Onun meczupluğundan bahsedebilir. Çünkü klasik taktiklerden biri de farklı görüşleri, muhalif sesleri itibarsız kılmanın en basit yolu, onları meczup göstermektir. Hatta Latife hanımın hatıralarını bile okunmasını istemezler. Çünkü at gözlüğü takanların gördüğü açı dar bir açıdır. O açı dışına kalan gerçekleri yok sayarlar. Böyle insanlarla fikir müzakeresi yapmak da mümkün olmaz. Onların sabit gerçekleri vardır. Onun dışına çıkanların varlıklarına bile tahammül edemezler.
18/10/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam size katılamıyorum…Ama farklı kulvarlarda, farklı eğitim ve kültürde yetiştiğimizde bir gerçek…Değer kaynaklarımız inanç bazında aynı olmasına rağmen olaylara bakış açımız çok farklı…Ama birbirimize olan sevgi ve dostluğumuz bâkidir…Her iki gözle, objektif ve jeopolitik durumlar çerçevesinde değerlendirmeleri hoş görü ile okumak gerekli diye düşünüyorum …
Selâm ve sevgilerimle…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tarihi Doğru Okuyup Doğru Anlamak
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İsrail’e Neden Hesap Sorulamıyor?
Savaş Şafak Barkçin Penceresinden 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam bu makale hususunda ne buyurursunuz…Prof. Dr. Yavuz KAYA BOP konusunda uyarı ve acı gerçekleri dile getirmiş …Ne dersiniz haksız mı, abartı mı?
Zulüm devam ediyor, zalimlere dur diyecek İslam ülkeleri bir aktivite gösteremiyor…Bu kadarmı duyarsız ve korkaklar?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım,
Sorgulamak ve sorgulayıcı olmak güzel ve faydalı bir alışkanlık. Farklı pencereden bakanları okumaktan asla rahatsız olmam; bilakis zevk alır, istifade etmeye çalışırım; yeter ki bizim yazdıklarımızı okuyanlar da anlamak niyeti ile okuyup doğruları aramanın gayreti içerisinde olanlar, hakikatlerin peşinde koşanlar olsun.
Tarikat konusunda söyledikleri bugün için doğruları ifade ediyor olsa da düşünemediği bir gerçek var; oda aslını yasakladığınız bir şeyin sahtesi ile karşılaşmanızın kaçınılmaz ve mukadder olmasıdır. Eczaneleri yasaklar, kapatırsanız, merdiven altı ilaçların piyasada görülmesine mâni olamazsınız; şikâyet etme hakkınız da olmaz. Bu şikâyet ettikleri ürünler, mevcut bozuk sistemin ürünleri, bizim şikâyet etme hakkımız olsa da sistemin kurucu ve savunucularının şikâyet etme hakkı yoktur. Çünkü kendi eserleri ve sistemleri, hesabı kendileri tarafından verilmeli değil midir?
120 seneye yakındır (1909’dan beri) bu ülkeyi ittihatçı zihniyet yönetmiyor mu? Yoksa İslam ile yönetiliyoruz da bizim mi haberimiz yok? Hangi hükümet iş başında olursa olsun, değişen bir şey olmaz; olmayacak. Sistem aynı sistemdir. Bu gerçeği kavrayamayanlar bataklık yerine sivrisineklerle uğraşırlar; sinek öldürerek bataklığı kurutacaklarını zannederler.
Neden diye sorgulamaya çalıştığı hususlara tek cümle ile cevap vermek mümkündür. Çünkü bu sistem, zulüm, sahtekarlık, iki yüzlülük, entrika, özünden sapma, tarihinden kopma, milletin inancı ile boğuşma ve tefrika üzerine bina edildiği için.
Daha öncede yazmıştım; aynı ifadeleri tekrarlayayım:
Madalyonun iki yüzü olduğunu, tek taraftan bakanlar sadece bir yüzünü görebilir ve ona göre konuşur ve yorum yapabilir.
İdeolojik saplantıları veya meşrep bağımlılıkları olan insanlar, farklı görüşleri anlamak için değil cevap yetiştirmek için okur veya dinlerler. Oysa muhatabını maksadına uygun, doğru anlamak bir seviye ve olgunluk işidir. Bu olgunluğa sahip olmayanlar başkasına faydalı olamayacağı gibi kendi ufkunu da genişletemez. Dünyaya ve olaylara At gözlüğü ile bakar.
Görüşlerin doğru anlamadığınız insanın düşüncelerini doğru yorumlama imkânı olabilir mi?
Önce niyetlerimizi tashih etmemiz, samimi bir şekilde birbirimizi doğru anlamaya çalışmamız lazım. Ondan sonra yorumlar üzerinde müzakere etme imkânımız olabilir.
Yazı sahibi madalyonun bir yüzünü görüyor. Öbür yüzünü görenler de onun söylediğinin tam tersini yazıp söyleyebiliyor.
Aklını kiraya vermeyen ve samimi olanlar; oturup konuşmalı, birbirini doğru anlamaya çalışmalı. Sonra da farklı düşüncelerimizi müzakere edebilmeliyiz. Buna en büyük engel içimizdeki beyni kiralanmış, dış emperyal istihbarat güçlerinin emellerine alet olmuş ajanlar, parti ve meşrep bağımlısı insanlardır. Onların işi gücü algı operasyonları ile ortamı gerip enerjimizi birbirimize harcatmaktır. Bunu fark etmeden kendimize gelmemiz pek kolay görünmüyor.
Particiler bunu alabildiğine tahrik ediyor; bu bir hastalıktır. Öyle değil mi?
Selam, dua ve saygı …
19/10/2023 Of
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: GÜLER MİSİN AĞLAR MISIN.!
Önce soruya sonra halimize bakın.!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Amerika’nın uçak gemisinin İsrail’de ne işi var ne yapmaya geliyor?
Buraya gelen uçak gemisinin etrafında bütün botlarıyla, uçak gemisindeki uçaklarıyla ne yapacak?
Suriye’de bugün 20’nin üzerinde Amerika’nın üssü var. Suriye’de Amerika’nın üslerinin ne işi var?
Bu üslerle ne yapılıyor, 23 üs, bütün bunları da bir değerlendirmek gerekmiyor mu?” demiş…
Pekâlâ Sayın Erdoğan şimdi soruyorum size; Tarihin en büyük askeri yığınağını yaparak Yunanistan’da askeri üsler kuran, ülkemizi batıdan abluka altına alan Amerika’nın Dedeağaç’ta ve Ege adalarında ne işi var?
Üsler kurarak ve bunları sürekli güçlendirerek ülkemizi ve KKTC’yi güneyden abluka altına alan, İngiltere’nin Kıbrıs’ta ne işi var?
Çeşitli bahanelerle ve göndere çektiği manidar bayraklarla periyodik olarak Boğaz’da demirleyen Amerikan donanmasının İstanbul’da ne işi var?
ABD büyükelçisinin davetine icabet ederek görüşmeler yapan damadınız Selçuk Bayraktar’ın ABD donanmasına ait dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford’da ne işi var?
Periyodik olarak programlar yapılarak içeriği müphem şekilde başkanlığınızda yola çıkan gayrı diplomatik resmi heyetlerin ABD’de ne işi var?
NATO erken uyarı sisteminin Bulgar sınırımızda ne işi var?
ABD iletişim merkezinin İstanbul-Lüleburgaz’da ne işi var?
NATO erken uyarı sisteminin Bartın’da ne işi var?
NATO erken uyarı sistemi ve ABD iletişim merkezinin Sinop-Samsun arasında ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezinin Ordu-Perşembe’de ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezinin Rize- Pazar’da ne işi var?
ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi ve ABD nükleer silah deposunun Erzurum’da ne işi var?
ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezinin Erzurum-Karga Pazarı’nda ne işi var?
ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi, NATO erken uyarı sisteminin Diyarbakır’da ne işi var?
NATO erken uyarı sisteminin Diyarbakır-Pirinçlik ’de ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sisteminin Mardin’de ne işi var?
ABD iletişim merkezinin Malatya’da ne işi var?
ABD nükleer silah deposunun Malatya-Ertaç’ta ne işi var?
ABD iletişim merkezinin Adana’da ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve NATO Hava Üssünün Adana-İncirlik’te ne işi var?
NATO erken uyarı sisteminin Sivas-Şarkışla’da ne işi var?
ABD iletişim merkezinin Ankara-Elmadağ’da ne işi var?
ABD nükleer silah deposunun Konya-Çakmak’ta ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sisteminin Ankara’da ne işi var?
ABD nükleer silah deposunun Ankara-Mürted’de ne işi var?
ABD iletişim merkezi, NATO erken uyarı sistemi ve ABD nükleer silah deposunun Eskişehir’de ne işi var?
NATO Hava Üssü ve NATO Merkez Bürosunun İzmir’de ne işi var?
ABD iletişim merkezi, NATO erken uyarı sistemi ve ABD nükleer silah deposunun İzmit’te ne işi var?
ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sisteminin İzmit-Karamürsel’de ne işi var?
ABD nükleer silah deposunun Balıkesir’de ne işi var?
Saydığım onca il ve ilçemizde görev yapan binlerce yabancı askeri ve sivil personelin ülkemizde ne işi var?
81 vilayete yerleştirilmiş, artık bir ülke nüfusu kadar çoğunluğa sahip, ne olduğu belirsiz, tarihin en büyük beka sorunu olan milyonlarca mültecinin ülkemizde ne işi var?
Suçu olanlara karşı çıkmak olan onlarca gazetecinin, vatanseverin kodeste ne işi var?
Dışarıdan kuşatılmış, içeriden dönüştürülmüş ve yukarıda ifade ettiğim gibi NATO ve ABD tarafından işgal edilmiş bir ülkede tüm bunları görmezden gelen bir iktidarın bu ülke yönetiminde ne işi var?
Dr. Vecdet Öz
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Vecdet Bey’in sorduğu sualleri, bu sıkıntıları kucağında bulan şimdiki Cumhurbaşkanına değil, bu sistemi oluşturup yerleştiren, Türkiye’yi İngiliz, NATO ve ABD’ye teslim edip mahkûm eden, öncelikle İsmet Paşa ‘ya, sonrasında bu durumu sürdüren, besleyen, destekleyen, hiç gıkı çıktığını duymadığımız, bütün liderlere sorması gerekmez mi? T.C. tarihinde ilk defa, hayır deyip itiraz edebilen, “One Minute” diyebilen, emperyalizmin yüzüne karşı “Dünya beşten büyüktür” diye haykırabilen. Yapılması mümkün olanların, gücümüzün yettiği kadarını yapmaya gayret eden birine bu soruları sormak hem haksızlık hem de insafsızlık olmaz mı? İdeolojik şartlanmıştık insanı kör edebiliyor.
Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışanlara karşı direnen, savunma sanayiinde yerlilik oranını %20 den %85-90’a çıkartan, İstihbaratını İç ve dışta operasyon yapar hale getiren, terörün kökünü kazımak üzere olan bir cumhurbaşkanını, geçmişten sorumlu tutmak ne kadar inandırıcı olabilir?
Türkiye’de uygulanan sistem tamamen taklit bir sistemdir. Bu sistemi kuranların sorumluluğunu atlayıp es geçerek, şimdiki cumhurbaşkanını tek başına sorumlu tutmak akıl fukaralığı değilse ideolojik körlüktür. Bana inanmıyorsa Oktay Sinanoğlu Hocaya kulak versin.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: ÜMMETE NEBEVİ BİR UYARI
*إنذار من الرسول صلي الله عليه وسلم*
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
*”لا يَقِفَنَّ أَحَدُكُمْ مَوْقِفًا يُقْتَلُ فِيهِ رَجُلٌ ظُلْمًا، فَإِنَّ اللَّعْنَةَ تَنْزِلُ عَلَى مَنْ حَضَرَ حِينَ لَمْ يَدْفَعُوا عَنْهُ، وَلا يَقِفَنَّ أَحَدٌ مِنْكُمْ مَوْقِفًا يُضْرَبُ فِيهِ أَحَدٌ ظُلْمًا، فَإِنَّ اللَّعْنَةَ تَنْزِلُ عَلَى مَنْ حَضَرَهُ حِينَ لَمْ يَدْفَعُوا عَنْهُ”*
(المعجم الكبير الطبراني رقم الحديث: ١١٥١٦)👇
İbni Abbas’tan rivayet edilen Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
“Zulmen öldürülen bir insanı gördüğü halde ona yardım etmeyen konumuna kendinizi düşürmeyin. Çünkü Allah’ın laneti sadece öldürene değil, öldürülen kişiyi görüp ona yardım etmeyen, öldürülmesini seyredip engellemeyenler üzerine de iner.”
(Taberanî, al Mucam al Kebir Hadis No: 11516)
Gazze Zulmüne Sessiz Kalanlar, Allah’ın Gazabını Unutmayınız
Tercüme: A.Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 🤲
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Filistin halkının müslim ve gayri müslim bütün insanlık alemine çağrısıdır.
Sizden para istemiyoruz. Sizden bilhassa bu mesajı okumanızı ve onu paylaşmanızı istiyoruz.
Filistin halkına yardım etmek için bu Yahudi-Amerikan iş birliğine karşı boykot çağrısını İslam dünyasında yayın.
Ciddi olarak nasıl Filistin halkına destek olabilirim?
🛑 Starbucks zincir mağazaları patronu İsrail’e yardımını iki kat artırarak senelik 2 milyar dolara yükseltti.
Marlboro markası sahibi Philips Moris İsrail’e destek için günlük cirosunun yüzde 12 olan ve Müslüman tiryakilerden kazandığı 100 milyon dolarını İsrail’e veriyor. Bu 12 milyon dolar beş günde bir F 16 uçağı yapıyor.
Bize destek olmak için sizden para toplamanızı istemiyoruz. Fakat İsrail’in bize karşı savaşını ekonomik olarak durdurun. Bunu yapabilirsiniz.
İsrail’e destek veren Amerikan şirketleri şunlardır:
⛔Starbucks
⛔Mc Donald’s
⛔Burger King
⛔Kentucky
⛔Pizza Hut
⛔Coca Cola
⛔Pepsi Cola
⛔Philips Morris. Marlboro
⛔Fudrackers
⛔Chilies **
Amerikan ürünlerini satın almayı durdurun. Bu Amerikan ekonomisine günlük 8,6 milyar dolar kaybettirir.
Bir ay deneyin ve bunun hesabını yapın.
8,6 milyar X 30 gün = 258 milyar dolar aylık.
Bu Müslümanlar için bizim savaşımıza destek olmak ve Kudüs’ü kurtarmak için tek bir yoldur. Bu boykot Filistin davasına destek olmak isteyen duyarlı her kimse için basit bir tavır ve mübarek bir vecibedir. Lütfen İsrail-Amerikan ürünlerini satın almayı bırakın, Kudüs ve Filistin’in hürriyetine kavuşmasına yardımcı olun inşallah.
– Bu mesaj Fransızcadan tercüme edilmiştir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: SIRADAN BİR İNSAN DAHİ, SADECE ŞU SÖZLERE BİLE BAKARAK ÜLKE ÜZERİNE YAPILAN PLANLARI VE GELDİĞİ SEVİYEYİ ÇÖZEBİLİR.
“Türklerin din adamlarını ele geçirip, kullanabilirsek, onlara kendi devletlerini yıktırabiliriz…”
Winston Churchill
“Türkler bir devlet kurdu. Bir asker yeniden Türkleri diriltti. Ancak kutsal amacımızdan vazgeçmeyeceğiz. Türkleri İslam’la yıkacağız. İngiliz istihbaratının birinci görevi budur…”
Lloyd George
“Türklerin yolları İslam ile kesilebilir. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek, bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz…”
Joseph Grew
“Yapılması gereken Atatürk’ün hem din hem de Kürt düşmanı olduğu fikrinin yayılmasıdır…”
Kurt Ziemke
“Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir…”
Samuel Huntington
“Atatürkçülük öldü, nurcular ileri…”
Paul Henze
“Kemalizme son verin. Osmanlı ile övünün…”
Graham Fuller
“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık…”
David Rockefeller
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır…”
Guy Rothschild
“ABD kontrolünde bir halife ile İslam dünyasını yönetmek, bizim için en masrafsız yoldur.”
Bill Clinton
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000767-PHOTO-2023-10-20-17-46-11.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Taykut ÇAKAL
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Arap-İsrail Savaşları Işığında
HAMAS’IN GAZZE CİHADINA FARKLI BİR BAKIŞ ve YORUM
Bazıları, İsrail’in öldürdüğü sivil Gazze şehitlerinin hüznü ve acısı ile, Hamas Mücahit’lerinin başarısını, Gazze’de yaşanan kayıplarla karşılaştırıyor ve operasyonun basit bir olay olduğunu zannederek çevrelerine karamsarlık yayıyor ve Aksa Tufanı Operasyon başarısını küçümsemeye çalışıyorlar.
İşte size, düşüncelerinizi allak bullak edip değiştirecek basit istatistikler
1967 Savaşı ya da diğer adıyla 6 Gün Savaşı, Savaştan önce İsrail, Filistin’in yalnızca yarısını kontrol ediyordu; Kudüs ve Batı Şeria Ürdün’ün, Gazze ise Mısır’ın yönetimi altındaydı.
İsrail saldırıp savaşı başlattı ve sadece 6 gün içinde şu yerleri kontrol altına aldı: Kudüs, Batı Şeria, Gazze Şeridi (burası Filistin’de), Mısır’dan da Sina (yüzölçümü tüm Filistin’in üç katı büyüklüğündedir) Suriye’den ise Golan ve Ürdün’ün de büyük bir kısmını. (Toplamda İsrail, savaş öncesi mevcut iskân alanını beş kattan fazla genişletti)
Arapların kayıpları:
A) İnsan kayıpları:
Mısır: 15.000 şehit, 4.350 Esir, sayısız yaralı.
Ürdün: 6.000 şehit, 533 Esir.
Suriye: 2.500 şehit, 590 Esir.
Burada Irak ve Filistin şehitlerini saymıyor; onları hariç tutuyoruz.
B) Askeri kayıplar:
Arap kuvvetlerinin %70’i yok edildi
İsrail’in kayıpları:
A) İnsan kayıpları:
776 ölü, 4317 yaralı, 10 Esir.
B) Askeri kayıpları:
İsrail, kuvvetlerinin yalnızca %5’ini kaybetti
(Sadece 6 günde elinde olan toprağın beş katından fazlasını kontrol altına almasına rağmen, İsrail’in kayıplarının tamamı bu kadar olmuştur)
Şimdi bu sayıları “Aksa Tufanı” Operasyonu sayılarıyla karşılaştıralım
Şu ana kadar İsrail’in 2.000’den fazla askeri öldü; sayı giderek artıyor; yine şu ana kadar 3.000 yaralı, bir tümen ve tugay komutanı da dahil olmak üzere 200’den fazla esir, bir askeri tümeni ortadan kaldırıldı; Onların denetiminde 3’ten fazla askeri tugay, subay ve askerler, ..
75 yılda inşa edip kazandıkları itibar prestij ve karizmaları çizildi.
Sonuçlar:
1- Gazze Şeridi’nden bir karış toprağı bile kontrol altına alamadılar. (Tüm Gazze şeridinin alanı 1967’de kontrol ettikleri alanın binde biri kadardır)
2- Hiçbir Filistin/Gazze Mücahidini yakalayıp esir alamadılar.
3- Hamas Mücahitlerini ortadan kaldıramadılar; aksine Mücahitlerin, İsrail tümeninin silahlarını ele geçirdikten sonra, güçleri arttı.
4- Gazze’den, Tel Aviv dahil, işgal altındaki Filistin’in her metrekaresine roket atılmasını durduramadılar.
5- Tek bir Filistinliyi bile Filistin’den çıkaramadılar. (1967’de 5 milyon Filistinliyi yerlerinden etmişlerdi.)
6- Üçte ikisi çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 3.000 Filistinli sivili öldürdüler; (Bu sayı artmaya devam ediyor.) 10.000’e yakın sivili de yaraladılar.
Bu karşılaştırma, geçmiş savaşlarımızın utanç verici seyri hakkında hiçbir şey bilmeyenler, haklı olarak sivil şehitlerimiz için ağıt yakanlar, bize kaybettiğimizi veya Cihadın Gazze halkını feda ettiğini söyleyip bizi vaz geçirmeye, azmimizi kırmaya çalışanlar için basit bir karşılaştırmadır. Bizim moralimizi bozup mağlup olduğumuza inandırmaya çalışanlara duyurulur.
@HSh
Tercüme: A.Ziya İbrahimoğlu
Yazının Arapçası İçin: بالعربية 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Son cümle hariç, gerisi doğru kabul edilebilecek yorumlardan biridir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazı içinde doğrular var. Ama bütün içinde bir anlam ifade etmiyor maalesef. İşin garibi o bahsettiği aldanmış din adamları kendileri tarafından itibar görüyor.
Kemalizm’i besleyip destekleyenler ile Din adamları üretip besleyerek İslam’ı tahrif etmek, halkı dinden uzaklaştırmak isteyen eller, aynı eller olup bu iki kitleyi çatıştırmayı yahut her iki tarafı birbiri aleyhine tahrik ederek sürtüşmeleri çatışmaya dönüştürmeyi isteyenler de aynı kaynaklar.
Bunu fark edemeyen, her iki tarafta da şartlanmış insanlar olduğu gibi kiralanmış zihinler de var. Artık uyanmamızın zamanı geldi. Düşmanlık tohumları ekmenin hiçbir anlamı yok.
M.Kamal ölmüş Rabbi ‘ne kavuşmuş; düşmanlık edenler ona bir zarar veremeyeceği gibi, ahmak dostluklar da ona hiçbir fayda sağlayamaz; böyle kısır ve saçma sürtüşmelerle bizi birbirimize düşürüp sömürmek istiyorlar. Akıllı kişiler bu oyuna gelmez; gelmemeli albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000772-PHOTO-2023-10-22-08-28-09.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İSRAİL ”İSLAM ÜNİVERSİTESİ”…!!!
Birçoğunuzun bilmediği, yeni öğreneceği bir üniversite…
Evet İsrail’in başkenti Tel Aviv’de 1956 yılında kurulmuş olan Tel Aviv İslam Üniversitesi’nden bahsediyorum. Yaklaşık 65 yıldır eğitim vermeye aralıksız devam etmektedir. Bu üniversitede, Kur’an, hadis, siyer, kelam, akait, Arapça, psikoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, gibi birçok alanda dersler okutulmaktadır. Öğrencilerini Yahudi çocuklarından seçerler. Seçtikleri bu çocukları “Müslüman din adamı” olarak yetiştirip, mezun olabilmeleri için özel çaba harcamaktadırlar. Daha sonra mezun olan öğrenciler, Müslümanların arasına girip onlarla beraber İslami faaliyetlere girerek Müslümanlarla iletişim kurarlar.
Şunu da belirtmekte fayda var.
Öğrenciler; yetişip mezun olunca, onlara bundan sonraki hayatında kullanacağı isimler verilir. Örneğin; çocuğun ismi Ariel iken, mezuniyeti sonrası “Ebu Bekir el-Bağdadi” gibi bir isimle karşınızda bulursunuz. Ve bu çocuklar; inanıp iman ettiğiniz dininizi, sizden iyi bilen, âlim bir şahsiyet olarak fetva aldığınız, arkasında namaza durduğunuz birileri olurlar. Hatta, cemaat, tarikat kurup Müslümanlara önderlik ettikleri olmuştur. Çünkü bu üniversitede yetişen çocuklar, dünyanın her tarafındaki, nüfusu yoğun Müslüman ülkelere gönderilerek, buralarda faaliyet göstermelerine her türlü olanak sağlanmaktadır. Arkalarında maddi güç sağlayıcıları vardır.
Eveeet…
Şimdi gelelim bu işleri organize eden, her türlü faaliyetleri yöneten, koruyup kollayan, gözeten, dünyanın her tarafına, dini, siyasi, ekonomik alanlarda adamlarını yerleştiren, Siyonizm’in hakimiyetini sağlamlaştıran günümüzdeki istihbarat oluşumu MOSSAD gerçeğine… MOSSAD’ın Tel Aviv İslam Üniversitesi’ni kurmasındaki amaç, senin gibi olan; ama senden olmayanları yetiştirip senin içine yerleştirmek ve bu sayede her geçen gün hakimiyetini sağlamlaştırmak.
Başarıyorlar mı peki?
Gün geçtikçe gücü artıyorsa demek ki başarıyorlar.
Peki buna karşı Müslümanlar ne yapıyor?
MOSSAD’ın yetiştirmiş hocaların peşinde İsrail’e lanet mitingleri düzenlenip;
Kahrolsun İsrail!
Kahrolsun Siyonizm!
Diyerek birkaç dua ederek, ölenler için gıyabi cenaze namazı kılıp, gazı alınmış olarak eve vicdanı rahatlamış şekilde gitmenizi sağlıyorlar.
Yok öyle değil diyen varsa eğer; açsın haritayı koysun önüne son 40-50 yılda İsrail’in nereden nereye gelmiş olduğunu görür.
MOSSAD, yeni Lawrence’lar yetiştirip en can alıcı noktalarda önümüze imam diye yerleştirirken.
Biz Müslümanlar slogandan öteye gidemiyoruz maalesef…
Acı gerçeğimiz budur.
O yüzden
Eğitim!
Eğitim!
Adam akıllı eğitim…!
Sağlıcakla kalın.
Alıntı…: Yavuz Yıldızbaş
Em. Albay Hüseyin Akkaya: EĞER DOĞRUYSA, DURUM GERÇEKTEN ÇOK VAHİM…H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Muhterem Hocam, sizin açıklama ve yorumunuz benim için çok önemli…
Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu nedenle bu iletiyi paylaşmak istemiyorum…Atatürk’ün dehasını tekrar hatırlamalı.
Bu makale Azerbaycan’da KREDO gazetesinde 17 Mayıs 2014’de, “Rockefeller’ın İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türklerin Bedbahtlığı” adlı makaleden yararlanılarak Gazanfer Kazımov tarafından yayınlanmış:
YÜZYILIN İTİRAFLARI
Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.
(Rothschild.)
2014 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, ünlü petrol milyarderi, bankacı ve dünyanın en zengin ailelerinden biri olan Yahudi Rockefeller ailesinin, yakınlarda vefat eden en büyük ferdi David Rockefeller’ın bir kitabı yayınlandı. “Yüz yılın İtirafları “adını taşıyan bu kitap çok kısa zamanda piyasadan çekildi. Çünkü kitapta, itiraflar vardı. Dünyayı yönetme isteği içinde olan ELİT bir tabakanın yüz yıl içerisinde, bazı devletler ve ülkeler içinde ve dışında, o ülkeleri kendi şemsiyeleri altına alabilmek için çevirdikleri dolaplar, entrikalar, soygunlar, sömürgeleştirme itiraf ediliyordu. Bu elit tabakanın daha fazla açığa çıkmaması ve masum halklara yaptıkları bilinmemesi için kitap piyasadan kaldırıldı.
Öncelikle Rockefeller ailesinin en büyüklerinden olan David Rockefeller’ın kaleme aldığı itiraflardan “Türkiye” hakkında yazdıklarını ve düşündüklerini öğrenelim:
“Rockefeller ailesi ABD’nin en büyük petrol, sanayi, siyaset ve bankacı ailesidir …
Rockefeller ailesinin elinde, aile üyelerine ve ailenin fertlerine ait bilgilerin ve dünya siyaseti, dünya ekonomisi hakkında yapılması gereken şeylerin listelerinin yer aldığı 140 yıllık bir geçmişe sahip olan arşiv belgeleri var.
2013 yılında bir internet sitesi, bu Rockefeller’ın bazı yazılarını ele geçirmiş ve “ABD’li Yahudi Bankacı David Rockefeller’dan Yüz yılın İtirafları” adıyla bunları yayınlamıştır. 2014 yılında ise sözünü ettiğimiz kitap basılmış; fakat piyasadan toplatılmıştır.
Bu itiraflar ile ABD’nin ve Batı Avrupa’nın büyük devletlerinin yirminci yüz yılda dünya halklarının başlarına ne oyunlar ve felaketler getirdiği açık olarak ortaya çıkmıştır. Bu itiraflar, inanılmaz boyuttadır ve sadece Türkleri ve Türk Dünyası ile değil, bütün dünya ile ilgili meseleler üzerinde neler yaptıkları ve düşündükleri açıklanmıştır. Bu yazılarda Türkiye ile ilgili bölüm, bizi daha çok ilgilendiren bölümdür. Yapılan işlerin esas aktörleri, ABD ve Batı Avrupa devletleridir. Bütün icraatı yapan bunlardır. Bunların esas hedefleri Türkiye ve Türklerdir.
Kitapta yazılanlar:
“Türkiye, coğrafi ve stratejik bakımından çok önemli bir ülkedir. Bu ülke bizim için çok önemlidir ve Türklere bırakılacak kadar önemsiz değildir….
1) Büyük İsrail Devleti’nin sularının büyük kısmının kaynakları Türkiye toprakları üzerindedir.
2) Türkiye Avrupa ve Asya arasında bir köprüdür.
3) Müslüman aleminde öncül ve demokratik tek ülkedir….
İslâmiyet’i yıkmak istiyorsak işe Türkiye’den başlamak gerekir. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler, karşılarında hiç kimse duramaz. Bu yüzden, böyle bir ihtimale karşı ajanlarımız her an iş başında bekliyorlar. Türk devletlerinde anahtar mevkilerde adamlarımız var. Bunlar böyle bir ihtimali sezseler o anda Türkiye’deki huzur ve güven ortamını bozacak olaylar yaratırlar ve bu darbelerle bu tür bir birleşmeyi önleriz.
Medeniyetin kurucusu ve beşiği olarak Türkleri kabul edemeyiz; tam aksine onları bütün dünyaya, barbar, hak – hukuk tanımayan bir halk olarak tanıttık ve başarılı olduk. Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucunda medeni vasıflar, ahlak, terbiye yok olurken rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve soygun hüküm sürmektedir. Türkiye’de yetişmiş dünya çapında bir tane bilim adamı ve siyaset adamı yoktur!
Aslında Türkler, tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler. Ama Türkler için duyduğuna inanmak yeterlidir; okumak onlara çok zor gelmektedir. Provokatörlerimiz ile 1970’li yıllarda Türkiye’de sağ ve sol arasında adeta bir iç savaş yaşattık. Ülkeye koyduğumuz ambargo ile halk canından bezmiş, yağa, tuza, gaza muhtaç olmuştu. Birkaç kişi zenginleşmiş, halk ise sefalete düşmüştü. Ülkede sokaklarda her gün elli – altmış kişi öldürülüyordu. Binlerce Türk genci, bizim uydurduğumuz ideolojiler esasında can verdi. Zamanı gelince bilgimiz dâhilinde indirilen bir darbe ile terör bitti. Çünkü provokatörler işi bitirmişler, geriye dönmüşlerdi. Burada oynadığımız oyun, milleti birbirine düşürüp çaresiz bırakmak ve onlara bir kurtarıcı göndermekti.
Askeri hükümet çok sert tedbirlerle bir müddet ülkeyi yönetti. Ellinin üzerinde genç, haklı – haksız idam edildi. Askeri hükümet sonra ülkeyi sivil yönetime devretti. Bizim istediğimiz bir kişi iktidarın sahibi oldu. Yeni hükümet tam bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Ülke ABD ve Avrupa malları ile doldu. Bu durumdan ülke boğazına kadar borç batağına girdi. Türkiye, kapitalizmi o kadar güzel uyguladı ki, yeni birçok vurgun ve soygun metotları bulundu. Hayali ihracat arttı, bankaların içi boşaltıldı, rüşvet devletin her kademesine girdi. Başta siyasiler olmak üzere, medya sahiplerine, üst düzey bürokratlara, bankacılara, yazar-çizer takımına (gazeteci, dergi yazarı) bu dönemde milyarlarca dolar rüşvet dağıttık.
Binlerce sahtekâr, yalancı hem devlet kadrolarını hem bankaları hem de özel şirketleri doldurdu.
Ülkede yapılanları görenler tarafından alttan alta kışkırtılma başladı. Halk tepki koyuyor, sokaklar protestocularla doluyordu. Tam o günlerde bir Kürt meselesi çıkardık, bir örgüt kurdurduk küçük bir kasabaya baskın yaptırdık. Kürt PKK terörü, şehit edilen asker ve polisler, halka eski sıkıntıyı unutturdu. Türkiye otuz yıldır bu mesele ile uğraşıyor. Sonuç almasını her defasında engelledik. PKK’nın liderini ‘idam edilmemek’ kaydı ile biz teslim ettik. Otuz yıldır süren PKK terörü, Türkiye’nin ekonomisine büyük darbe vurdu …hem siyasi hem ekonomik hem de sosyal açıdan büyük kayıplara uğradı; bize başvurmak zorunda kaldı. Biz de onlara, Osmanlı İmparatorluğuna yaptığımız teklifleri yaptık. Kabul ettiler. Bu işler için harcadığımız dolarların birkaç katını kazandık ve Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir borç sarmalına yuvarladık.
Bugünkü Türkiye; yalancılığın, sahtekârlığın, halkı aldatmanın, bizlere hizmet etmenin içinde yüzüyor; Mustafa Kemal’in bizi reddetmesinin bedelini ödüyor. Böyle bir ülkenin uzun boylu yaşaması pek mümkün değildir. Ya yeniden kendileri olacaklar ya da tarihten silinip gidecekler. Anadolu toprakları da bizim yarattığımız Ermeni ve Kürt devletlerinin olacaktır”.
David Rockefeller başka bir zengin Yahudi ailesi olan Rothschild ailesi
“Rockefeller’ın, (Dünya ülkelerini nasıl ele geçiriyorsunuz?) sorusuna: Birinci Dünya Savaşı Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları yıkmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak Orta Doğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin kuruluş yolunu açmak için çıkarıldı”.
“Theodor Herzl Sultan II. Abdülhamid’in yanına giderek bizim ailemizin para desteği ile Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat Sultan bize karşı çıktı. Biz de Osmanlı İmparatorluğunu Dünya Savaşı’na soktuk ve yıktık. İstanbul’u ve Anadolu’nun bazı bölümlerini işgal ettik. Planlarımızı tam sonlandıracağımız zaman Mustafa Kemal adında asi bir general ortaya çıktı. Bütün planlarımız alt üst oldu. Hepsi geriye kaldı”.
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır. O’nun varlığı, İsrail devletinin kurulmasını otuz yıl kadar geciktirdi ve bize milyarlarca dolar kaybettirdi. Tekliflerimizin hiç birisini kabul etmedi. Ve adeta bizi, makamından kovdu”.
Şimdi Türk olarak bizler toplumumuzu, yaşam şartlarımızı, siyasilerimizi ve icraatlarını, bilim, ahlak, güven ve inançlarımızı düşünelim ve kendimize soralım:
Yüz yıl önce, zengin olmayan, geçim sıkıntısı çeken; fakat dürüst, namuslu, çalmayan, aldatmayan, güvenilir bir toplum yapımız varken bugün niçin, hırsızların, üçkâğıtçıların at oynattığı, sahtekâr, alçak, zalim ve gaddar bir toplum haline geldik? Bu itiraflar bize yıllardır dost olarak görünenlerin aslında düşman olduğunu göstermiyor mu?
Bu durumlardan kurtulmanın tek yolu, Ulu Önder Atatürk’ümüzün istediği gibi “önce vatan ve millet” duygusunun bütün fertler tarafından kabullenilmesi ve aklın kullanılmasıdır. Aklı, devreden çıkarırsak yapılabilecek bir şey yoktur. Ölmemek için akıllı olmak ve önce vatan ve millet, diyebilmek gerekir. Tehdit ve tehlike çok büyük, farkında olmalıyız…
(Bu yazıyı lütfen dostlarınızla paylaşınız…)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Bugün meşguliyetim sebebi ile mesajınıza ancak şimdi bakabildim.
Amatör bir YouTube kanalım vardı. Yukarıdaki haberi ilk defa deşifre eden Filistin asıllı Ürdün vatandaşı Dr. Salah al Halidi Hoca ile irtibat kurup tercüme ederek YouTube kanalımda, görüntü ve belgeleri ile ben duyurmuştum. Bu ve benzeri sebeplerle iki defa YouTube kanalımı kapattılar. Oradaki bilgi ve belgeler, görüntüler de zayi oldu maalesef. Bu işi ilk defa belgeleri ile deşifre eden Ürdünlü Hoca da iki yıl önce vefat etti. Allah rahmet eylesin. Aradan geçen 7-8 sene zarfında bugünlerde yeniden gündeme gelmesi, sizin yeni duymanız, içimdeki bir yarayı tazelemiş oldu. O YouTube kanalımda çok ciddi bilgi ve belgeler arşivlemiştim. Hepsi zayi olunca derin bir üzüntü yaşamıştım. Bu vesile ile çok acı gerçekleri de öğrenmiş oldum. Çok uzun hikâye, MOSAD kontrol ve denetimindeki “Tel Aviv İslam Üniversitesi” nin yetiştirdiği meşhurlardan biri de DAİŞ’in (İŞİD) başındaki Ebubekir al Bağdadi olduğunu bu işlerle ilgilenenler bilir.
22/10/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Okumanız halinde ufuk açıcı bilgiler edinebilirsiniz. 👇
Tel Aviv İslam Üniversitesi👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim çok teşekkür ederim…Hani bir söz vardır ya klasik “iyi ki varsınız”, gerçekten iyi ki varsınız…Bu cevabi iletinizi de grup dostlarımla paylaşmak istiyorum, tabii ki müsaadenizle…
Tekrar teşekkür eder, Selâm ve sevgilerimi iletirim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000780-VIDEO-2023-10-23-14-57-37.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Herkes Kendi Nefsine Müracaat Edip Payına Düşeni Sorgulamalı
ARŞI TİTRETECEK BİR ŞİKâYET
“Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!”
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
[Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrümün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar!
Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında?
Bir halk yok mu?
Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?
Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış!
Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı?
Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı?
Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
“Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!
Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin!
Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!
Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!
Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum… Sana şikâyette bulunuyorum…
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikâyet ediyorum.
Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum!
Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı…
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikâyet ediyoruz…]
Şeyh Ahmed Yasin
Şeyh Ahmet Yasin’in Hayatı İçin
A) Türkçe بالتركية👇
B) Arapça بالعربية 👇
Hazırlayıp Paylaşan:
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bir arkadaşımızın yaptığı geniş perspektifli ve doğru teşhis konmuş bir analiz. ‘Uzun muzun’ demeden okunmalı.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin birinci bölümü kaosla sona erdi. Fakat emperyalist kapitalist sisteme önemli bir kazanım sağladı: Arap milliyetçiliği, Arap Birliği düşüncesiyle birlikte tarih sahnesini terk etti. Mezhep savaşlarından, halkı insafsızca sömüren cemaat ve tarikatlardan oluşan, Amerikan, Rus ve Çin emperyalizminin her evresine iktisadî, siyasî ve askerî olarak müdahale ettiği derin bir bataklık oluştu.
Ortadoğu insanı, kendi ulusunun yurttaşı olma vasfını kaybederek, her birinin ipi emperyal bir gücün elinde olan cemaatlerin cahil bırakılmış, eğitimsiz, yoksul fedaisine dönüştü. Fedailerin dışında kalan sıradan insan ailesiyle birlikte yönünü kaybetti, kendine en yakın gördüğü cemaate biat etti, sefalete sürüklenerek kendi oğullarının, akrabalarının ölümüne tanık oldu. Kalifiye işgücü ve meslek sahipleri, nüfusun seküler kesimi ülkesini terk etti.
Bu dalga Mısır’da Cemal Abdülnasır’ın sosyalizme açık Arap milliyetçiliğinin bütün kalıntılarını yok etti; Batılıların bir zamanlar “Ortadoğu’nun Prusya’sı” (Bismarck’ın 1871’de Almanya’yı birleştirmesine atfen!) dedikleri Irak’ın Baasçı lideri Sünni Saddam Hüseyin’i Amerikan askerlerinin gözetiminde Bağdat’ın Şii mahallesine götürüp asarak idam etti; Libya Arap Sosyalist Halk Cemâhiriyesi’nin bütün Arap ülkelerinin birleşmesini savunan, Arapların tek ulus olduklarını her fırsatta dile getiren lideri Muammer el-Kaddafi’yi televizyon kameralarının önünde, aralarında Fransızca ve İngilizce konuştukları işitilen adamların bulunduğu kudurmuş bir kalabalığa linç ettirdi; Suriye Arap Cumhuriyeti’ni paramparça etti, topraklarını petrolünü çaldı, Baasçı lideri Beşar Esad’ı Rusya’nın kuklası olarak dar bir bölgeye hapsetti; devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başına İhvan-ı Müslümin’i getirdi, laik demokratik sosyal hukuk devletini tarikat ve cemaatlere işgal ettirdi, ülkenin siyasî partilerini “laiklik” sözcüğünü telaffuz edemez hâle getirdi, ileriki aşamada siyasî iktidarın kendi elleriyle ülkenin demografik yapısını değiştirmesini sağladı.
BOP ‘un birinci dalgası bütün bunları yaptı.
Emperyalizmin gücünü abartmadığımızı göstermek için (!) şunu da ekleyelim ki bölgedeki ulus-devletlerin zayıflığı ve politik aymazlığı, sosyal dokularının gevşekliği BOP ‘un birinci dalgasını kolaylaştırdı. Ortadoğu aynı zamanda tamamlanmamış, durdurulmuş bir ulusal-demokratik devrimler mezarlığıdır.
Soğuk Savaş’tan sonra emperyalizmin 1789 Fransız Devrimi’nden gelen İnsan ve Yurttaş Hakları anlayışını, dinî, mezhebi, etnik, cinsel vs. haklar olarak yeniden tanımlamasından çok önce şeriatçı akımlar bölge devletlerini aşağıdan parçalamaya başladı ve siyasî iktidarları uzlaşmaya zorladı. Albert Hourani, başlangıç tarihi olarak 1967’e işaret eder; bu tarihten itibaren etnik, dinî/mezhebi ve sınıfsal farklılıkların Arap ulusçuluğunu zayıflatmaya başladığını, ikili eğitim sisteminin doğduğunu, kadınların giderek toplumsal hayatın dışına itildiklerini belirtir. (Arap Halkları Tarihi, İletişim 2016, s. 499-505).
Ve Filistin…
Filistin davası ulusal olma vasfını uzun süre önce kaybetti, cihatçı örgütlere teslim edildi. Bu süreç Yaser Arafat’ın ölümünden sonra (2004) hızlandı. Arap milliyetçiliğini ve Filistin’in ulusal kurtuluşunu savunan Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (El Fetih); Arap sosyalist örgütleri, Corc Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Nayif Havatme’nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, yerlerini kırk türlü ılımlı ılımsız şeriatçı /cihatçı akıma bıraktı. ABD ve İsrail bu hareketleri el altından destekledi, çünkü siyasî İslam ve ümmet kültürüyle ulusal birliğin sağlanamayacağını, siyasî İslamcı ’da ulusal bilincin oluşmadığını ve oluşamayacağını, ümmetten millet çıkmayacağını ta Birinci Dünya Savaşı’ndan beri gayet iyi biliyordu. Ortadoğu’da son elli yıl içinde İslamcı tarikatlar ve cemaatler Filistin ulusal kurtuluş hareketlerinin liderliğini adım adım kenara ittiler ve hareketlerin tabanını ele geçirdiler.
Saddam Hüseyin hayatının son günlerinde oyunun bütününü görmüştü. İdam sehpasına çıkarken şöyle dedi: “İranlılara güvenmeyin; mezhebi olarak bölünmeyin, birleşin; Filistin Arap’tır.”
Bu kehanet günümüzde doğrulandı. Arap dünyasının tabandan bölündüğünü, İran’ın Hamas ve Hizbullah gibi hareketleri yönlendirdiğini, Filistin’in Arap olmaktan çıkarak İslamileştiğini gördük. Bu hareketlerin ipini İran’ın tuttuğunu ister Sünni ister Şii olsun cihatçı hareketlerin para, cephane, lojistik, eğitim amacıyla İran’a yöneldiklerini herkes gördü. ABD’nin el altından El-Kaide’yi örgütlediği gibi, İran da bu hareketleri örgütledi, donattı, destekledi. Hamas’ın, arkasındaki Gazze halkını İsrail’in katliamına maruz bırakarak yaptığı intihar çıkışı, şimdilik kaydıyla İran’ın işine yaradı; ABD’nin İbrahim Anlaşmalarıyla İran’ı tecrit etme ve Suudi Arabistan’ı İsrail’le yakınlaştırma girişimini sabote etti.
İkinci olarak İsrail’in işine yaradı. Askerî stratejisi, politik perspektifi olmayan bu intikam saldırısı İsrail’e hem Gazze’yi hem de Batı Şeria’yı işgal ederek kendi toprak bütünlüğünü sağlama, Filistinlileri göç etme ya da İsrail yurttaşı olma seçeneğine mecbur bırakma imkânı verdi.
Ve çok daha önemlisi, Batı emperyalizmine BOP ‘un ikinci dalgasını başlatma fırsatı verdi. ABD’nin uçak gemisini ve kruvazörlerini savaş iştahıyla bölgeye sevk etmesini sağladı. 1990 Körfez Savaşı’ndaki gibi Batılı bir Koalisyon Gücü’nün kurulacağına dair belirtiler oluştu. Bu dalga esas olarak İran’ı, ikinci olarak Lübnan ve Suriye’yi hedef alacak. Rusya’nın askerî olarak müdahale etmeyeceğine ikna olduğu anda ABD-İsrail, öncelikle nükleer kapasitesini yok etmek, ikinci olarak Molla rejimini yıkmak için İran’a havadan saldıracak. Ve İran, Türkiye’nin ve elbette Azerbaycan’ın da tarafsız kalacağına, Rusya’nın askerî olarak kendisini destekleyeceğine ikna olduğu anda Ortadoğu’daki bütün askerî potansiyelini İsrail’e saldırtarak çatışmaları tırmandıracak. Bu savaşın genişlemesine ilişkin sayısız senaryo üretilebilir.
Savaşlar bir kez başladığında kendi mantığını yaratır ve tarafları peşi sıra sürükler. Önceden hazırlanan kurmay planlarına uygun cereyan eden ve tam da istenen siyasî sonucu veren bir savaş tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Bir savaşın nasıl seyredeceği, hangi ittifaklara, nasıl ayrışmalara yol açacağı önceden bilinemez. Sadece savaşan tarafların güçlü ve zayıf yanları, tehditler ve olası tehlikeler önceden görülebilir.
Türkiye’nin kendi içindeki selefi cihatçı örgütleri hızla tasfiye etmesi, kaçak göçmenleri ilk planda tecrit etmesi ve deportasyonu başlatması, ABD-İsrail’in İran’a saldıracağı anlaşıldığı anda NATO’dan çıkmayı göze alıp Kürecik ve İncirlik’ten başlayarak ABD üslerini kapatması gerekir. Hamas’a destek mitinglerine izin verilmemelidir. PKK/YPG’nin BOP ‘un birinci dalgasındaki gibi ikincisinden de güçlenerek çıkmasını diplomatik ve askerî olarak önlemek Türkiye için hayatidir.
Özetle Devlet çok basit bir iki provokasyonla Türkiye’nin Ukrayna ya da Gazze’ye dönüşmesini önleyecek tedbirleri almalıdır. Kendi felaketinin eşiğinde durarak her çatışmaya arabuluculuk etme hevesiyle etrafa bakınma tavrı çok tehlikelidir. İnisiyatif gerekir. Ortadoğu’da tarihin sarkacı kaçınılmaz biçimde şeriatçılıktan ulusçuluğa doğru yön değiştirene kadar Türkiye’yi muhafaza ve müdafaa etmek sadece Devlet’in değil her yurttaşın görevidir.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sayın Albayım,
Türk Aydını geçinenlerin en büyük talihsizliği İslam dinine ya düşman veya yabancı olmalarıdır.
İnsaflı bir batı aydını kadar bile İslam’ı tanıyıp öğrenmeyen, Şeriat nedir onu bile doğru dürüst bilmeyen, Ümmet ve Millet kavramları hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bir Aydın müsveddesi hükmünde olan kişilerin, doğru yorum yapma imkân ve ihtimali olabilir mi?
Bir arkadaşın ısrarlı tavsiyesi üzerine Dücane Cündioğlu’nun İsrail-Hamas çatışması üzerine Analitik bir konuşmasını dinleyip yorum bölümüne de şu notu düştüm.
(Felsefeci ve İslami bilgi sahibi olduğu zannedilen bir kişi)
Dücane Bey,
Konuşmanızı baştan sona dikkatlice dinledim. Benzer konuşmaları yapanlar arasında sadece Türkler yok; Arap arkadaşlar da var. Söylediklerinizi külliyen ret veya kabul etmek gibi bir konumda olabilmek için devletin istihbarat gücü ve imkanlarına sahip olmak gerekir. Böyle bir imkana sahip olmadığımıza göre en azından söylediklerinizi muhtemel olarak kabul etsek bile, ciddi bir eksiğe işaret etmek zorundayım. Olaylara sadece maddi zaviyeden bakmanız ciddi bir eksiklik, oysa olayların maddi boyutu kadar, manevi, yani kader boyutu da var. İslami bilgisi, tarih kültürü ve feraset sahibi olanlar bir de bu zaviyeden bakmayı ihmal etmezler.
Herkes hesap yapar; yapmış olduğu hesabı uygulamaya gayret eder, Allah’ın da bir hesabı vardır ve hesabında yanılmayan yegâne güç ve kudret sahibi sadece O’dur. Hamas’ı kuran, yönetip yaşatan kişilerin çoğunu tanırım. Zahire hükmetme dışında bir imkânı olmayanlar olarak niyetleri yargılama imkân ve yetkimiz yoktur. Niyetleri yargılamak çok tehlikeli ve riskli bir eylemdir. İhtimalleri dikkate alır; tedbirli oluruz ama zanlarla kimseyi damgalayamayız. Kaderin seyrine bakıp takip ederek inceleyen ve görenler; İsrail’in zevalinin uzak olmadığını da görebilirler. Bunun olması için samimi bir gayretin, ilahi irade ile buluşması gerekiyor. Biz Hamas’ın buna vesile olacağını zannediyor ve umuyoruz. Ayrıca ne kadar bilgili olursa olsun münferit görüşler yanıltıcı olabileceğini de dikkatten kaçırmamak lazım. Çağımız nokta ihtisaslar çağı olup, nokta ihtisas sahipleri de bütünü yorumlamakta yeterli olamıyor. Bu konuda yazdığım şu yazımı okumanızı tavsiye ederim. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000784-VIDEO-2023-10-25-10-59-51.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Stalin’in Kremlin’de çekilen izinsiz bir fotoğrafı, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgal etmeye başladığını öğrendiği anı gösteriyor. 22 Haziran 1941.
Kendi çocukların savaşmıyorsa, savaş başkalarınındır.
Stalin’in 2.Dünya savaşında savaşırken Nazilere esir düşen kendi oğlu Yakov için verdiği yanıt;
-Yakov benim milyonlarca oğlumdan sadece biri!
2. Dünya savaşı sırasında nazilere esir düşen teğmen Yakov Cugaşvili. Kendisi Stalin’in öz oğlu olduğu için Naziler, onu propaganda amacıyla kullanmak istedi. Babası aleyhine konuşması halinde canı bağışlanacak ve ömrünün sonuna kadar hayatı garanti altına alınacaktı.
Yakov tekliflerinin hepsini reddetti ve Naziler son çare olarak onu, Stalingrad Savaşı’yla esir düşen Mareşal Friedrich Paulus ile takas etmek istedi. Stalin’in bu teklife cevabı; “Yakov benim milyonlarca oğlumdan yalnızca birisi bir teğmene karşılık bir mareşali takas etmeyeceğiz. Elinizde sadece oğlum Yakov değil milyonlarca oğlum var. Ya onları da bırakırsınız ya da oğlum onların kaderini paylaşır.” dedi. Öz oğlu Naziler tarafından kurşunlanarak öldürüldü.
Kendi evlatlarını kollayıp memleket evlatlarını cepheye sürenlerin hikayesine benzemiyor değil mi?
Milena
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000786-PHOTO-2023-10-25-15-15-00.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ABD siyaset takımı neden kayıtsız şartsız İsrail’in yanında?
İsrail’in Amerikan çıkarlarının Ortadoğu’daki kıyı başı olması yanında ABD’ nin ekonomik, sosyolojik ve kültürel yapısında Yahudi ağırlığını da unutmamak gerekir…
ABD’nin nüfusu 350 milyon. Bu 350 milyon içinde Yahudi nüfusu 7 milyon civarında. Yani Amerikan vatandaşlarının sadece %2’si Yahudi’dir.
Şimdi gelelim bu yüzde 2’lik Yahudi toplumunun süper güç Amerika Birleşik Devletleri içindeki rolüne ve konumuna.
*ABD’deki ileri gelen düşünürlerin ve entelektüellerin %45’i Yahudi’dir.
*ABD’deki büyük üniversitelerdeki profesörlerin %30’u Yahudi’dir.
*ABD devlet kademelerinde bulunan üst düzey bürokratların %21’i Yahudi’dir.
*New York ve Washington gibi büyük şehirlerde bulunan hukuk firmalarının %40’ı Yahudi’dir.
*Amerikan medyasında çalışan editör, gazeteci, yazı işleri müdürlerinin %26’sı Yahudi’dir.
*Amerikan sinema ve film sanayiinde yönetmen, metin yazarı, prodüktör olarak çalışanların %56’sı Yahudi’dir.
*Ve en önemlisi en zengin 400 Amerikalı milyarderin %23’ü yani 92 tanesi Yahudi’dir.
*Ve de tüm dünyanın en teşkilatlı, en aktif, en zengin, en etkili lobisi ABD’li YAHUDİ Lobisidir. ABD Başkanı dahil etki edemeyecekleri hiçbir şahıs ya da kurum yoktur.
Cevap yeterince açık sanırım.
Ne diyelim? Barışa özlemle savaşsız akşamlara…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ANKARA TACETTİN DERGAHI’NDAKİ TARİHİ SIR…
Ankara’da Tacettin Mahallesi’ndeki ev 30 Ekim 1949’da müzeye çevrildi.
Peki bu evi değerli kılan neydi?
Bu kiralık evde Eşref, Mehmet ve Hasan adında üç kişi yaşıyordu.
Üçünün ortak noktası milletvekili oluşlarıydı. 1921 senesinin mayıs ayında bu eve bir mektup ulaştı… Mustafa adında bir zata geliyordu.
Mustafa kim miydi?
Mustafa, bu evde yaşayan o üç milletvekiliyle yakınlık kurmuş bir Hintliydi. Mustafa’nın kesin bir adresi olmadığı için bu adresi “mektuplaşmak için” kullanıyordu. Kendisine gönderilen mektuplar bu eve ulaşıyor, Mustafa da mektuplarını buradan alıyordu. Ve yine bir gün bir mektup ulaştı.
Evdeki mebuslardan adı Mehmet olan, yarı açık vaziyetteki mektubu alıp içine baktı. Zarfın içinde boş sayfalar vardı. “İnsan neden birine boş sayfalar gönderir ki!” diye düşündü… Şüphelendi. Mektup özel bir yöntemle yazılmış, gizli bilgiler içeriyordu. Hemen bir kimyager bulundu. Avni Refik (Bekman) özel bir solüsyonla ile mektupta yazılanları gün ışığına çıkardı! Mustafa gözaltına alındı.
Ve her şeyi itiraf etti… Bu Hintli Mustafa bir İngiliz ajanıydı.
Şubat 1919’da Afgan Emiri Habibullah’ı öldürmüş, ardından Mustafa Kemal Paşa’ya suikast düzenlemek için Ankara’ya gitmişti. Ankara’da herkesle dost gibi görünüyor, casus olarak bilgi topluyor, Atatürk’ü öldürmek için fırsat kolluyor ve…mektuplarıyla İngilizlere gelişmeleri bildiriyordu. Evet, amacı İngilizlerin isteğiyle Atatürk’ü ortadan kaldırmaktı. İşte o görünmez mürekkeple yazılan mektupta da Atatürk’ü öldürmesi için başarılar dileniyordu.
Neticede suçunu itiraf etti ve 24 Mayıs 1921’de idam edildi…
Evin duvarları birçok hadiseye tanıklık etmiştir. Atatürk’e suikastı bu evde yaşayan Mehmet adındaki kişi ortaya çıkarmıştı.
O mektuptan şüphelenmese belki Mustafa Kemal Paşa, Hintli Mustafa haini tarafından öldürülecekti… Bu evi değerli kılan başka bir özellik daha vardı, ne mi? İstiklal Marşı işte bu gecekondu evde yazılmıştı.
Mustafa Sagir’in yakalanmasını sağlayarak Atatürk’e suikastı önleyen kişi bu evde yaşamış olan
Burdur Mebusu Mehmet yani
Mehmet Akif Ersoy’dan başkası değildi. Bilgisizlik ve cehalet karanlığının hüküm sürerek, her gün daha da arttığı günümüzde, aydınlık yarınlar için bu bilgileri Türk gençlerimizden lütfen esirgemeyin…
Okuduğunuz için teşekkürler.
Saygılar.
Prof. Dr. Kenan Aydın
Not;
Bahsigeçen milletvekilleri
Burdur Milletvekili M.Akif Ersoy
Balikesir Milletvekili Hasan Basri Çantay
Adana Milletvekili Dr.Eşref Akman
ALINTIDIR
(Jülide Doğu sayfasından)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000789-PHOTO-2023-10-26-09-59-09.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya <00000790-VIDEO-2023-10-26-20-05-44.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Dünya nüfusunun toplamı 8,5 milyardır. Müslümanların sayısı ise sadece 2,5 milyardır. Videoyu hazırlayan kişi bunu karıştırmış. Kargaların bu ilk vukuatı değil, İsrail Bayrağına karşı başka vukuatları da vardır.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İsrail’e Neden Hesap Sorulamıyor?
*Ezber Bozan Bir Değerlendirme*
Savaş Şafak Barkçin Bey Anlatıyor
Paylaşan: A.Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: DÜNYANIN DERİN VE GERÇEK TARİHİ
Texe Marrs “Bilinen Tarihin Bilinmeyen Yanları”
Hitler, dünya tarihindeki gelmiş geçmiş en psikopat lider olarak bilinir. Çoğu kişi Hitler’i fanatik Alman milliyetçisi psikopat bir lider olarak tanır, ancak gerçekte hiç kimse Hitler hakkında bildiklerinin kendilerine anlatılan resmi tarih senaryosundan başka bir şey olmadığını bilmez. Hitler, hakkında en çok komplo teorisi uydurulan tarihi liderlerden (kuklalardan) birisidir.
ABD’de sivri çıkışları ve dürüst kişiliği ile tanınan Texas Üniversitesi tarih profesörlerinden Texe Marrs’ın 2007 Mayıs’ında çıkan kitabının adı “Bilinen Tarihin Bilinmeyen Yanları”
Kitapta
1- Dünyayı yöneten Yahudi ailesi: Rothschildlar
2- Osmanlı devletinin planlı olarak nasıl dağıtıldığı
3- Arap birliğinin nasıl parçalara ayrıldığı
4- 1.Dünya Savaşı
5- Kukla Diktatör Hitler
6- 2.Dünya Savaşı
7- İsrail devletinin kuruluşu
8- Kennedy Suikastı
9- MOSSAD suikastları
10- 11 Eylül saldırıları olmak üzere 10 bölüm yer alıyor.
Bu bölümlerde yazarın savunduğu iddialar, kanıtlarla net bir biçimde ortaya koyuluyor.
DÜNYAYI YÖNETEN AİLE: ROTSCHILD AİLESİ
Çoğu kişi Rothschild ailesinin adını bile bilmez. Bu ailenin adı, ne Forbes dergisinin düzenlediği ”Yılın Zenginleri” bölümünde yer alır, ne de dünya jet-sosyetesinin partilerinde geçer. Ancak birçok ülkenin diplomatı bu ailenin adını duydukları zaman beş dakika durup-düşünmek zorundadır.
Çünkü bu aile dünya tarihi sahnesinde 1590 yılından beri vardır ve DÜNYA, bu Yahudi ailesinin çok gizli faaliyetleri neticesinde bugünkü şeklini almıştır. Çoğu kişi dünyada hiçbir ailenin böylesine bir gücü elinde tutabileceğine inanamaz. Çünkü bir ailenin böylesine siyasi ve ekonomik bir gücü nasıl elde ettiğini bilmiyordur.
Rothschild ailesinin bugün 1000-1500 civarında ferdi olduğu bilinmektedir. Bu aile fertlerinin her biri, dünyanın gelişmiş, ya da gelişecek olan ülkelerinde, çok derin faaliyetler sürdürmek üzere dağılmışlardır. Dünyada olan her siyasi ve ekonomik gelişmeyi, İsrail devletinin çıkarlarına uygun düşecek şekilde düzenlemek en kutsal görevleridir.
Ailenin geçmişi 16.yüzyıla dayanıyor. Aile İngiliz Kraliyet Saraylarında kralın yaverliğini yapan bir aile olarak ortaya çıkıyor önceleri. Kralın izlemesi gereken siyaseti ve dış politika stratejilerini bu aile belirliyor.Sadece bununla da yetinmeyip kraliyet saraylarındaki tüm ihaleleri kazanarak bu ihaleleri başarıyla sonuçlandırıp, hatırı sayılır bir servetin de sahibi oluyorlar.
İngiliz saraylarındaki kariyerleri sayesinde kolayca kazandıkları astronomik paralarla tarihin ilk bankacılık faaliyetini gerçekleştirip, İngiliz çiftçilerine de astronomik faizlerle tarım kredisi vermeye başlıyorlar ve 50 sene geçmeden neredeyse İngiltere devletinden daha zengin bir hale geliyorlar. Faaliyet alanını iyice geliştirip derinleştiren Rothschild AİLESİ kısa zamanda Avrupa’daki tüm imparatorlukların saraylarında söz sahibi oldu.
Sadece İngiltere’de değil, Avrupa’nın dört bir yanında tarımla uğraşan insanlara yüksek faizle kredi vererek, altın ve gümüş komisyonculuğu yaparak servetlerini iyice büyütüyorlar. Ekonomik gücü, aklın ve mantığın sınırlarını zorlamaya başlayan Rothschild ailesi, daha da karanlık ve karlı bir işe girişiyor. İşin adı “Savaşa giren devletlere faizle borç vermek”
Bunun ilk icraatını İngiltere-Fransa savaşında gerçekleştiriyorlar. İngiltere’ye savaşa girmesi için faizli borç olarak 35 ton altın veriyorlar. İngiltere, Fransa karşısında yeniliyor ve Rothschild ailesine olan borcunu ödeyemiyor. Borcun oluşturduğu mükellefiyetten dolayı, İngiliz Merkez Bankası yani Bank of England Rothschild ailesine devrediliyor.
Rothschild ailesi İngiliz devletinin bu devretme işlemini bir şartla kabul ediyor:
İngiliz sterlinini kendilerinin basması şartı. İngiliz hükümeti bu şartı o dönemde kabul etmek zorunda kalıyor ve İngiliz sterlinini basma yetkisi bu Yahudi ailesine veriliyor. Ekonomiyle pek ilgilenmeyenler için bu durum pek bir şey ifade etmeyebilir. Para basma yetkisini başka bir kuruluşa ya da şirkete vermek demek aynı zamanda ülkenin ekonomik(=siyasi) bağımsızlığını da bu kuruluşa satmak demektir.
Çünkü bir ülkenin bankası o ülkenin parasını basarken bastığı para karşılığında o ülkenin hazinesine değerli maden koymak zorundadır. Örneğin Türkiye Merkez Bankası, 20 YTL basıyorsa eğer, devlet hazinesine de 20 YTL değerindeki altını, elması ya da petrolü koymak zorundadır. Aksi halde basılan para, kâğıt parçasından başka bir şey olmaz. İşte Rothschild ailesinin de yaptığı şey budur. İngiliz sterlinini basarak İngiliz hükümetine faizle borç olarak vermiş ve karşılığında altın ve elmas almıştır. Bu şekilde o tarihlerde bir yılda 12 ton altın kar ettiği ekonomi tarihçileri tarafından söylenir.
Rothschild ailesinin en büyük girişimi ise İngiltere ile Amerika’daki kolonilerin savaşı olmuştur. Savaş sırasında Rothschild ailesi çok gizli bir biçimde Amerikan kolonilerini desteklemiştir. Amerika’nın İngiltere’ye karşı direnişini yöneten kişilere yüklü miktarda silah yardımı yapılmış, İngiltere’nin bu savaşta yenilmesinin sağlanacağı garanti edilmiş ve karşılığında, kurulacak olan Amerika devletinin resmi para birimini basma yetkisi istenmiştir. İngiltere ile savaş konusunda çok umutsuz olan Başkan Washington ve ekibi bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmiştir. Aile böylece günümüzde tüm dünyada çok popüler olan Amerikan dolarını basma yetkisini elde etmiştir. Savaşı Amerikan kolonileri kazanmış ve İngiltere Amerika’dan elini ayağını çekmek zorunda kalmıştır. Savaştan yenik çıkan İngiltere bu sefer Amerika’ya yardım ettiği için Fransa’ya saldırmıştır.
İngiltere, bu savaşa Rothschild ailesinin kendilerine finansal destekte bulunacağına güvenerek girdiyse de Rothschild ailesinden umdukları desteği bulamamışlardır. Rothschild ailesi el altından Fransa’yı destekleyerek Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını garantilemek istemiştir. Bir taraftan da İngiliz borsası üzerinde spekülasyona girişmiştir.
İngiltere-Fransa savaşı sırasında borsada müthiş bir hareketlenme olmuş ve borsada oynayan halk, savaşı kazanacaklarını düşünerek girişimlerini arttırmışlardır. Bunu fırsat bilen Rothschild ailesi ”İngilizlerin savaşı kazandığı” iddiasını ortaya atarak İngiliz halkının her şeyini borsaya koymasını sağlamıştır. Ancak, generaller ve ordudan geriye kalanlar yurda döndüğünde, İngiltere’nin savaşta kaybettiği ortaya çıkmıştır.
Borsa anormal derecede yükselmiş ve böylece kağıtları elinde tutan Rothschild ailesi bu ticaretten en karlı çıkan isim olmuştur. Bu savaş sonunda İngiltere’deki servetleri 2500 kat civarında artmıştır. İngiliz tarihçilerin ”Kara eylül” diye nitelendirdiği bu olay ile Rothschild ailesi adeta İngiltere devletinin mülkiyetini ele geçirmiştir. İyice gelişen Rothschild ailesi, Kenan diyarında Tanrı’nın kendilerine vaat ettiği kutsal İsrail devletini kurmak için hazırlığa başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin parçalanması için gerekli olan her şeyi yapmışlardır. Osmanlı devletine komşu olan ülkeleri finanse ederek Osmanlı’ya karşı savaşmaları için kışkırtmışlardır. Böylelikle sudan bahanelerle Osmanlıya saldıran Rusya, Avusturya ve diğer komşu devletler, Osmanlıyı askeri ve ekonomik güç olarak iyice yıpratarak azınlık unsurların ayaklanmasını sağlamışlardır. Osmanlı devleti nereye koşacağını şaşırmış ve neticede isyan eden azınlıkların ayrı devletler kurmasına engel olamamıştır.
Osmanlının en çok dış borcu Rothschild ailesinin sahibi olduğu Bank Of England bankasınadır. Osmanlı Devleti, Rothschild ailesine olan borcunu ödeyecek durumda olmadığından Rothschild ailesi bunu fırsat bilmiş, Osmanlıya iğrenç bir teklifte bulunmuştur.
Sultan 2. Abdülhamit ile görüşen Lord Baron Rothschild “Kudüs şehrinin, Filistin’in, Suriye’nin ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin, yeni kurulacak olan Yahudi devletine verilmesi karşılığında, Osmanlı devletinin tüm dış borcunu silme ve Balkanlar’da, Afrika’da kaybettikleri toprakları geri verme” teklifinde bulunmuş, ancak Abdülhamit teklifi şiddetle reddetmiştir.
Abdülhamit, dinen böyle bir tutum sergileyerek büyük bir sevaba girmişse de Osmanlı devletinin yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Daha sonraları Enver Paşa, Abdülhamit’in bu tutumunu tarihi bir hata olarak değerlendirmiştir. Enver Paşa’ya göre Kudüs şehri ve Kenan diyarı Yahudilere geçici olarak verilmeli ve Osmanlı tekrar eski gücüne kavuştuktan sonra bu topraklar geri alınmalıydı. Atatürk’e göre ise Osmanlı devleti böyle bir şey yapsaydı bile yıkılmaktan kurtulamazdı çünkü Osmanlı üzerine korkunç oyunlar oynanıyordu.
Özetlersek;
Süreçten sonra Rothschild ailesi bütün gücüyle 1.Dünya savaşının çıkmasını tezgahlamıştır. Rothshild ailesinin hesaplarına göre 1. Dünya savaşı ve Arabistanlı Lawrence’ın faaliyetleri Arapların birçok parçaya bölünmesi ve İsrail devletinin kurulması için yeterliydi. Savaş gerçekleşmiş, Almanların önderliğindeki İttifak devletleri grubu savaşı kaybetmişlerdi. Rothschild ailesinin hesapları tutmuş ve İsrail devletinin resmi kuruluşunun ilan edilmesine ramak kalmıştı. Ancak tarihi rüyaya çeyrek kala Rothschild ailesi ayrıntılarda küçük bir hata yaptığını fark etti.
İsrail devleti kurulmaya hazırdı ama, dağ ve ova görünümlü çöllerden ibaret olan Filistin=İsrail topraklarında kim yaşayacaktı?
Avrupa’nın gelişmiş kentlerindeki rahatlığa alışmış olan Yahudiler, İsrail’de yaşamaya nasıl ikna edilecekti ?
Esas sorun buydu. Bu sorunun giderilmesi için Rothschild ailesi radikal kararlar aldı ve yeni bir savaş için gerekli olan ortam hazırlanmaya başlandı.
KUKLA DİKTATÖR HİTLER’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE 2. DÜNYA SAVAŞI
Almanya, Birinci Dünya savaşından adeta bir enkaz halinde ve oldukça demoralize bir biçimde çıkmıştı.
Devlet tüm ekonomik ve askeri gücünü kaybetmişti. Ve çok ağır yaptırımlar içeren savaş tazminatı anlaşmalarına imza atmışlardı. Ancak Almanya’nın borçlu olduğu ülkelerin merkez bankalarının %85’i Rothschild ailesine ait olduğundan Almanya nerdeyse sadece Yahudi Rothschild ailesine borçluydu. Rothschild ailesi, Almanya’nın, bu yüklü borcun onda birini dahi ödeyemeyeceğini biliyordu.
Rothschild ailesi, Alman Merkez Bankasının kendilerine devredilmesi karşılığında dış borçlarının silinmesini teklif etti ve Almanlar teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Aslında bu durum sonun başlangıcıydı.
Bırakın savaşacak parayı ve silahı, savaşta askere alacak erkek vatandaşı bile kalmayan Almanya tekrar tüm dünyaya kafa tutacak gücü nereden ve nasıl bulabilirdi?
Ancak daha onlar intikam planını yapmadan önce, Rothschild ailesi onlar için çok gizli bir plan yapmıştı bile. Bu plana göre sahte ama çok inandırıcı bir faşizm rüzgârı Avrupa’da esecek ve Yahudilere en ince ayrıntısına kadar planlanmış bir şekilde şiddet ve baskı uygulanarak İsrail’e göç etmeye mecbur bırakılacaklardı.
Bu planın ilk bölümü Almanya’nın ekonomisinin ayağa kaldırılması ve hızla silahlanmasının sağlanmasıydı. Muazzam bir ekonomik ve askeri güce kavuşan Almanya’nın başına 1. Dünya savaşında er olarak savaşan fanatik milliyetçi Hitler getirildi. İtalya da Almanya’da esen rüzgarların etkisinde kalmış ve iktidara Mussolini gelmiştir. Mussolini’nin iktidara gelmesi Rothschild ailesinin bir planı değil kendiliğinden gelişmiş bir olaydı ama bu durum Rothschild ailesinin ekmeğine yağ sürmüştü.
Hitler, hitabet yeteneği ve ürkütücü karizması ile Alman halkını yediden yetmişe peşinden koşturmuştur. Hitler’in konuşmalarında ve toplantılarında ise şaşırtıcı bir biçimde ana hedef Yahudilerdir. Hitler’in iktidara gelmesinden önce kardeş gibi bir arada yaşayan Alman ve Yahudi halkları birbirlerine hiçbir zararlarının dokunmamasına rağmen oluşturulan yapay kaos ortamı yüzünden birbirleri ile kanlı bıçaklı hale gelmişlerdir. Savaştan önce Yahudi iş adamlarına Nazi gençlerinin düzenlediği saldırılar, ev kundaklamalar ve cinayetler ortamı iyice germiştir.
Zengin olan Yahudiler bir yolunu bulup Almanya’yı terk etseler de fakir olan zararsız Yahudiler bir yere gidecek paraları olmadığından oldukları yerde kala kalmışlardı. O dönemler savaş dönemleri olduğundan Almanya’nın dışına çıkmak için büyük paralar ve bazı önemli bağlantılar şarttı.
Hitler savaşı başlatmış ve Almanya’nın sahte intikam harekâtı başlamıştı. Almanya savaşın ilk yıllarında başarı göstermiş ve Fransa, Yugoslavya, Çekoslovakya, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerin tamamını çok kısa sürede ele geçirmişti.
Özellikle Paris’e 2 saatte giren Nazi orduları İngiltere ve İspanya’nın iyice ürkmesine neden olmuştur. İngiltere’yi hava saldırıları ile darmadağın eden Nazi orduları bir taraftan da sözde Yahudi soykırımı yapmaya başlamıştır.
Yahudilerin gözünü korkutmak için bir kısım fakir Yahudi ve Yahudi olarak gösterilen Çingeneler bir bir katledilmiş ve imha fırınlarında yakılmıştır.
Ortada öyle korkunç bir ortam vardır ki, savaştan sonra bölgeyi teftişe gelen Amerikalı generaller bile uçaklarından iner inmez havadaki pis kokudan dolayı hava alanında kusmuşlardır. Havadaki pis kokunun nedeni ise sürekli olarak yakılan insan cesetleri ve çürümüş cesetlerdir.
Savaştan sonra tam bir korku ülkesine dönen Almanya’da ortaya atılan iddialara göre neredeyse hiç Yahudi bırakılmamıştır. Ancak Sovyet araştırmacılar durumun hiç de öyle olmadığını savaşta katledilenlerin sadece %15’in Yahudi olduğunu net ve çarpıcı belgelerle kanıtlamışlardır. Bu belgelere göre savaşta öldürülenlerin çoğu Ermeni, çingene ve Polonyalılardı. Geriye kalan zengin Yahudiler Rothschild ailesinin kurduğu paravan şirketler aracılığı ile ve Amerikan askerlerinin denetiminde, gizlice (Amerika’ya değil) İsrail’e kaçırılmışlardır. İsrail’e getirildikleri dönemden İsrail devleti kuruluncaya kadar olan süreçte tabiri caizse Allah’ın dağında prefabrik usulü yapılmış evlerde kalmışlar ve büyük zorluk çekmişlerdi.
Kaçmak için girişimlerde bulunanlar ise Tevrat’ın emrettiği bir biçimde idam edilmişlerdir.
Neticede yaratılan sahte milliyetçi bir hava ile sözde Yahudi soykırımı yapılmış, tüm dünyada Yahudilere yönelik şiddet eylemlerine girişilmiş ve Yahudiler İsrail’e göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Rothschild ailesi 1. Dünya savaşında yarım bıraktığı işi 2. Dünya savaşında tamamlayabilmiştir. Aşırı dindar bir aile olan Rothschild ailesi, kendilerine göre, Tanrı’ya olan sözü yerine getirmiştir.
BAŞKAN KENNEDY’NİN ORTADAN KALDIRILMASI
2. Dünya savaşından sonra kurulan İsrail devletinde her şey 1960 yılında John Fitzgerald Kennedy’nin Amerikan başkanı olmasından sonra değişmiştir. Kennedy Amerikan tarihinin en genç Başkan’ıdır ve aynı zamanda ilk Katolik Başkandır. Kennedy’den önce Amerika’da Katolik bir Başkan hiçbir zaman olmamıştır. John F Kennedy’nin babası olan Joseph Kennedy de politikacı olup aynı zamanda İngiltere büyükelçiliği yapmıştı. Ne babası ne de Başkan Kennedy Yahudilerle iyi geçinemiyorlardı. Babası büyükelçilik yaptığı dönemde Londra’da Yahudilerin boy hedefi haline gelmiş ve çeşitli saldırılara maruz kalmıştı. Sigmund Rothschild, Kennedy’ye “Başkan seçildiğinde Ortadoğu’da İsrail tarafını tutan bir politika izlemesi karşılığında, milyonlarca doları bulan seçim kampanyası masraflarını karşılamayı” teklif etmiştir. Ancak Kennedy böyle bir teklifin bir daha yapılmamasını rica etmiş ve kendisini hakarete uğramış hissettiğini belirttirmiştir. Kennedy, İsrail lobisinin Amerikan devleti üzerindeki faaliyetlerinden son derece rahatsızdı. Kennedy’ye göre lobilerin faaliyetleri, Amerikan bağımsızlığına vurulmuş bir darbeydi.
KENNEDY İLE İSRAİL BAŞKANI BEN GURİON’UN NÜKLEER KAVGASI
İsrail kurulduğu günden beri Ortadoğu’da süper güç olma hayali ile hareket etmiştir. Bu yüzden İsrail Devleti hızlı bir “nükleer silahlanma programı” izlemeye başlamıştır. İsrail’in Dimona Çölü’nde kurduğu nükleer santralinde peynir-ekmek gibi atom bombası ve nükleer başlıklı füzeler üretmesi Başkan Kennedy’yi çok rahatsız etmiştir.
İsrail’in nükleer füzelerinin Ankara, İstanbul, Şam, Tahran, Bağdat ve Riyad gibi şehirleri vuracak kapasitede ve menzilde olması Kennedy yönetimini önlem almaya mecbur bırakmıştır. Kennedy, Ben Gurion’a yazdığı sert bir uyarı mektubunda ”İsrail’in nükleer programını durdurmaması durumunda Amerikan yönetiminin yaptırım uygulamaktan kaçınmayacağını belirtmiştir”
Ben Gurion da cevap olarak gönderdiği mektupta Kennedy’ye ”Genç Adam” diye hitap etmiş ve bazı ağır ithamlarda bulunmuştur. Bu mektuplaşmalar iyice çığırından çıkmış ve hakaretleşmeye dönüşmüştür.
Bu durum üzerine tepki olarak Ben Gurion istifa etmiştir.
Ünlü Yahudi politikacı Henry Kissinger ”İsrail’in nükleer programına son vermesi İsrail’e büyük zarar verir” diyerek Kennedy’yi ikna etmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Kennedy bununla da yetinmemiş ve 4 Haziran1963’te Amerikan Temsilciler Meclisi’ne danışarak çıkarttığı 11110 sayılı kanunla Amerikan Dolar’ını basma yetkisini Rotschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’ın elinden almış ve “‘bir ülkenin parasının denetiminin şahısların elinde olmasının büyük bir sorun olduğunu” belirterek kendi sonunu hazırlamıştır. Federal Reserve Bank, İsrail’in en büyük gelir kaynağıdır, tabiri caizse şah damarıdır. Kennedy, dolar basma yetkisini Federal Reserve Bank’ın elinden alarak adeta İsrail’in şah damarını kesmiştir. Neticede İsrail için Kennedy’nin etkisiz hale getirilmesi şart olmuştur. Kennedy’nin seçimleri kaybetmesini beklemek boş bir umuttu, çünkü Kennedy halktan büyük destek görüyordu. Kennedy’ye seçimler kaybettirilse bile sonradan kazanması yüksek ihtimaldi. Üstelik Kennedy’nin kardeşi de gelecek vaat eden bir politikacıydı.
Tek bir çare gözüküyordu. O da suikast idi. Kennedy bir şekilde öldürülürse Amerikan yasaları gereği yerine yardımcısı getirilecekti. Kennedy’nin yardımcısı Lyndon Johnson’dı. Johnson tam bir İsrail taraftarıydı. Üstelik Kennedy ile hiç iyi geçinemiyordu, söylentilere göre Kennedy kendisini kovmaya çalışıyordu.
İsrail, suikast kararı alır ve bunu, Amerikan derin devleti içindeki bağlantılarını kullanarak gizlice uygulamaya koyar. Kennedy’yi öldürmek için en uygun ortam seçim kampanyaları için geleceği Dallas’tır. Dallas’ta her zamanki gibi üstü açık araba ile halkı selamlayacak olan Kennedy’yi korumakla görevli CIA ajanları özel olarak ayarlanacak ve başkanın güvenliği sabote edilecekti. Böylece suikast çetesi Kennedy’yi rahatlıkla öldürebilecekti. Suikast çetesi için değişik rivayetler vardır. Kimileri Kennedy’yi Fransız suikast çetesinin öldürdüğünü, kimileri ise Kübalı sürgünlerin öldürdüğünü iddia eder ancak kesin olan bir şey var ki, Kennedy’yi öldürenler çok profesyonel ve acımasız keskin nişancılardan (sniper) oluşan bir suikast timidir. Kennedy’nin ziyaretinden önce, yani 21 Kasım 1963 akşamı Dallas’ta bardaktan boşalırcasına yağmur yağmıştır.
Ancak şehir halkı buna rağmen başkanı en iyi şekilde karşılamak için elinden geleni yapmıştır. 22 Kasım 1963 sabahı Washington D.C.’den Air Force One uçağı ile gelen Başkan Kennedy ve eşi, sabah 09’00’da şehir merkezinde Dallas valisi Connaly ile birlikte kahvaltı ettikten sonra üstü açık bir limuzine binerek halkı selamlamaya başlamışlardır. Tam 6 aracın olduğu kortejde en son arabada Başkan Kennedy ve Vali Connaly vardır. Önde motosikletli SS korumalar ve yanda CIA ajanlarının bulunduğu arabalarla Kennedy’nin arabası Kortejle birlikte Elm caddesinden Houston’a doğru beklenmedik bir dönüş yapar. O sırada silah sesleri yükselmeye başlar.
Polisler telsizle anons etmeye başlar: ”Korteje ateş ediyorlar yere yatın” diye.
Tam 6 el silah sesi duyulur. Birinci mermi arabayı ıskalar ve alt geçitte bekleyen
Edmund Harris adındaki taksi şoförünün kulağını parçalar.
İkinci mermi Kennedy’yi tam omzundan vurur.
Üçüncü mermi Kennedy’yi ıskalayıp ön koltuktaki Vali Connaly’i omzundan vurur.
Dördüncü mermi Kennedy’yi boynundan vurur, aynı mermi başkanın vücudundan çıkıp Vali Connaly’i sırtından vurur.
Beşinci mermi arabayı ıskalayıp dikiz aynasını kırıp dışarı çıkar. Ve Altıncı mermi…
Altıncı mermi Başkan Kennedy’yi tam kafasından vurur. Başkanın kafasını parçalayan mermi bulunamaz.
Suikasttan sonra yapılan araştırmalarda Kennedy’yi sözde komünistlerden vatan haini Lee Harvey Oswald’ın vurduğu iddia edilir. Ortada altı mermi olmasına rağmen Oswald’ın tek katil olduğu görüşüne varılır. İddialara göre Oswald, Texas Okul kitapları bürosunun altıncı katındaki pencere dibinden İtalyan yapımı “Mannlicher Caracano” marka sniper tüfeği ile altı kez ateş ederek Başkanı öldürmeyi başarmıştır. Lee Harvey Oswald apar topar hapsi boylamıştır. Deliller birden çok sayıda keskin nişancının olduğunu göstermesine rağmen, İsrail denetimindeki Amerikan derin devleti, suçu Lee Harvey Oswald’ın üzerine atarak diğer delilleri bir bir yok etmiştir. Suikastı gören 57 kişi daha sonra ölü bulunmuş! ölümler kaza veya intihar ile açıklanmıştır.
Lee Harvey Oswald ise suikasttan iki gün sonra, mahkeme çıkışında yüzlerce FBI ajanı ve polisin arasında Yahudi bir bar işletmecisi olan Jack Ruby tarafından öldürülmüştür. Bu Amerikan milliyetçisi Yahudi, Lee Harvey Oswald’ı öldürmesinin nedenini ise “komünistlerden Amerika’nın aldığı intikam” olarak yorumlamıştır. Birden çok sayıda keskin nişancı tarafından vurulan Kennedy’nin otopsisini Amerikan ordusundaki üst düzey amiral ve generaller yürütmüş ve otopsideki suikast delillerini bir bir sabote etmişlerdi. Ailesi, Kennedy’nin kafasının kesilerek incelenmesini ve böylelikle gerçek suikastçıların bulunmasını istediğinde ise, Amerikan birimleri konuyu şiddetle reddetmişlerdir.
Kennedy apar topar gömülerek konu örtbas edilmiştir. Başkan Kennedy’nin suikast sonucu öldürülmesinden sonra başkan adayı olan kardeşi senatör Robert Kennedy de bir basın toplantısı sırasında İsrail işbirlikçisi Filistinli bir genç tarafından kurşunlanarak öldürülmüştür.
KENNEDY SUİKASTININ SONUÇLARI
İsrail, Kennedy’nin kapattığı Dimona çölündeki nükleer santralini tekrar açmış ve nükleer silah üretimine eskisi gibi devam etmiştir.
Başkan Kennedy’nin çıkarttığı, Federal Reserve Bank’ın elinden Amerikan dolarını basma yetkisini alan 11110 sayılı kanun iptal edilmiş ve Amerikan dolarını basma yetkisi tekrar Rothschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’a verilmiştir.
II. Dünya savaşından sonra ılımlı ve sakin bir politika izleyen Amerika devleti özellikle Kennedy suikastından sonra soğuk savaş sürecini de başlatmıştır.
Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki soğuk savaştan tüm dünya devletleri çok olumsuz yönde etkilenmiştir. Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki silahlanma rekabeti adeta bir sidik yarışına dönmüştür.
Amerika tüm dünya genelinde emperyalist faaliyetlerine hız vermiş ve Vietnam’a saldırmıştır.
Vietnam’da binlerce kişinin ölmesine ve birçok ülkenin bu savaştan dolaylı olarak zarar görmesine neden olmuştur.
Amerika’da İsrail lobisi ise iyice pervasızlaşmış ve yönetimde söz sahibi olmuştur.
Amerika İsrail Devletinin yaptığı katliamlara sesini çıkaramaz hale gelmiş ve İsrail ile suç ortaklığı yapmaya başlamıştır.
En basitinden örnek vermek gerekirse İsrail devletinin çok gizlice yürüttüğü “Samuel Vanunu’yu kaçırma operasyonuna istemeden şahit olan bir Amerikan Firkateynindeki 23 deniz piyadesi İsrail hücum botları tarafından açılan ateşle öldürülmüştür.
Denize düşüp kaçmaya çalışan askerler bile İsrailliler tarafından öldürülmüştür.
Olayın basına sızmasına izin verilmemiş ve Yahudilerin kontrolündeki Amerikan basını konuyu haber bile yapmamıştır.
CIA tüm dünyada ”komünizmle mücadele” doğrultusunda adına GLADIO denilen ve Beyrut’taki gerilla kamplarında eğitilen katillerden ve paralı askerlerden oluşan gizli bir ordu hazırlamış ve bu paralı katilleri maaşa bağlayarak dünyanın her yerinde komünistleri ve sol düşüncelileri öldürmekle görevlendirmiştir.
Bu bağlamda Türkiye’deki sağ-sol çatışmaları, siyasi amaçlar için işlenen cinayetler, katliamlar, terörist eylemler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi ve 12 Eylül darbesi hep Gladio’nun eserleridir.
Gladio ordularının kurulması ne tesadüfse Kennedy suikastından hemen sonraya denk gelir.
Amerika’nın “Büyük Ortadoğu Projesi” başlamıştır.
Büyük Ortadoğu Projesinin diğer adı ise Büyük İsrail Devleti projesidir.
Kennedy suikastından sonra Büyük İsrail Devleti Projesine hız verilmiştir.
Büyük İsrail Devleti Tevrat’ta Tanrı Yehova’nın Yahudilere vaat ettiği topraklardan oluşmaktadır.
11 Eylül saldırıları, Münih’teki eylemler ve daha birçok terörist eylem aslında Büyük İsrail Devleti projesinin bir parçasından başka bir şey değildir.
Büyük Ortadoğu projesi yeni bir şey değil ki. Yüzyıllardır var olan bir proje…
Osmanlıların yıkılması, Arapların parçalanarak bir sürü ülkeye bölünmesi, Türkiye’deki terör eylemleri ve istikrarsızlık ve Irak, İran gibi ülkelerin periyodik olarak neredeyse her on yılda bir sorun çıkarması rastlantı olmasa gerek.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu bilgileri uzun yıllar önce okumuştum. Bu acı gerçekler değişik kaynaklarda, güvenilir kişilerce tekrarlanıp teyit edilen bilgilerdir. Bu vakıayı bilip de ihtilafları bir kenara iterek kenetlenmemek, birlik olamamak vahim bir hata olmaz mı?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Mehmet Görmez Hoca’nın İlim ve İnsanlığını Konuşturduğu İbretlik Gazze Dersi Dinlenmeli 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/qApOrnPSnxM?si=FkxFzrifTF4YPIyt
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000797-VIDEO-2023-10-30-19-38-20.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000798-PHOTO-2023-10-30-21-33-58.jpg eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Konuşma ve tespitleri ciddiye alınması gereken bir uzman. Devamlı izliyor ve dinliyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000800-VIDEO-2023-10-31-15-52-10.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bugün uzaylılar Dünyaya yerleşmeye gelseler yörüngede bir tur attıktan sonra Türkiye ye inerler diye düşünüyorum Nuh peygamber öyle yapmış Anadolu ya yerleşen kavimler büyük zenginlik yaşamışlar biz bu gidişle tersine çevireceğiz Uyanmaz isek
-Ümmetin fikri gelişme tarihinin en hazin yönü vahiy ile aklın birbirine yabancılaşmasıdır. (s.46)
-İslam, insanı aklını kullanmaya ve her konuya eleştirici bir gözle yaklaşmaya, alternatifleri gözden geçirmeye, her zaman ikna edilmek ve tutarlı olmak istemeye, ancak yüzde yüz emin olduğu hakikatleri dile getirmeye ve gerçekle daima dirsek temasını korumaya davet eder. (s.47)
-Aklı kullanmadan vahyin gerçekleri takdir edilemez. İlahi vasıflarının anlaşılması ve kabulü de onsuz mümkün değildir. Vahyin iddiaları öteki iddialardan, hatta saçmalardan, kolay ayırt edilemez. Vahyin kabulü akla dayanmıyorsa özneldir, keyfidir, kaprislidir. Kişisel heveslere dayanan hiçbir dini tez insanlığın veya önemli bir bölümünün uzun süreli kabulüne mazhar olamaz. Müslümanların aklı feda etme pahasına ilhamı vurgulamaları inanç bozukluğuna kapı aramıştır. (s.47)
-Ümmetin gerçek deneyimleri ile dirsek temasını kaybeden İslam düşüncesi hukukta tutucu ve lafza bağlı; Kur’an tefsirinde ve dünya görüşünde tahminci (spekülatife); ahlak ve siyasette dünyaya değer vermez ve tabii bilimlerde batini hal aldı. Büyük düşünür, hukukçu ve veliler siyasi otorite ve eyleme çok aşağılık tiksinilecek bir şeymiş gibi tepeden baktılar; önce dünyaya karşı direniş ve sonra da onu tamamen red faziletin ilk şartı oldu. Müslümanlar Hz. Peygamber’in (s.a) hayatında yüce örneğini verdiği, kişisel değerlerle kamu değerleri arasındaki dengeyi kaybetmiş hale geldi. (s.50)
Prof. İsmail Raci Faruki
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000807-VIDEO-2023-10-31-20-07-57.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İşte geldiğimiz nokta…Tarihinden, töresinden yoksun materyaller…Yazıklar olsun. Utanç verici…H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin asıllı, ABD de MOSAD ajanı siyahi bir Yahudi tarafından eşi ile beraber 1986 yılında öldürülen bir akademisyen.
İsrail kurulmadan önceki son Filistin Valisi.
Kitaplarının tercümesi çok itinalı ve erbabı tarafından yapılmamış maalesef
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu gençler kadar, onların yetiştiği sistemi de dikkate alıp değerlendirmek, rahmetli Oktay Sinanoğlu Hocanın söyleyip yazdıklarını da dikkate almak lazım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000811-VIDEO-2023-11-03-16-29-43.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gençliğin Örnek Alacağı Mühendis
Tarih Adını Altın Harflerle Yazacak
Savunma Sanayiinin Motor Mucidi 👇 Prof.Dr.Mahmut Faruk Akşit 👇
Türkiye’nin Geldiği Noktayı Bilelim
Mahmut Faruk Akşit Hocayı Tanımak İçin 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TUNUS
1- Halkı %100 Müslümandır.
2- Cumhurbaşkanını halk, başbakanı parlamento seçiyor.
3- Nüfusu 9 milyon. Ülkede 35 üniversite, 80 kolej var. Her branşta eğitim veriyorlar. İlkokul birinci sınıftan, master veya doktoraya kadar tüm eğitim ücretsiz.
4- Aile planlaması yasası, 1956 yılında hazırlanmış. Bu yasa gereğince her aile 3’ten fazla çocuk yapamıyor.
5- Resmi nikah, tek geçerli aile sistemi. İmam nikahlı ikinci eş yasalarla yasaklanmış.
6- Ülke, çevre değerlerini kabul ettiğinden her yer tertemiz. Çünkü çevreyi kirletenler hapis cezası ile cezalandırılıyor.
7- 800 gr. ekmeğin fiyatı 30 kuruş, Bir kg dana bifteği 13 TL.
8- Bu ziraat ülkesinin ihracat malları zeytinyağı, tahıllar, portakal, limon, ton balığı.
9- İthalat çok yüksek vergilere tabi.
10- Türban, resmi daireler ve eğitim kurumlarında yasak, ancak sosyal yaşamda serbest.
11- Yılda bir kez ağaç festivali düzenleniyor. Festival sırasında herkes bir ağaç dikiyor.
12- Yılda bir kez dağa tırmanma festivali düzenleniyor. Her ülkeden bu ülkedeki boynuz dağına tırmanmak için turistler akın ediyor.
13- Ülkede 60 milyon zeytin, 3,5 milyon portakal ve 800 bin adet limon ağacı var.
14- Din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı. Tam bir laiklik abidesi.
15- Başkentin ana caddesinde, kocaman bir posterde, bir kadın polisin, 3 çocuklu bir hanımı trafikte yönlendirişi resmedilmiş.
16- Bu posterin altında şöyle yazıyor: ”Ülkemizdeki iş kadınları, sokak düzenimizi sağlamakta baş etkendir.”
17- Her öğrencinin birinci lisanı Arapça, ikinci lisanı Fransızca. Bunun haricinde, isteyenlere 5 yıl İngilizce eğitimi veriliyor.
18- Ülkenin dış borç gibi bir derdi yok.
19- Her taraf çiçek, çimen ve ağaçlarla süslenmiş. Bunları koparan, yolan, sertifikasız ağaç kesen herkese hapis cezası veriliyor.
20- Sokaklarda gezen bir tek başıboş kedi veya köpek yok.
21- Bir şoförün aylığı 400 dolar. Bunun dörtte ya da beşte birini kiraya veriyor. Kalanı ile kimseye muhtaç olmadan yaşayabiliyor ve para biriktirebiliyor.
22- Emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş. Her vatandaş vergisini vermekle gurur duyuyor.
23- Elli- altmış bin kişilik üstü kapalı futbol stadyumları var.
24- Devlette hortumculuk şimdiye kadar hiç duyulmamış ve görülmemiş.
25- İthalattan çok, yerli üretime önem veriliyor.
26- Kentlerdeki duvarlarda, sanatçıların yaptığı, bizde bazı çevrelerin ”müstehcen” bulma ihtimali olan kadın resimleri yer alıyor.
27- Art deko tarzı süslü mimariyi yansıtan eski binalar çok iyi korunmuş durumda.
28- Siyasette 4 parti var. Bu yıl yapılacak başkanlık seçimine 2 aday katılacak. Hükümette 24 bakan var.
29- Halk sürekli çalışıyor ve üretiyor. Lüks ve ihtiras peşinde olan yok. Kazanç ”eşitlikçi” bir biçimde paylaşılıyor. Bu, yaşamlarından belli oluyor.
30- Bu ülkede ezan okunurken mutlaka durup dinlersiniz. Zira, hiçbir minarede sonuna kadar açılmış, yarısı da patlak hoparlörler yoktur. Müezzin şerefeye kadar zahmet edip çıkar ve oradan okur. Ve gerçekten çok güzel okur, herkes de onu dinler.
31-Kadınlar yasalar önünde gerçekten birinci sınıf vatandaştır. Mirasta kız çocukları daha önde tutulur. Kadın istemediği sürece boşanmak çok zordur. Ve en çarpıcı fark da şudur:
Bir kadına arabanızla çarpıp yaralarsanız, alacağınız ceza, erkeği yaraladığınız zaman alacağınız cezadan yaklaşık %50 daha fazladır.
32-Çöldeki bedevi bile ana dili gibi bir yabancı dil konuşur.
33-Kanun ve kurallara uyulur. Çölde Land Rover’la turistleri safariye götüren şoför, dümdüz ve kaymak gibi bir asfalt yolda günlerce, saatte 60 km. hızın üstüne çıkmayarak beni deli etmişti.
34- Ne tarihi dokuları ne de cennet gibi bir doğaları var. Aslında, yılan, akrep ve çölden başka hiçbir şeyleri yok. Ama Şubat’ta da Mayıs’ta da Eylül’de de Kasım’da da her taraf turistle doludur.
35-Etrafta bir tane bile maganda göremezsiniz.
36-Zeytin ağacı ve zeytin üretimi neredeyse bizim kadardır.
37-Ülke büyüklüğü bizimkinin BEŞTE BİRİ. Nüfus da yaklaşık SEKİZDE BİRİ kadardır!
Bu ülkenin adı TUNUS!
Hani Müslüman ülkelerden örnek aranıyor ya?
Türkiye, Mısır falan deniyor ya?
Neden kimsenin aklına “TUNUS” gelmiyor.
O Tunus’un efsanevi kurucu lideri Habib Burgiba tam bir Mustafa Kemal ATATÜRK hayranıydı ve ülkeyi şekillendirirken, birebir Atatürk’ün fikirlerini esas aldığını defalarca beyan ettiğini biliyor muydunuz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A.. Hocam yorumunuzu öğrenebilir miyim?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Tunus ve Burgiba’yı övmeyi, Burgiba’nın M.Kamal hayranlığı sebebi ile düşünen bu yazının yazarı farkında olmadan tehlikeli ve mayınlı bir alana girmiş.
Çünkü Tunus ve Burgiba kukla, kimin kuklası olduğunu açık kaynaklarda bulup okuma imkânı var; benim Amerika’yı yeniden keşfetmeme gerek yok.
Burgiba, cumhursuz cumhuriyet anlayışını benimseyenlerden, Cumhuriyet İslami bir ıstılah, içini boşaltıp batılı değerlerle doldurma iddiası ve aldatması ile dikta, dayatma ve zulüm ile halka zorla kabül ettirmeye çalışması, M.Kamal hayranlığından kaynaklanıyorsa bu M.Kamal Paşayı da zan altına bırakmak olmaz mı? Çünkü diktatörlüğü müsellem bir şahsiyetten bahsediyoruz. Tunus Halkına kan kusturmuş, batı vesayetine sokmaya çalışmış bir diktatör M.Kamal Paşaya hayran neden olabilir? Bunun yorumunu da sizin yapmanız daha doğru olur.
Ben sadece prensip olarak şunu söyleyeyim: İslam ülkesi diye isimlendirilen ülkeler içerisinde kukla olmayan devlet yoktur. Hiçbiri Halkı ile barışık değildir.
Bu yazarımıza benim altta linkini verdiğim yazımı okumasını tavsiye ederim. 👇
Selam ve hürmetlerimle,
6/11/2023 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam …
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Osmanlı’nın GAZZE TÜNELLERİ
Gazze’deki ilk tünelleri, İngilizlere karşı savaşan Mehmetçik açmıştır!
İsrail’in Gazze’de masum halkın da hedef olacağı bir kara operasyonu başlatmasının önündeki en büyük engellerden birini teşkil eden tünellerin ilk defa Birinci Dünya Savaşı sırasında (1914-1918) Osmanlı askerleri tarafından ve İngiliz birlikleri ile mücadele maksadıyla açıldığını bilir misiniz?
Falih Rıfkı Atay, Ortadoğu’yu kaybedişimizin hazin hikâyesini anlatan eseri “Zeytin Dağı’nda’’ Gazze Muharebelerini anlattığı bölümde askerimizin mezarların altına sekiz adet tünel açtığını, subayların top atışlarını bu tünellerden geçerek idare ettiklerini yazar. Sonra, İngiliz bombardımanının tünellerin ağzını kapatması üzerine Mehmetçik’in toprağı nasıl tırnakları ile kazdığını hikâye eder!
Zeytin Dağı’nda anlatılan ve Türk askerlerinin “Mantartepe” dedikleri yerde Şeyh Ali Mantar ile Gazze’nin bazı önde gelenlerinin mezarları vardır ve altında tünellerin yer aldığı arazi, şimdi hemen her gün İsrail bombalarının can üstüne can aldığı “Şucâiyye” mahallesidir!
Memlekette ne kadar her şeyi bilen kadrolu yorumcu varsa, her gece TV’lerde yorum yapıyorlar; haftalardır Gazze-Tünellerini konuşuyorlar fakat birisi çıkıp şu tarihi gerçekten söz etmedi. Çünkü bilerek konuşan insanlar yok denecek kadar azaldı…
Teşekkürler Murat Bardakçı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Gruplarda bu değerli iletiyi paylaşacağım, …
Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: [1/1 11:01] Haluk Öztürk: OSMANLI ve TÜRKLER
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı. Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz… Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler….
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir. (1517) ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler. İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur. Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır… İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar. Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir. (Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!” “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.) Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur… 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur. Yine bu dönem, Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir. 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…) Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir…
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar… Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar… Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıva’dır… Buna tarihimizde “Ekrad Türkmanlar” denir…
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır.) Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve Alevilik bu politikalar sonucu gelişir ve büyür. Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki ne halifelikten vazgeçebilir artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir. Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler… Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar… (Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
11 Eylül 1683, Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır; 1299’dan 1683 Viyana Bozgununa kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir ‘’Türk imparatorluğu’’ Osmanlı varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?!… (Osmanlı bu dönem; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunundan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.) Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin; İslam’ı İslam değil miydi?
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu…
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir. Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
İşte bu yüzden, ‘’Arap sevici ve mezhepçi”, saltanatçı değil,
Cumhuriyetçiyiz, Türk’üz, Türkçüyüz…
Ne Mutlu Türküm diyene.
[1/1 11:12] Gürbüz Arıburnu: Yeni yılımızın ilk gününden Ümmet miyiz Yoksa Türk mü?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: FRANSIZ’IN GÖRDÜĞÜ GERÇEĞİ GAZZE’YE FRANSIZ KALANLAR’ın GÖREMEMESİ ÜZÜCÜ DEĞİL Mİ?
Fransa’nın Irak savaşına karşı yürüttüğü muhalif pozisyona liderlik eden Fransa eski Başbakanı Dominique De Villepin Fransız BFMTV’ye konuştu:
“Ukrayna’da ve Orta Doğu’da yaşananları karşılaştırdığımızda, dünyanın her yerinde kınanan bu çifte standardın bir bakıma kanıtına dönüyoruz. Eleştiriler hep aynı:
‘Gazze’de sivil halka nasıl davranıldığına bir bakın! Aynı şey Ukrayna’da cereyan ettiğinde Ukrayna’da olanları hemen kınıyorsunuz, fakat Gazze’de yaşanan trajedi karşısında çok çekingensiniz!’
Oksidentalizm, 5 asır boyunca dünya siyasetini yöneten Batı’nın, her şeye karışma işine sessizce devam edebileceği düşüncesidir. Fransız siyasi sınıfının Filistin tartışmalarında bile açıkça görebiliyoruz ki, şu anda Orta Doğu’da yaşananlar karşısında, din ya da medeniyet savaşına benzeyen bu savaşa yönelik bir siyasete göre devam etmemiz gerektiği fikri hâkim. Bu da kendimizi uluslararası sahnede daha da izole etmek anlamına gelecektir. “
Haberin Devamını Okumak İçin; 👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ebubekir Tanrıkulu DİB Emekli Uzman.
MİLLETİMİZİ NASIL İSLAMDASOĞUTTULAR?
Aziz Kardeşlerim!
Önce 1. Dünya savaşında Şerif Hüseyin ile oğulları Faysal ve Abdullah’ın kontrolünde başlayan bir avuç Arap’ın isyanını bahane ederek Müslüman Türklere Arap düşmanlığı Empoze ettiler. Halbuki 1822’ler de Mora’da Rum isyanında, Balkan ve Ermeni mezaliminde çok daha fazla Soydaşımız hayatını kaybetmişti fakat bunları dile getirmezler.
Sonra Müslüman Türkler ‘in İslam’ı yaşamasını “Araplaşmak” yalanı ile kara Propaganda malzemesi yaptılar. Hani Arap düşmanlığı ekmişlerdi ya!
Ecdadımızın kendi kültürüne özgü başında taşıdığı kefenini (Sarığını) bile Arap kültürü yalanına soktular. Oysa Araplar Kefiye takar.
Kur’an-ı Kerim öğrenilmesin diye 600 yıllık Yazma-Okuma tasarrufu sağlayan, Çabuk anlama ve idrak etme imkanına sahip “Şakuli-Düşey” Alfabemizi değiştirdiler.
Bitti mi? Bitmedi tabi. Yine Arap düşmanlığı üzerinden Yüce Dinimiz İslam’ı Arap Dini imiş gibi gösterdiler. Halbuki İslam Evrenseldir ve Peygamber (s.a.v) Efendimiz bulunduğu dönem itibarı ile Devr-i Kıyamete değin “Alemlere Rahmet” olarak gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim Bütün insanlığa Rehber olarak inmiştir.
“Türkler Arapların Dini ‘ne girmeden öncede büyük Milletti” algısı ile İslam’ı sanki sadece Arapların Dim’i imiş gibi göstermeye çalıştılar. Halbuki İslam bütün İnsanlığın dinidir. Tarih şahittir ki şerefli milletimiz, yetişmiş, ulema, süleha, sultan, vezir, kumandan, hayır sahipleri, ashabı kiramdan sonra İslam’a en büyük hizmeti yapmışlar, bugün onların emanetini yeniden ihya edecek, ilayı kelimetullah uğruna gayret edecek Müslüman Türk evlatlarına, onları yetiştirecek kadrolara ihtiyaç vardır. Hakla Batılın, küfürle imanın, şeytanla insanın mücadelesi bitmiş değildir.
BİR YAHUDİ NEDEN TÜRK İSMİ ALIR VE TÜRKÇÜLÜK YAPAR? Mohis Kohen (Munis Tekinalp)
Serez’de doğan Moiz Kohen (Cohen) Tekin Alp, Munis Tekinalp, Musa Tekinalp adlarını kullandı. Babası İzhak Kohen bir hahamdı. Öğrenim hayatına Serez’de başladı. Daha sonra Selanik’te Alliance Israelite Universelle ile Yahudi okuluna aynı zamanda devam etti. Ayrıca 1907’de Selanik’te Ecole Imperiale de Droit’da okudu, ardından İstanbul’da hukuk tahsil etti. 1908’de Selanik’te Matild Bendavid ile evlendi. Meslek hayatına Selanik’te mezun olduğu Yahudi Öğretmen Okulu’nda kısa bir süre hocalık yaparak başladı. Gazeteciliğin yanı sıra serbest avukatlık yaptı.
1905’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. Selanik’in 1912’de Yunan işgaline uğraması üzerine birkaç aylığına Viyana’ya gitti, daha sonra İstanbul’a yerleşti.
Türkçülük ve Kemalizm alanlarında fikri siyasi çalışmalar yapan Tekinalp, 1908’den itibaren İttihat ve Terakki’nin resmi yayın organı olan İttihat ve Terakki gazetesinde yazmaya başladı.
Ziya Gökalp’in etkisinde kalarak 1911’de Ziya Gökalp’in başında bulunduğu, Türkçü bir çizgide yer alan Yeni Hayatçılar grubuna girdi. Daha sonraları Kemalizm’in şiddetli savunucularının başında yer aldı. Yazdığı kitaplarında “Kahrolsun Şeriat” deyimini kullandığı bilinir.
Bu güruhun amacı Türkleri İslam’dan soğutmak, İslam Milletleri ile arasına bir set çekmek ve İslam coğrafyasından koparmaktır. Onun için Aziz Kardeşlerim. Dinimiz İslam’a, Efendimiz Hz. Muhammet Mustafa (sav)’in Sünnetine, Kitabımız Kur’an’a, kısaca Ehl-i Sünnet vel cemaat yoluna özümüze dönelim. Tarihimizi doğru güvenilir kaynaklardan öğrenelim. İmanlı ahlaklı, bilgili, şuurlu bir nesil yetiştirelim. Dostumuzu düşmanımız doğru tanıyalım. Güneş balçıkla sıvanmaz. İslam’ın nurunu kimse söndüremeyecektir. Atalarımız boşuna söylememiş Gavurdan dost, domuzdan post olmaz. Bu millet özüne dönüyor, bütün oyunları, ihanetleri bozacak. Zafer Hakkın ve Hakka inananlarındır.
Ebubekir Tanrıkulu Hoca.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000823-VIDEO-2023-11-07-20-42-36.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Aliya Izzetbegoviç 1997’de Tahran’da İKÖ toplantısında şunları söyler:
“Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir.
Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler.
Bunlar, Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz.
Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın. (5/48)”
(Izzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, Klasik Yayınları s. 414)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim, bizi İslam’dan kimlerin soğuttuğunu siz çok daha iyi biliyorsunuz…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Biz bu olayların bin beterini Millî Mücadele yıllarında yaşadık… Allah yâr ve yâranları olsun…En güzel empatiyi de Suudlar yapıyor… Full festival.,4ay…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “İlber Ortaylı’dan Tarihimiz”
Osmanlı diye insan yoktur, Türk vardır,
Çerkez vardır,
Kürt vardır,
Gürcü vardır ama Osmanlı yoktur.
Osmanlı olunmaz Osmanlı doğulur, onun için de “Osmanoğulları’ndan” olmanız gerekir.
Bu da bir millet değil ailedir. Kendi soyunu inkâr edip de taht sahibinin soyunu benimsemek bir tek bizim ülkemizde görülüyor sanırım. Kimliğini yitirip bir aile adının boyunduruğu altına girmeye heves edenlerin vecizesi. Ancak kul köle olmayı bilenlerdir bunlar.
‘OSMANLIYIM’ DİYENLER
BUNLARI DA BİLMEK ZORUNDA!
✅1920’de; nüfus 12 milyon dolayındaydı.
✅11 milyon kişi köyde yaşıyordu.
✅40 bin köyün 38 bininde okul yoktu.
✅Traktör yoktu; Hititlerden kalma Kağnı ve Kara saban kullanılırdı.
✅5 bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar da insanlar da kırılıyordu. Yaklaşık;
✅2 milyon sıtmalı,
✅1 milyon frengili ve
✅3 milyon trahomlu insan vardı.
✅Anadolu’da; verem, tifüs, tifo salgını kol geziyordu;
✅Doğan her iki bebekten biri (AS: bizdeki bilgilere göre her 5 bebekten 1’i) 1 yaşına gelmeden ölüyordu;
✅Ortalama yaşam süresi 40 yıl kadardı. Memlekette;
✅Doktor sayısı 337,
✅Ebe sayısı 136,
✅Eczacı sayısı 60 idi.
✅Diplomalı Diş hekimi yoktu.
✅Limanlar, madenler, demiryolları yabancılara aitti. ✅Toplam sermayenin yalnızca %15’i Türk sermayesi sayılabilirdi.
✅Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan yalnızca dört fabrika vardı,
Hereke ipek,
Feshane yün,
Bakırköy bez,
Beykoz deri…
✅ “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras” listesinde 85 milyon Lira (600 ton altın) borcu da unutmayalım.
✅Elektrik yalnızca İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı.
✅Otomobil sayısı 1500 kadardı…
✅Kadın, insan değildi.
✅Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken…
✅Osmanlıcıların yere göğe sığdıramadıkları Abdülhamid Han Hazretlerinin (yaş olarak tümü “çocuk” sayılacak 16 karısı vardı: Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur….
✅Osmanlıcıların “dedemiz” dedikleri Abdülmecid’in de 22 karısı vardı. (Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)
✅Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu.
✅Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak ya da çalınmış, gemilerle, trenlerle Avrupa müzelerine götürülmüştü.
✅Takvim ve Zaman birliği de yoktu;
Kimisi güneş batarken ‘Grubi Saat’i esas alıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi güneşin tümüyle battığı ezani saat’i esas alıyordu; kimisi zevali Saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu.
“Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bir ses çıkıyordu.
✅Kimisi ‘hicri takvim ‘kullanıyordu, kimisi ‘Rumi takvim ‘kullanıyordu. Kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda, farklı saatlerde yaşıyordu!
✅Dirhem, okka, çeki vardı.
✅Arşın, kulaç, fersah vardı.
✅Ne Orta çağdan kalma ağırlık ölçüleri dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne de uzunluk ölçüleri…
✅Erkeklerin yalnızca %5’i, kadınların binde 5’i okuma – yazma biliyordu.
✅Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi.
✅Okul yaşı gelen her dört çocuktan zaten üçü okula gitmiyordu.
Toplam,
✅4894 ilkokul,
✅72 ortaokul ve yalnızca
✅23 lise vardı.
Ülkedeki liselerin tümünde salt 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu.
✅Tek üniversite vardı, Darülfünun, medreseden halliceydi.
✅Ülke Bilim’den çok uzaktı.
✅600 yıl boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti.
✅Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti.
✅Kelimelerin yalnızca %5 kadarı Türkçeydi.
✅Arap alfabesiyle Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
✅ “Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik…”
Falan deniyor ya…
İbrahim Müteferrika’dan başlayarak 150 yılda basılan toplam kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz?
Yalnızca 417’ydi ki, zaten, ülkeye matbaayı getiren Abraham Müteferrika da Macar kökenli bir devşirmeydi.
✅Oysa Gutenberg’in çalışan ilk matbaasından sonra, yani 1453’ten 1850’ye dek 400 yılda Avrupa’da 8 milyon kitap basılmıştı.
✅Voltaire, bir kitabında şu belirlemeyi yapmıştı: İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan daha azdır!
✅Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyamaz haldeymiş…
✅Sen önce adam gibi, nesnel bilgi veren iki kitap oku da Dünyadan haberin olsun biraz!
İlber Ortaylı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Bir yazının okumaya değer olabilmesi için, altına isim yazmak yeterli değil, nerede yazmış veya söylemiş, kaynak zikredip, delil ve belgelerini göstermiş ise atıfta bulunmak gerekir. Sosyal medya yalan pazarıdır. Yalanlar üzerine görüş beyan etmek ömrünü israf etmektir. İşi vaktinden çok olanlar böyle gayri ciddi yazılarla meşgul olmamalı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BUNU YAPABİLİRİZ! BU GERÇEKTEN MÜMKÜN!
İsrail;
Kasıtlı, bilinçli, sistematik olarak
Gazze’de çocukları hedef alıyor.
Çocuk katliamını özellikle planlamış.
Bu;
En yalın haliyle savaş suçudur.
En yalın haliyle etnik temizliktir.
En bilinen haliyle Soykırımdır.
Bu suçların bütün unsurları oluşmuştur.
Sadece devlet olarak değil…
İsrail Başbakanı,
Savunma Bakanı,
Genelkurmay Başkanı,
Gazze işgaline katılan askerlerin her biri,
İşgal birliklerinin başındaki komutanlar,
İsrail Hükümet Kabinesi üyelerinin tamamı…
İnsanlık suçundan suçlu ilan edilmeli.
Bunun için tam bir liste hazırlanmalı.
Sıkı bir takip yapılmalı.
Bu suçlular İsrail dışına çıkamayacak hale getirilmeli.
Devletimiz.
İnsan hakları kuruluşlarımız.
Hukukçularımız.
Mahkemelerimiz.
Bu alana kapsamlı bir çalışma yapmalı.
Bu kişileri, Batı’da kurulan mahkemeler yargılamazsa;
Coğrafya eksenli bir savaş Suçları Mahkemesi kurulmalı.
Avrupa’da sokakları dolduran vicdan sahiplerinin katkıları da buna ortak edilmeli.
Bir insani seferberlik hattının temelleri atılmalı.
Bu mümkün…
Ali Koçak’tan alıntıdır.,.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Siyonist Yahudi anlayışına göre, Yahudi olmayan insanlar, Yahudilere hizmet için vardır; isteklerini yerine getirmeyenleri, diledikleri gibi asıp kesebilirler; bu onlar için bir suç değil, tahrif edilmiş dinlerinin gereği bir ibadettir.
Bu insanlık düşmanlarını hakkı ile tanımayanlar, Gazze’deki vahşetlerini görünce şaşırıyorlar.
Projeleri içerisinde Türkiye’nin bir bölümünü almak da olduğu için, Cihat Yaycı Paşanın da ifade ettiği gibi nihai hedefleri Türkiye olacaktır. Bu kaçınılmaz final için Türkiye, sıranın kendisine gelmesini beklemeden, İsrail zulmüne maruz kalan herkese yardım etmeli, diplomatik ve askeri açıdan gereken her şeyi yapmalı, kaçınılmaz olan fiili karşılaşmaya da hazır olmalıdır.
Hükümetlerin aksine, Batı ülkeleri vatandaşları, ABD ve diğer bütün Hristiyan dünyasının akıl ve tefekkür sahibi insanları Filistin halkını (Filistin’de Müslüman ve Hristiyan halk bir ve beraber hareket edebiliyor) desteklediğini bilmem bilir misiniz?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yorumlar Doğru Bilgiler Üzerine Yapıldığı Zaman Muteber Olabilir.
İİT Zirvesi, Gerçek Filistin Tarihi, Yahudi İddiaların İçyüzü ve M. Aksa
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça Anlatıyor👇
1929 Yılında Mescid-i Aksa İle İlgili Uluslararası Mahkeme Heyeti Kararı 👇
1931 Kararnamesinin İngilizcesi 👇
1931 Kararnamesinin Arapçası 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Selâm ve sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İĞDE MUCİZESİ
İğdenin eti, et; derisi, deri ve çekirdeğiyse kemik, üretir. İğde, böbrekleri ısıtır ve hemoroidi tedavi eder. Kollar ve bacakları güçlendirir. İğde, akciğerinin enfeksiyonu kurutup, sulanmasını tedavi eder. Vücudun C vitaminin eksikliğini ortadan kaldırır. İdrar damlatmasını tedavi eder. İğde, kemik kırıkları ve çatlakları tedavi için, eşsiz bir ilaçtır. İğde çekirdeğin tozu, kıkırdak üretir ve süt ile karışımı ise eklem tamiri ve sırt ağrı tedavi eder. Avicenna tıp fakültesinde, iğde çekirdeğin tozu ile tedavi, arterit romatoid ve romatizma için basit, mükemmel ve güvenli bir tedavi yöntemidir. İğde, çok güçlü bir antioksidan etkisi vardır ve K vitamini ile midenin ve bağırsakların enfeksiyonu, yarayı ve ödeme karşı mücadele eder. İğde, karaciğer sirozu olan insanlar için etkilidir. İğde tozu, pıhtılaşan beyaz kan hücrelerinin miktarını azaltır ve kalp hastalığın riskini düşürür. İğde tozu, şeker diyetinin neden olduğu yüksek tansiyonu azaltır. İğde tozu yüksek tansiyonu olan insanlar için etkilidir. Yüksek miktarda lif nedeniyle, vücutta doygunluk hissine vererek iştahı azaltır ve zayıflamaya neden olabilir. Lif bakımından zengin ve bir kalsiyum kaynağı olduğu için, yaşlılar ve emziren anneler için tavsiye edilir, çünkü kemik erimesine önler ve sindirim sistemini güçlendirir. Bu yüzden bu anneden emmen bebek çok zeki olur. Migren baş ağrılarını tedavi eder ve Alzheimer’ı önler.
Kavurulmuş iğde tozu, arpa unu ve arpa kepeği ile bal ve süt karışımı, çocukların kemik ve et gelişimini ve zayıf olanlara ise kilo almaları için eşsiz bir besindir. Bir bardak süt içine bir çorba kaşığı iğde tozu dökün ve bir çorba kaşığı balla karıştırın. Her gün bir porsiyonu bir öğün ya da ara öğün olarak yiyin. Bu basit iksiri 14 gün boyunca yeme mucizesini görün, 70 veya 72 gün almanız kemik erimesi ve Alzheimer’ı tedavi etmek için mükemmel bir takviyedir. Kabızlık yaşayan bireyler tek başına iğde kabızlığı artırabilir ancak bir kaşık buğday ya da arpa kepeğiyle 5dk haşlaması bu sorunu düzeltir. Şifa Allahtan…
Bilgi Paylaştıkça çoğalır…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÇANAKKALE VE YAHUDİLER…!!!
Çanakkale Sebatay Sevi’nin Gelibolu’da ki Aydos Kalesine hapsedilmesi sonrası ciddi bir Yahudi göçü aldı. Sebatay Sevi’nin müritleri akın akın Çanakkale’ye yerleştiler. Sebatay Sevi’nin hikayesi çok enteresan ama konumuz değil.
Çanakkale’nin simgelerinden biri olan Aynalı Çarşı Yahudi İlya Halo tarafından inşa edilmişti ve çarşı esnafının tamamı Yahudi’ydi. Sadece Aynalı Çarşı değil Çanakkale’nin tüm ticari hayatı Yahudilerin elindeydi. Türkler ise hamallık, çiftçilik, çobanlık, küçük esnaflık ve memurlukla geçinebiliyorlardı. Yahudi sarrafların tefecilikleri, tüccarların çiftçileri sömürmesi ciddi boyutlara ulaşmıştı ve yöre halkında Yahudilere karşı içten içe biriken kin 1934’de alevlendi. CHP ve Halk Evlerinin yerel yöneticileri tarafından yönlendirilen halkın tepkisi kısa zamanda kontrolden çıktı. Yahudilerin dükkanları, evleri yağmalandı. Olaylar aralıklarla da olsa 1935’e kadar devam etti. Olaylarda ölen olmadığı gibi devlet aldığı önlemlerle göç eden Yahudilerin taşınmazlarını satmalarını, satmayanların mülkiyet haklarını güvence altına aldı. Pek çok Yahudi bu süreçte Filistin’e göç etti. Çanakkale’nin ekonomik hayat tamamen Türklerin eline geçti.
Bu olayların yaşandığı Çanakkale’yi 1935’de Mustafa Kemal Atatürk ziyaret etti. Halkın sevgi gösterileri arasında aracından inen Atatürk caddede yürüyerek ilerlerken vatandaşların arasından iyi giyimli bir kişi Paşa’nın önüne atılınca derdest edildi. Adamın yalvararak derdini anlatmak istemesi üzerine Atatürk adamı yanına çağırttı. “Hayırdır derdin nedir” diye sorduğunda adam; “Paşam bizi kovuyorlar… Ne yapacağız?” dedi. Adam Atatürk’ün kim olduğunu sorması üzerine kendini tanıttı.
“Paşam, ben Çanakkale Musevi’lerinden Avram Palto…” Atatürk adamın derdini anladığı halde bilmiyormuş gibi sordu;” Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Söyle bana…”. Adam cevap verdi; “Hayır paşam, halk kovuyor…”
Atatürk adama şu cevabı verdi; “HALK İSTERSE BENİ DE KOVAR…” Dedi ve yürümeye devam etti.
Mustafa Kemal Atatürk; kökü dışarda olan hiçbir cemiyetin Türklüğe bir faydasının olmayacağını gerekçe göstererek Mason Localarını kapatmaya karar verdi. Bu iş için ortam hazırlama görevini Mahmut Esat Bozkurt ve Recep Peker’e verdi. Her ikisi de Mecliste Mason Locaları aleyhinde ateşli bir konuşma yaparak locaların kapatılması gerektiğini anlattılar. Meclis kahrolsun Yahudi uşakları sloganlarıyla inlerken Mason olanlar dahil hiç kimse aleyhte söz etmemişti. Ortamın kıvama geldiğini gören Mustafa Kemal Atatürk Mason Localarını kapatma görevini kendisi de bir Mason olan İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’ya verdi. Localar 10 Ekim 1935’de İç İşleri Bakanlığı kararnamesiyle kapatıldı ve tüm malvarlıkları Halk Evlerine aktarıldı. Dr. Mim Kemal önderliğinde bir grup Mason kararın geri alınması için köşke çıktıklarında Mustafa Kemal Atatürk onlara siz kimsiniz, kime bağlısınız diye sormuştu. Dr. Mim Kemal’in “Bizler Cenova’ya bağlıyız Paşam, üstadımız Barca Mişon cenaplarıdır” sözü üzerine şiddetle azarlayarak huzurundan kovdu. Atatürk’ün kapattığı Mason Locaları 1948’de İsmet İnönü döneminde yeniden açıldı.
Bazı kanı bozuk, soysuz, nesebi gayri sahih müptezellerin sosyal medyada Mustafa Kemal Atatürk Yahudi’dir, Selanik dönmesidir, masondur şeklinde ki iftiralarına cevap olması için yazmak istedim. Mustafa Kemal ne Yahudi ne dönme nede Masondu. Hatta ne Hitler aşağılık bir ırkçı nede Olof Palme gibi aptal bir hümanistti. Milletine ve vatanına aşık büyük bir kahraman, muzaffer bir komutan ve en büyük Türk Milliyetçisiydi. Ruhu şad olsun. Teşekkürler…
AV. ATEŞ HATİNOĞLU
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Fatih’in Uzun Hasan’ı mağlup ettikten sonra gönderdiği fetih mektubunda mürde-i öbaş Türkman târikü’l iman” yani “imansız serseri Türkmen taifesi” ifadesini kullanırken, aslında kendisini, kendi soyunu aşağıladığının farkına bile varmaz. Çünkü artık o, kendisini Türk veya Türkmen olarak değil, bir imparatorluğun başı olarak görmektedir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: sonun başlangıcı Yar-Hisar hâkimi kızını Bilecek hakimine vermiş ve düğün dernek çatılmıştı. Her yıl Osman’ın servetini oluşturan ganimetler Bilecik kalesine emanet edilirdi ve bu malları teslim etmek için kadınlar kullanılırdı. Fakat Osman Bey, bu defa kadınların yerine kadın kıyafetine bürünmüş savaşçıları, eşya yerine silah yüklenmiş atları kaleye soktu. Halkın ve muhafızların önemli bir kısmı düğüne gittikleri için kale kolayca ele geçirildi. Osman, kaleyi ele geçirdikten sonra damada pusu kurmak için Kaldıralık Boğazı’na gitti ve düğün kafilesini basarak henüz el sürülmemiş Nilüfer adındaki gelini kaldırdı ve onu oğlu Orhan’a münasip gördü. Asıl adı Horofira olan gelin Osmanlı otağına gelen ilk Batılı gelindi.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ongin kitabesinde belirtildiği gibi “Üstteki Tanrı, Türk kavmi batmasın, feda olmasın demiş” Belki de o yüzdendir ki, aradan geçen 1200 yıllık uzun bir dönem boyunca Türk kelimesi hiç kullanılmamasına rağmen, bugün Türk denilen bir halk var ve Türk ismini yaşatmaktadır*. İnşallah kıyamete kadar da bu kelime yaşayacak ve yaşatılacaktır…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Falih Rıfkı Atay (1894-1971), “Batış Yılları” adlı eserinde: “Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabanî demekti. İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘Din ve milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti. Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık. Okullarda da Arap’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize ‘Osmanlı’ derdik.” (Atay, 2011, s. 11).
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Atatürk (1881-1938) de bir hatırasını şöyle naklediyor. “Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa Manastır Askeri İdadisinde öğrenci iken okuduğum ‘Ben bir Türk’üm, dinim cinsim uludur’ mısraı ile başlayan manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran, ilk anlamı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım günlerde, bir Arap binbaşının ‘Kavmi necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın?’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim ve onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. B*enim hayatta yegâne fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir*” (Bkz. Türk ve Türklük, TSE., s. 18-19).
Sevgili Devrem Yıldırım Özkan’dan alıntıdır…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gazze’den, Yaşayanların Beyanı ile Hamas-İsrail Savaşının Perde Ark. 👇
*وراء الستار لحرب حماس-إسرائيل ٢٠٢٣*
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam bugün “Hamas’ın üst aklı amacına ulaştı!”, başlıklı Necati Doğru’nun bir yazısını okudum. Çok ilgimi çekti…Okumanızı öneririm…
Selâm ve sevgiler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bilgilendirmeniz için Teşekkür ederim.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Necati Beyin aşağıda linkini verdiğim makalesi hatalı tespitlerle doludur; çünkü batılıların gözü ile olaylara bakıyor, haber kaynakları da Siyonizm’in kontrol ve denetiminde olan haber kaynaklarıdır maalesef.
Türk aydını geçinenlerin en büyük talihsizliği de budur. Kendi bakış zaviyesini oluşturabilecek bilgi ve haber kaynaklarından uzak ve kopuk olduklarının bazen farkında bile olamıyorlar. Çok az kişi bunun farkında olup daha doğru olanı öğrenme ihtiyacı duyar.
Bundan başka, yorum yaparken de sadece maddi zaviyeden bakabilen, inanç penceresinin genişlettiği ufuktan bakma imkânı olmayan, yani at gözlüğü ile bakanlar gibi değerlendirme yapabiliyorlar. Necati Beyin bu talihsizliğine mahkûm olmamak için değişik zaviyelerden bakabilenleri de okumak gerekir. Ben bu açıdan bakarak Farklı zaviyeden bakanları da okumaya gayret ediyorum. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000848-VIDEO-2023-11-13-18-36-13.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli dostlarım, sevgili milletim…Dünyadaki bütün savaşların bir sebepleri, bir de bahaneleri vardır…Bugün İsrail’in Gazze’yi ve batı Şeria’yı işgal etmeye çalışmasının nedeni Amerika’nın çok istediği-büyük İsrail’i- kurarak Ortadoğu’ya bir hançer gibi girmek istemesidir. Burada Rusya ve Çine karşı yakın olma isteği, Ortadoğu’daki büyük enerji -petrol ve gaz gibi-bölgelere hâkim olabilme arzusudur…Bunun içinde İsrail’i kullanmakta ve desteklemektedir…Bugün ki İsrail devleti bu durumu-Tevrat’ta yazdığını iddia ettiği vadedilmiş topraklar-nedeniyle yaptığını ileri sürerek bu savaşa–bahane-olarak göstermektedir. Bu sözde vadedilmiş topraklar Suriye Irak, İran’ın bir kısmını ve Türkiye’nin de Urfa’nın Harran ilçesine kadar olan bölgeleri kapsamaktadır…Amerika’nın asıl hedefi-Türki’yedir—bu böyle biline. Yunanistan’a yerleştirdiği silahlar, üsler ve gelmekte olan uçak gemileri, nükleer denizaltılar hep bu nedenledir…Herhangi bir Amerikan saldırısında bizler için cennet olan bu ülke onlar için cehennem olacaktır. Bu ülkeye giren bir daha çıkamaz. Amerika bunu da çok iyi biliyor ve öncelikle kültür emperyalizmi ile ülkeyi içten yıkmağa ele geçirmeye çalışıyor. Mutlaka kendi ulusal değerlerimize sahip çıkalım ve yoz emperyalist kültüre yüz vermeyelim…Birliğimizi kişisel veya politik nedenlerde zayıflatıp bölmeyelim.ve asla ve asla Amerika’dan korkmayalım…Ülkemiz dünyanın en güzel yerinde ve fakat en tehlikeli kısmındadır. Savunma sanayimizdeki gelişmeler birçok ülkeden endişe ile izlenmektedir. Bize f-35 vermemeleri, f—16’ları bile çok görmeleri kötü komşu misali ülkemizi savunma sanayiinde zirveye çıkarmıştır. Bizim hiçbir ülkenin silahına ihtiyacımız yok. Sadece birliğe ihtiyacımız var… Bu günlerde uyanık olmamız gerektiği için bunları yazdım. Düşman fırsat kolluyor benden söylemesi…Herkese selam ve saygılarımla…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BÜLENT ARPAD (E.SB.)
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Dünyadaki ilk paralardan birinde arı sembolü olduğunu biliyor musunuz?
Peki, ya balda canlı enzimler olduğunu,
Enzimlerin metal kaşıkla temasında öldüğünü biliyor muydunuz?
Bal tüketmenin en uygun yolunun tahta veya plastik kaşıkla olduğunu…
Balın, beynin daha iyi çalışmasına yardımcı olan bir madde içerdiğini biliyor muydunuz?
Bir insanın ömür boyunca tek besinle yaşayabileceği birkaç yiyecekten biri olduğunu…
24 saat için bir kaşık bal yeter.
Arıların ürettiği propolisin en güçlü antibiyotiklerden biri olduğunu biliyor muydunuz?
Balın son kullanma tarihinin olmadığını…
Büyük imparatorların bedenleri çürümesin diye balla kaplanıp, altın tabutlara gömüldüğünü…
Bir arının 40 günden az yaşadığını, 1000 çiçek ziyaret ettiğini, ömrü boyunca bir cay kaşığı kadar bal üretebildiğini biliyor muydunuz?
Bu keyifli yazıyı paylaşın lütfen. Birçok kişinin beğeneceğinden eminim. Keyifli akşamlar sevgili canlar
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Vizyonsuz politikası ile Suriye ile düşman olduk …Şimdi de barışmak için can atıyoruz …Avrupa’ya gitmesinler diye AB, ‘den para alıyor, “Ensar” söylemi ile Ülkenin demografik yapısını bozuyoruz … Allah akıl/fikir versin.,
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000854-PHOTO-2023-11-16-09-31-26.jpg eklendi>
<00000855-VIDEO-2023-11-16-09-33-54.mp4 eklendi>
<00000856-VIDEO-2023-11-16-20-39-30.mp4 eklendi>
<00000857-PHOTO-2023-11-16-21-24-26.jpg eklendi>
<00000858-PHOTO-2023-11-16-21-24-26.jpg eklendi>
<00000859-PHOTO-2023-11-16-21-24-26.jpg eklendi>
<00000860-PHOTO-2023-11-16-21-24-27.jpg eklendi>
<00000861-PHOTO-2023-11-16-21-24-27.jpg eklendi>
<00000862-PHOTO-2023-11-16-21-24-27.jpg eklendi>
<00000863-PHOTO-2023-11-16-21-24-28.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İŞTE GERÇEK DURUM …BİZ HAL OYUNDA, OYNAŞTAYIZ…AB.LİĞİNİN VERDİĞİ 3 KURUŞLA AVUNUYOR, OYALANIYORUZ…ESAS “BEK” MESELESİ BU …
UYANIRIZ İNŞALLAH BİR GÜN …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hamas kışkırtacak, İsrail askeri karşılık verecek ve uluslararası toplum ellerini ovuşturacaktı” (2011, Condoleezza Rice)
Aydın SEZER T
<00000866-VIDEO-2023-11-20-10-31-04.mp4 eklendi>
<00000867-PHOTO-2023-11-20-10-41-04.jpg eklendi>
<00000868-PHOTO-2023-11-20-10-43-13.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Bir kez daha düşünün!
Bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı, 30 yıllık garantiler verildi, hem de enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelaları kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüz yurt dışına sevk ediliyor ve çekiliyor?
-Neden stratejik devlet kurumları yok edildi?
-Neden, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi önlendiği halde rejim değişikliği yapılıp tek adam rejimine geçildi?
-Neden Meclis’in üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesi kaldırıldı?
-Neden denetleme-dengeleme mekanizmaları kaldırıldı?
-Neden vergilerimizin akıbetinin hesabı sorulamıyor ve verilmiyor?
-Neden Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi?
-Neden askeri okullar ve askeri hastaneler kapatıldı?
-Neden bazı savunma sanayii kuruluşları satıldı ve üretim yapamaz hale getirildi?
-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?
-Neden eğitim sistemi laik sistem dışına çıkarıldı, teknik ortaöğretim bırakıldı, yıl sonu ve kademe bitirme sınavları kaldırıldı?
-Neden ulus-devletin belkemiği olan orta ekonomik sınıf yok edildi?
-Neden üniversitelerin kalitesi düşürüldü: yüksek öğrenime giriş maliyetli ve zor, diploma verip çıkartmak kolay?
-Neden sağlık sistemi kötü işliyor, SGK fonlarını gereksiz tahlil ve ilaçlarla emiyor, sağlık görevlileri neden fazla nöbet ve çalışma karşılığında düşük ücretle çalıştırılıyor?
-Neden Anayasa hükümlerine uyulmuyor, en hayatî konularda ülke neden KHK’lar ile keyfi uygulamalara tabi?
-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk?
-Neden bağlı olduğumuz AİHM kararları uygulanmıyor?
-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi?
-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?
-Neden üretim ekonomisinden vazgeçildi?
-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta, dışa bağımlı olduk?
-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken (!) enerjide dışa bağımlılık arttı?
-Neden yıllar öncesinden bir Varlık Fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı? Yıllar öncesinden! …
-Neden İstanbul Finans Merkezi bir Enerji Hub’ı ile açılacak ve ülkemizin yeraltı zenginliklerinin pazarlaması buradan yapılacaktır?
-Neden Biden ile baş başa yapılan görüşmeye Dış İşleri diplomatları alınmadı ve hemen ardından sınırlarda “açık kapı” politikası ile genç erkek Afgan, Paki ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı?
Tek cevap: Yıkıcı ve Bölücü Emperyalist BOP projesi işliyor? Görevlisi de işbaşında!
Prof. Dr. Yavuz Kaya
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000870-PHOTO-2023-11-20-17-47-19.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÇAPA BATIYOR
Bu yazı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erbuğ Keskin’in Facebook sayfasından alınmıştır.
Prof. Dr. Erbuğ Keskin hocamızın yazısı. Maalesef olduğu gibi gerçek…
ÇAPANIN SON AKŞAMLARI
Çapa’da güneş batıyor bir akşam daha…
Hüzünlüdür akşamları hastanelerin…
Hekim olmaya ilk adım attığım yuvam burası benim.
İlk hastam… ilk sondam… ilk dikişim…
190 yıl önce kurulan ülkenin ilk Tıp Fakültesi…
Babamın okulu…
Hocalarımızın hocalarını yetiştiren akademi…
Her nesille giderek gelişen, modernleşen, ülkemizin ışıldayan bilim ocağı…
Yurdun her köşesinde… komşu ülkelerde… derdine çare bulunamayan insanların şifa kapısı…
Burası Çapa…
Bugünlere gelmesinde o kadar çok kişinin emeği var ki…
Ama son yıllarda bu yuva gözlerimizin önünde eriyor…
Avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor sanki…
Çapa zor durumda…
Çapa çok zor durumda…
Borç batağında…
Borçlarını 36 ay geriden zar zor ödeyebiliyor…
İşin en acısı ne biliyor musunuz?
Çalışmadığımız için değil… Çalıştığımız için batıyoruz.
Bir safra kesesi ameliyatı yaptığımızda devletin hastaneye ödediği para 1100 TL… Ama o ameliyat bize en iyimser şartlarda 1800 TL ye mal oluyor… Yani derdinden kurtardığımız her hasta da 700Tl zarar ediyoruz.
Devletin her hizmet için hastaneye ödediği bir fiyat var ve bu fiyatlar yıllardır değişmedi. Oysa kullandığımız malzemelerin fiyatı defalarca katladı…
Yani devlet bize diyor ki;
Pahalı tedavileri sakın uygulama…
Sakın ameliyat yapma… yapmak zorunda kalırsan ilçe devlet hastanelerinde bile yapılabilen basit ameliyatları kabul et…
Sadece muayene yap… Hızlı hızlı… fazla tetkik isteme… fakültenin ayakta kalabilmesinin belki de tek yolu muayene yapmak…
Hastaya bir faydası yok ama zarar ettirmiyor…
Ne kadar çok muayene yaparsan ne kadar az tetkik istersen o kadar kazanırsın diyor devlet…
Ama burası Çapa, biz her türlü baskıya rağmen, halkımızın en modern tedavi yöntemlerinden faydalanmaya devam etmesi için elimizden geleni yapıyoruz
Bu nedenle her yıl giderek daha zor duruma düşüyoruz…
Sonunda şelale olan bir ırmakta sürüklenen bir sandalda gidiyor gibiyiz.
Hepimiz kaçınılmaz sonu görüyoruz.
Bakın, şimdiye kadar hep eleştire geldiğimiz, çatısı akan servislerden, su basan ameliyathanelerden, çökmek üzere olduğu için son anda terk ettiğimiz binalardan, sırf kamuoyu mutlu olsun diye kapasitesinin 4-5 katına çıkarılan öğrenci sayısından filan söz etmiyorum…
Türk ve dünya tıbbına sayısız katkıları olmuş… kaç nesil hocalarımızın emeğiyle bugüne gelmiş bir mabedin çöküşünden bahsediyorum…
Çapa çöküyor diyorum…
Artık başka yerde çare bulamadığınız dertlerinize çare olan Çapa olmayacak…
Cerrahpaşa, Ege, Dokuz Eylül, Akdeniz, Çukurova, On dokuz Mayıs da olmayacak…
O berbat hastane şartlarında bulunmaya yarım saat dayanamayan insanlar sağlık çalışanlarının orada bir ömür tükettiğini göremiyorlar.
Halkın sağlığını geri dönülmez bir şekilde tehlikeye atan bu çarpık sağlık sisteminin tek sorumlusunun onlar olduğunu düşünüyorlar.
Her gün her kanalı kullanarak sağlık çalışanlarını şikâyet ediyorlar…
Bunları size niye anlatıyorum biliyor musunuz?
Bu insanlara söyleyin lütfen…
Bizi yine şikâyet etmeye devam etsinler…
Ama fakültelere geldiklerinde işlerin aslında neden yürüyemediğini de görmeye çalışsınlar.
Mesela Bilgi edinme hattına;
” Benim 2000 liraya mal olan ameliyatım için fakülteye neden 1000 lira ödüyorsunuz?” diye sorsunlar…
” Modern tıbbın keşfettiği çok daha etkili tedavi yöntemleri ve Tıp Fakültelerimizde yılların emeğiyle bunları kullanmayı öğrenmiş doktorlar varken, neden sırf sizin politikalarınız yüzünden ben çağdışı yöntemlerle tedavi olmak zorunda kalıyorum diye sorsunlar”
” Başka yerlerde gösteriş için trilyonlar harcanırken neden Tıp Fakültelerini parasızlık içinde yok olmaya itiyorsunuz? diye sorsunlar”
” Çapa çökerse, devasa Şehir Hastaneleriniz onun yerini tutar mı sanıyorsunuz? diye sorsunlar”
En çok da…
” Başınıza bir şey geldiğinde kendinizin de koşarak bu ölüme terk ettiğiniz kuruma geldiğinizi unuttunuz mu?” diye sorsunlar…
Çapa da akşam oluyor…
Zaten hüzünlüdür hastane akşamları…
Ama artık bir farklı…
Çapa çok badireler atlattı…
İki Meşrutiyet,
İki dünya savaşı,
Sayısız darbe gördü…
Hepsinden etkilendi …
Ama bu sefer farklı…
Eğer halkımız kendi fakültesine sahip çıkmazsa …
Çapa’nın üzerine güneş batacak akşamların sayıları zannettiğinizden çok daha az kaldı. Ben paylaştım sizler de paylaşın lütfen. Biraz duyarlılık”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah rahmet eylesin, Yusuf kardeşimin yetiştiği hastanesi…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ve aleyküm selam muhterem Hocam,
Teknik detaylarının tamamına vakıf değilim, ancak yine de fikir beyan etmek isterim…
Evet yazı kısmen doğru… Ancak SGK aynı tarifeyi bütün hastanelere uyguluyor.
On yıllardır birçok hoca ya Nişantaşı’nda özel muayenehanelerde veya büyük sermayenin hastanelerinde hastaları sömürdüler… Çapa asıl o zaman batıyordu. Dededen toruna kürsüler miras bırakılırken, başarılı hekimlerimiz laik yobazların göz zevkini bozduğu için akademik ortamlardan kovulurken batmıyordu da şimdi mi batıyor? Sağlık bilimleri üniversitelerine bağlı çalışan araştırma hastaneleri de aynı şartlarda çalışıyor; bir zahmet onları örnek alabilirler…
Yukarıdaki notu da fikrini sorduğum, Çapa mezunu, idareci bir hekim arkadaşım yazdı albayım.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000874-VIDEO-2023-11-21-07-57-16.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim Kardeşim… Hayırlı günler diliyorum…
Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İzzeddin el-Kassam
Osmanlı Askeri olduğunu biliyor musunuz?
Suriye’nin Lazkiye kasabasına bağlı Cebale köyünde doğdu. Ailesi son derece dindardı. Köy öğretmeni olan babası hayat görüşünün oluşmasında büyük rol oynamıştır. 14 yaşında köyünden ayrılarak Kahire’de El-Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu ve burada Müslüman Kardeşlere katıldı. Çok geçmeden kendi çevresini oluşturdu. Daha sonra köyüne dönen el-Kassam köyün camisinde imamlık yapmaya başladı. Vaazlarında İslâmî dirilişin ancak öze dönerek sağlanacağını, emperyalizmin en büyük düşman olduğunu dile getirdi. Kassam’ın ünü giderek tüm Suriye’ye yayılmaya başladı.
1911’de İtalya’nın Trablus’u işgal etmesi üzerine bölgeye giderek Osmanlı birlikleriyle İtalyanlara karşı savaştı. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusuna yazıldı. Savaşın ardından Şam’ın Fransız işgalinden kurtarılması için mücadele etmeye ve halkı örgütlemeye başlayan el-Kassam, gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. 1922’de Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı ve o zaman Filistin topraklarında olan Hayfa kenti yakınlarında bir köye yerleşti. Filistin topraklarının Yahudi göçmenlerce işgalci bir şekilde alınmasına ya da işgal edilmesine şiddetle karşı çıktı. Hayfa’daki İslâmî bir okulda öğretmenlik yapmaya başladı ve Genç Müslümanlar Birliği’ne katıldı. Burada tesadüf eseri Filistin ulusal savaşına önderlik eden el-Fetih’in fikir babası Hacı Emin el-Hüseyni ile tanıştı. Ancak onun milliyetçi fikirlerinden uzaktı. Yıllar sonra Hacı Emin ve el-Kassam’ın fikir önderliğini yaptığı hareketler, Filistin Kurtuluş Örgütü ve HAMAS haline dönüştü ve birbirlerine rakip olmaya devam etti.
Şeyh İzzeddin el-Kassam, Fransız işgaline karşı direnmek amacıyla küçük askeri hücreler kurdu. Lübnan-Filistin sınırında gerilla savaşı başlattı.
El-Kassam’ın silahlı mücadelesi Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını destekleyen İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1935 yılında el-Kassam bölgede dolaşırken 500 İngiliz askeri tarafından kuşatıldı ve şehit edildi. Allah gani gani Rahmet etsin.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Rıfat Serdaroğlu
DÜNYANIN BULUŞAMAMA NOKTASI
Uçağınız İstanbul Havalimanına indiğinizde şu anonsu duyarsınız;
“Dünyanın Buluşma Noktası İstanbul Havalimanına Hoş geldiniz!”
Sıkça seyahat ediyorsanız, özellikle kış aylarında dünyanın buluşma noktasında kimse ile buluşamazsınız! Çünkü İstanbul Havalimanına ulaşamazsınız!
120 günlük kış sezonunun en az 60-90 günü hava şartları gerekçesiyle uçuşa kapalıdır İstanbul Havalimanı!
Ya ülkenin diğer havalimanları? İzmir Adnan Menderes, Ankara Esenboğa, ülkenin doğusu ve güneydoğusundaki havalimanları açıktır. İstanbul’a inemeyen yerli ve yabancı uçaklar bu illere yönlendirilir…
Bir yere Havalimanı yapılmadan önce, “Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı (ICAO) standartlarına mutlaka uyulmalıdır. Çok sayıdaki şartlardan biri, o yerin geriye doğru 20 yıl boyunca her mevsimde, gece-gündüzdeki hava-yağış-rüzgâr yönleri-zemin incelenmesi şartıdır. Şartlar uygunsa havalimanı için izin verilir.
Asker Emeklisi bir dostum şu mesajı atmış;
“1986 yılında Teğmenliğimi ve Üsteğmenliğimi o bölgede yaptım. Kışın hava öyle sert olurdu ki ekmek, Askeri Birliğe tank ile götürülürdü. Hatta, ekmek götüren bir tank kaybolmuş ve ancak 24 saat sonra bulunmuştu. Havalimanını yapmadan evvel keşke bizlere sorsalardı!”
İstanbul Havalimanı için uzmanlarla konuştuğumuzda bize söylenen “Bu bölgede YAN RÜZGARLARIN çok sert olduğu ve uçuşa-inişe engel olacağı yönünde idi.
Ayrıca burası kuşların geçiş yolu idi! Zemini hiç sağlam değil.
Tabii ki uzman görüşleri dinlenmedi ve bir yolla uygun raporlar alınması sağlandı.
Milyonlarca ağaç kesildi. Çok sayıda iş kazasında ölümler yaşandı.
19 Kasım Pazar günü DOĞRU Partinin Silivri İlçe Kongresine katılacaktım.
TK 2313 sayılı 10.40 uçağına yer aldım. Sonuç, İPTAL!
Neden iptal diye sorgulayınca daha korkunç bir bilgiye ulaştım;
“10.40 uçağı büyük gövdeli bir THY uçağı olduğu için iptal edildi. Büyük uçakların fırtınalı havada alacağı Yan Rüzgarlar nedeniyle uçuş güvenliği yoktur. İptal sebebi budur.”
Kış aylarında sadece küçük uçaklar inebiliyorsa, neden bu havalimanını yapıp, Türk Milletinin milyarlarca dolarını saçıp savurdunuz?
Atatürk Havalimanının neresi AKP’ye battı da tek pist bırakıp, AKP miting alanı haline getirdiniz?
Yabancı Uçak Şirketlerinin uçaklarının tamamına yakını büyük gövdeli uçaklar!
Şimdi anladınız mı İstanbul Havalimanına yabancı uçaklar niçin inmez?
CB Erdoğan’ın özel uçak filosunun en büyük gövdelisi, kendisine HEDİYE edilen uçaktır. Erdoğan, Almanya’ya gitti, aynı gece ülkeye döndü ve büyük uçağıyla iniş yaptı! Yaptı da nereye? İstanbul Havalimanına mı?
Yok be arkadaş, Erdoğan’ın büyük gövdeli uçağı, kapatılan, biri hariç tüm pistleri kırılan, millet bahçesi ve miting alanı yapılan Atatürk Havalimanına indi!
Eh be Şapşikler, eh be cahiller! Atatürk Havalimanını neden kapattınız?
5’li çetenin daha çok para kazanması için mi? Yanlış yere hatalı olarak yapılan İstanbul Havalimanında meydana gelecek ölümlü bir kazanın sorumluluğunu taşıyabilecek misiniz?
Bir işiniz doğru olsun da dişimizi kıralım be arkadaş! Yargılanacaksınız!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000879-PHOTO-2023-11-21-10-30-54.jpg eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu bilgiler doğru değil, İstanbul Hava limanı, emperyalist ülkeleri çok ciddi şekilde rahatsız eden büyük bir proje, engellemek için çevrilen entrikaları bilseniz şaşırırsınız. Şimdi de algı operasyonu olarak yazılanları paylaşıp duruyorlar. Bu proje devletin kasasından ödemesi yapılan bir proje de değil.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İnşallah sizin dediğiniz gibidir, âmâ kış şartları ve yaşananlar maalesef bunları teyit ediyor… ATATÜRK HAVA Limanı’nın kullanılamaz hale getirilmesini de halâ anlamış değiliz…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu havaalanı da kullanılıyor fakat sivil yolcu uçuşları için değil. Başka maksatlar için kullanılıyor.
O havaalanı için, kendi bütçelerinden milyarlar harcayan şirketler, sıradan insanların bilip gündeme getirdiği konuları araştırmamış olduğunu zannetmek size göre normal olabilir mi?
Devlet o havaalanı için tek kuruş ödemiş değil, yap işlet devret sistemi ile yapılmış bir proje.
Şirketlerden biri sizin şahsi şirketiniz olsa, servetinizin önemli bir bölümünü yatıracağınız böyle bir işe gerekli araştırmayı yapmadan yatırım yapar mısınız? Bu soruyu kendinize sorup kendiniz cevabını verirseniz, algı operasyonlarına alet olmazsınız.
Şu anda sürenin yarısına yakını geçti. Bir müddet sonra o hava alanı bir kuruş ödenmeden devlete teslim edilecek.
Şu anda İstanbul’da mevcut 3 Boğaz köprüsünün hepsine de karşı çıkılmadı mı? Onlara karşı çıkanların iddialarını bugün tekrarlayacak olsak gülmeyecek bir kişi tasavvur edebiliyor musunuz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Valla ben hiç gülemiyorum. Yolcu ve vasıta sayısı verilerek yapılan yol, köprü, hava limanının Hazine garantili olduğu ve bizim vergilerimizle ödendiğini, -geçmesek de- cümle âlem biliyor değerli Hocam…Ekonomik felâketimiz ve enflasyon sizi herhalde pek ilgilendirmiyor gibi …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000884-VIDEO-2023-11-21-16-48-27.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Acizane her gün 50-60 ülkenin (ABD, Avrupa ülkeleri (İngiltere, Almanya Fransa gibi bütün ülkeler), Rusya, Çin, Filipin, Avustralya, Arap ülkelerinin tamamı gibi ülkelerin) kültürlü insanları ile irtibatını sürdüren, dünyaya farklı zaviyelerden bakabilen, muhalif düşünceleri de külfet kabul etmeden okumaya, dinlemeye çalışan, particilik zaafı taşımayan bir eğitimciyim. Doğrunun yanında, yanlışın karşısında olmaya çalışır; elimden geldiği, gücümün yettiği kadar hayır projelerine destek olmaya gayret eden emekli bir eğitimciyim.
Yirmi beş senedir şahsım için giyim eşyası almış değilim. (Elbise, ayakkabı, gömlek vs. gibi). Sabah çok basit ve sade bir kahvaltıdan sonra ikindiyi müteakip günde 1 defa yemek yerim; çoğunlukla tek çeşit yemekle iktifa ederim. Beş yıldır aracım yok; toplu ulaşımla işimi görürüm. Köyüme gider, çay bahçelerimizin işlenmesine müzaheret ederim. Rabbim az gelirime çok bereket verdiği için maddi sıkıntı yaşamam. Benim gibi yaşayan hiç kimse hayat sıkıntısı yaşamaz kanaatindeyim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya Değerli Kardeşlerim ben sizi çok ayrı bir yere koyuyor, sizi kendim gibi bildiğim için samimiyetle dertleşiyorum. Sitemkâr sözlerim aslında size değil, ama galiba nazım size geçiyor …Dinimizi ve milli hassasiyetlerimizi savunup da acımasızca harcayanlara benim tepkim.
Sürç-ü lisan ettikse af fola.
Selâm ve sevgilerimle… Değerli Kardeşim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Laiklik Selçuklu kaynaklı mı, Fransız kaynaklı mı, tartışmasının anlamlı olabilmesi için doğru anlaşılmış ve doğru uygulanmış olması gerekir. Oysa Türkiye hiç bir dönemde laik olmadı; şimdi de değildir.
Bu konuda samimi ve dürüst bir irade de sergilenmemiştir.
Aynen Cumhuriyetin İslami kaynaklı olmasına rağmen, hiçbir dönemde samimi ve dürüst uygulanmadığı gibi.
Cumhuriyetin, Laikliğin tahrif edilmiş, çok affedersiniz ırzına geçilmiş, kirletilmiş, çamurlaştırılmış halidir Türkiye’de uygulanan. Türkiye’de Laiklik Din düşmanlığı olarak uygulandı diyenler bile yanılıyor. Türkiye’de hiçbir dönemde Musevilik ve Hristiyanlık düşmanlığı devlet politikası haline gelmediği gibi halkında, kurumlarında gündeminde devamlı yer işgal etmemiştir.
Türkiye’de sadece İslam düşmanlığı yapılmış ve sürdürülmüştür. Şu anda Laiklik perdesi arkasında maksatlarını gizleyenlerin derdi asla Laiklik veya Cumhuriyet değildir. Hiçbir Müslüman Cumhuriyetin özüne karşı değildir; olamaz. Ama dünyada bir sürü istismar edilen sahte cumhuriyet yok mu? Dünyada halkının kahir ekseriyetinin mensup olduğu dine düşmanlığı alenen sürdürebilen Türkiye’den başka tek bir ülke dahi yoktur.
Hatta dünyada demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramları, hakkını vererek uygulayan hiçbir ülke de yoktur.
Buyurun BM karar ve uygulamalarını İsrail takmayıp uygulamadığı zaman, Atom bombası üretmesine, savaşta hiçbir insani değeri tanımamasına rağmen, batının değerlerini uygulamada görebilen varsa bize de göstersin görelim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam, Size tamamen katılıyorum…Görüş ve değerlendirmeleriniz çok kıymetli ve çok doğru. Ancak merak ettiğim, neden Ülkemizde dinimize karşı bu kadar tepki oluyor ve insanlar dine karşı tavır alıyorlar? Dindarım diyen ve dini enstrümanları kullanan ve bunu kendi siyasi çıkarlarına âlet edenlerin vebali yok mu? Samimi Müslümanları tenzih ederim, insanları Allah ile aldatanlar, bu tepkilerin oluşmasına sebep değiller mi? Dini sadece 5 şarta bağlayan, diğer yüce Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarını uymayan, “Ve ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyen güzel Peygamberimizin yaşam tarzına uymayan “Din görevlilerinin hiç mi vebali yok?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hatırlar mısınız bilmem daha öncede bu konularda benzer bir sorunuza cevap vermiştim. Tıp Fakültelerini 30 yıl kapatsak, İslam’ı doğru öğrenip Samimi yaşama imkanını sağlayan kurumların kapısına kilit vursak ne olur diye sormuştum. Kasaplar doktor olmaz mı?
Bugün bile kısmen öğretim var fakat eğitim yok maalesef. İslam’ı örnek alınacak şekilde yaşamak şöyle dursun Milli şuur oluşmasını sağlayacak bir eğitim bile yapılamadı. Eğitim/Öğretim sistemimize yön verenleri rahmetli Oktay Sinanoğlu Hoca’dan hiç dinleme fırsatınız olmadı mı? Mevcut İktidarın en beceriksiz olduğu konulardan biri de bu değil midir?
Tarihimizden, milli kültürümüzden koptuk. Öz dedelerimizle bile bağımız zayıfladı hatta kalmadı desem mübalağa olmaz.
İnanın İslam’ı doğru anlayıp samimi yaşayan, sizin kardeşiniz, benim gönül dostum, merhum Yusuf Akkaya seviyesinde, ilahiyatçı geçinenler bile çok çok azdır. Medyatik ilahiyatçıların nasıl bir cehalet içinde yüzdüğünü anlatsam, sadece şaşırmakla kalmaz, benden şüphe bile edebilirsiniz.
Söz ustası şovmenler ilahiyatçı sıfatı ile oluşturduğu zihin bulanıklığı Türk halkından çok İngiliz, Amerika ve Siyonist İsrail emellerine yaramış; hizmet etmiştir. Türk halkı için en önemli birleştirici, kaynaştırıcı faktör olan İslam’da bile ittifak edemez hale geldik. Her şeyi ama her şeyi sulandırdık. Kamalizm deyince bile en az 4-5 çeşit anlayışı farklı niyetlerle pazarlayanlar oluşmadı mı? Böyle bir ortamda ne İslami güzellikler ne de milli güzelliklerimizi görüp gurur duyma imkânı kalır mı?
Cumhuriyet 2. bir M.Kamal bile yetiştiremedi; M.Kamal bile 2.Abdülhamid dönemi eseri değil midir?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: KEFEN PARASI
Yıllar önce YOZGAT da bir davulcu vardı. Ramazan gecelerinde sahurda insanları uyandırmak için davul çalıyor geriye kalan 11 ayda ise düğünlerde, şenliklerde, içkili mekânlarda çalıp söyleyerek ekmek parası kazanıyor, kenara da üç beş kuruş KEFEN PARASI biriktiriyordu.
Aradan yıllar geçti, davulcu yaşlandı ve aklına o güne kadar hiç düşünmediği bir soru gelip takıldı;
–Acaba bu kefen parası caiz miydi, değil miydi?
Düşündü, taşındı Yozgat Müftülüğüne danışmaya karar verdi…
Ve aldığı cevap karşısında başından aşağıya adeta kaynar sular dökülmüştü:
-Caiz değildir!
Sendeleyerek üzüntü içerisinde giderken bir gazeteciye denk gelir.
Anlatır hikâyesini gazeteciye. Gazeteci hikâyeyi köşe yazısına taşır ve diyanete şu soruyu sorar.
Oradaki din görevlileri maaşlarını devletten alıyor. Devlet ise bu paraları halktan aldığı vergilerden ödüyor. Vergi verenlerin içinde meyhanecisi, kerhanecisi, sarhoşu, ayyaşı, deisti ateisti, Rum’u, Ermeni’si de var.
Bu durumda aldıkları maaş caiz midir, değil midir?
Ortalık karışır tabii!
Sonunda Diyanet olaya el atıp Yozgat Müftülüğünün vermiş olduğu Fetva yanlış anlaşılmış, yanlış karar verilmiştir. Kefen parası caizdir” açıklaması yapar…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Erdoğan’a ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen Yargıda Birlik Platformu, Alman Yeni Yargıçlar Birliği’nden randevu talep etti.
Alman Yeni Yargıçlar Derneği adına yanıt veren Yönetim Kurulu Başkanı Martin Wenning-Morgenthaler, Yargıda Birlik Platformu Başkanı Dr. Birol Kırmaz’ın randevu talebini, demokrasi, özgürlük ve yargı yapısının nasıl olması gerektiği yönünde ders niteliğinde bir metinle cevap vererek reddetti.
İşte Alman Yeni Yargıçlar Birliği’nin verdiği o cevap:
Sayın Kırmaz,
NRV (Alman Yeni Yargıçlar Derneği) temsilcileri ile görüşme isteğinize ilişkin 27 Şubat 2016 tarihli mektubunuz için çok teşekkür ederiz. Umarız isteğinize uygun davranmayışımızı anlayışla karşılarsınız.
YARGININ GÖREVİ HÜKÜMETİ KORUMAK DEĞİLDİR
NRV, demokrasi ve azınlıkların korunması ve özellikle devletin üçüncü erki olarak yargının bağımsızlığını savunmaktadır. Bize göre yargı, diğer iki erk ile başa çıkabilecek yeterlilikte olmalıdır. Her erkte sahip olduğu araçları kötüye kullanma eğilimi mevcuttur. Bu nedenle, erklerin her tasarrufu, hizmet ettiği toplumun dikkatli bir denetimine tabi olmalıdır. Yargının görevi, hükümeti eleştirilere karşı korumak değil tam tersine yurttaşların temel haklarını korumaktır.
Gördüğümüz kadarıyla, günümüz Türkiye’sinde bağımsız yargının bu prensipleri hiçbir şekilde hayata geçirilmemektedir. Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin durumuna ilişkin ürkütücü bilgilere sahibiz.
Hükümet üyelerine ve yüksek bürokratlara karşı soruşturma başlatan yargıç ve savcıların görev yerleri değiştirilmiş ya da meslekten ihraç edilmişlerdir. Onların soruşturmaları, özellikle yolsuzluk iddialarıyla ilgili olanlar düşürülmüştür. Mesleki görevleri kapsamında yasadışı silah kaçakçılığı şüphesiyle bir tırı kontrol eden üç savcı ve bir polis (jandarma komutanı) birkaç aydır cezaevindedirler.
Muhaliflerin ve Kürtlerin savunmasını üstlenen avukatların kendileri suçlanmış ve tutuklanmışlardır.
Üzüntü verici gidişatı eleştiren gazeteciler ve politik olarak aktif yurttaşlar suçlanmış ve tutuklanmışlar, kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmışlardır.
Bütün bu uygulamalara yargıçlar ve savcılar tarafından izin verilmektedir. Bu nedenle, mevcut durumda birçok yargıç ve savcının, bunun Türkiye’nin üstün çıkarlarına uygun olduğu bahanesiyle kendilerini hükümete ve onun temsilcilerine teslim ettiklerini düşünüyoruz.
Bu koşullar altında, bizim izlenimlerimize göre, hükümete çok yakın ve sorunun parçası olan bir yargıç örgütü ile temas kurma eğiliminde olmayışımızı anlayışla karşılayacağınızı umuyoruz. Böyle temaslarla örgütünüze tanınırlık görüntüsü verme niyetinde değiliz.
Saygılarımla… Yönetim Kurulu Başkanı
Martin Wenning-Morgenthaler
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Videoda konuşan beyefendinin değerlendirmeleri hatalı, doğru bilgiler böyle bir yoruma imkân vermez.
Tuğrul Bey Bağdat’a, payitahta girip Abbasi Halifesini Şii Buyioğullarının tahakkümünden kurtardı. Büveyhi diye yanlış okunduğunu, buyi okunması gerektiğini Ahmet Ateş yazmıştı sanırım.
Halifenin zaten gücü yoktu, Tuğrul Beye Adudud Devle (dinin bazusu) ve Sultan unvanını verdi.
Bu, fiili bir durumdu. Tuğrul Bey, at üzerindeki Halifenin atının dizginini eliyle tutarak önünden yürüdü; atı da yürüttü, edep gösterdi.
Halifenin kızıyla evlendi ama gerdek olmadı.
O devirde Halifelik irsi olduğu için, Tuğrul Bey Halife olmadı, Halifeye itaat eden bir komutan olarak kaldı.
Tuğrul Beyin hâkim olduğu yerlerde kadılar, neye göre hüküm verdiler? Şeriata göre.
Tuğrul Bey kendine göre hangi kanunu çıkardı?
İnsan bu kadar nasıl saçmalar?
Laiklik 1648 Westfalia anlaşmasıyla parlamento kurulup legislation/teşri/ yasama görevi üstlenmesiyle başlar.
Son 100 yıldaki tarihçilerimizin hiçbiri ciddiye alınmaz: 1839 ve 1856’dan beri kendimize Avrupalının baktığı açıdan bakma alışkanlığı kazandırıldı.
Son yıllarda birkaç duruş sahibi tarihçimiz var: K. Mısıroğlu, Z. Kurşun, M. Armağan, Ebubekir Sofuoğlu, Y. Bahadıroğlu Evet! Çay TV de açıkladım.
A. Şimşirgil, artık imparatorluk demiyor, A. Anapalı, Bizans demiyor.
Dr. M. Talha Şeker, Dr. Erşahin Ayhün, bildiğim, tarihçi diyebildiklerim, biraz da İpşirli.
Kafalardan görünmez ağlardan kurtulmak kolay değil.
Prof. Dr. Mehmed Maksudoğlu
İslam Tarihi Uzmanı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yüce Atamızın muhteşem öngörüsü, ülkemiz için halen ders niteliğinde çok anlamlı manifesto. Tabii ki anlayana.
Yeşil Giresun Gazetesi’nde A. Dursun Yılmaz’ın Söylev’de Fındık
Makale Yazısı-21 Kas 2023-
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’de 5. dönemin 3. toplanma yılının başlaması nedeniyle 02.11.1937 tarihinde bir söylevi olmuştur. Söylevinde ülkemizin dış ve iç sorunları, başarıları, gelinen aşamaları açıklamasının yanında fındık ile ilgili açıklama da yapmıştır. Büyük Atatürk, söylevinde, Fiskobirlik’in kurulacağı müjdesini vermiştir. Bağlamından koparmadan fındık ekonomisi ve kooperatifçilik üzerine söylediklerini aktarmak istiyorum:
“…Memnuniyetle görmekteyiz ki Cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve sükûnun en iyi yerleşmesini temin etmiş bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan hürriyet, refah ve saadet imkânlarından azamî istifade etmektedirler…
Şimdi arkadaşlar, ekonomi hayatımızı gözden geçireceğim. Derhal bildirmeliyim ki, ben, ekonomik hayat denince; ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün nafıa işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki, bir millete müstakil hüviyet ve kıymet veren siyasî varlık makinesinde, devlet, fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve birbirlerine tabidirler.
O kadar ki, bu cihazlar birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa, Hükümet makinesinin motris (çekici-lokomotif) kuvveti israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi, üç sahada; devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hâsılası ile ölçülür…
Millî ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayatî işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce, ciddî etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir: Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünemez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanmak lâzımdır.
Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtalarını arttırmak, yenileştirmek ve korumak tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Her halde, en küçük bir çiftçi ailesi bir çift hayvan sahibi kılınmalıdır; bunda, ideal olan öküz değil, beygir olmalıdır. Öküz, ancak bazı şartların henüz temini güç bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, umumiyetle pulluğu pratik ve faydalı bulurum. Traktörler, büyük çiftçilere tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köylerde, müşterek harman makineleri kullandırmak, köylülerin ayrılamayacağı bir adet haline getirilmelidir. Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, ziraat bölgelerine ayırmak icap eder. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleri ile görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulmak lâzımdır.
Bugün, devlet idaresinde bulunan çiftliklerin ve bunların içindeki türlü ziraat sanayi kurumlarının bir kısmı; ziraat hayat ve faaliyetinin bütün sahalarında, her türlü teknik ve modern tecrübelerini ikmal etmiş olarak bulundukları bölgelerde en faydalı ziraat usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, Vekâlet için büyük kolaylıklar temin edecektir. Ancak gerek mevcut olan ve gerek bütün memleket ziraat bölgeleri için yeniden kurulacak ziraat merkezlerinin, sekteye uğramadan tam verimli faaliyetlerini; şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin kendi gelirleri ile kendi varlıklarının idare ve inkişafını temin edebilmeleri için bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu teşkil olunmalıdır.
Bir de başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı türlü iptidaî maddeleri temin ve haricî ticaretimizin esasını teşkil eden çeşitli mahsullerimizin ayrı ayrı her birinde, miktarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık ve düşmanları ile uğraşmak için gereken teknik ve kanunî her tedbir, vakit geçirilmeden alınmalıdır…
Dış ticarette takip ettiğimiz ana prensip, ticaret muvazenemizin aktif karakterini muhafaza etmektir. Çünkü Türkiye tediye muvazenesinin en mühim esasını, bu teşkil eder. Son yılların rakamları ve geçirdiğimiz senenin bugüne kadar gösterdiği seyir ve istikamet, takip ettiğimiz prensibin elde edilmiş müspet neticelerini göstermektedir. Kontenjan usulü, muayyen anlaşma şartlarımızı kabul etmiş memleketler için büsbütün kaldırılmıştır. Bu memleketlerden piyasanın kayıtsız, şartsız ithalât yapabilmesi temin edilmiştir.
Dış ticaret politikamızın hususiyeti şudur: İç ve dış vaziyet icaplarını daima karşılamak sureti ile seyirlerine intibak etmek. İç ticarete gelince bunda, en önde gördüğümüz esas, teşkilâtlandırma ve muayyen tipler üzerinde işleme ve rasyonel çalışmadır. Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasada başıboş değildir. Sırası gelmişken, Cumhuriyetin tüccar telâkkisini de kısaca ifade edeyim: Tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlendirilmek için eline ve zekâsına emniyet edilen ve bu emniyete liyakat göstermesi gereken adamdır. Bu bakımdan, ihracatçılar hakkındaki kanun, murakabe hakkındaki kanun, teşkilâtlandırma hakkındaki hükümler, müspet neticelerini vermektedir. İhracat mallarımızın, Hükümetin yakın kontrolü altında, satışlarının teşkilâtlandırılması mühimdir. Bunu göz önünde tutan Ekonomi Vekâleti, geçen yıl içinde: Iğdır’da, Ege, Trakya bölgelerinde türlü mevzulara ait satış kooperatifleri teşkil etmiş ve onları faaliyete geçirmiştir, önümüzdeki yıl içinde, başta fındık olmak üzere, diğer belli başlı mahsullerimizi de alâkalandıran birlikleri vücuda getirmelidir.…
Ekonomik kalkınma; Türkiye’nin, hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, bel kemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvet serisine dayanmaktadır: Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafi vaziyeti ve bir de Türk milletinin, silâh kadar, makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir celâdetle tecelli eden, yüksek sosyal benlik duygusu…”
***Bu söyleve benim ekleyebileceğim ne olabilir ki? Büyük Atatürk’ün, vatandaşlar ve bu yurtta oturanların, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan hürriyet, refah ve saadet imkânlarından azamî istifade etmekte olduğunu açıklaması olağanüstü bir öngörüdür.
Çok açık bir biçimde Cumhuriyet kanunlarının herkese eşit olarak uygulanacağını dile getirmiştir. Bugün, bir kesimin “eşit vatandaşlık” söylemine karşılık 1937 yılında herkesin eşit olduğunu vurgulaması çok önemlidir. Kurucu atamız, tam anlamıyla vatandaşlık bilgisi dersi vermiştir.
Fındık için Fiskobirlik’in kurulacağı müjdesinin üzerinden 86 yıl geçmiştir. Bugün, kendisine “Atatürkçüyüm” diyen herkesin yanıtlaması gereken bir soru vardır: Fiskobirlik’e neden sahip çıkamadık? Neden, zavallı bir konuma düşürdük? Ne yapmalıyız?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OGÜN SAMAST VE MIGIRDİC YANIKYAN
Ogün Samast Hrant Dink ’in katili…
Mıgırdic Yanıkyan Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in katili…
Ogün kurbanına, sokakta ateş edip öldürdükten sonra kaçarak uzaklaştı…
Mıgırdic, “kendisinde bulunan Osmanlı’ya ait değerli bir tabloyu armağan etmek istediğini” söyleyerek kurbanlarını kaldığı otele davet etti. Konuklarını(!) karşılayıp oturmalarını sağladıktan sonra, tabancasını ateşleyerek ikisini de öldürdü. Kurbanları yere düştükten sonra da tabancasındaki kurşunlar bitene kadar ateşe devam etti…
Öldürüldüklerinde Hrant Dink 52, Mehmet Baydar 49, Bahadır Demir 31 yaşındaydı.
Hrant Dink 3 çocuk, Mehmet Baydar 2 çocuk babasıydı. Bahadır Demir ise yeni evliydi
Hrant Dink, Reuters ajansına verdiği demeçte 1915 olayları için “soykırım” demiş, ayrıca bir yazısında, “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” gibi, Türk kamuoyunda tepki doğuran sözler etmişti.
Mehmet Baydar ve Bahadır Demir ise Ermenileri kırıcı tek söz etmemişlerdi!..
Hrant’ın öldürülmesi, sağcı- solcu, muhalif-yandaş, laik- dinci vs. Türkiye’deki tüm gazete ve televizyon haberlerinde lanetlendiği gibi tüm yazar ve yorumcular ve dahi millet lanetledi…
Mıgırdic suikasttan önce California Courier gazetesine bir mektup göndermiş; “sizler bu mektubu okuduğunuzda ben yeni bir savaş biçimi icat etmiş ve uygulamış olacağım… Ermenileri uzun uykularından uyandırmanın ve Türklerle, onların anlayacağı dille konuşmanın vakti geldi. Türk hükümeti ile hiçbir millet ilişki kurmamalı ve onların temsilcileri yok edilmeli” diye yazmıştı. Amerika ve Avrupa (AB-D) medyası suikasttan sonra açıklanan bu mektuptan alıntılar yapıp, Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını ileri sürerek, cinayeti ve katili savunur tarzda yayın ve yorumlar yaptılar!..
Mıgırdic’in eyleminden sonra ASALA terör örgütü ortaya çıktı ve yurtdışındaki temsilcilerimize yönelik cinayetlere başladı. Anlaşılan o ki Mıgırdic, ASALA’nın kurucularındandı ve ilk eylemi yaparak terörü başlatmıştı…
Yüz yıl önceki Ermeni Hınçak ve Taşnak terör örgütlerini emperyalist ülkeler kurdurmuştu. Bu kez de ASALA’nın onların bilgisi dışında kurulması olası değildi. Nitekim eylemlerini hep desteklediler…
*** Gerçekte Hrant Dink cinayetinin arkasında AB-D vardı. Çünkü 2002’de iktidara getirdikleri AKP ve FETÖ aracılığı ile “Kemalist-askeri vesayet düzenini yıkıyoruz” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak istemelerine, ulusalcı kesim karşı çıkıyordu. Rahip Santaro ve Zirve Yayınevi cinayetleri gibi bunu da bu kesimin üzerine yıkıp, ortamı Ergenekon iddialarına hazırlamak istiyorlardı…
Her zamanki gibi, tetikçi olarak FETÖ’yü kullandılar. Zaten aynı yıl Fetullah Gülen, “ulusalcı dalgayı aşacağız” demişti. Nitekim 15 Temmuz’dan sonra, aralarında emniyet müdürlerinin de olduğu 30’u aşkın FETÖ’cü polis ve jandarma bu davaya dahil edildi ve ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.
“Katiller cinayet yerine kesinlikle gelir” denir! Hrant’ın cenazesine, AB-D ülkelerinin İstanbul başkonsolosları, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş başkanı ve Alman Yeşiller Partisi Eş başkanı katıldı. İngiltere Başkonsolosu’nu yeterli görmedi, Ankara Büyükelçisi’ni de gönderdi…
Cenazede Hükümeti Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ile Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül temsil etti.
O gün Meclis`te yapılacak Irak gizli oturumu nedeniyle cenazeye katılamayacak olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın bir gün sonra Türkiye Ermenileri Patriği’ne başsağlığı ziyaretinde bulunacağı açıklandı.
Protokole dahil bu zevatın dışında cenazeye 100 bin kişi katıldı. Ellerinde DİSK tarafından hazırlanmış Türkçe, Ermenice ve (ne alaka ise) Kürtçe*, “Hepimiz Ermeni’yiz” yazılı dövizler taşıyan kalabalık, Osmanbey’deki Agos gazetesinin önünden Kumkapı’ya kadar yürüdü. Buradaki Ermeni Kilisesinde yapılan dini törenden sonra Balıklı Ermeni Mezarlığında toprağa verildi ve daha sonra ‘anıt mezar’ yapıldı… Türkiye’ye getirilen Mehmet Baydar ve Bahadır Demir’in cenazeleri ise sadece aileleri ile bazı alt düzey protokol mensuplarının katıldığı, sade bir törenle Zincirlikuyu mezarlığında, toprağa verildi…
Cinayetten sonra tutuklanan ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Mıgırdic Yanıkyan, 10 yıl yattıktan sonra affedilerek serbest bırakıldı. Öldüğünde cenazesi Ermenistan’a götürülerek, “Devlet Töreni” ile ‘vatanını savunmak amacıyla hayatlarını kaybeden kahramanların yattığı’ Erivan’daki Askeri Mezarlığa gömüldü.
Bu olaya, Şehit Bahadır Demir’in Eşi, Emekli Büyükelçi Melek Sina Baydur (Demir)’un, Ermenistan Cumhurbaşkanı’na yazdığı bir açık mektupla sitem etmesinin dışında, kimse tepki göstermedi. Tersine, Dışişleri Bakanı iken Hrant’ın cenazesine katılan Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı iken davet edilmediği halde Erivan’a giderek Ermenistan- Türkiye milli maçını izledi. Ardından maçın rövanşını birlikte izlemek üzere Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı Türkiye’ye davet etti. Daveti lütfen kabul edip gelen Ermenistan Cumhurbaşkanı rahatsız olmasın diye, maçın oynandığı stada Azerbaycan bayrağı sokulmadı!..
Ogün Samast cinayet tarihinde 17 yaşında olduğu için 22 yıl 10 ay hapis cezası aldı. 16 yıl 10 ay yattıktan sonra infaz yasasından yararlanarak geçen hafta tahliye oldu.
Tahliyesi yasalara uygun olmasına karşın, medyanın deyimiyle taraflı tarafsız herkes tepki gösterdi. Başta CHP’nin eski ve yeni genel başkanları olmak üzere, tüm muhalefet partileri, medya, yazarlar, spikerler, herbokolog TV yorumcuları, kısaca ağzı olan herkes tahliye edilmesini kınadı ve bir haftadır kınamalar sürüyor. “Hepimiz Ermeni’yiz” diyenler de bir haftadır eylem yapıyorlar. Tepkiler karşısında kendisini suçlu hisseden AKP, Ogün Samast’ı yeniden içeri atmak için yeni bir iddianame hazırlattı!..
***ASALA en son 7 Ağustos 1983’te, Paris Orly Havalimanı katliamını gerçekleştirdi. THY bürosuna verilen bir çanta içindeki bombanın patlaması sonucu ikisi Türk, dördü Fransız, biri Amerikalı ve biri İsveçli olmak üzere sekiz kişi öldü, 21’i ağır 63 kişi yaralandı. Havada patlamak üzere ayarlanmış olan bombanın erken patlaması daha büyük katliamı önlemişti. Fransız polisi bombanın, Suriye vatandaşı Varujan Garbisyan ile Türk vatandaşları Ohannes Semerci ve Nayir Söner adlı Ermeniler tarafından hazırlanmış olduğunu saptadı…
ASALA’nın kendileri için de zararlı olmaya başlaması üzerine, Orly katliamından sonra AB-D, “artık yeter! Sizin göreviniz bitti” dedi ve hemen yerine, sadece Türkiye’de terör eylem yapmak üzere görevlendirdikleri PKK’yı kurdurdu…
***Ey Halkım, düşmanını tanı. Onlar ki Birinci Dünya Savaşı başlarken yayımladıkları ortak bildiride, “savaştaki amacımız, Rumeli’den attığımız barbar Türkleri, Küçük Asya’dan da atıp Orta Asya steplerine geri göndermektir” diyerek, bin yıllık Haçlı hayallerini açıkça dile getirmişlerdi!
Aymazlık (gaflet) ve sapkınlık (dalalet) uykusundan uyan. İhanet içinde olup düşmanla iş birliği yapanları da tanı. Bunlar, millet 7’den 70’e “vatan ve namus için” tüm varlığı ile savaşırken, başta İngilizler olmak üzere işgalci emperyalistlere uşaklık yapanların torunları/ ardıllarıdır. O zamanki İngiliz Muhipleri şimdi AB-D Muhibbi, Kürt Tealiciler PKK’lı oldu. Dün “Yunan Ordusu Halife’nin Ordusudur” diyen İslam Tealicilerin, bugün “keşke Yunan kazansaydı” diyen ardılları da AKP- FETÖ koalisyonu bozulana kadar bunlarla birlikteydiler.
***Genlerinde Ahmet Yesevi’den, Yunus’tan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Mevlana’dan vs. gelen Türk insanının insancıl (hümanist) duygularıyla, “Hepimiz Ermeni’yiz” pankartları altında toplanan yüzbinler, biliniz ki sizi oralarda toplayanlar/ yönlendirenler emperyalistlerin uşaklarıdır. O emperyalistler ki Vietnam’da, Bosna’da, Afganistan’da, Ruanda’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Ukrayna’da, Gazze’de, kısaca “dünyada nerede kan ve göz yaşı varsa” oralarda yaşanmış ve yaşanmakta olan acıların sorumlularıdır!..
*Emperyalistlerin kışkırtmasıyla Osmanlı’ya başkaldıran Ermeniler, devlet kurmak istedikleri Doğu Anadolu’dan halkı kaçırmak için Türk, Kürt demeden Müslüman ahaliyi katletmeye başlamışlardır. Bunun üzerine 2. Abdülhamid, kendilerini savunmak için yardım isteyen aşiretleri silahlandırarak Hamidiye Alaylarını kurdurmuş, aşiret reisi ağaları alay komutanı yapmıştır. Örneğin, günümüzde ağa olan Ahmet Türk’ün dedesi bir Hamidiye Alay Komutanı’dır. PKK’yı kuran emperyalistler, şimdi “siz aslında kardeşsiniz” diyerek bunları bir araya getirdi!..
Süleyman Çelik
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000896-PHOTO-2023-11-22-16-01-30.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000897-VIDEO-2023-11-23-10-30-09.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya S.A…Bu yorum için ne dersiniz muhterem Hocam??
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000899-PHOTO-2023-11-23-12-52-45.jpg eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Tespitlerinde katılamadığım hususlar olmakla birlikte, Türker Ertürk Paşanın tenkitlerini İstifade edilmesi gereken faydalı tenkitler olarak gördüm.
Her zaman söylerim, Türk aydını kabul edilenlerin en önemli talihsizliği İslâmî kültürden mahrum yetişmeleridir.
Cumhurbaşkanımız, benim Lisede 5 yıl beraber okuduğumuz arkadaşlarımızdan olmasına rağmen benzer bir uyarıyı kendisine ben de yazmıştım. Aşağıda size de gönderiyorum. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: *ÖNEMLİ BİR UYARI*
Cumhurbaşkanımızın Kullandığı Cümle Çok Tehlikeli, Filistinlileri Endişelendirdi; Derinden Yaraladı. Acilen Düzeltilmeli 👇
Cumhurbaşkanımızı Kim Yanılttı?
İçinde Tek Bir Müslümanın Dahi Olmayan Uluslarası Bir Heyetin Verdiği Tarihi Kararın Aksini Nasıl Söyleyip İsrail’e Yeni Bir Hak Kapısı Açarız?
M. Aksa Sadece Müslümanların Mülküdür. Hristiyan ve Musevilerin Orada Hiçbir Hak İddia Edemeyeceklerine Dair Uluslararası Mahkeme Kararı Var.
Bu Karar Üzerine İngilizlerin Hazırladığı Beyaz Kitabın hem İngilizcesi Hem de Arapçası Bende Var.
İngilizlerin Bile Kabul Etmek Zorunda Kaldığı Bu Kararın Aksini Cumhurbaşkanımıza Kim Telkin Edip Söylettirdi? İşte Kararın Muhtevası: 👇
Biz Sadece Hatırlatıyoruz; Ak Parti Teşkilatı Miting Öncesi Gereğini Yapmalı, Cumhurbaşkanımızı Uyarmalı
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OSMANLI’YI KİM YIKTI?
Dinciye göre, Atatürk.
Oysa gerçek bambaşka.
İngiltere Kraliçesi Victoria Sultan Abdülmecit’e İstanbul’da bir Anglikan Kilisesi yaptırmak isteğini iletti.
Abdülmecit bu isteği kabul etti, İngilizlere Tünel ile Tophane arasında yer verdi. Kilise yapımı 10 yıl sürdü.
22 Ekim 1868’de kilise ibadete açılacaktı.
Sultan Abdülmecit ölmüş, yerine Sultan Abdülaziz geçmişti. Kraliçe Victoria, kilisenin açılışı anısına Abdülaziz’e son model bir otomobil armağan etti. Osmanlı sarayından bir kişiye de otomobili sürmesi öğretildi.
Bu, İstanbul’un gördüğü ilk otomobildi.
Fakat çok önemli bir sorun vardı: Halk otomobili görünce şeytan görmüş gibi tabanları yağlayıp kaçıyordu, kaçanların en önünde de medrese hocaları ve öğrencileri vardı. “Zatü’l-Hareke” (Kendi kendine hareket eden zat) denilen bu aracın “şeytan işi olduğu kulaktan kulağa bütün İstanbul’a yayıldı.
“Zatül Harekenin şeytanlığından huzursuz olan Sultan Abdülaziz, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’den fetva istedi. Ancak Şeyhülislam haftalarca uykusuz kaldı, ayetlerde, hadislerde konuyla ilgili bir yorum aradı, bulamadı…
En sonunda “Bu otomobilin şeytan işi olduğu” fetvasını verdi ve Haliç’ten denize atıldı.
Bu fetvadan sonra, İstanbul’a 40 yıl otomobil giremedi. Bazı zenginler özellikle Yahudiler el altından otomobil getirdiler ama “Bilim ve fenne önem veren Sultan” olarak yeni nesillere anlatılan Abdülhamit “Yollar bozulur, kazalar olur” korkusu ile bu otomobillerin kullanılmasına yasak getirdi.
Acaba Abdülhamit, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’nin “şeytan işi” fetvasından mı korkmuştu?..
Arabanızın direksiyonuna geçtiğinizde “Osmanlı’yı kim yıktı?” sorusu aklınıza gelirse bu verdiğim bilgileri anımsayınız.
Osmanlı’yı Batı yıkmadı, İttihatçılar yıkmadı, Yahudi bankerler yıkmadı işte bu “Akla kapalı, bilime kapalı, medreselerinde fen bilimleri olmayan yobaz zihniyet” yıktı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/HcEbqE6k7MA?si=HczxPfp-OPWw4QCv
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Teşbihte hata olmaz; bu tip yazılar delilsiz dayanaksız, uydur uydur söyle cinsinden, “ahmak taraftar” yazıları.
Madem paylaşmaya değer buldunuz. Karşıtı hazır bir yazı ile beraber okuyup değerlendirmeniz için size bir yazı ve link te ben yollayayım. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Merhum M. Şevket Eygi Beyin
15 Haziran 2010 tarihli yazısı: 👇
OSMANLI’YI KİM YIKTI, TÜRKİYE’Yİ KİM KURDU?
Yahudiler Sabetayist Yahudilerle Bir Olup iki devlet kurdular; Biri Türkiye, Diğeri İsrail…
❗Sözde Cumhuriyetiz ama Anayasamızın gizli maddeleri var?
❗Merkez bankamız çok ortaklı bir anonim şirket… Ne statüsü ne ortakları doğru düzgün belli değil… Paralarımızın üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ifadesi bile yazmıyor…
❗Genel Kurmay başkanlarımız Yahudilerin ibadethanesi Ağlama Duvarında ağlayıp duruyorlar…
❗Türkiye’yi kurduğu iddia edilen Mustafa Kemal’den tutun da günümüze gelene kadar, meşhur idarecilerimiz, askerlerimiz, bürokratlarımız hep Sabetaycı Yahudi kökenden çıkıyorlar…
❗%99’u Müslüman olan bir ülkede başörtüsünü bunlar mı yasaklıyorlar?
❗PKK’yı bunlar mı bilerek bitirmiyorlar?
❗Yeni Türkiye devletinin resmen tanındığı Lozan’da bizi neden Yahudi Hahamı Haim Naum temsil etti?
❗Ünlü Sabetaycı Yahudi Orhan Pamuk Amerika’da bir panelde neden “Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni biz kurduk” dedi…
❗Türkiye Cumhuriyeti bir Yahudi cenneti olarak mı inşa edildi?
❗1924’te Yunanistan ile yaptığımız Mübadele ile neden Türk diye hep Selanik Yahudileri getirildi?
❗Bir Yahudi hahamının oğlu olan Moiz Kohen, neden Tekinalp takma adı ile Türkçülük ve Kemalistlik sistemini kurdu?
❗M. Kemal’in eşi Latife, İzmir’in tanınmış Yahudi ailelerinden birine mi mensuptu?
❗Adnan Menderes Yahudi bir aile yapısından geldiğini neden gizledi?
❗Celal Bayar, Bursa’da Siyonist okulunda okudu mu?
❗Fevzi Çakmak’ın karısı, neden evini Yahudilere hibe etti ve havra yapıIdı.?
❗İngilizler, neden hiç savaşmadan İstanbul’dan çekildiler?
VE OSMANLI’YI KİM YIKTI, TÜRKİYE’Yİ KİM KURDU?
Türk Yahudi’si Erol Gelardin İddiası?
Türkiye’yi Sabataycılar mı Kurdu?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İşte seviyeli değerlendirme böyle olur. Farklı düşündüğümüz konular olsa bile dinlemekle istifade ettiğimiz görüş ve değerlendirmeler.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Alman Bir Politikacının Görüşü 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “1981 yılında ABD Başkanlığı görevine başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar.
Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kâhyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır.
Sadece yemekler de değil…
Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir.
Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir.
Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını.
ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton ‘in, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı.
Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nın Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı.
Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı?
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki her şey maaşlarından kesilir.
Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır.
Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder.
Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir.
Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır.
Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder.
Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir.
Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe ’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevrilmiş olsa da, aslında İngilizce ’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir.
Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde…
ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, hafta sonlarını geçirmek istediğinde Camp David’deki dinlenme evinin hafta sonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda.
Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.
Gerald Ford’dan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır.
İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder.
Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır.
Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir.
Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor.
George W. Bush’un eşi Laura Bush da “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor.
Onu en çok zorlayan konulardan biri de her gün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş.
Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm masraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor.
‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir.
Bu her iki ödemede vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda.
Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir.
Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar.
Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda…
Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir.
ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir.
Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir.
”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır.
Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.
Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur.
Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir.
Başkanın penceresinin birkaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.
Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir.
Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane ‘den başka bir şey değildi.
Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır.
Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti.
Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir.”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Aynen bizler gibi…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TİTANYUM DİOKSİT = KANSER
Kanser hiç yoktan artmadı!
Titanyum dioksit adında bir madde var. Ve bu maddenin ne kadar tehlikeli bir madde olduğunu kendisinden okuyalım. Titanyum dioksit konuşuyor. Merhaba!
Ben Titanyum Dioksit
Atom altı çalışan nanoteknolojik bir boyayım.
Nem dengeleyici olarak da işlem görebilirim.
Boyutum çok küçücük olduğu için sizin DNA yapınızı bile bozabilecek kadar tehlikeliyim ama çok sevimli değil miyim?
İçinde bulunduğum abur cuburun Ambalajıma bir bakar mısınız, ne kadar usluyum.
Çocuğunuz bu ürünü aldığı zaman o tazecik hücrelerine nüfuz edebilecek şekilde üretildik.
Hani gördüğünüz leke tutmayan duvar boyaları var ya, lekeyi yok eden. İşte o benim sayemde hep.
Atom altıyım ben.
Evinizde benim gibi bir canlı ile yaşıyorsunuz aslında.
Milyonlarca küçücük ve sevimli nanoteknolojik parçacıklar… Biz bir aileyiz…
Mesela Faruk Günindi abi var. Aidin Salih teyzenin öğrencisi. İşte o bizim için şöyle der; “Beyazlarınız için aldığınız deterjanlar aslında lekeyi çıkarmıyor. İçinde bulunan titanyum dioksit ile beyaza boyuyor.”
Bizler diş macunlarında da bulunuruz, dişlerinizi beyazlatmada görev üstleniriz. Oradan da artık vücudunuzun neresine gidersek
Biz Atom Altıyız…
Ahir zamanın en tehlikeli buluşuyuz ama sevimliyiz (!)
Haaa… Bu arada… Uluslararası kodum ise E171’dir.
🚫 Titanyum Dioksit İçeren Bazı Ürünler 🚫
♦️ Falım sakızlarda titanyum dioksit var.
♦️ Hamilelere verilen demir ilacı Ferrum fort da titanyum dioksit var.
♦️ “Rabelis” adlı tablet ilaçta boyar madde olarak titanyum dioksit var.
♦️ “Fludex” adlı ilaçta
♦️ “Dolorex” adlı ilaçta
♦️ Biobellinda bb cream da CI77891 koduyla titanyum dioksit var
♦️Emedur tablet 200 mg ilaçta
♦️A-ferin adlı ilaçta boyar madde olarak titanyum dioksit var.
♦️BİM AŞ’nin çocuk diş macununda Cl 77891 koduyla titanyum dioksit var.
♦️Faks el sabununda CI 77891 koduyla titanyum dioksit var.
♦️Soğuk algınlığı ve grip için verilen “Dolven” film kaplı tablette boyar madde olarak titanyum dioksit (E171) var.
♦️Majezik adlı ilaçta titanyum dioksit var.
♦️ Paradontax adlı diş macununda “titanyum dioksit” maddesi var.
♦️Sensodyne naneli diş macununda titanyum dioksit var.
♦️ Sebamed in pişik kremimde titanyum dioksit var.
♦️ Signal dış macunu CI 77891 koduyla titanyum dioksit var.
♦️Dove sabunda da Cl 77891 olarak var.
♦️ Macrol antibiyotikte
♦️ Panten şampuanda
♦️Garnıer BB kremde Cl 77891/TITANIUM DIOXIDE olarak var.
♦️ ALERİNİT adlı ilaçta var.
♦️ Ketavel adlı ağrı kesicide var.
♦️Glıss şampuanında da
♦️ hamilton güneş kreminde titanyum dioksit var.
♦️ Sağlık Bakanlığının çocuklara dağıttığı diş macununda da titanyum dioksit var.
♦️Diadermin bb kremde de
♦️Aquas ve vivatinell bebek güneş kreminde titanyum dioksit var.
♦️ Sensodny promine 6 12 yaş diş macununda
♦️Himalaya marka cilt maskesinden titanyum dioksit var
♦️ reflor probiyotikte e171var
♦️Apireks cold & flu da E171 var
♦️May belline colossal kajal göz kaleminde var.
♦️İburamin cold’da da titanyum oksit var
♦️Neutrogena deep clean yüz maskesinde titanyum dioksit var.
♦️Sebamedin güneş kreminde
♦️ Bonibonlarda da var.
♦️ “Medlukast” isimli oğluma alerji için verilen ilaçta “boyar madde olarak titanyum dioksit “içerir diyor.
♦️ Crebros adlı ilaçta yardımcı madde olarak titanyum dioksit var
♦️ Nivea lip butter dudak nemlendiricisinde var
♦️ Lev-end isimli epilepsi ilacı. Risperdal isimli psikiyatri ilanında var.
♦️ Kolesterol hapı olan TARDEN’DE boyar madde olarak titanyum dioksit içerir, yazıyor.
♦️ Sesu rol on ağda da var.
♦️ Ersag güneş kreminde titanyum dioksit var.
♦️ Kâğıt havlu, tuvalet kâğıdı, kâğıt, mendiller… bunlarda boş yere etikette aramaya gerek yok bence. Bunlar %100 selülozdan üretiliyor ama işlenme aşamasında ağartılırken hangi yöntemle, maddeyle ağartılıyor bu önemli. Bu bilgiyi de etikette bulamayız.
♦️Pepticer adlı mide ilacında hem jelatin hem de titanyum dioksit var
♦️ Nootropil isimli ilaçta E171 koduyla yazılmış
♦️ Oriflime’ın diş macununda
♦️LR markalı kozmetik ürünlerinin birçoğunda var.
Dudak nemlendiricisi
Ruj
Diş macunu
Roll on da gördüm
♦️ Hamilelik için verilen bulantı hapında da var (ZOFER 4 mg tablet)
♦️ Çoğu sakızın içinde titanyum dioksit vardı.
♦️ A101 de ve BİM ’de ki dışı beyaz bademli çikolatalı şekerde var.
♦️ LANSOR Mide ilacında var.
♦️ Sonuç olarak cook cook fazla üründe titanyum dioksit var ve bu ürünün çeşitli zararları var sizlerde evinizdeki ürünleri inceleyebilirsiniz.
Bilinçlenelim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: *BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
• İlk defa elektriği, telefonu, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran,
• İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan,
• Dünyanın ilk metrolarından Karaköy-Taksim hattını yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,
• Haydarpaşa garı, Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran
• İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan,
• Kuduz aşısının bulunmasından sonra Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesi olan İstanbul Darü’l-Kelb Tedavi hanesini açtıran,
• Okullara (Hristiyan okulları dahil gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Paris’te İslam Külliyesi kuran,
• Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshane’yi kuran,
• Ziraat Bankasını kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,
• Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını kuran,
• Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen,
• Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,
• Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,
• Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 10 bini el yazması 30 bin kitap bağışlayan,
• Bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren, onları destekleyen,
• Türkiye’nin birçok yerinde saat kuleleri yaptıran,
• Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya ya elçiler ve din adamları gönderen,
• Latin Amerika ülkeleri ile diplomasiyi başlatan,
• Yalova Termal kaplıcalarını kurduran, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtan,
• Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,
• Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen, Çin’in göbeği Pekin’de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan,
• Yeni gemiler, toplar, tüfekler ve yeni silahlar alan,
• Telefonu Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize getiren,
• Peygamberimize, dinimize veya Osmanlıya hakaret içeren oyunları kaldırtan,
• ABD’nin Erzurum’da konsolosluk açmasını reddeden, İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,
• İstanbul boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi tam bu günkü Fatih S. M. köprüsünün bulunduğu mevkidedir),
• Çocuk hastanesi (Şişli Etfal [çocuklar] Hastanesi) açtıran,
• Posta ve Telgraf teşkilatını kurduran (Sirkeci Büyük Postane binası…),
• Dünyanın ilk torpido atan denizaltılarımızı Taş kızak tersanesinde yaptırtan,
• Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane) (ör. Şimdiki adı ile Bursa Çelebi Mehmet okulu), Kız Öğretmen Okullu açan (Darülmuallimat),
• Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran, okuma yazma oranının 5 kat arttıran,
1900 yılında ilkokul sayısı 29.130’u bulmuştu, sadece Anadolu’da 14 bin ilkokul vardı
• Orta okul (Rüşdiye) sayısı 619’a çıkaran,
• Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi…)
• İstanbul’da Darülfünun (Üniversite) geliştiren Dünyanın ilk Dişçilik okulunu kuran,
• Ayrıca Deniz Mühendis Okulu, , Kuleli Askeri okulu, Mekteb-i Harbiyeler (Harp Okulları), Askeri Baytar Okulu, Kurmay Okulu, Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fak.), Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Marmara Ün. Tıp Fak.), Mekteb-i Hukuk, Ziraat ve Baytar Mektebi, Hendese-i Mülkiye (Yüksek mühendis okulu), Daru’l Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu), Maliye-i Mekteb-i Ali (Yüksek Ticaret Okulu), Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu), Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel sanatlar fak.), Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve Ticari ilimler akademisi), Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için), Bursa’da İpekböcekçiliği okulu, Dilsiz ve Âmâ Okulu, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okullarını kuran,
•1895-96’da Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından kurulmak istenen devleti, Hamidiye Alayları ile bastıran, bu sebeple Fransız tarihçi tarafından Kızıl Sultan diye isimlendirilen,
SULTAN II. ABDÜLHAMİD Han’dır.
10 Şubat 1918 yılında vefat etti.
Daru’l Muallimat (Kız Öğr. Ok.) 👇
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÇİPRAS BİR ATEİST
İktidara geldiğinde Yunanistan İflasını ilan etmişti.
Bugün, GSMH 300 milyar Euro…
Kişi başına düşen Milli gelir 28 bin Euro…
Emekli maaşı 1200 ila 7400 Euro arası. Emekliler ve Memurlar maaşlarını alamıyordu, Bankamatiklerden sınırlı para çekiliyordu.
İlk işi sahtekârları, yandaşları, hırsızları devletten kovmak, yargıya göndermek oldu.
Bizdeki TÜİK Benzeri kuruluşun yöneticilerini hapse attırdı…
Hala çatı katındaki 3+1 dairesinde oturuyor, 1998 model şahsi arabasını kullanıyor.
Bakanların Makam arabalarını, oturdukları devlete ait evleri ve devlet uçaklarını sattı.
Bakanlara, meclise şahsi araçlarınızla ya da motosikletle geleceksiniz benzin parası yok dedi, m. vekili maaşlarını düşürdü.
Yolsuzluk komisyonu kurdu, Devlette yolsuzluk yapanların hepsini hapse attırdı, Çaldıkları paraları kuruşuna kadar geri aldı. Yedi sülalemden en uzak akrabam bile devlet idaresine yaklaşamaz dedi. Hepsinin düzenini bozdu. DEVLETTE Liyakat esastır, Bilgisi, birikimi, donanımı tam ve dürüst insanlar görüşleri, İnançları her ne olursa olsun devlette görev alır dedi ve dediğini yaptı.
“ATEİST olmam MİLLİYETÇİ Olmama engel değildir dedi, YUNAN HALKININ ve DEVLETİNİN çıkarları her şeyden önde gelir” dedi.
Din adamlarının PAPAZLARININ EKMEKLERİNİ KESTİ, OTORİTELERİNİ BİTİRDİ. YUNAN EKONOMİSİ VE YUNAN HALKI RAHATLADİ.
Darısı başımıza…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Yunanistan vatandaşı olan Müslüman arkadaşlarıma bu yazıyı gönderip doğruluğunu sordum.
Sadece bankadan sınırlı miktarda para çekmek doğru; geri kalanlar gerçek dışı bilgiler. Bu tip gerçek dışı bilgileri kim paylaşıyorsa, karşıtlık gözünü kör etmiş gibi görünüyor; dikkat etmeli, algı ve yalanlara aldanmamalıyız.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: AKSA TUFANI SIRLARINDAN
El Kassam Tugayları, Aksa Tufanı Operasyonu esnasında,
İsrail’in Mısır, Lübnan, Türkiye, Kıbrıs ve Suriye kıyılarındaki casusluk faaliyetlerine ilişkin arşivini ve bu ülkelerdeki İsrail casuslarının isim listesini nasıl ele geçirdi?
من أسرار طــوفــان الأقصى .. 👇
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Japon İlim Adamından İnsanlık Dersi 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: GERÇEK BİR ÖYKÜ.
Sene 1954
Avusturya Melbourne olimpiyatları
Büyük elçiliğimiz milli olimpiyat komitesi başkanı Vehbi Emre ve milli sporcularımıza bir resepsiyon verir. Salona hoş geldiniz nidalarıyla göğsünde ay yıldızlı madalyon taşıyan pos bıyıklı 1,90 boylarında bir adam girer. Başta Vehbi Emre olmak üzere tüm sporcularımızla “hoş geldiniz” Diyerek coşkuyla kucaklaşır. Bu Türk tipi pala bıyıklı Türk’ler gibi çoşkulu adamı tüm heyet Avustralya’ya yerleşmiş bir Türk zanneder Vehbi Emre merakla Türkiye’nin neresinden olduğunu sorar:
Adam gülerek güzel bir Türkçeyle İrlanda asıllı bir Avustralyalı olduğunu söyler. Vehbi Emre ve sporcuların merakı dahada artar. Vehbi emre, o zaman bu Türk sevgisinin ve güzel Türkçe ‘sinin nedenini sorar. Adam büyük bir coşkuyla “1. Dünya Savaşı”. Çıktığında 15 yaşında daha bir çocukken gönüllü olarak askere gittiğini, mısırda ufak bir eğitim sonrası İngilizler tarafından Çanakkale’ye gönderildiğini söyler. Çanakkale’de savaşın en yoğun olduğu artık göğüs göğüsse ölümüne bir mücadelenin gerçekleştiği bir anda karşımda heybetli bir Türk askerinin bir dipçik darbesi ile kendisini sırt üstü yere yıktığını ayağıyla karnına basıp tam süngüsünü göğsüme saplayacağı anda, o heybetli Türk askerinin gözlerime bakarak, kendisini süngülemekten vaz geçtiğini ve yerden kaldırıp suratına hafifçe bir tokat atarak siperlerine doğru hala hafızasından çıkmayan bir cümle ile iteklediğini göz yaşlarıyla anlatır. Kendi karargahlarına dönünce Rum tercümana o heybetli Türk askerinin hafızasına kazınan cümlesinin ne olduğunu sorar.
Rum tercüman gülerek: “be hey çocuk ne işin var senin er meydanında yürü evine git dediğini” anlatır ve de derki:
İşte ben o andan itibaren Türklerin İngilizlerin bize anlattığı gibi barbar olmadıklarını insan eti yiyen yamyam olmadıklarını çok asil bir millet olduğunu anladım. Ülkeme dönünce de hem Türkçe hem Türk tarihini hem de Çanakkale’de Can veren Anzakların analarına mesajından sonra Atatürk’ü öğrendim hem de Türk gibi yaşamayı ve o zamandan beri ülkemde fahri Türk elçisi gibi çalıştım…
Adamın bu sözleri tüm kafileyi çok etkiler göz yaşları içinde kimi adama sarılır, kimi ellerini öper. İşte canlar Türk milletini tekrar küllerinden yaratan ruh işte bu asil ruhtu. İşin enteresan tarafı yok sayılan,
Türk milleti Çanakkale’de tekrar tarih sahnesine çıkarken, Anzak adı verilen Avustralya ve Yeni Zelandalılar da bu savaş nedeniyle millet oldu. Emperyalist devletler haricinde Türkler ve de Anzaklar arasında yapılan bu savaşa iki tarafında cesareti ve de dürüstlüğünden dolayı “centilmenler savaşı” denildi.
Bu onuru bize yaşattıkları ve tekrar Türk’ün gücünü tüm dünyaya tanıttıkları için başta başkomutan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm savaşanlarımıza ve desteğini esirgemeyen analarına babalarına yaşlısına gencine yüce Türk milletine sonsuz şükranlarımızı
Ve de dualarımızı sunuyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu vesile ile Uganda Devleti Eski Başkanı İdi Amin’den bizzat dinlediğimiz şu ibretlik sözü hatırladım Albayım,
“Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan da İsviçre’ye gider; burada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir”
Ruhun şad olsun İdi Amin, sade, mütevazi ve kibar Müslüman kardeşim …
İngilizler Onu darbe ile devirdikten sonra, Ömrünün son yıllarını Türk bir arkadaşımızla Cidde’de ortak lokanta işleterek geçirdi.
Ayrıntı merak edenler için: 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hamas’ın İsrailli Rehineleri Teslim Ettiği Anlarda Rehinelerin İbretlik Vedası 👇
Siyonistlerin Yalanlarını Tersyüz Eden Güzel, Etkileyici Bir Manzara
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: ALLAH (CC) MÜSLÜMANLARI ve İNSANLIĞI EĞİTİP GELECEĞE HAZIRLIYOR 👇
Aziz Kardeşlerim,
Rabbim İnsanlığı, İslam’ın hâkim olacağı gelecek günler için eğitip hazırlıyor. Müslümanları da imtihana tabi tutuyor. Cihadsız hayatın başarılı olamayacağını, her başarının bir faturası olacağını, fatura ödemeye razı ve hazır olmayanların zillet içinde yaşayabileceğini bize gösteriyor.
Bu hazırlıklar sonucu bir final hesaplaşması olacak ve sonra sonuca ulaşabileceğimiz günler gelecek İnş.
Ne mutlu bunun farkında ve şuurunda olan Müslümanlara.
Bu sürecin sonunda ne olacağını Peygamber efendimiz (sav) şöyle haber veriyor.👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Emekli Bir Türk Paşamızın Gözü ile
Filistin-Gazze Cihadı İsrail’in Duruşu👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu iş vize verip vermemeyi geçti. Avrupa’da, Türkiye’nin Batı karşıtlığı politikaları ve her radikal İslamcı eylemlerde Türkiye’nin aldığı pozisyonlar hükümetleri ve Hristiyan AB halklarını rahatsız ediyor.
Avrupa’da, aşırı sağ ırkçı, faşist partilerin yükselişi Türk/İslam karşıtlığı üzerinden gelişiyor
Geçen gün, bir grup ‘İslamcının İngilizler için çok çok önemli olan Westminster Abbey Kilise ’sinin önünde toplu namaz kılmaları halkta büyük tepki yarattı ve bunu tehdit olarak görüyorlar
Bu tür radikal İslamcı eylemler, İran, Hizbullah ve dünyanın başka yerlerindeki radikal ‘İslamcı’ hareketleri memnun ediyor ama faturası bize kesiliyor
Onun için, bu vize işi vize verip vermemeyi geçti, kapıları tamamen kapatmaya doğru gidiyor. Radikal ‘İslamcı’ hareketlerinin sırtında yumurta küfesi yok, bizim 6 Milyon insanımız Avrupa’da yaşıyor ve ticari ilişkilerimizin %80’ni Avrupa ile
‘İslam kılıcı’ olmayı her defasında biz üstlenmeyelim. Biraz da Bayraklarında Arapça olarak kelime-i tevhid ve kılıç olan ülkeler üstlensin diyeceğim ama onların Avrupa ve Amerika ile araları çok iyi, bize yatırım yapmaya gelsinler diye her türlü kolaylığı, avantajı sağlamamıza rağmen gelmiyorlar. “Eve lazım olan camiye haramdır”
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazıyı yazan vatandaşımız, 1909’dan beri Türkiye Batı hayranlığı ve taklidi ile yaşadığını görmez ve bilmez davranıyor.
Osmanlı 1909 da dünyanın en büyük 7 devleti (Düveli Muazzama) arasında yer alıyordu. 10 yıllık ittihatçılar döneminde 3 basamak geri düştük. Ondan sonraki yüz yıl içerisinde tasnifte hiç yer alamadık.
Türkiye son yıllarda ilk 20 devlet içine girmeye çalışıyor.
Önce bunun izahını yapmak gerekmez mi? Osmanlının yıkılması ile İslam dünyası öksüz, yetim ve başsız kaldığı gibi biz de şahsiyet ve itibar kaybına uğradık; güç ve etkinliğimiz azaldı. Türkiye yeniden güçlenme yoluna girip toparlanmaya çalışırken Batılıların tedirginliğini anlamak mümkün ama bazı Türk vatandaşlarının bundan rahatsız olup ciyaklamasını anlamak mümkün değil. Tarih, Osmanlıdan sonra boş kalan İslam dünyası liderliği için, Türkiye’ye bir şans daha verirse, çil yavrusu gibi dağılmış, ezilip sömürülen Osmanlı yetimlerini toparlayarak sahip çıkmamız fena mı olur? Batının korktuğu budur. Bunu anlamak mümkün ama biz neden korkup endişe ediyoruz?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A.…Değerli Hocam ben sizi anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum…Yüce Rabbim, bütün İslâm âleminin sorumluluğunu bize mi verdi? Olaylara bakış açılarımız emin olun çok farklı…Sizde her halde beni anlamıyorsunuzdur!!..Çok farklı platformlarda çok farklı eğitim ve öğretimden geçmişiz…Askerlik eğitimini Kütahya’da bizim yanımızda (4ay) tamamlayan Ömer ÖZTÜRK Bey, rahmetli kardeşim ile geldiklerinde benim için-“Bunlar sistemin fireleri Yusuf Bey” diye bir söz etmişti o zaman. O zaman anlamamıştım. Şimdi daha iyi anlıyorum…Ve hiçte katılmıyorum…Ben vatanımda kaldım, Anadolu çocuklarına dilimizin döndüğü aklımızın erdirdiği kadar, din ve vatan sevgisini öğrettik. Namazımızı kimseden çekinmeden kışlada eda ettik…Arabistan’a kaçmadık. Mücadelemizi Ülkemizde verdik …Hacca gittiğimde Ömer Bey hazretlerinin bir çayını içmeden geri döndük. Kardeşim rahmeti olduğunda arayıp da başsağlığı bile dilemedi…Onun için Müslüman ve Türk olmanın onurunu yaşıyor ve Gazi M. Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle yâd ediyorum …Millî Mücadelede şehit ve gazi olan o mübarek insanları rahmetle yâd ediyorum…İngiliz ve Yunanlılarla iş birliği yapan kanı bozukları Allah’a havale ediyorum… Olsun sizinle dostluğumuz ve kardeşliğimiz bâki Allah’ın izniyle …
Gözlerinizden öper, Selâm ve sevgilerimi iletirim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Bilgilerimiz farklı olunca, o bilgiler üzerine bina ettiğimiz yorumlarımızın da farklı olması normal değil mi?
Sizin bilip öğrendiklerinizden (teknik bilgileri kastetmiyorum) beni imtihan etseniz; aynı şeyleri benim de okuyup öğrendiğimi, bildiğimi görebilirsiniz; buna karşı bizim daha zengin ve çeşitli kaynaklara aşina olmamız, sizden farklı hususları da görmemize imkân sağlıyorsa, fikir alışverişi yapmamız daha verimli olması gerekmez mi?
İslam aleminin sorumluluğu kimseye zimmetli değil, olamaz. İslam alemine öncülük yapmak da herkese nasip olmaz.
Zekâtı zengin olan verir; zekât vermek de zengin olmanın sorumluluğudur.
Mülk Allah’ındır; dilediğine verir, verdiğine de sorumluluk yükler.
Allah Türk milletine güç kuvvet versin istemez miyiz? Elbette isteriz. Bu isteğimiz ve arzumuz nazariyattan fiile dönüşürse bunun sorumluluğunu kabul edemeyiz demek, ben Türk milletinin güçlü olmasını istemiyorum demektir.
Dünyanın Adil bir güce ihtiyacı var mıdır, yok mudur? Yoktur diyebiliyorsanız düşünceniz bir zemine oturabilir; vardır diyorsanız bunun Türk milleti olmasını istemez misiniz? İsterim diyebiliyorsak o zaman bunun sorumluluğunu da kabul etmek zorundayız. ABD, Rusya ve Çin gibi ülkeler, gücünü etkinliğini büyütmeye genişletmeye gayret edip kullanmıyor mu?
Hatası, günahı ve sevabı ile Müslümanlar birbirine muhtaçtır; iyileri yanında kötüleri de olmakla birlikte, kötüleri gerekçe göstererek başka kaynaklara umut bağlamak isabetli olmadığı gibi, Araplardan binde birini İngilizler kışkırtıp aleyhimizde kullanmasını gerekçe göstererek onlardan uzak durmayı savunanlar, yıllarca İngilizlerin emellerine hizmet ettiği gibi hala da bu hizmeti sürdürmediklerini kim iddia edebilir? Bunu görememek bir zafiyet değil midir?
Dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin bütün kurumlarında İngiliz ABD ve İsrail zihniyetinin etkinliği yok mu? Neden bunu değil de onların kuklalarını konuşmaya öncelik veriyoruz?
Hamas’ın İşgal edilmiş vatanını Siyonist işgalden kurtarmak için başlattığı hamleye bile terör gözü ile bakanlar kimlerdir? Hamas üyelerini terörist görenler bizi rahatsız ediyor mu? Onların mantığını kabul edersek, bütün vatanını kurtarmaya öncülük edenler de terörist olmaz mı?
Siyonist olmayan Yahudiler ve insaflı batı halkı bile Hamas’ın yanında, İsrail’in karşında dururken bizde İsrail safında duranlar kimlerdir? Bunları görmek için Sözcü, Halk TV, Ulusal Kanal yanında A Haber, CNN, Haber Türk izlemek bile yetmez; dünyadaki bütün eğilimlerin, hatta emperyalistlerin, direnişçilerin sesine de kulak vermek gerekmez mi? Kim ne diyor, niçin diyor, gerekçesi nedir? Bilmek faydalı ve zaruri değil mi?
Ufku dar olanlar, ufku geniş olanlar ile müzakere ederken tahammül etmesi ona bir şey kaybettirir mi?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Emekli General Naim Babüroğlu Beyi tanır mısınız? Fırsat buldukça kendisini dinlerim. Bugün de bir Videosunu dinledim. Sizin de dinlemenizi arzu ederim. 👇
Naim Babüroğlu Hayatı için: 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Tanımıyorum. Âmâ ismini duydum… Tabii ki dinlerim. Teşekkür ederim …
Em. Albay Hüseyin Akkaya TÜRKİYE’DE FELSEFE OLMADIĞI İÇİN ELEŞTİRİ KAVRAMI GELİŞMEDİ
İki yıl önce aramızdan ayrılan; Mimar, mimarlık tarihçisi, akademisyen,
“hocaların hocası” Prof. Dr. Doğan Kuban ‘ın her zaman okunacak başucu yazısı…
Kuban, Ülkedeki bozulmanın nedenini ortaya koymuş!..
“T Ü R K İ Y E, C E H A L E T İ Y L E Ö V Ü N E N B İ R Ü L K E”
Ve çıkar yolu da vurgulamış.
“Çamlıca’ya inşa edilen cami konuşmaya bile değmez.
Sultanahmet’in kopyası, cami dediğin cemaat uğradığı zaman cami olur, dağa tepeye cami yapılmaz, Anadolu’yu dolaşın, bulamazsınız.
***
“Restorasyon, ancak ideal tarih bilinciyle mümkün olur, kendimizi kandırmayalım, bu bilinç bizde eskiden de yoktu, padişah bile babasının yaptırdığını yıkar, kendisininkini yapardı, yıka yıka giderdi, Topkapı da buna dahildir, göçerliktir bu.”
★
“İstanbul’da artık plan yapılamaz, dünyada da bu kadar büyük şehri planlayamazsınız, çareyi Anadolu’da aramalı, Anadolu şehirlerini eğitim ve sanayiyle cazibe merkezi haline getirmeli.”
★
“Toplumda kültür yok. 200 küsur üniversite var ama, hoca yok, cehalet kurbanı olarak devam ediyoruz, vasatlık her yerde.”
★
“Bir kültürün birikmesi, bakkaldan mal almaya benzemez. Kentli olmak, kente her taşınanın kentli olduğu anlamına gelmez. Kentli olmak, çağdaş uygarlığı bütünüyle olmasa bile, biraz anlamış olmak demektir.”
★
“Beştepe’ye yapılan sarayla ilgilenmedim bile, mimari olarak iyi isimlerle çalışmıyorlar, değerlendirmesi yapılacak bir şey değil. “Zaten orada asıl mesele yeşili yok etmiş olmak!”
★
“En tehlikeli şey inşaatçılıktır, çünkü inşaatçı aslında bir şey üretmez, arkasında entelektüel bir gelişme yoktur. İktidar, eğitime-sanayiye para harcayacağına, ekonomiyi inşaata indirgiyor, halkı istismar ediyor, cahil bir kitle para kazanmış oluyor, bu kadar, inşaatçılık ülkeyi batıracak.”
★
“İşe gitmek için her gün yolda üç saat kaybediyorsan, geri kalmış bir şehirde yaşıyorsun demektir.”
★
“Eski Türkiye daha namusluydu. Şimdi namussuz demek istemiyorum, ama cahil olduğu için kolayca kötülük yapabiliyor, haksızlık, adaletsizlik, cahilliğinden kaynaklanıyor, bir gün sonrasını düşünmediği için böyle oluyor.”
★
“Bu ülkede ağaç ve orman katliamı var, su katliamı var, insan ve özellikle kadın katliamı var, hepsinin üzerinde, hayvanlarıyla birlikte doğa katliamı var, kent yaşamı katliamı var.”
★
“Atlı bozkır göçerleri yağmayla yaşardı, fethettikleri toprakları yağma ederler, halkı esir alırlardı, biz de kendi kentlerimizi yağma ediyoruz, atlı bozkır göçerleriyle atsız göçerlerin yağması arasında pek bir şey değişmedi, kentlerimizi yağmalıyoruz, içine de kendimizi hapsediyoruz.”
★
“Türkiye cehaletiyle övünen bir ülke.”
★
“Türkiye, tarihi hastalığı olan cehaletle ve yolsuzlukla savaşıyor. Bu savaşı halk, kendine karşı yapıyor.”
★
“İster kadınları boğazlamak ister tarihi ve doğal çevreyi yok etmek ister ağaç kesmek ister hırsızlık yapmak ister tarih bilmeden onunla övünmek ister dindar olmadan dini istismar etmek… Hepsi cehalete dayalıdır.”
★
“Bürokrasinin cahiller elinde toplanması, hastalık alametidir.”
★
“Çağdaş hiçbir ülke cahil kadrolarla idare edilmez.”
★
“Eğitimin her düzeyde çökmesi, hastalıktır.”
★
“Düşünenler çoğalmadı ve bundan utanmıyoruz. En çok ölüleri, cenazeleri, camileri, AVM’leri, borsaları, gökdelenleri, yolları, sarayları, otomobilleri düşünüyoruz.”
★
“Planlama yok, çünkü planlama yapacak adam işbaşına getirilmiyor. Önce yağma yapılıyor, sonra plan yapılıyor, birisi oy almak istiyor, öbürü ev sahibi olmak istiyor, bu ikisi birbirleriyle çok iyi anlaşıyor!”
★
“Türkiye’de felsefe olmadığı için, eleştiri kavramı gelişmedi. Az gelişmiş toplumda eleştiri yaptığın zaman, küfür etmiş sayılıyorsun!”
★
“Türkiye Cumhuriyeti, İslam toplumları tarihinde gerçekleştirilen en büyük uygarlık projesidir. 20’nci yüzyılın en büyük toplumsal devrimi, Türk devrimidir.
Şimdilerde ise maalesef, İslam toplumlarının çağdaş dünyayla sürüp giden uyuşmazlığı, Türkiye’ye de bulaştırıldı.”
★
“Atatürk ‘benim tek mirasım akıl ve bilimsel düşüncedir’ demiş. Hiçbir devlet adamı veya devlet kurucusu böyle bir şey söylememiş.
★
“Türk aydını, Amerikan sömürgeciliği ve kırsal kültür tarafından esir alındı, olan bitenler ahlaki ve entelektüel iflastır, aydınlar doğrudan katılmıyor olsalar da toplumu saran ahlaki çöküntüyü sanki normal bir olguymuş gibi izlemekle yetinerek, hoş göstererek, ona ortak oluyorlar.”
★
Oysa;
Bu toplumda, hangi koşullarda olursa olsun, insanlık için düşünüp çalışacak çok insan olduğunu Kurtuluş Savaşı’nda öğrendik.
Günümüzde de varlıklarıyla geleceği hazırlayan milyonlar var.
Sesleri az ya da çok çıkabilir, düşünceleri bulanık olabilir, ama çağdaş dünyanın ortaklarıdır
“Bu Ülkenin dünyayla er geç buluşacağı tek yol, çağdaş uygarlık yoludur.”
Prof. Dr. Doğan KUBAN
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Acı ama maalesef çoğu gerçek!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “KURAN’DA VAR OLDUĞU SANILAN YOKLAR DİZELGESİ’’
1- Tüm Şefaat sadece Allaha aittir. Şefaat ya Resulullah ya Ali ya Geylani ya Gavs vs. yok
2- Mehdinin geleceği yok
3- Kabir hayatı, kabir azabı yok
4- Miraç yok.
5- Kadercilik yok
6- Recm cezası yok
7- Hac ayları 4 aydır, dileyen 2 günde dileyen daha fazla günde işini bitirir ve döner. 10 günlük hac süresi yok
8- Hac’da şeytan taşlama, hacerül esved taşına el yüz sürme yok
9- Mezhepler yok
10- Altın/İpek erkeğe haramdır, yok
11- Bir şeyhe veya tarikata bağlanma yok
12- Kıyamet alametleri yok
13- Erkek/Kadın sünnet olmak yok
14- Hayızlı/lohusa kadınlara ibadet yasağı yok
15- Kuran’ı anlamadan sevap için okumak yok
16- Ölüye Kuran okumak, sevap transferi yapmak yok
17- Bir insandan Tevbe almak vermek, rabıta yapmak, dönmek, kafa sallamak yok
18- İnfakta/zekâtta kırkta bir yok. Malın biriktikçe ihtiyacından fazlasını imanın/samimiyetin/takvan oranında verirsin
19- Erkeğin kişisel üstünlüğü, kadının erkeğe itaati yok. Sorgusuz itaat Allah’adır.
20- Evliya (Allah dostu), keramet sahibi yok
21- Mevlit yok
22- Salavat yok
23- Sünnet namaz zorunluluğu yok
24- Arapça dua etmek ve Arapça namaz kılma zorunluluğu yok
25- Muska/Büyü/Nazar yok
26- Cuma namazı sadece erkeklere farzdır diye birşey yok. İman eden her erkek ve bayanlara farzdır.
27- Kölelik/Cariyeliği teşvik yok
28- Kadının uğursuzluğu, cenazeden uzak tutulması, sadece erkeğin cenaze namazı (duası) kılması yok. Cenaze namazı cenaze duasıdır.
29- Kaza namazı yok
30- Haremlik/Selamlık şartı yok
31- Kadının sesi haramdır yok
32- Kutsal günler/Kandiller yok. Sadece Kadir gecesi özeldir
33- Bazı ayetleri veya duaları belli sayıda okuyup üflemek ve bundan murad beklemek yok
34- Sırat Köprüsü yok
35- Kuranın saydığı haram yiyecekler dışında kalan yiyecekler kültürel, tercihler ve alışkanlıklar ile ilgili meselelerdir. Kafaya göre haram koymak yok.
36- Erkeğin kadını dövme yetkisi yok.
37- Dua ederken el açmak, âmin demek zorunluluğu yok
38- Teravih namazı yok
49- Sağ el / Sağ ayak saçmalığı yok.
40- Her askerde veya savaşta ölenin şehit olması gibi bir şey yok
41- Boşanma yetkisinin yalnızca erkeğe ait olması yok
42- Ölüye telkin ve ıskat yok
43- Takva kıyafeti (sakal, cübbe, sarık vs.) yok
44- Sorgulamadan bir fikre, bir şahsa tabii olmak yok.
45- Kuranın tüm emir ve yasakları farzdır. Sadece 32 veya 52 farz yok
46- Kuranda 6236 ayet var, 6666 ayet yok.
47- Çocuk yaşta evlilik yok
48- Namus/zinada kadın erkek farkı yok.
49- 61 gün oruç tutma cezası yok
50- Türbede dilek dilemek yok
51- Tasavvuf, gavs, kutup, şeyh, seyyidlik İslam da yeri yok
52- Kuran anlaşılması zor bir kitaptır yok
53- Deve idrarı içen ve iç diyen bir resul yok
54- Resul ve Nebi var, Peygamber kelimesi ise kuranda yok
55-Kuran okumak için abdest şartı yok
56- Sakala jilet vurmak haramdır diye bir şey yok
57- Cehennemde yanıp çıkma yok
58- Din değiştirenin (Mürtedin), namaz kılmayanın, içki içenin, zina yapanın öldürülmesi diye bir şey yok
59- Sakalı şerif, nalı şerif, hırkayı şerif, Kabak, hurma, zemzem, tesbih, seccade vs. kutsaldır diye bir şey yok
60- Sevap kazanmak için kertenkele, kara köpek vs. hayvanları öldürmek yok. Uğursuz hayvan yok.
61- İslami bir isim koymadan ve sünnet olmadan Müslüman olamazsın diye bir şey yok
62- Hadisler kesin peygamber sözüdür diye bir şey yok
63- Hadis, Fıkıh kitaplarında kuran dışında hükümler vardır diye bir şey yok
64- İsrailiyat yok (Âdem Havva hikayesi vs. Tevrat, mişna, İncil ve kilisenin öğretilerini içeren kaynaklarından alınmış, bazen uyduruk bazen gerçek kişiler hakkındaki hurafat)
65- Zerdüştiyyat yok (asıl ismi Çinvat köprüsü olan sırat köprüsü veya miraç gibi hurafeleri içeren zerdüştlükten alınmış hikâyeler.)
66- Kadın tek başına seyahat yapamaz diye bir şey yok
67- Akıl, bilim karşıtlığı yok.
68- müzik, resim, fotoğraf, şiir, heykel, satranç haramdır diye bir şey yok
69- Cennetle müjdelenen, kusursuz sahabi yok.
70- Peygamberin sürekli aynı sözlerle kendisine dua ettirdiği bir ezan duası yok.
71- Peygamberimiz namazda otururken kendi kendisine selam verdiği, müminlerinde namazda, Allah’ın huzurunda otururken peygambere selam çaktığı bir Tahiyyat duası yok. Burada hitap direk peygamberedir, oysa ölümsüz olan ve seni heran duyacak olan Allah’tır.
72- Kara çarşaf, peçe yok
73- Dini kullanarak para kazanmak yok
74- Kuran dışında haram helal koyan bir resul yok
75- Kuran evrim/tekâmül teorisine karşıdır diye bir şey yok
76- Âdem ilk beşerdir diye bir şey yok. Âdem İlk sorumluluk sahibi insandır
77-Mesih İsa’nın ineceği, deccal in çıkacağı gibi masallar yok
78-Sünnilerin bahsettiği Kelime-i şehadet ve Amentü Kuranın hiçbir ayetinde yok
79- Ölünün ardından ziyafet vermek, 7, 40, 52 yok.
80- İslam da halifelik diye özel bir kurum, makam yok.
81- İslam da babadan oğula geçen saltanat yok.
82- Dini yaymak için ülkeler fethetmek yok.
83- Aynı dinden, aynı meşrepten olmayanı düşman görmek yok.
84- Arap gelenek, görenek ve adetlerini sünnet diyerek pazarlamak yok.
85- Kan akması veya kadına dokunmak abdesti bozar diye bir şey yok.
86- Camii ve mescitlere Allah’ın ismi dışında başka isim/isimler asmak yok.
87- Minarelerden, haddi aşan sözlerle Peygamberin aşırı yüceltildiği bir selâ çağrısı yok.
88- Allah’la, Peygamberle rüyada görüştüm sahtekârlığı yok.
89- Arapça kutsal bir dildir diye bir şey yok.
90- Kuran’dan başka dinin kaynağı yok.”
İlahiyatçı
Prof. Dr. Mehmet Okuyan
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam bu yazıyı okuyunca çok şaşırdım…Doğru bildiklerim elbette var, âmâ çoğuna katılmıyorum…Size zahmet detaylı bir açıklama yaparsanız memnun olurum …
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: MOSSAD kontrol ve denetiminde eğitim veren Tel Aviv İslam (!) Üniversitesinin Oluşturmaya çalıştığı Siyonizm İslam’ı nedir, nasıl yaşanır, diye bir soru sorana verilmesi gereken cevabı özetlemiş bu yazı.
Senaryosunu İngilizlerin yazdığı, Siyonistlerin uygulamasını yürütmeye çalıştığı Siyonist İslam (!) diye ifade edilen projeyi duymadığınızı tahmin ediyorum.
Bu yazılanlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) tebliğ edip öğrettiği, Onun arkadaşlarının ve talebelerinin yaşayarak bize ulaştırdığı İslam değildir albayım.
Üzerinde durmaya, değerlendirme yapmaya değmez safsatalar…
Kur’an’ı Kerim Fatır Süresi 28. Ayette, Allahtan sakınıp korkmak, alimlerin vasfı olarak zikredilir. Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate almayıp çiğnemekten sakınmayan kişilere alim gözü ile bakmak yanıltıcı ve saptırıcı kişilere aldanmaya yol açabiliyor; söz ustalığı, şovmenlik ile alimliği birbirine karıştırmamak gerekir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: GÖRÜNEN KÖY…”
Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Eğitimci Ali Yılmaz anlatıyor:
“İlçemizin vaizi olan dayım Mehmet Ali Erdem, Hasanoğlan’a beni görmeye geldi. Dayıma okulu gezdiriyordum. İkinci günün akşamı yemeği yüksek bölüm öğrencileriyle birlikte yedik, kahveleri içtik. Açık havada yönetim yapısının önündeki küçük parkımızda oturuyoruz. Yüksek bölüm profesörlerinden biri dayıma, “Hoca burayı nasıl buldunuz? Okulun her yanını gezdiniz mi? Diye sordu.
Dayım hepimizi şaşırtan şu yanıtı verdi: ‘Buraya geleli iki gün oldu. İki gündür uygulama, deneme, meyve ve sebze bahçelerini, bağı, iş atölyelerini, orta ve yüksek kısmı, laboratuvarları, kitaplıkları, Sağlık Bölümü’nü, hastaneyi, mutfağı, yemekhaneyi, fırını, hamamı, açık hava tiyatrosunu, Uygulama Okulu’nu, küçük çocuklar için yapılan oyun evini hep gezdim, gördüm Hasanoğlan köylüsünü gördüm. Köylülerle konuştum. Köydeki hamamı ve köy çamaşırlığını gördüm. Her gördüğüm yer ve her gördüğüm eser beni keyiflendirdi. Gezip gördükçe de merakım arttı. Burası nasıl bir okuldur? İki gündür kafamın içinde bu soru var. Sonucu ne olur ki diye düşünüp duruyorum. Mademki sordunuz söyleyeyim: Sizin okullarınızı kısa süre sonra kapatırlar.’
Böyle bir yanıt beklemediğimizden hepimiz şaşırmıştık. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı ve İsmail Hakkı Tonguç da İlköğretim Genel Müdür olacak da Köy Enstitüleri kapatılacaktı. Nereden çıkarmıştı bunu bu Hoca? Bu nedenle hepimiz tepki gösterdik:
“Yanlış değerlendirdiniz!”
Ama dayım ağır ağır, sindire sindire konuşmasını sürdürdü. ‘Benim yaşım seksen. Ben görmem ama siz görürsünüz. Kısa zaman sonra buraları kapatırlar. Siz buraya öğrenciyi nereden alıyorsunuz? Köyden. Kimlerin çocukları gelenler? Köyün yoksul takımının çocukları. O yoksul çocuklar öğretmen olunca nereye gidecek? Kendi köylerine ya da çevredeki bir köye. Çok iyi, çok uygun ve çok da güzel. Ama Topal Veli’nin, Bekçi Hasan’ın, Kör Hüseyin’in oğlu köye öğretmen ya da başöğretmen olarak gidince köyün ağası, mütegallibesi, eşrafı bunu nasıl karşılayacak? Onlar sizin gencecik öğretmenlerinizin karşısına dağ gibi dikilir. Şurada yüksek bölümünüz, yukarı yanda sağlık bölümünüz var. Bir de orta bölüm var. Yarın Yüksek Bölümü bitirenler öteki enstitülere öğretmen olacak. Milli eğitim müdürü, müfettişi olacaklar. Zamanla kimi milletvekili kimi bakan olacak. Sağlık Bölümü’nü bitirenler de bölgelerine sağlık memuru olacak. On köyün başına bir sağlık memuru ve bir ebe verilecekmiş, okulsuz köy bırakmayacakmışsınız. Buradaki öğrencilerden okumayan olursa, onları da köylere ‘iş erbabı usta’ olarak yollayacakmışsınız. Çok güzel, çok iyi düşünülmüş. Demek ki köylü çocukları her yerde söz sahibi olacak. Köylüler de hep okuryazar olacak. Böyle değil mi, yanlış mı söyledim?”
‘Doğru söylediniz Hoca Efendi’ dedik. O yine ağır ağır sürdürdü:
“Şehirli esnaf, ağa, mütegallibe kısmı enayi değildir. Çocuklarının eline verecekleri ekmeği köylü çocuklarına kaptırıp da kendi çocukları ekmek aramaya gidecek! Siz hepsini köylüden yetiştireceksiniz de onların çocuğu demir boku mu yiyecek? Onlar o kadar akılsız mı? Varın siz aklınıza selam söyleyin!”
Bizim homurdanmalarımıza aldırış etmeden sürdürdü:
“Bakın ben Horasan’dan Yanya’ya, Arabistan ve Habeş’e kadar Osmanlı ülkesinin birçok yerini dolaştım. Gördüm ki, dünyanın her yerinde köylü köylüdür ve şehirlinin, ağanın, mütegallibenin eşeğidir. İniş- yokuş demeden, gidecekleri yere kadar köylünün sırtına binerler. İstedikleri yere ulaşınca da Başına torbasını takmazlar. Eğer torbasını takmışlarsa, bilesiniz ki yem koymamışlardır! Yemli, bakımlı hayvanın canı başında olur. Dizinin dermanı yerinde olur. Taşıyamayacağı yükü sırtından atar, örkünü alıp gider. Tutmaya çabalayanın da ağzının kaşıklığına bir tekme çıkartır, ondan sonra gider. Hiç kimse bindiği eşeğin canı başında güçlü olmasını istemez. Kimse kapıya bu kadar akıllı eşek bağlamaz. Benim yaşım seksen. Ben göremem ama siz görürsünüz. İşte şuraya üç çizik” deyip bastonu ile masanın yanına üç çizik yaptı.
Hepimiz donakaldık.
Dayım, köyündeki, kırlardaki, yol kıyılarındaki ahlatları aşılayan, yaban eriklerine zerdali, kayın aşılayan; kuyular, çeşmeler, sarnıçlar yaptırarak köyüne yararlı olan örnek, üretken bir kişiydi. Seksen yaşında bile Bozkır’ın vaiziydi. Çevredeki hocalar, müftüler ve aydınlar arasında saygın bir kişiliği vardı. Benim doğduğum yıl (1924) köylü ile birlikte köyün okulunun yaptırarak, yapım tarihini (1340) okulun duvarına yazdırmış. Konya Milli Eğitim Müdürlüğü’nden seçerek köye öğretmen getiren dayım, köyümüzdeki öğretmen toplantılarını da izleyen aydın bir kişiydi…Köy Enstitülerinin kapatıldığını gördü. Doksan altı yaşında köyünde öldü.”
Hilmi Uysal
Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları s. 360, 361
Em. Albay Hüseyin Akkaya <00000936-VIDEO-2023-11-30-16-29-59.mp4 eklendi>
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Millileşen İstihbarat Teşkilatımız
MİT Filistinli Ömer’i Nasıl Korudu?
Em. Albay Hüseyin Akkaya FETÖ OLAYINDA, ŞAİBE OLUŞTURAN DA “MİT” DEĞİLMİYDİ?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: ELİMİZİ KOLUMUZU BAĞLAYAN ANLAŞMA
İsmail MÜFTÜOĞLU
(Adalet Eski Bakanı)
İşbu anlaşma, 23 Şubat 1996 tarihinde, Başbakan Sayın Tansu Çiller döneminde, Orgeneral Çevik Bir tarafından imzalanmış olan Türkiye–İsrail arasındaki, ‘Askeri Eğitim ve İş birliği Anlaşması’dır. Adı geçen anlaşma, maalesef goygoycu basın tarafından merhum Necmettin Erbakan’a mal edilmiştir. Oysa bu anlaşmanın imzalandığı dönem, Çiller dönemidir. Zira anlaşma 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanmış, Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı ise 28 Haziran 1996 tarihinde başlamıştır. Yani bu anlaşma ile asla alakası yoktur.
Bu anlaşma, teamüllere aykırı olarak, hükümetin malumatı olmadan, parlamentoya duyurulmadan, hükümet üyelerinden biri tarafından değil, Orgeneral Çevik Bir tarafından İsrail’de imzalanmıştır.
Bu anlaşma Meclis’in müzakeratından kaçırılmış, bunun üzerine 22.05.1996 tarihinde Refah Partisi Milletvekili Veysel Candan, Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın cevap vermesi talebiyle soru önergesi vermiştir.
Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan da “Anlaşma gizlidir, gizlilik derecelidir, devletin emniyeti sebebiyle ve siyasi çalkalanmaların önlenmesi düşüncesiyle gizli kalması gerekir” diye cevap vermiştir.
Bu gizlilik neden?
Çünkü:
• Türkiye bu anlaşma ile Ortadoğu’da stratejik rol oynamayacağını taahhüt etmiştir.
• Bu anlaşma ile Türkiye, İsrail’e yandaş olmuştur. Müslüman ülkelere karşı tavır koymuştur.
• Ayrıca İsrail bu anlaşma ile İran’ın askeri alt yapılarına, cephaneliklerine Türkiye’den saldırma hakkını elde etmiştir.
• Diğer taraftan İsrail, İran’la çatışması halinde yakıt ikmalinin Türkiye’den yapabilme hakkını da elde etmiştir.
• Ayrıca bu anlaşma: İsrail, Türk havaalanlarını gerektiğinde kullanabilecektir hükmünü taşımaktadır.
Dönemin yöneticileri Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Deniz Baykal, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’dır. Cumhurbaşkanı ise Süleyman Demirel’dir.
– 14.03.1996 tarihinde Demirel, Türkiye–İsrail arasında yapılan Türkiye–İsrail Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzaladı. Arkasından da “Şunu açıkça söylüyorum. Türk–İsrail askeri iş birliği diğer tüm alanlardaki iş birliğinde olduğu gibi kesintisiz devam edecektir” dedi.
– 16.04.1996’da İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı Ankara’ya geldi.
– 17.04.1996 tarihinde de 8 İsrail F 16 uçağı Türk hava sahasında uçuş eğitimi yaptı.
– 05.05.1996 günü de Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya İsrail’e gitti.
Bu ilişkiler Refah-Yol döneminde aktif olmaktan çıkartıldı ama 28 Şubat post-modern darbesinin gelmesini önleyemedi. Çünkü 28 Şubat 1997 post-modern darbesi, bir Yahudi tezgâhlamasıydı. Nitekim Yahudi teorisyen, yazar Daniel Pipes “28 Şubat bir İsrail operasyonudur” diye yazdı.
24.02.1997 tarihinde İsrail Genelkurmay Başkanı Amnon Shahak’ın davetlisi olarak, zamanın Genelkurmay Genel Başkanı İsmail Hakkı Karadayı İsrail’e gitti. Erbakan, Başbakan olarak buna muhalefet etmişse de dinletemedi. Zira İsmail Hakkı Karadayı’nın 3 gün süren gezisinden sonra, yurda dönüşü akabinde, 28 Şubat 1997 darbesi geldi. Düşündürücü değil mi?
Bir başka hususu daha belirtmek gerekir ki, bu anlaşmayı imzalayan Çevik Bir, 1997 yılında Washington’da bölgede laikliğin savunucusu olmasından dolayı ‘Laiklik ve Demokrasi Ödülü’ne, 1999 yılında da JİNSA tarafından ‘Uluslararası Liderlik Ödülü’ne layık görüldü.
Bugün İsrail’in Gazze saldırılarına Türkiye’nin ciddi tavır koyamaması, bu anlaşmanın geçerliliğin halen devam ettiğini göstermektedir. Bu anlaşmayı kaldırmayan veya değiştirmeyen Ak Parti hükümeti, bundan dolayı sadece konuşmakla yetinmekte, fiili bir icraata başvuramamaktadır. Çünkü bu anlaşma ile eli kolu bağlıdır. Serbest hareket etme imkânından mahrumdur.
Ayrıca hemen belirtelim ki, Türkiye–İsrail arasında imzalanan hiçbir anlaşma değiştirilemedi, askıya alınamadı. Bu, bizim dış politikadaki şahsiyetli duruştan mahrum olduğumuzu göstermektedir. Onun için hâlâ gemilerle İsrail’e yakıt taşınmakta, tonlarca yiyecek-giyecek gönderilmeye devam etmektedir. Bunları gizlemenin, yok diye açıklamalarda bulunmanın kıymeti harbiyesi yoktur. Millet iktidarı da muhalefet partilerini de mercek altına almış durumdadır. Sırası gelince herkes payına düşenin hesabını millete verecektir.
Sonuç olarak Necmettin Erbakan’ın dediği gibi; “Siyonizmin amentüsünü bilmeyen kimse, yaşanan olayları doğru okuyamaz, ona alet olmaktan kendini kurtaramaz.”
Rahman ve Rahim,
Kadir ve Muktedir,
Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.
Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47).
Cağaloğlu – 30.11.2023
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim…Geceniz hayırlı ve Cumanız mübarek olsun …H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu iletinizi tüm gruplarımla da paylaştım… Tekrar teşekkürler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Necmettin Erbakan hükümetinin kurulmasıyla beraber, 1996 yılı temmuz ayında hükümetin onay vereceği düşünülerek iki ülke arasında “Savunma Sanayi İş Birliği” başlıklı ikinci bir anlaşma yapılması planlanmıştır.
(İlk anlaşma: Askeri Eğitim ve İş Birliği Anlaşması: https://mavivatan.net/turkiye-israil-diplomatik-ve-stratejik-iliskisi/ üzerinden okuyabilirsiniz.)
Erbakan Hükümeti, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in İsrail ile imzaladığı “Askerî Eğitim ve İş Birliği Anlaşması’nda olduğu gibi gerçekleşecek ikinci anlaşma içinde gizlilik istemiştir. Necmettin Erbakan bizzat bu şart ile imza atacağını Genelkurmay Başkanlığı’na iletmiştir.
Nevar ki imza tarihinden bir gün önce Hürriyet gazetesi “İsrail’le Gizli İmza” haberiyle anlaşmayı manşetten kamuoyu bilgisine taşımıştır. Anlaşmanın duyulması üzerine Dış işleri ve Milli Savunma 1996 yılı biri askeri iş birliği diğeri savunma sanayii Bakanlıkları içeriğine dair kamuoyunu bir gün öncesinde aydınlatmak durumunda kalmıştır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 1996 yılında Çiller ve Erbakan döneminde iki ayrı anlaşma yapılmıştır
İlki Çiller dönemi askeri eğitim ve iş birliği olup askeri birimler arasındadır. Muhtemelen yukarıdaki hususları kapsamamaktadır. Her ne kadar gizli olarak belirtilmişse de askeri bir anlaşmadır. İran’a saldırı vb. gibi hususları içerebileceğini düşünmüyorum. İkincisi Ağustos 96 da Erbakan dönemi olup savunma sanayii ve iş birliği anlaşmasıdır.
Her iki anlaşmanın da bilinen maddelerinde Türk hava sahasının İsrail tarafından serbest e kullanımı havada ikmal serbestisi vb. gibi hususların bu anlaşmalarda yer alması diplomatik açıdan pek mümkün değildir. Arama motorlarında her iki anlaşmanın detaylarını bulabilirsiniz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Asker arkadaşlardan gelen yorumlar…H. A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gelen yorumları İsmail Müftüoğlu Beye yolladım. Değerlendirme yazarsa sizinle de paylaşırım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim… Cumanız mübarek olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İnşallah ilk fırsatta cevap yazmaya çalışacağım selam olsun herkese.
İsmail Müftüoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000948-PHOTO-2023-12-01-19-52-58.jpg eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: <00000949-VIDEO-2023-12-02-10-25-01.mp4 eklendi>
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Fransız sporcu Valentin Delluc’ün, Peri Bakanları’nda gerçekleştirdiği nefes kesen gösteri…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cihat Yaycı Paşa Gazze Denizi İçin Masadaki Türkiye Planını Anlattı 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yeni restoran açan birisinin acı ve gerçek itirafları:
“Yeni restoranın açılması müşterilerden çok toptancıların ilgisini çekmişti. İlk gelen sezonluk su stoğumu bana satmaya çalışan bayi oldu. Toptan alırsam, büyük su 3 liraya, küçük su 50 kuruşa geliyordu…
Onun ardından toptan gıdacı, meşrubatcı ve biracılar da geldi tabii.
Buraya kadar her şey normaldi…
Ancak arkası kapalı, üzerinde hiç yazı bulunmayan kamyonet geldiğinde ilk şokumu yaşadım.
Adam kaşar peyniri satıyordu. Kilosu 50 liradan… Ben, “Nasıl böyle ucuz satıyorsun?” deyince de adam açık açık söylemekten çekinmedi, “Abi bu dandik kaşar ama kimse ayırt edemez. Bak al bir parça…”
Nutkum tutulmuştu.
“Zararlı değil abi, patates püresine yağ ve kaşar aroması koyuyorlar…” demez mi?
O şokla adamı nasıl gönderdiğimi hatırlamıyorum.
Ertesi gün daha beterdi…
Kıymacı, köfteciydi gelen… Kilosu 60 liradan kıyma satıyordu…
Sinirlerime güç bela hâkim olup kıyma denilen şeyin muhtevasını sordum… Et aroması, tavuk deri ve
Kemikleri, soya vs. gibi “Zararsız” maddelerden üretiliyormuş.
Adam öğünerek, “Her şey dahil otellerden alan var abi” dediği an defettim dükkândan
Adamı kovdum kovmasına da bu iş fena halde aklıma takıldı.
Kardeşim bu memlekette sahte olmayan bir şey yok mu?
Ben bu tip restoranlarda yemek yedim mi acaba? Yediysem kaç kere? Bu işin ucu nereye kadar gidiyor?
Oturdum bilgisayarın başına, başladım araştırmaya…
Aman tanrım! Neler neler varmış bu memlekette?
Yahu neredeyse gerçek bir şey yok piyasada. Her şeyin aroması var.
Üstelik bunlar internette online olarak satılmakta.
Aromalar saymakla bitmiyor.
Acı Biber Aroması, Acıbadem Aroması, Ahududu Aroması, Alabalık Aroması, Ananas Aroması, Anason Aroması, Antep Fıstığı Aroması, Ayran Aroması, Bal Aroması, Bergamot Aroması, Böğürtlen Aroması, Çam Sakızı Aroması, Çedar Peyniri Aroması, Ceviz Aroması, Çikolata Aroması, Çilek Aroması, Et Aroması, Fındık Aroması, Fıstık Aroması, Keçi Peyniri Aroması, Keçi Sütü Aroması,
Kekik Aroması, Kimyon Aroması, Koyun Peyniri Aroması, Koyun Sütü Aroması, Parmesan Peyniri Aroması, Tereyağı Aroması, Yoğurt Aroması, Zeytin
Aroması, Zeytinyağı Aroması, Ekmek Aroması…
Yahu, ekmeğin bile aroması var. Çakma ekmeği nasıl yapıyorsunuz kardeşim? Neden yapıyorsunuz?
Araştırdım, ekmekte durum bildiğiniz gibi değil…
Unun beyazlatıcısından tutun da maya besleyicisine (Yahu maya besleyici satıyor adamlar. Ninem ekşi mayadan, nohuttan yapardı ekmeği) hacim arttırıcısına kadar neler neler var. Adam gibi ekmek bile yedirmeyecekler bize.
Kahvelere köpük yapıcı satıyorlar yahu…
Köfte kızartılırken hacminin küçülmemesini sağlayan kimyasallar var.
Bilumum E-bilmem kaç maddelerini gördüm. Yeminle bin civarında ‘E’li madde var…
Bir o kadar da ‘E’siz katkı maddesi piyasada…
Bütün bunları yaşayıp öğrendikten sonra tımarhanelik olmadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
İşte bu yüzden pılıyı pırtıyı toplayıp dükkânı kapattım ve bu işe bir daha girmemeye, hatta turistik yerlerde iyi tanımıyorsam, restoranlarda yemek yememeye karar verdim.”(alıntıdır)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dini ve milli değerlerinden kopmuş, kopartılmış bir toplumda bunlardan kaçınmak maalesef çok zor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Dindar olduğunu iddia eden bir iktidarımız 20 yıldır başımızda hamdolsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet albayım,
Hepimiz biliyoruz ki iktidara kim gelirse gelsin inkılapçı bir anlayışla köklü sistem değişikliği yapamadığı, yapmadığı sürece, sadece mevcut sisteme hizmet etmiş olur; taze kan verir, kitleleri oyalar; umutları canlı tutar. M.Kamal’in yaptığı gibi devrimci bir anlayış ve yaklaşımla hareket etmeyenlerden bir değişiklik beklemek saflık olmaz mı?
İnkılap ve Sistem değişikliği bir tarafa mevcut iktidar darbecilerin yaptığı anayasayı bile değiştirmeyi becerememiştir.
CHP zihniyetinin İsmet Paşa döneminde ABD ye teslim ettiği Milli Eğitim politikalarına el bile değdirememiştir. Bu anlayışla 20 sene daha kalsa bile çok fazla bir şey değişmez.
Yirmi yıl önce, şimdiki Cumhurbaşkanı Başbakan iken yazdığım
“Başbakan RTE eliyle Allah Teala Hazretlerine” ünvanlı açık mektubumda bu düşüncelerimi ifade etmiş bir eğitimciyim. Yirmi sene önce yazıp ifade ettiğim hususların aynen gerçekleşmiş olması, sitemi bana değil Cumhurbaşkanımıza yapmanızı gerektirir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ben sizi tenzih ederim değerli Kardeşim…Size aynen katılıyorum…Daha sonra daha detaylı yazacağım…
Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yıl 1929…
Lise 3 ders kitabı.
Adı: Kozmografya…
Yazarı: Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Yar.
Atatürk’ün isteği ile yazıldı.
Büyük önderdeki öngörüye bakar mısınız?
Hikayesi ise inanılmaz…
“Bu kitabı bulabilmek için uzun zamandır çaba sarf ediyordum. Sonunda bir sahafta buldum. Adı Kozmografya. Türkiye’deki ilk astronomi kitabı. İlk baskısı 1929’da yapıldı. Benim bulduğum ise 1933 baskısı. Yazarı Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Yar. Bu kitap yazılmadan 8 sene önce Ankara Hükümeti’nin kasasında sadece 48 kuruş vardı. İşgal güçleriyle, fakirlikle, cehaletle ve hastalıkla mücadele ediliyor; savaş sonrası Osmanlı’nın borçları ödeniyor, diğer yandan bilimle sanatla Cumhuriyet inşa ediliyor, fabrikalar yapılıyor, operalar temsil ediliyor, yurt dışına eğitim için öğrenciler gönderiliyor, örnek bir ülke yaratılıyordu.
O dönem insanlar dünyanın düz olduğunu ya da boğanın boynuzları üzerinde durduğunu düşünüyordu. Astronomi nedir, kimse bilmiyordu. Ama bir kişi bunun önemini biliyordu. Dünyada başka örneği yoktur, bir devlet adamının astronomi kitabı yazdırmasının.
Evet, Kozmografya, Atatürk’ün isteğiyle Ali Yar Bey’e 1929’da yazdırılmıştır. Gezegenler, mevsimler nasıl oluşur, kara delik nedir, Aristo’dan başlayarak Kopernik’ten Galileo’ya tüm uzmanların düşünceleri, Samanyolu haritasına kadar her şey bu kitaba konulmuştu. 1933’ten başlayarak tüm liselerde zorunlu ders olarak okutulmuştur ta ki 1979’a kadar. Kitabın yazarı Ali Yar Bey Mektebi Sultani yani Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra 1912 Temmuz’unda Paris Yüksek Tayyarecilik Mektebi’nden mezun olur ve dünyanın ilk üç uçak mühendisinden biri unvanını elde eder. Darülfünun yani İstanbul Üniversitesi’nin o dönem Zeynep Hanım Konağı diye bilinen konakta cebir, astronomi dersleri verir. Atatürk’ün isteğiyle de bu kitabı yazar. Sahaftan gelen tarihi Kozmografya kitabını açtığımda beni bir sürpriz bekliyordu. Kapağın hemen arkasına kime ait olduğunu gösteren bir isim yazılıydı. 1933’te İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda 275 okul numaralı bir kişiye aittir bu kitap; adı Fahrettin Akbulut. Kim mi bu kişi? Sonradan önemli bir matematik profesörü olacak Ege Üniversitesi’nde dersler verecek Türkiye’de matematiği gençlere sevdirecektir. Bir gün Fahrettin Akbulut’un çocuğu evdeki kütüphane rafını karıştırır. Kozmografya kitabını görür. Şu an bende olan kitabı… Alır inceler. İçinde gökyüzü haritalarının, teleskopların, gezegenlerin ve kâinatın fotoğraflarını görünce astronomiye ilgi duymaya başlar. Sonra ne mi olur? California Üniversitesi (Berkeley) Matematik bölümünden mezun olur. Wisconsin Üniversitesi’nde, Michigan State Üniversitesi’nde profesörlüğe kadar yükselir. “Yaşadığımız uzayı tabii Euclid (Öklid) uzayı mı, yoksa onun yalancı kopyası mı?” sorusunun yanıtını arar ve İngiliz Astronomi Profesörü Zeeman’ın 1963’te yaptığı tahmini çözümünü bulmayı başarır. Bu nedenle de birçok ödüle hak kazanmıştır. Bunlardan biri de TÜBİTAK Bilim Ödülü’dür. Türkiye’nin yetiştirdiği ve dünyaca tanınan Profesör Dr. Fahrettin Akbulut’un oğlu Prof. Dr. Selman Akbulut matematik ve astronomi alanında yaptığı çalışmalardan ötürü uluslararası ödüllerle taçlandırılır. Baba Fahrettin ve oğlu Selman matematik ve astronomi alanında önemli çalışmalara imza atar. İşte Kozmografya kitabının önemi buradadır. İçindeki 275 okul numaralı lise talebesi Fahrettin’in kitaba karaladığı ismi bizi böylesine bir yolcuğa çıkarıyor. Bu kitap, küçük bir çocuğun yani Selman’ın eline geçmesiyle dünyaca tanınan bir bilim insanına dönüşmesine vesile olur.
Ya bu kitap Atatürk tarafından Ali Yar Bey’e yazdırılmasaydı? Fahrettin Akbulut bu kitabı İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda okumasaydı? Sonrasında oğlu Selman bu kitabı görüp astronomiye heves etmeseydi… İşte Atatürk’ün neden büyük bir insan olduğunun örneği… Atatürk yüzünü bilime dönmüştür. İstikbal Göklerdedir demiştir. Belki de en güzeli nüansı yazdırdığı Kozmografya kitabının içindeki Ay fotoğrafındaki kraterlerdir. Neden mi? 1956 senesinde Dr. Hugh Percy Wilkins Ay’daki bir kratere büyük saygı duyduğu Atatürk’ün adını vermiştir. Ay’da bir kratere Atatürk’ün adının verilmiş olduğunu biliyor muydunuz?
Lütfen bu yazıyı Atatürk’ü anlamayanlara, O’nun kıymetini bilmeyenlere okutun… En azından “En Hakiki Mürşit İlim” ve “İstikbal Göklerdedir” sözlerinin somutlaşmış örneklerini gösterebilmiş olursunuz.”
Tolga Aydoğan yazmış…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Yukarıda paylaştığınız yazı kendi içinde tenakuzlar barındırdığı gibi kaleme alan kişinin de bilgi fukarası olduğunu gösteriyor.
Kendine göre M.Kamal’i övmek, Osmanlı’yı da kötülemek istemiş; fakat M.Kamal’i de bahsettiği yazarı da yetiştirenin Osmanlı olduğunun farkında olamayacak kadar ahmak taraftarlık etmiş. Bundan başka söz konusu ettiği ilimlerin mucitlerinin de Osmanlı döneminde yetişmiş Osmanlı alimleri olduğunu bilmeyecek kadar zavallılık sergilemiş. Cumhuriyet döneminde Aydın zannedilen kişilerin böyle bir talihsizlikleri var. Çoğu ecdadını doğru dürüst tanımaz; sahip olduğu kültürel mirasın kaynağını dahi bilmez. Oysa M.Kamal’ı övmek isteyen akıllı bir kişi asla Osmanlı’yı kötülemeye kalkmaz. Çünkü M.Kamal bir Osmanlı paşası ve 2.Abdülhamid döneminde yetişmiş bir komutandır; Cumhuriyet döneminde 2.ci bir M.Kamal de yetişmemiştir. Öyle değil mi?
İşte yazıda bahsettiği ilimlerin mucitlerinden biri, tahdit için değil temsil için sadece bir misal zikrediyorum:👇
03/12/2023 Pazar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: <00000961-PHOTO-2023-12-03-09-18-09.jpg eklendi>
[3.12.2023 11:40:00] Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sabatayist Bir Yazarın Kaleminden
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hayatından Sırlı ve Çarpıcı Bilgiler
Roger Garaudy’nin İbretlik Hayatı
21 Eserini Tercüme Etmiş ve Kendisi ile Yakından Görüşüp Tanışan YİE Mez. Öğr. Cemal Aydın Anlatıyor. 👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam kusura bakmayın, gereksiz yere sizi meşgul etmek istemedim …O nedenle sildim…
Selâm ve saygılar, sevgiler…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ÜLKEDE KUMARHANE KAPİTALİZMİ KURULMUŞ!..
Arda Turan, Emre Belözoğlu ve diğerleri saf ya da ortalama zekadan yoksun oldukları için Seçil Erzan’ın “yüksek getiri” vaatlerine kanıp paralarını kaptırmamışlar. Serbest fonlara yatırım yaparak, örneğin günlük yüzde 10’a varan, aylık yüzde 60’ın üzerinde ya da yıllık yüzde 1000’in üzerinde getiri elde etmek mümkün ve yasalmış. Serbest fonlar, Yatırım Fonlarına İlişkin Tebliğ’in yayınlandığı 2014’ten bu yana varmış. Bu yoldan, futbolcuların ‘inandığı’ getiri oranlarını yakalamak hatta daha fazlasını elde etmek Türkiye piyasasın da mümkünmüş. Seçil Erzan da bu işi yapıyormuş. Ancak sistem “kumarhane kapitalizmi” olduğu için işin içinde kaybetmek de varmış.
Seçil Erzan kumarda kaybetmeye başlayınca kendisini ve müşterilerini kurtarmak için tefecilerden para alarak kumarı sürdürmek istemiş. Ancak gittikçe batmış ve müşterilerini de batırmış. Meseleyi ve kumarhane kapitalizmini öğrenmek için Ozan Gündoğdu’nun bu yazısını ve bunun devamı olan “Seçil Erzan nasıl dolandırıcı oldu-2: Hepimiz Arda Turan’ız!” yazısını okuyun…
AHMET ZİYA İBRAHİMOĞLU Bu resmi daha önce görmüş müydünüz Albayım?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Evet Hocam…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Meyveyi aç karnına yemek
Bu gözlerinizi açacak! Sonuna kadar okuyun ve ardından listenizdeki herkese gönderin. Az önce yaptım! Dr. Stephen Mak, ölümcül kanser hastalarını bir şekilde tedavi ediyor ve birçok hasta iyileşiyor. Hastalarının hastalıklarını temizlemek için güneş enerjisini kullanmadan önce, hastalıklara karşı vücuttaki doğal şifaya inanır. Aşağıdaki makalesine bakın;
Kanseri iyileştirme stratejilerinden biridir. Son zamanlarda kanseri tedavi etmedeki başarı oranım yaklaşık %80’dir. Kanser hastaları ölmemeli. Kanserin tedavisi zaten bulundu, meyve yeme şeklimizde. İnanıp inanmama meselesi. Geleneksel tedaviler altında ölen yüzlerce kanser hastası için üzgünüm.
MEYVE YEMEK
Hepimiz meyve yemenin sadece meyve almak, kesmek ve ağzımıza atmak olduğunu düşünürüz. Düşündüğün kadar kolay değil. Meyveleri nasıl ve ne zaman yiyeceğinizi bilmek önemlidir. Meyve yemenin doğru yolu nedir? YEMEKLERDEN SONRA MEYVE YEMEMEK DEMEKTİR! MEYVELER MİDE BOŞ İKEN YENİLMELİDİR Meyveleri aç karnına yerseniz, sisteminizi detoksifiye etmede önemli bir rol oynayacak, size kilo verme ve diğer yaşam aktiviteleri için büyük miktarda enerji sağlayacaktır. MEYVE EN ÖNEMLİ GIDADIR. Diyelim ki iki dilim ekmek ve ardından bir dilim meyve yiyorsunuz. Meyve dilimi doğrudan mideden bağırsaklara gitmeye hazırdır, ancak meyveden önce alınan ekmek nedeniyle bunu yapması engellenir. Bu arada bütün öğün ekmek ve meyve çürür, fermente olur ve asitleşir. Meyvenin midedeki yiyeceklerle ve sindirim sıvılarıyla temas ettiği anda tüm yiyecek kütlesi bozulmaya başlar. Bu yüzden lütfen meyvelerinizi aç karnına veya yemeklerden önce yiyin!
İnsanların şikâyet ettiğini duydunuz: Ne zaman karpuz yesem geğiriyorum, muz yediğimde tuvalete koşuyor gibi hissediyorum vs. Meyveyi aç karnına yerseniz, aslında tüm bunlar ortaya çıkmayacak. Meyve, diğer yiyeceklerin çürümesiyle karışır ve gaz üretir ve dolayısıyla şişkinlik yaparsınız!
Ağarmış saçlar, kellik, sinir patlamaları ve göz altı morlukları tüm bunlar aç karnına meyve yerseniz olmaz. Bu konuda araştırma yapan Dr. Herbert Shelton’a göre portakal ve limon gibi bazı meyveler asidik diye bir şey yoktur çünkü tüm meyveler vücudumuzda alkali hale gelir. Meyve yemenin doğru yolunda ustalaştıysanız, Güzelliğin, uzun ömürlülüğün, sağlığın, enerjinin, mutluluğun ve normal kilonun SIRRI sizdedir. Meyve suyu içmeniz gerektiğinde sadece taze meyve suyu için kutulardan, paketlerden veya şişelerden DEĞİL. Isıtılmış meyve suyu içmeyin. Pişmiş meyve yemeyin çünkü besinlerini hiç almıyorsunuz. Sadece onun tadına varırsın. Tüm vitaminleri yok eder. Ancak bütün bir meyveyi yemek, suyunu içmekten daha iyidir. Taze meyve suyunu içmeniz gerekiyorsa, ağız dolusu yavaş yavaş içiniz çünkü yutmadan önce tükürüğünüzle karışmasını sağlamalısınız.
Vücudunuzu temizlemek veya detoksifiye etmek için 3 günlük meyve orucuna devam edebilirsiniz.3 gün boyunca sadece meyve yiyin ve taze meyve suyu için. Ve arkadaşların sana ne kadar ışıltılı göründüğünü söylediğinde şaşıracaksın!
KİVİ: Küçük ama güçlü. Bu iyi bir potasyum, magnezyum, E vitamini ve lif kaynağıdır. C vitamini içeriği portakalın iki katıdır.
ELMA: Elma yiyen insan doktor yüzü görmez? Bir elmanın C vitamini içeriği düşük olmasına rağmen, C vitamininin aktivitesini artıran antiok…
Em. Albay Hüseyin Akkaya:TARİHİMİZİN KARARTILAN GERÇEKLERİ
MASONLAR NEDEN MEVLANA’YA ANMA TÖRENLERİ DÜZENLERLER…???
MEVLANA VE AHİ EVREN
Prof. Dr. Halil İnalcık: “Moğollarla iş birliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celaleddin Rumi ile halk adamı Ahi Evren arasında düşmanlık vardı. Tokat, Kayseri, Sivas gibi büyük şehirlerde Moğollar kendilerine karşı çıkan esnafı katlettiler. Ahilere ait zaviyeleri Mevlevilere verdiler” diye yazmış Devlet-i Aliye kitabının 1. cildinde (sayfa 39). 1243’te Moğollar Anadolu’yu işgal edip halkı soymaya başlayınca Türkmenler direnişe geçti. Direnişçilerin başında Türk Ahi Evren vardı. Mevlâna, Ahi Evren’in baş düşmanıydı. O kadar ki onun hakkında ahlaksız dedikodular uydurmuştu. Ahi Evren’in karısı Fatma Bacı …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam yorumunuzu bekliyorum… Selâm ve sevgilerimle…
AHMET ZİYA İBRAHİMOĞLU: Kur’an’ı Kerim ve Hadisi Şerifte işaret edilen bilgileri bu bilgiler de teyit ediyor. Kur’an-ı Kerim Vakıa süresi 22. Ayeti ile Tur Süresi 22. Ayette meyve, etten önce zikredilerek, yemeklerden önce yenmesine işaret ediyor. Peygamberimiz (sav) de Tirmizi’de zikredilen bir Hadis-i Şerifte, meyveyi yemekten önce yemeyi, Ramazan’da iftar açarken ve sabahları aç karnında iken ilk defa hurma yemeyi, hurma yoksa su içmeyi tavsiye ediyor.
AHMET ZİYA İBRAHİMOĞLU Mevlâna ile Ahilik Arasında Bir Problem Olduğu Söylenemez👇
Araştırmanın Sonuç Bölümü: Dikkat edildiğinde anlaşılıyor ki; Fütüvvet teşkilatıyla Mevlânâ ve dolayısıyla da Mevlevîlik arasındaki ihtilaflar sadece Eflâkî’nin aktardığı ve yukarıda yer verilen rivayete dayanmaktadır. Başka ikinci bir kaynağı bulunmamaktadır. Menâkıbu’l-Ârifîn, Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin emriyle, kendisi de bir Mevlevî olan Ahmed-i Eflâkî’nin kaleme aldığı bir menkıbe kitabıdır.[67] Menkıbelerin kaynak eser olarak dikkatle değerlendirilmesi gerekirken bu şekilde bir ihtilafa delil gösterilmesi pek de doğru değildir. Menâkıb-nâmeler diğer tarihî vesikalarla karşılaştırıldığı zaman bir mutabakatı olduğunda tarihî olaylara delil teşkil eder. Sadece Menakıbu’l-Arifin’de …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Halil İNALCIK hocamız, bana sorarsanız, tarihi bir gerçeği dile getiriyor…Sizinle bu konuda aynı fikirde değilim. Yine de teşekkür ederim…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli dostlar, sevgili canlar, son günlerde yemek yerken “yutma sorunu” ile karşılaştım. İlk önce pek önemsemedim ama baktım durum pek iyi ye gitmiyor, endoskopi yaptırıp durumu netleştirelim dedim…Boğaz yolunda hoş olmayan “misafirler” in olduğu görüldü. Bir hafta sonrada biyopsi sonuçları geldi. “Misafir “maalesef huysuz çıktı…
Zaten bütün huysuzlarda beni bulur dedim kendi kendime. El hasılı kelâm, misafiri hayırlısı ile uğurlamak için faaliyete geçtik. İnşallah sizlerin dua ve güzel temennileri ile yolcu ederiz. İyi düşülelim iyi olsun, derler ya, bizde pozitif düşünelim diyoruz. Grup arkadaşlarımın üzerimde çok hakları var lütfen helâl etsinler. Sizi bilgilendirmeyi bir görev olarak addediyorum. Durumum ile ilgili gelişmeleri, nasip olursa sizlerle paylaşacağım. Bu nedenle telefon ile ARAMAMANIZI özellikle istirham ediyorum…Sizleri çok seviyorum…Benim moralim çok iyi, inşallah bu misafiri uğurlayacağım. (Bu misafir benzetmesi de bana ait değil, Cemâl’nur SARGUT hanımefendiye ait.)
Hepinize selâm, sevgi ve saygılarımı sunuyorum… Allah ‘a emanet olunuz sevgili Canlar…
Hüseyin AKKAYA
9 Aralık 2023/Samsun
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Çok geçmiş olsun Albayım, modern tıptan vaz geçmeyin fakat alternatif tıp ilmine aşina hekimlerle de istişare etmeyi ihmal etmeyin derim.
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu’na sekreteri kanalı ile ulaşabilirsiniz.
0 (539) 470 76 460 – (539) 470 76 47
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çok teşekkür ederim değerli Kardeşim… Allah razı olsun…
AHMET ZİYA İBRAHİMOĞLU Nuh Albayrak Bey’in Önemli Yazısı
Filistin’e Olan Borcumuzu Ödeme Zamanı Gelmedi mi? 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cihat Yaycı Paşa ile Yazışmamız
(……….)
(Şüphesiz ki denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır). [Ebu Davud 2489]
Bu durumu, ümmî bir Peygamber, bir kez bile deniz seyahati yapmamış, okyanusların derinliklerine inmemiş ve on dört asır önce denizaltılardan da haberdar olmamış, o dönemde su altında inilebilecek mesafe maksimum derinlik olarak da on metreyi geçmez olduğu halde, haber verdiğini dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekir.
Bu da hiç şüphesiz bu son elçinin peygamberliğine ve onun tüm insanlığa verdiği mesajın doğruluğuna delildir.
10/12/2023 Üsküdar
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Yazışmamızın Tamamı İçin: 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “Günlerden bir gün, bir Krala iki harika şahin hediye edilir. Kral, bu zamana kadar böyle ihtişamlı şahin görmemiştir. Bu değerli kuşları eğitmesi için bir şahin eğiticisi çağırır. Aylar geçer, şahinlerden birisi gökyüzünde asil bir şekilde süzülerek uçuyor, ancak diğer şahin, üzerinde bulunduğu daldan geldiği günden beri bir türlü ayrılmıyordur. Bunun üzerinde Kral, ülkedeki pek çok şahin eğiticisini seferber eder ama kimse bu şahini uçurmayı başaramaz. Ülkede denenmemiş tek bir eğitici kalmıştır. Sonunda kralın emriyle o eğitici de saraya getirilir ve çalışmaya koyulur.
Kral ertesi gün uyandığında camdan bakar ve her iki şahinin de muhteşem bir şekilde uçtuğunu görünce gözlerine inanamaz.
Koşar adımlarla eğiticinin yanına gider ve sorar;
‘Nasıl başardın bunu?
En az 10 eğitici geldi başaramadı. Sen nasıl yaptın?’
Şahin eğiticisi de cevap verir: ‘Çok basit Kralım. Sadece kuşun üzerinde durduğu dalı kestim…’Bazen güvenlik alanlarımızın dışına çıkamadığımız için, İstediğimiz yönde bir değişim gerçekleştiremeyiz. Böyle durumlarda, rahatlık alanımızın dışına çıkmak için üzerinde durduğumuz dalı kesmek gerekir. İstediğiniz muhteşem uçuşu gerçekleştirebilmek için, daha fazla beklemeyin. Kesin o dalı!..” Senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar.
Sokrates
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Çok Teşekkürler…Cihat YAYCI paşam bizim yüz akımız… Sağ olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Karanlık İlişkilere Işık Tutan Bir Yazı
“İlginç bir araştırma ADI AYLİN!”
10 Ocak 1995 günü kendi arabasının altında ölü bulundu Aylin. Ne bir boğuşma izi vardı ne de başka bir kanıt. Hizmetçisi tarafından bulunana kadar, üzerinde abiyesiyle iki gün boyunca orada yattı. Dosyası fazla kurcalanmadan kapatıldı ve ölümü kayıtlara “Freak Accident” yani “Garip Bir Kaza” olarak geçti. Hani şu Ayşe Kulin’ in ünlü “Adı Aylin” romanına konu olan Aylin Radomisli… İşte o Aylin Radomisli’nin, CHP’nin şu meşhur genel sekreteri Kasım Gülek ve Fetullah Gülen ile olan şaşırtıcı bağı… İlginç ilişkiler ağı… Tarihi gazete arşivlerinde, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun” EKSANTİRİK” diye tanımladığı, Metin Toker’in” Biraz gayriciddi” bulduğu, Aydınların” popülist” olm…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, bu yazıyı bugün bir akademisyen arkadaş gönderdi bana, sizin WhatsApp gurubunda paylaşıp nasıl değerlendirileceğini öğrenmek isterim.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 1941 yılı Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu mezunu Metin Aydoğan’dan bir anı:
———————————
1923 yılında Muğla’da doğdum. Babam Ula’nın Bayır Köyü İlkokulu başöğretmeniydi. Okuma yazma bilenlerin az, öğretmenlerin saygı gördüğü o günlerde, hep öğretmen olmayı düşünerek büyüdüm. Balıkesir Necatibey İlk öğretmen Okulu’nu 1940-1941 yılında bitirdim ve Muğla’nın Ula nahiyesine (şimdi ilçedir) bağlı Gölcük Köyü’nde öğretmenliğe başladım. O zamanki yönetmeliklerimize göre, her öğretmenin bulunduğu çevreyle ilgili araştırma yapması gerekiyordu. Göreve başladığım yıl araştırmaya da başladım ve önce Muhtar Ali Kerkik’le konuştum. Muhtar anlattıkları beni öylesine etkilemişti ki, onun sesi yaşantım boyunca kulaklarımda kaldı; Cumhuriyet’e ve Atatürk’…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “ATATÜRK BOĞAZI Avustralya ve Yeni Zelanda Birleşik Ordusu ANZAK askerlerinin 1914’de denize açıldığı Albany limanı körfezine ”Atatürk Boğazı” adı verilmiştir. ‘Atatürk Entrance” dünya haritasında Atatürk adı taşıyan tek coğrafi konumdur… Atatürk boğazı güneybatı Avustralya’da bulunan Albany limanının hemen girişindeki boğaza verilen isimdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale savaşında ölen Anzaklara karşı göstermiş olduğu incelik nedeniyle onurlandırmak isteyen Avustralyalılar çok güzel bir konumda boğaza hâkim bir tepeye Barış parkına Atatürk’ün anıtını da dikmişlerdir. Anıtın kaidesinde İngilizce Yurtta Sulh Cihanda Sulh yazmaktadır. Albany limanı, 1.dünya Savaşında Anzakların Avustralya’dan hareket ettikleri son limandır.”
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yahudi Düşüncenin Temelini Tanı Vasıflarını Kaybetmiş Yahudiler Sadece Allah’ın Vadettiği Arzı Hatırlıyor. Ebubekir Sifil Hoca👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cihat Yaycı Paşadan Ufuk Açıcı Yorum ve Değerlendirmeler👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://youtu.be/xUqF2XbhzNk?si=YdWDDR4BYVt4m0qq
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: @abdullahciftcib İsrail ordusu Gazze’de savaşan çifte vatandaşlığa sahip asker sayısını ve uyruklarını açıkladı.
Fransa- 3804
İngiltere- 3142
Amerika Birleşik Devletleri- 2584
Almanya- 2051
Hindistan- 1720
İtalya- 1653
Etiyopya- 1580
Güney Sudan- 1462
Polonya ve Ukrayna- 1158
(Polonya’daki Ukraynalı mülteciler)
El Salvador- 945
Honduras- 810
Arjantin- 416
Kanada- 379
Kuzey Irak- 114
Tayland- 74
Arapça Kaynaktan Tercüme: 👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://x.com/yvzah/status/1736342061714940290?s=20
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Devlete isyan eden ve günümüz sorunlarının başlamasına imza atan Şeyh Said’e iadeyi itibar yapan devlet, yasalarına uygun bir şekilde hapishaneden eve çıkarılmayı bekleyen beş generale hukuku uygulamıyor! Sorarsan terörle mücadele başarıyla devam ediyor!
Ahmet YAVUZ
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Prof. Dr. Ahmet Mergen; Komşum Jinekolog Doktor. Emekli, ama hala özelde çalışıyor. Öte yandan 17 tane kitabı var. Ayrıca aile hekimi ve iş yeri hekimliği sertifikaları var. Motivasyon, insan ve toplum mühendisliği konusunda da inceleme ve çalışmaları var. Keyifle sohbet ederken Dr. komşum dedi ki:
-Toplumun politik yaklaşımı beni de çok derinden etkiliyordu. Öğrencilik yıllarımdan beri aktif ve aktivist bir duruşum vardı. Ama ne zaman ki insan ve toplum psikolojisi ve mühendisliğine merak saldım, fikrim ve duruşum o günden sonra değişti. Toplumu ve olayları dolayısıyla sizin çok kızdığınız şeylerin aslında bu içinde bulunduğumuz insan katmanları için çok doğal ve doğru sonuçlar verdiğini izliyorum dedi ve arkasından sordu:
-Türk toplumunun ortalama zekâ yaşı kaç, biliyor musunuz?
– Bilmiyorum tabii…
– 11 dedi. Çok şaşırdım, boş boş bakakaldım. Ve devam etti:
– Evet 11 maalesef. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine 83 milyon insanımızın zekâ yaş ortalaması net 11.Konsantrasyon süresi, yani dikkate alma süresi ise sadece 17 dakika. Algı kapasitesi ise 4 kelimelik kısa cümleler. Her 20 dakikada bir zihnini dağıtmazsan, ikinci 17. ci dakikayı dikkate alması mümkün değil. Mecburi eğitimde okunan kitaplardan sonra okunan kitap sayısı, aile başına ortalama YARIM KİTAP. “YANİ”, “AYNEN”, “BEN DE” gibi birçok kelimenin bir fikri, görüşü, temenniyi anlattığı tek dil, bizim dilimiz. Çünkü insanımızın kendini ifade edebilme yetisi yok maalesef… Toplum A-B-C-D kategorilerine ayrılmış. Hedef kitle, toplumun çoğunluğu olan 11 yaş zekâ düzeyini oluşturan D segmenti olarak seçilmiş ve bütün politikalar buna göre hazırlanmış. Hangi segmentte olursak olalım aynı oksijeni soluyoruz ve her birimizin sadece BİR OYU var. Sosyal sınıf farkını demokrasiye oy sayısı olarak yansıtabilmiş olan sadece Japonya. Bu edinilmiş bilgi ışığında bir durum tespiti yapayım. Dolayısıyla hedef kitle olarak D segmentini seçersen ve ona göre söylemler oluşturursan ezici bir çoğunlukla ard arda seçimi kazanıyorsun. CHP’nin oyunu arttıramamasının sebebi de D segmentini kucaklayamamış olması oluyor bu durumda. Demek ki C segmentindeki oy potansiyeli %20-25 aralığında. Ne D’ye ne de B’ye çalışmıyorsan sürekli patinaj hali devam edecek demektir. Şimdi bu bilgileri bilmeyenler için TV de haberleri veya dizileri izlerken kızmak ya da ruh sağlığı için izlememek çok çok doğal. İktidarın insan ve toplum mühendisliği alanında çalışan müthiş bir ekibi var. Bu çalışmalar ve daha niceleri onların ellerinde bir bilgi bankası olarak muhafaza ediliyormuş. O gün topluma nasıl bir mesaj verilecek ki öylesine duygusal tavlama benzeri hamle olsun, kim verecek, tespit ediliyor konuşma metni hazırlanıyor ve topluma zerk ediliyormuş. Yani öylesi bir senaryonun sahne sunumu gibi hikâye aktarımı. Toplum üzerindeki etkisi ölçülüyor sonucuna göre 2. doz hazırlanıyormuş. Zekâ yaşı 11 civarında olanlar ALKIŞLIYOR. Zekâ yaşı 11 in üstünde olanlar BU ADAM BİZİM AKLIMIZLA DALGA MI GEÇİYOR DİYE BİRBİRLERİNE SORUYORMUŞ. Metin içerisinde 8-10 kelimelik cümleler hiç yok. Çünkü algı zayıflığı sebebiyle kafa karışıyormuş ama 3-4 kelimelik cümleler etkili ve anlaşılır durumdaymış. Hele bir konuşma metni içerisinde aynı cümle 4 defa tekrarlanırsa VURGUN ETKİSİ yapıyormuş.
(BENİM) (BAŞÖRTÜLÜ) (BACIM)
(EKONOMİ) (ŞAHLANDI) (ŞAHLANACAK)
(AŞI) (GELDİ) (GELECEK)
(BAY) (KEMAL) (HAİN)
(AYEMEF E) (BORCUMUZ) (KALDI MI?) (KALMADI !!!)
Çünkü zekâ yaşı 11 olan bir halk yönetiliyor. Bütün planlama da ona göre yapılıyor.
Sonuçta amaç başarıya ulaşıyor. Böylece 20 senelik TEK BAŞINA İKTİDAR başarılmış oluyor.
Çarşamba ve perşembe günleri haberleri bu bilgiler ışığında özellikle izledim. CUK OTURDU !..
Zaten bildiğim, farkında olduğum bazı durumları bilimin ışığı ile besleyince durum daha bir lezzetli oldu.
Bütün bu anlattıklarımı belki de zaten biliyordunuz. “Uyan da balığa çıkalım” diyeniniz de olmuştur.
Ne yapalım öğrenmenin yaşı yok…
Ahmet Mergen
Toplum Mühendisliği Uzmanı
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Said Nursi, Şeyh Said, Said Molla
KARIŞTIRILAN SAİDLER İLE İLGİLİ
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Atatürk, Osmanlı’dan kalan en büyük mirasın, çağdaşlaşmaya engel olan cehalet olduğunu anlar. Atatürk, Müslüman ülkeler içinde ‘kul’ yerine ‘bireyi, ‘ümmet’ yerine ‘Milet’i oluşturmuş tek çağdaş liderdir.
Türkiye pahalı bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın hükmü şudur: Ordu çökerse devlet yıkılır ne vatan kalır ne de makam…
Askerlik Andı; Atatürk’e, Cumhuriyet’e bağlılık sözleşmesidir. Askerlik Andı; askerin şerefidir, askerin onurudur. Türk Ordusu’nun şanlı tarihi, tarikatları ve siyaseti reddeder. Siyasetin ve tarikatların bulaştığı bir Ordu, sadece ve sadece Balkan Faciasını vadeder… 15 Temmuz 2016 Hain Darbe Girişimi, Türk tarihine ve Türk Ordusu’na Balkan Felaketinden daha büyük bir utanç yaşatmıştır… Tarikatın ve siyasetin Türk Ordusu’na bulaşmasının sonucudur 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi…
Atatürk’ü Türk Ordusu’ndan çıkarın Balkan Felaketi kalır. Atatürk’ü ve Cumhuriyeti’ni Türkiye’den çıkarın geriye gözyaşı ve acının dinmediği bir coğrafya kalır…
Naim BABÜROĞLU Yeniçağ
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İnönü Hatıratında Şeyh Said İçin Ne Dediğini Bile Dikkate Alan Yok İdeolojik Yandaşlar Olayları Saptırır
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: BAŞBAKANLARINI PARÇALAYIP KIZARTARAK YİYEN BATI ÜLKESİ?
Hollandalılar başbakanlarını önce parçalamış, sonra kızartıp afiyetle yemiş! Dr. Richard Sugg Mumyalar, Vampirler ve Yamyamlar (Mummies, Vampires and Cannibals) adlı kitabıyla 18. yüzyıl dahil Avrupa saraylarında hanedanlar ve aristokratlar arasında insan kanı, insan eti, insan yağı ve insan kemiği (mumyalar dahil) tüketildiğine dair sarayların arşiv belgelerini ortaya koydu. Buna “ceset tıbbı” deniliyormuş. Ayrıca genç birinin baltayla idamından sonra akan kanın bir kovaya toplanması için saraydan görevlilerin gönderildiğini ve mahkûmun kafası kesildikten sonra saraya getirilen kanın yaşlı kralı veya kraliçenin yemeklerine gençlik iksiri olarak katıldığını belgelerle açıkladı. Fakat bir olay var ki hem daha yakın tarihli hem de Hollanda Başbakanının başından geçmiş olması dolasıyla hepsini bastıracak kadar merak uyandırıcıdır.
Yıl 1672.
Osmanlı Devleti Köprülüler döneminde yaşarken Avrupa’nın kuzey batısında ilginç olaylar cereyan etmekteydi. Hollanda tahtında Oranj hanedanı oturmaktadır ama eyaletlerin seçtiği ‘Başbakan’ (Great Pensionary) John de Witt, İngiliz çağdaşı Oliver Cromwell gibi kralın mutlak iktidarını sınırlamaya adamıştır ömrünü. Hanedanın iktidarı karşısına halkın temsilcisi olarak cesaretle dikilmektedir. Aynı 1672 yılının güzünde John de Witt adlı bu çok yetenekli entelektüel lider –meşhur filozof Spinoza’nın da arkadaşıydı-, kardeşi Cornelius ile birlikte patlak veren bir ayaklanmada önce tüfekle vurulacak, ardından idam edilecek, dahası öfkesi dinmek bilmeyen düşmanlarının hücumuna uğrayan cesetleri kurbanlık hayvanlar gibi önce ayaklarından asılacak, ardından indirilerek cinsel organları, ciğerleri ve kalplerine varıncaya kadar paramparça edilecek, nihayet koyun veya sığırlar gibi parçalara ayrılan vücutları hıncını alamayan kalabalıktan birileri tarafından pişirilerek afiyetle yenilecekti. Evet, yenilecekti! Hemen bu bilginin kaynağı nedir? diye soracaklar buyursun: Hem de Cambridge Üniversitesi Yayınları tarafından 2002 yılında yayımlanan California, Wisconsin ve Rutgers üniversitelerinde tarih dersleri veren Profesör Herbert H. Rowen’ın, John De Witt: Statesman of the “True Freodom” adlı kitabının 218. sayfasına baksınlar zahmet olmazsa.
Yazının tamamı için: 👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Türkiye’nin Sessiz, Derin İlerleyişi👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İslam Düşmanı Hollandalı Siyasetçi Nasıl Müslüman Olduğunu Anlattı👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Benim gördüğüm şu: Nasıl ki 98 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı din kullanılarak Şeyh Sait İsyanı çıkarılmışsa, 98 yıl sonra bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı yine Şeyh Sait üzerinden bir saldırı gerçekleştirilmek isteniyor.
Sinan MEYDAN cumhuriyet
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sinan Bey ne şeyh Said olayını doğru biliyor ne de bugünü doğru yorumluyor. İdeolojik taraftarlık veya ön fikirlilik gerçekleri görmesine müsaade etmiyor veya başka bir maksadı var. Tanımadığım için hüküm vermem doğru olmaz. Türkiye Devletinin bütünlüğünü İslam ortak paydamız dışında ne koruyabilir diye sorsanız laiklik diyebileceğini düşünüyorum. Laiklik nedir diye sorarsanız tarifinde bile anlaşma ihtimali olmayan bir kavram olduğunu görürsünüz. Türkiye’de laiklik hiçbir zaman olmadı; şimdi de yok. Türkiye’de laiklik din düşmanlığı şeklinde uygulanmıştır diyenler bile yanılıyor. Türkiye’de din düşmanlığı yoktur; olmadı, sadece İslam düşmanlığı vardır. Bunu yapanların çoğu ne Türk’tür ne de Müslüman. Ama bunu da açıkça itiraf edecek kadar mert gavur da olamıyorlar. Onlara en güzel cevabı Aziz Nesin ve Kemal Tahir veriyor. Onları da okuduklarını zannetmiyorum. Halkı ve inancını yok kabul eden bir anlayışın ne laik ne de demokratlıktan bahsetmesi mümkün değildir. Cumhuriyet ne demektir; sorarsanız bocalamaya başlayacağını görebilirsiniz.
Şu iki yazıyı okuyup kim inandırıcı bir cevap verebilir? 👇
Nuh Albayrak Beyin Yazısı
Dr. Mehmet Doğan Beyin Yazısı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Kardeşim, merakımı mazur görün lütfen, Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca hakkında sizin görüşlerinizi merak ediyorum.,
Dost selamlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım bunlar uzun müzakere edilerek konuşulabilecek konular. Ama ben zıt görüşlerin büyük kısmını okuyarak vardığım kanaati yazabilirim:
1- Şeyh Said, (İngiliz casusu Molla Said’le karıştırılmamalı)
Samimi bir Müslüman, asla Kürtçü değildir; dış güçlerin ajanı da değildir. Yapılan devrimleri İslam’ı yok etmek gayreti olarak görüp değerlendirdiği için kendine göre karşı tavır koymaya ihtiyaç duymuştur. Said Nursi gibi bir alim onun bu eylemini hatalı bulmuş; destek vermemiştir. Ben de o dönemde yaşamış olsam yaptığını doğru bulmam; vaz geçirmeye çalışırdım.
İsmet Paşa bu konuyu hatıratında değerlendirirken şimdikilerden daha insaflı değerlendirdiği kanaatindeyim.
2- İskilipli Atıf Hocanın idam edilmesi ise çok farklı. Şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı kitaptaki düşünceleri sebebi ile idam edildi. Oysa hiçbir kanun makabline şamil olmaz; bu evrensel bir hukuk kuralıdır. Bana göre onu yargılayan hakimler dalkavukluk uğruna ona zulmetmişlerdir.
Bunu insaflı Atatürkçüler de kabul eder; dönemin şartlarını mazeret olarak gösterip savunmaya çalışırlar.
Sorduğunuz için kanaatimi yazdım yoksa bu konuları gündemimize sokup tartışmamızı isteyenlere pek olumlu bakmam.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Askerler neden tarikata bağlı olamazlar?.. Askerler, askerlik hizmetine ve mesleğine adım atarken yemin ederler: “Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim.” Millete ve cumhuriyete hizmet; kanunlara, nizamlara ve amirlere itaat; vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda hayatını feda etmek ancak ve ancak siyasetin dışında, bir tarikat veya cemaate bağlı olmayan Cumhuriyet Ordusu askerleri tarafından yerine getirilir. Siyasete bulaşmış, tarikat ya da cemaat üyesi bir askerin Askerlik Andına bağlı kalması mümkün değildir. Tarikat liderinden emir alan birinin 15 Temmuz 2016 yılında Türk Ordusu’na yaşattığı utancın izleri tüm canlılığıyla ortada. Bir askerin bir tarikata bağlılığı, hiyerarşik sistemi, emir-komuta zincirini yok eder.
Naim BABÜROĞLU
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bir asker neden tarikata bağlı olamaz?.. -Tarikata bağlı bir bir asker, ordunun emir-komuta zincirine, hiyerarşik sistemine itaat etmez. Komutanın emri yerine, bağlı olduğu tarikatın emrini yerine getirir. -Tarikata bağlı asker, ordunun can damarı olan disiplin sistemini bozar. -Tarikata bağlı bir asker, savaşma azim ve iradesinden yoksundur. -Tarikata bağlı bir asker, namusu üzerine ettiği askerlik yeminine bağlı kalamaz. Çünkü emri şeyhlerinden alır. -Tarikata bağlı bir asker, milletin-vatanın askeri olamaz. Milletin değil, şeyhinin çıkarını düşünür. Sonuç: Bir felaket arıyorsanız, orduda bazı askerlerin tarikata bağlı olmaları bir felakettir. Tıpkı Balkan Felaketi gibi.
Naim BABÜROĞLU
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Benim rahmetli bir amcam vardı. Samimi ve dürüst bir insandı ama cahildi. Şu cümleyi çok kullanırdı: “Cehaletin Gözü Kör Olsun” Naim Bey, zaman zaman ekranlarda dinlediğim kişilerdendir. Asker ve sivil ayrımı yapmadan söylüyorum, Türkiye’de okumuş insanların en büyük talihsizliği İslam cahili olmalarıdır. Eğer İslam’ı şovmen dalkavuklardan değil de yaşayan ihlaslı ilim ehli insanlardan öğrenme fırsatı bulsalardı, böyle bir cümleyi asla düşünmez ve kullanmazlardı.
F. Gülen gibileri dindar ve tarikat ehli görecek kadar komik duruma düşmezlerdi. Molla Said gibi İngiliz ajanları ile Şeyh Said ve benzerleri arasındaki farkı anlayabilirlerdi. Cumhuriyet dönemi, 1400 Yıllık Tarih dönemi içerisinde, İslami bilgi açısından Türklerin yaşadığı en bilgi fakirliği dönemidir. Cumhuriyet döneminde, dini kurumların 30 yıl kapatılması sebebi ile her şeyin sahtesinin ortaya çıktığı bir dönemdir. O sahtelerinin dışında, orijinallerini tanıma imkânı da bulunamadı maalesef. Oysa o şikâyet ettiği örgütlenmeleri ya yabancı istihbarat güçleri oluşturup yönlendiriyor veya çıkarcı sahtekârlar oluşturup kullanıyor. Gerçekte Tarikat nedir bilir misiniz albayım? Tarikat, her an Allah’ın denetim ve gözetiminde yaşıyor hissini canlı tutup unutmayarak yaşamaya gayret etmektir. Bu durumda İslam düşmanı olmayan hiç kimse bilerek böyle bir cümle kullanamaz; kullanıyorsa, ya bilgi fukarası veya İslam düşmanıdır. İnsanları şahsi emellerine alet etmek istemeyen hiç kimse böyle bir düşünceye ihtiyaç duymaz.
Çünkü Müslüman Allah’a isyan hususunda kimseye boyun büküp itaat etmez ama Allah’a isyan olmayan hususlarda da hangi alanda olursa olsun amirlerine itaatsizlik etmez. Hiçbir tarikat böyle bir şeyi talep etmez; edemez. Ederse oradan uzaklaşma gerekçesi olur. Meselenin esasını teşkil eden sıkıntı cehalettir. Aksini gösteren ve cahil olmayan samimi bir Müslüman göster deseniz gösteremezler. Cehaletin gözü kör olsun albayım. Ne çekiyor, neyi tartışıyorsak sebebi cehalettir; bilesiniz. Keşke bir araya gelip uzun uzun müzakere edip birbirimizi doğru anlayabilsek?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam Allah razı olsun. Siz benim ışığımsınız…Yolu karanlık ve loş bulunca, sizin ısınıza ihtiyaç duyuyorum ve Sizi Kardeşim görüyorum… Bir tek sorum var müsaadenizle: En iyi tarikat sizce hangisidir?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, benim çok değer verdiğim ve hafızamda silinmez izi olan aziz bir dostumun ağabeyi olarak, size saygım olduğunu bilmenizi isterim. Tarikatlar sizin zannettiğiniz gibi bir şablon değil, insan mizaç ve alışkanlıklarına göre belirlenmesi gereken meşreplerdir. Yani bana uyan size uymayabilir. Herkes asker veya hekim olabilir mi? Kabiliyet ve fıtratınıza uygun olmayan bir iş insanı çalışmaktan uzaklaştırdığı gibi, yanlış seçilen bir tarikat ta insanı verimsiz hale getirebilir. Önemli olan seçtiğiniz tarikatın umumi özellikleridir.
1- İlme önem vermesi, İlme ters bir telkinde bulunmaması,
2- Dünyevi makam ve maddi hırslara yönlendirmemesi,
3- Söylediğini samimiyetle yaşama gayretinde olması,
4- Almayı değil vermeyi öncelemesi, vb. özelliklere sahip olan, mizaç ve mesleğinize uygun bir tarikat olursa verimli olur. Nakşiliğin veya Kadirilik gibi tarikatlar her meslek ve mizaca uyar diyemeyiz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Allah razı olsun sizden….
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NEYİN PEŞİNDEYİZ. Adam 200 gramlık cihaz yapmış… Cebimize koymuş…
Hem radyo hem televizyon hem takvim hem saat hem telefon hem müzik kutusu hem pusula hem fotoğraf makinesi hem film oynatıcısı hem navigasyon aleti vb… Hangi gün saat kaçta yağmur yağacak, sıcaklık kaç derece olacak, rüzgarlar hangi yönden esecek, ülke ülke, şehir şehir, ilçe ilçe bildiriyor. Sokağa çıktın diyelim, adımlarını sayıyor… Geçen hafta şu kadar adım attın, bu hafta bu kadar, geçen ay şu kadar, hepsini söylüyor… İyi duyuyor musun, diye kulak muayenesi bile yapıyor. Borsa’yı dövizi, altını, gümüşü saniye saniye bildiriyor… Bankaya uğramadan para trafiğini yönetiyorsun. Binlerce sayfalık ansiklopediyi karıştırma zahmetine girmeden istediğin bilgiyi sana bir saniyede çıkarıp veriyor…
Hepimizin cebinde birer tane var. Artık yolumuzu yönümüzü, bugünümüzü yarınımızı onunla buluyoruz… Sağlığımızı asrın mucizesi olan cihazlar ve ilaçlarla sürdürüyoruz Ne var ki bunların hepsi Batı dünyasında keşfediliyor, orada geliştiriliyor. Ne biz ne İslam dünyası asrın keşiflerine katkıda bulunabiliyoruz… Çünkü biz bambaşka konularla meşgulüz… Göz damlası orucu bozar mı, şarkı dinlemek günah mıdır, deniz ürünü mekruh mudur? Telefonu icat eden adam cennete mi gider cehenneme mi? Seccade boyu halı kutsal mıdır, ayakkabı ile basan günaha girer mi? Biz ve alimlerimiz bu çetin sorunları çözmekle uğraştık bin yıldır. Ve hala oralardayız… “Kurtlar sisli havayı sever”
Sis dağıldığında, her şey bitmiştir artık.
Melih Aşık
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Bu yazıdaki kıyas da hatalı ve çarpıtma bir kıyastır. Melih Bey ne demek istiyor? En yumuşak ifade ile sadece batı hayranlığı ve aşkını ifşa ediyor. Saydığı şeyler teknolojinin insanlığa sunduğu imkanlar. Bu imkanlar ilim üzerine bina edilmiş değil mi?
Bu ilmin kaynağına inenler kimlerle karşılaşır? Bunu ben söylemeyeyim ama merhum Oktay Sinanoğlu’nu dinlesin bari. Dünyanın en güçlü koruma mekanizmasına sahip olduğu kabul edilen İsrail’in “Demir Kubbesini” 24 yaşında iken delip geçmeyi başaran Gazze’li Ömer’i, ilk Türk uçağını yapan Vecihi Hurkuşu, en üstün teknolojiye sahip İHA-SİHA ve Savaş uçağını yapan Selçuk Bayraktar’ı, dünyanın en gelişmiş uçak motorlarını yapan Mahmut Faruk Akşit’i, 60 yıl önce Alman Leopard tanklarınınım motorlarını geliştiren Necmettin Erbakan’ı, ilimlerin ruhunu oluşturan İslam alimlerini aydın müsveddeleri bilmez, tanımazlar. İslam dünyasının fiziki imkanlarını sömürdüğü kadar, ilim ve değerlerini çalıp pazarlayan batının körü körüne hayranı ve aşığı olan, kendinin neden yapamadığını sorgulamak yerine, kendilerini, kültürümüzle bağı kopmuş aydın müsveddeleri durumuna düşürenlerin kimler olduğunu araştırıp öğrenmek yerine, karanlığa taş atmakla meşgul olmayı tercih eden bu zavallılara ne diyelim bilmiyorum. Çağımız nokta ihtisaslar çağı olup herkesin kendi ihtisası ile ilgili hususlarda konuşması, başkalarının başarmasına engel değildir; olamaz. Batı hayranları olarak siz ne yaptınız? Biraz da ondan bahseder misiniz? diye soranlara ne cevap verebilirler? Aynı soruya bizim vereceğimiz cevapları ve kaynaklarını yazsam bu zavallılar okumaktan bile aciz kalır. Onun için merhum Oktay Sinanoğlu hocayı dinleme veya okumalarını tavsiye ettim.
22/12/2023 Üsküdar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İmam Malik ile Talebesi İmamı Şafii Hazretlerinin İbretlik İhtilafı.
RIZIKIMIZ EMEĞİMİZİN KARŞILIĞI MI, YOKSA TEVEKKÜLÜMÜZÜN MÜKAFATI MI? İmamı Malik Hazretleri İmam Şafii Hazretlerinin hocasıdır. (Allah her iki imamımızdan da Razı olsun…) İmamı Malik hazretleri, aralarında İmamı Şafii hazretlerinin de olduğu talebelerine, rızık sebeplerini izah ederken, rızkın çalışma ve emeğimiz karşılığı değil, tevekkülümüzün mükafatı olarak Allah’ın bir lütfu olduğunu söyler. İmamı Şafii hazretleri hocasından farklı düşündüğü halde derste bunu ispat etme imkânı olmaz. Herkes kendi görüşünde isabet ettiği kanaatini muhafaza eder. Dersten çıkıp yolda yürürken İmamı Şafii hazretleri elinde ağır bir file ile yürüyen yaşlı bir adam görür; elindeki fileyi alıp yaşlı kişinin evine kadar götürür. Yaşlı adam genç talebenin kendisine yaptığı bu iyiliğe karşılık evinde bulunan kaliteli hurmalardan kendisine üç hurma ikram eder. İmam Şafii hazretleri aradığı müşahhas delili bulmanın keyfi ile hocası İmamı Malik hazretlerinin yanına koşar. Muhterem Hocam diyerek söze başlar; yaptığı ve yaşadığını anlatır. Peşinden de: “eğer ben bu yaşlı adamın yükünü taşımasaydım yaşlı amcanın bana ikram ettiği bu üç hurma bana ulaşır mıydı?” diye sorar.
(………)
Yazının Devamı İçin: 👇
Yazan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben politikacı değilim; politik olarak hiçbir parti ile fiziki bir bağım yok. Sadece oy kullanmakla yetinirim. Tenkit eden kişinin tenkitine verilen cevabı da dinlemeden değerlendirme yapmak istemem.
Bakanın Cevabi Konuşması: 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Sildiğiniz videoyu, siz gönderdiğiniz için dinledim. Konuşan kişi menfaati için vaz geçip satamayacağı hiçbir değeri olmayan bir kişidir. Söylediği her cümle, saptırma, kışkırtma, yalan dolan. Ahlaksızlığını örtmek için kalkan olarak kullandığı ifadeler.
Kimin neden hoşlanıp tahrik olacağını bildiği için o kitleyi tahrik ederek amacını gerçekleştirmek, o kitleyi sömürmek isteyen zibidiler. Şöyle düşünün, bir alayın başında olan değerli bir komutanın idare ettiği alayda bir er bir suç işlese, o suç işleyen ere kurallara göre gereken ceza verilmesi sağlandıktan sonra, bu olayı bahane ederek, değerli, başarılı ve şerefli komutana çamur atmak isteyen kişilere itibar edilir mi? Edilirse ne olur? Tahdit için değil temsil için bir misal vereyim: Konuşmasının merkezine koyup onun üzerinden itibar suikastı yapmaya çalıştığı Ensar Vakfı kuruluşundan, günümüze, yöneticilerinin çoğunu yakından tanıdığım bir vakıf. Söylediklerinin tamamı saptırma ve yalan. Ensar Vakfını, İlim Yayma Cemiyeti gibi yüz akı kurumları, münferit bir olayı bahane ederek diline dolayan bir kişi görürseniz, bilesininki o kışkırtıcı, saptırıcı, kitleleri sömürmeye çalışan bir yaratıktır. Bu iki kurum mazisi ile çalışmaları ile medarı iftiharımızdır. Onlara saldıranlar, kavgadan, tahrikten, saptırmadan, çatışmadan beslenirler. Söyleyecek bir fikirleri yoktur. Havlamazsa aç kalır ve unutulurlar. Her kesimde benzer tipler vardır. Bunları ciddiye alıp itibar etmek seviye kaybına yol açar albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler sayın Hocam. Size göndermem hataydı…Bizde daima haksız, sizler zaten hep haklısınız…Hırsızın hiç mi günahı yok? Ülkenin geldiği durum malum. Halâ tarikatlardan medet uman zavallı ve akılsız bir yönetim! Çağdaş akıl, bilim, fen kenara itilmiş, İslam’ın güzel ahlâk, insani yaşam ve kul hakkı, adalet anlayışı kenara atılmış ve âtıl bırakılmış maalesef. Bence çok da haksız değil Arkadaş…
Hayırlı günler sayın Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Hata tespit etmekte mutabık kalsak, sabahtan akşama kadar da hata yapanlara hakaret edip sövüp saysak, ne değişir? Önemli olan yaşayarak örnek olmak değil mi? Bana yaşayarak örnek olan bir kurum veya öncü gösterirseniz hiç itiraz etmez gönüllü destekçisi ve duacısı oluruz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ŞEHİDİMİN ABLASI DEMİŞ ki;
Yanlış tarafa soruyorsun Hoca! Yirmi yaşında fidan gibi Şehit arkanda sen dönmüş;
Onu, hayatının baharında al bayrağa sardıranlardan Helâllik istiyorsun.! Yaptığın yanlış hoca, hem de çok yanlış!
*Onların Şehidimde ne hakkı var ki? Dön arkanı o kalabalığa, o ruhsuz kalabalığa, Şehidimi al karşına Helâlliği Ondan iste. *Sor şimdi o bayrağa sarılı yiğidime de ki: Sana gençliğini yaşatmayanlara,
*Dağlarımızdan “Ne mutlu Türk’üm” yazısını kaldırıp Biji Apo yazdıranlara, *Sana “kelle” bebek katiline “sayın” diyenlere, *”Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclisi toplayamayız” diyenlere ve onları tekrar tekrar vekil deyip meclise sokanlara, *Sen kuru kumanyanla yetinirken aksırıp, tıksırıp, çatlayıncaya kadar bu vatanı yiyenlere, *Senin şehit haberin üçüncü sayfalara düşerken seni alçakça vuran 5 şehitlik(!) kurmasını seyredenlere, *Kanınla suladığın topraklardan ay-yıldızı indirip yerine, bölücü paçavralar astıranlara, *Yurdun bir bölgesinde her gün millete ve vatana hakaret edilip, Devlete meydan okunurken, bazı ruhsuzların, koltuklarını korumak için seyretmelerine, *Sanki daha önce yapmamışlar gibi terörist ile pazarlını yapacağız diyen yüzsüzlere. *Sen bu vatan, bu bayrak için can verirken senin cenazene dahi Can korkusundan Koruma Ordusuyla gelenlere, *Bunları alkışla destekleyenlere *Hakkını helal ediyor musun Yiğidim? *Eğil Hoca eğil kulak ver tabuta bak ne diyor yiğidim? Haydi şimdi dön, yüreğin yetiyorsa DUYDUKLARINI, CENAZEYE GELEN O
KİŞİLERE SÖYLE! Ve sor yüzlerine karşı “Hangi yüzle geldiniz buraya.!!!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Libyalı İslam Tarihi Profesörü Ali Muhammed Sallabî’nin bir televizyon konuşmasından alınan bir bölümün tercümesi; “Tarih tekerrür ediyor, ders alın ey akıl sahipleri:
Eğer Allah, sonra da Osmanlı Devleti olmasaydı Arap Yarımadası şimdi bir Portekiz ya da İspanya sömürgesi olurdu.
Eğer Allah, sonra da Osmanlı Devleti olmasaydı, Kuzey Afrika şimdi bir Hıristiyan toprağı olurdu. Eğer Allah, sonra da Osmanlı Devleti ve onun şerefli, mücahit, yüce sultanları olmasaydı, Araplar şu anda ya Hıristiyan ya da Şii olurlardı. Bu geniş Arap toprakları muhtemelen Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İtalya’ya bağlı silme Hıristiyan bölgeler ve eyaletler olurdu. Diğer bazı bölgeleri de İran’a bağlı vilayetler olurdu. Şunu bilelim ki, Osmanlı’nın; 1517 ile 1917 yılları arasında Portekiz, Hollanda ve İngiltere işgallerine karşı Yemen’i, Haremeyn’i (Mekke ve Medine) savunurken verdiği kayıplar ve şehitler onun Avrupa fetihlerine karşı verdiği şehitlerden ve kayıplardan çok daha fazladır.
Sonra da kalkıp Osmanlı Devleti’ni haksızca ve iftira ederek Arap ülkelerini işgal etti, zenginliklerini sömürdü (o zaman petrol yoktu/bilinmiyordu), Arapları köleleştirdi ve cahil bıraktı diye itham ediyorlar. Oysa bu doğru değildir. Şimdi şöyle bir soru soralım: Bunlar Osmanlı Devleti’ni bu yalanlarla kim adına suçluyorlar? Osmanlı Devleti yıkılalı bir asır oldu, Araplar bu uzun süre içerisinde neyi başardılar?
Hiçbir şey başaramadılar, sadece bu uzun süre boyunca Batının sömürgesi (Osmanlı’nın engellediği) oldular. Sonuçta Arap halklarını onlar fakirleştirdiler, cahil bıraktılar, sömürdüler, onları birbirleriyle boğazlaşan, birbirlerini öldüren, gruplara ve kabilelere ayırdılar. Oysa onlar Osmanlı Devleti sayesinde tek millet, tek toprak ve tek yürek idiler.
Yapmayın! Osmanlı’nın cihatla, İslam bayrağını dalgalandırmakla geçen 500 yılını son 50 yıldan ibaret görmek haksızlık değil midir? Yapmayın! Yüz milyondan fazla insanın onlar sebebiyle İslam’ı seçmiş olmasını görmezden gelmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Şia mezhebinin Arap ülkelerindeki yayılmasına karşılık Osmanlı’nın rolünü görmezden gelmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Endülüs’ü savunan yegâne devlet olan ve kovulan pek çok Endülüslüyü kurtaran, Tunus ve Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! İslam Dünyasına karşı düzenlenen yirmi beşten fazla Haçlı Seferine tek başına karşı koyan, onları geri püskürten ve nihayet Tunus gibi Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! En son Sultanı Filistin’in korunmasının bedeli olarak tahtını veren ve onu Yahudilere bırakmayan Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Arap eğitim programlarının Bayezid’i, Selim’i, Abdülhamid’i, Kanuni’yi zikretmemeleri, üstüne üstlük, öğrencilerimizin Osmanlıyı sömürgeci olarak bilmeleri haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Programlarımızda çocuklarımıza Fransa’nın ve İngiltere’nin faziletlerini öğretirken, Osmanlı’nın olumsuzluklarını anlatmamız haksızlık olmaz mı? Allah Abdülhamid’e rahmet eylesin, ne demişti? Arap ülkelerini kast ederek: Eğer biz bu topraklardan çekilirsek, oralar gelecek yüz yıl boyunca İslam’ı da istikrarı da tanıyamazlar… Dediği gibi olmadı mı? Allah ümmetin izzetini ve dinini koruyan Sultan Abdülhamit Han’a ve diğer İslam önderlerine rahmet eylesin. Biz kesin olarak inanıyoruz ki, Osmanlı Hilafeti İslam Hilafetinin bir devamıdır. Bazılarında görülen hatalar bireysel tasarruflardır ve bunlar asla ümmeti de Hz. Ebubekir’den Sultan Abdülhamit’e herhangi bir İslam Hilafetini de lekelemez.” (Alıntı)
(Çeviren: Faruk Beşer)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı bir çağda cehaletin çoğalıp yayılması üzücü albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu arkadaşın Dr. Olması inanılır gibi değil!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: OSMANLI’DA YETİŞTİRİLEN GÜNAH SAYILDIĞI İÇİN AĞAÇLARI YAKILAN AVOKADO MEYVESİNİN HİKÂYESİ (Cehalet her dönem bela olmuştur) Avokadonun anavatanı Meksika’dır ve tarihi MÖ. 10 bin yıllarına kadar dayanır. Timsah armudu da denen bu meyve oval şekildedir ve armuda benzer. Oldukça da besleyici bir meyvedir. Tropikal iklimde yetişen avokado bugün Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde de yetiştirilir. Peki ya çok önceden de yetişiyordu desek?
Evet, yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı’da da avokado yetiştiriliyordu. Osmanlı döneminde yaşayan 1688 doğumlu Molla Kâmil Efendi, din alimi olmasına rağmen pozitif ilimlerle de ilgilenen bir beyefendi. Hatta ailesinin buna itiraz etmesine rağmen eğitim almak için Roma ve Paris’e kadar gitmiş biridir kendisi. Molla Kâmil Efendi, buralarda özellikle nebatiye ve ziraat ilimlerinde eğitim almış ve İstanbul’a geri dönmüş. Ağabeyinin aracılığıyla da sarayda bostancı başının yanında çalışmaya başlamış. Çalışkan ve azimli Kâmil Efendi’nin dikkatleri üstüne çekmesi 1720 yılında yaşanan bir olaya dayanıyor. Bu tarihte İstanbul’daki lale bahçelerinde nedeni anlaşılamayan bir hastalık tüm laleleri mahvetmiş. Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da bu meseleyi çözmesi için Kâmil Efendi’yi görevlendirmiş. O da öğrendiği bilimsel yöntemlerle hastalığı tedavi etmiş ve “Halaskaran-ı lalezar” lakabı ile sarayın takdirini kazanmıştır. Ayrıca Kâmil Efendi’ye mükafat olarak da Yalova’da ziraat çalışmalarını yapması için bir arazi tahsis edilmiştir. Kâmil Efendi’nin burada yaptığı en ilginç çalışma ise Fransa’da görüp çok beğendiği avokadoyu Anadolu şartlarında yetiştirmeye çalışması olmuştur. Uzun uğraşlar sonucunda avokadoyu Yalova’da yetiştirmeyi başarmış ve mahsulünü saraya takdim etmiştir. Kâmil Efendi bunu yaparken avokadonun faydalı olduğunu, leziz bir tada sahip olduğunu söylemiş. Meyvenin tadını beğenen Damat İbrahim Paşa verdiği davetlerde insanlara avokadoyu ikram etmeye başlamış ve moda haline gelen bu egzotik yiyecek kısa zamanda İstanbul seçkinleri tarafından benimsenerek sofralardaki yerini almıştır. Ancak Kâmil Efendi halkın da istifade etmesini istese de bu meyve halka inememiş, sadece yüksek zümredekiler arasında tüketilmiştir. Ancak “avokado modası” çok uzun sürmemiştir. Tarih 1730 yılını gösterdiğinde Osmanlı Devleti’nde Patrona Halil ayaklanması çıkar ve isyancılar Damat İbrahim Paşa ve Kâmil Efendi’yi zulmederek öldürür. Ayaklanmaya katılan bir grup, avokadonun timsah ile ağacın birlikteliğinden olduğu söylentisini yaymıştır. Avokadonun mekruh olduğu, Müslüman memlekette üretilmesinin ve yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verilince de Yalova’daki bütün avokado ağaçları yakılarak tahrip edilmiştir. Türk tarihinde modern bir anlayışla çalışan bu bilim adamının yaptıkları böylelikle bir grup yobaz tarafından engellenmiştir. Avokadonun faydalı bir meyve olduğunu tekrar keşfetmemiz ve ülkemize geri gelmesi de 250 seneyi bulmuştur.
Alıntı
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Böyle uydurma bir dedikoduya inanabilecek insanlar aramızda gerçekten varsa, onlarla görüşmeyi, onlar üzerinde inceleme ve araştırma yapmayı çok arzu ederim. Osmanlı döneminde verilmiş fetvaların, önemli önemsiz hepsi kayıtlı olup, matbu halde kütüphanelerde mevcuttur. Eğer böyle bir fetva verilmiş ise nerede, hangi kaynakta yazılı olduğunu zikretmeden, ecdadına itham, hakaret konusu yapmak, Müslümana yakışmadığı gibi şerefli bir Türk vatandaşına da yakışmaz albayım. Toplumu kutuplaştırıp kamplara ayırmak için bu tip seviyesiz iddiaları ben paylaşmamayı tercih ediyorum. Sadece bu tip iddialara sizin muhatap olduğunuzu zannetmeyin.
Bizim çevremizde Müslümanları tahrik ederek kin ve düşmanlığa sevk etmeye çalışan bir sürü yazı ve videolar paylaşılıp yayılıyor. Sadece bir örnek vereyim; hükmü siz verin. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yıl 1962. Cağaloğlu’ndaki bir köşe yazarının odasına üstü başı bakımsız, kirli sakallı biri girer. Adını söyledikten sonra yazardan kendisine yardım etmesini ister. Köşe yazarı, karşısındakinin içler acısı durumundan büyük üzüntü duyar. Cüzdanını çıkararak istediği kadar alması için adama uzatır. O da uygun bir miktar para alarak iki büklüm gözden kaybolur. Birkaç ay sonra tek sütunluk bir gazete haberi köşe yazarının gözüne çarpar.
Haberde, İstanbul sokaklarında, bir çöp bidonunun yanında bulunan bir cesetten söz edilmektedir. Fotoğrafa dikkatle bakar, bu, para istemek için kendisine gelen adamdan başkası değildir. Emin Ersoy’dur. Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Emin Ersoy
Yıl 1985…
Üsküdar Belediyesi, emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken hastalanan, zor ve bakımsız günlerin ardından gözlerini hayata kapayan bir adamın cenazesi ortada kalmasın diye tüm masrafları karşılar. O unutulan insan, Tahir Ersoy’dur. Mehmet Akif Ersoy’un torunu
Yıl 1991.
Beyoğlu’nda bir evin kiracıları, kirayı ödeyemedikleri için sokağa atılırlar.
Onlar, Mehmet Akif Ersoy’un kızı ve torunlarıdır !.. İşte sizlere, “İstiklal Marşı” için devletin verdiği para ödülünü almayan, ticarete alet olmasın diye de “İstiklal Marşı’nı kitabına almayan
Mehmet Akif Ersoy’un Türk milletine emanet ettiği çocuklarının yaşamlarından kahredici bir kesit.
SUNAY AKIN
İstiklal Marşı bizim için dünün şeref vesikası, bugünün kıymetli nasihati, yarınların mukaddes emaneti, birliğimizin en kudretli ifadesidir. İstiklal Marşımızın kabulünün 100. yılı kutlu olsun. M. Akif’in ruhu şad, mekânı Cennet olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: ŞAİR MEHMET AKİF ERSOY;
Mehmet Akif Ersoy ölmeden önce o kadar Yalnızlaştırılmıştır ki; öldüğünü hiç kimseye bildirmemişler ve cenazesinin halk tarafından kaldırılmasını istememişlerdir. Sahipsiz bıraktırılan cenazesini belediye kaldırmak istemiş, ama halktan duyarlı bazı kişiler cenazeden haberdar olmuş ve cenazesi üniversite öğrencisi gençlerin yoğun katılımıyla parmakların ucunda kaldırılmıştır. Mezarlığın inşasına ise yine devlet tarafından sahip çıkılmamış, mezarlığını da cenazesini taşıyan o öğrenciler harçlıklarından aralarında topladıkları paralarla yaptırmıştır. Sadece bu ayıp bile gerçek tarihimizi anlamamız için yeterlidir. 😥 Mekânın Cennet Olsun. Nurlar içinde yat…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Âmin… Hocam neden? Biz millet ve Devlet olarak neden bu kadar duyarsız, vicdansız, kansız olabiliriz? Bunun bir cevabı nasıl verilir? Lafa gelince hepimiz vatansever ve dindarız, Merhumu yere göğe sığdıramayız!!!Bu nasıl bir psikoloji? …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: DİZİLERDEKİ İSLÂM…
Son aylarda bazı diziler ve ülkemizde son yıllarda din para, güç, makam kazandırmaya başlayınca Kâzım Karabekir Paşa’nın ifadesiyle “Müslüman gömleği giymiş olan şeytanlar” bağnaz ve İslâm’ı çıkarları için kullanan bazı grupların yaşam biçimlerini Müslümanların yaşam biçimi gibi göstermeye çalışmaktadır. Bu grupların çoğunluğu ise bu saldırılar karşısında İslam’ı anlatmak yerine kendi cemaatlerini, tarikatlarını, biat ettikleri her türlü oluşumu korumaya, temize çıkarmaya çalışmakta, İslâm’ı dert etmediklerini, toplumun dinen, ahlâken karşı karşıya kaldığı yozlaşma sorununu umursamadıklarını göstermektedirler.
Aklı, düşünmeyi, sorgulamayı, yenilenmeyi, aksiyonu önde tutan ve insanlar arasında eşitlik, adalet, hak, hukuk emreden bir din olarak zamanın ilerisinde olması gereken İslâm’ın son yıllarda, tarihe, geçmişe, cemaate, tarikata, siyasete, kişilere bağlanmasından dolayı insanlar, farklı algılar sebebiyle bölünerek, gerçek İslâm’dan uzaklaşmaktadırlar. Bugün İslâm; ibadetler, kutsallar, semboller, önderler, liderler ve bunlara sorgusuz biat edenlerden ibaret olduğu için kendini Müslüman hayatı yaşıyorum sananlar tahakküm altına alınarak kula kul edilmiş, akılcılıktan uzaklaştırılmıştır.
Açık seçik ortadadır ki bugün ülkemizde de, dünyada da aklı, bilimi, medyayı, teknolojiyi, felsefeyi, sanatı, edebiyatı, ekonomiyi iyi kullanan evrensel bir güç, yanına İslâm’ı kullanarak güç, para, erk elde etme hırsına sahip Müslümanları da alarak ve onları da bu güce ortak ederek, İslâm’a zekice ve sinsice saldırmaktadır.
Ve bu tuzağa; okumayan, dini oradan buradan duyduğundan ibaret sanan bağnaz cahiller ve bu güruhu dindar varsayarak, onların hırslarını, haksızlıklarını, adaletsizliklerini, tarafgirliklerini, bağnazlıklarını, dinden bihaber oldukları için, din sananlar ve özellikle gençler düşmektedir.
Hâlbuki İslâm’ı tanıyan, bilen, okuyan, hayatı sorgulayan, hayata eleştirel bakabilen, araştıran, kullara değil Kur’an’a göre yaşayan ve aklını kullananlar bilir ki İslâm toplumun uyumasına, uyuşmasına, zaafa, zillete düşmesine, adaletsizliğe, haksızlığa, fanatizme ve bağnazlığa asla izin vermez.
Sadece ibadetten ibaret olmayan ve şekilcilikten uzak olan İslâm; bütün hayatı düzenlediği için insanları, toplumları, ülkeleri sömürülmekten, kimliksiz, kişiliksiz hale gelmekten, fakirlikten, kölelikten, kula kul olmaktan koruyan bir dindir.
Babasının bavulundan, annesinin sandığından çıkan ve çalışmadan elde edilen mirasın İslâm olduğu bir toplumda, dini duydukları sanan, önüne gelen ilk kişiyi dini önder, dinin kurtarıcısı olarak gören insanların ve onların yetiştirdiği gençliğin din yerine adını koyamadığımız bir düşünceyi yaşamasına ve gerçek dinden fersah fersah uzak kalmasına şaşırmamak gerekir.İşte böyle bir toplum nasıl ki seyrettiği dizilerde uydurulmuş tarihi gerçek sanıyorsa, İslâm’ın da dizilerde anlatıldığı gibi yaşandığını sanacaktır.
HAYIRLI CUMALAR
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Altına imzamı atarım. Yazanın kalemine sağlık diyorum…H.H
Em. Albay Hüseyin Akkaya: H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: RTÜK denilen kurulum ne yapar bilemem. Yok evlenme boşanma, kimin kimle ilişkisi … Müptezel ne kadar program varsa yayında …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Doğru söyler gibi yazıp, ince ve hassas tuzaklarla işin esasını ve inceliğini bilmesi zor olan kişileri yönlendirme ve takdir kazanma duygusu ile yazılmış bir yazı albayım. Ben sizin uzmanlık alanınızdaki incelikleri bilemeyeceğim gibi siz de bu incelikleri bilmeniz ve anlamanız kolay olmadığı için farklı düşünebiliriz. Yadırgamazsınız İnş.
Ben yazarı belli olmayan yazıları okumam fakat sizden geldiği için okudum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yusuf Kaplan: UYARI/YORUM ZİHNÎ İŞGAL, FİÎLÎ İŞGAL’DEN DAHA TEHLİKELİ!
Türkiye, savunma sanayisinde yaptığı devrimle fiilî işgal girişimlerini önleyecek duruma ulaştı, çok şükür. Türkiye’nin odaklanması ve iyi hazırlanması gereken asıl ve sinsi tehlike, zihnî işgaldir! Genç kuşakların eğitim, kültür ve medyada celladına âşık edilip tasmalı çekirgelere dönüştürülmesi… Ülkenin, tek kurşun atmadan içeriden teslim alınması!
İki asırdır süren bürokratik vesayet rejimi ile ülke peşkeş çekiliyor emperyalistlere. Türkiye’de ipleri ellerinde tutan gerçek iktidar, siyaset ve siyasi iktidar değil, bütün kurumları kontrol eden devşirmelerin elinde olan bürokratik vesayettir, bürokratik vesayetin gizli iktidarıdır. Asıl kazanılması gereken savaş budur! Vesselâm.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: DÜŞÜNÜP İBRET ALMAK İÇİN BİN YILLIK GEÇMİŞE BİR YOLCULUK
رحلة تاريخية لألف سنة ماضية بالعربية
(………)
Geçen bin yıl boyunca dünya halklarının Yahudilerle olan ilişkileriyle ilgili bu kısa yolculuk esnasında, onlara hoşgörü göstermeyen, hiçbir zaman müsamaha ile karşılamayan dünya halkları yanında, sadece İslam halklarından anlayış ve hoşgörü görmüş olmalarına rağmen, bu anlayış ve hoş görüye nankörlük ve ihanetle karşılık verdiklerini göreceksiniz. İslam halklarının kendilerine gösterdiği anlayış ve hoşgörünün mükâfatı şu oldu: 👇
14 Mayıs 1948’de Filistin topraklarını işgal edip İsrail Terör Örgütünü kurmak. İzlenen, dinlenen ve okunan Medyada her gün buna odaklanmalıyız ki, dünya onların genel olarak insanlık için Nasıl bir tehdit olduğunun farkına varsın ve Siyonistleri savunanlar da onların atalarına ne kadar Kötülük, pislik ve entrika yaptıklarını bilsinler.
İbretlik Yazının Tamamı İçin:
بالعربية والتركية:👇
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
31/12/2023 Üsküdar
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Herşey, Arap yarımadasının bir yerlerde 1703’te doğan ve Abdülvehhab adı verilen bir çocuğun küçük yaşlarda İslami ilimlere merak salmasıyla başladı… Abdülvehhab, kendisinden 500 yıl önce yaşamış şeriat álimi İbni Teymiyye’nin yolundan gitti ve olgunluk çağına geldiğinde sonraki asırlarda kendi adıyla anılıp “Vehhabilik” denecek olan mezhebin temellerini attı. Vehhabilik, Hazreti Muhammed’in zamanındaki hayat tarzına dönülmesi demekti ve Vehhabiler’e göre peygamberin yaşadığı devirde mevcut olmayan yahut hoş karşılanmayan ne varsa yasak edilmeliydi. Mesela altın ve ipek kullanmak peygamber zamanında haram kabul edilmişti ve dolayısıyla erkekler altın takamaz, ipekten yapılmış elbiseler giyemezlerdi. İslamiyet’te mezar diye bir kavram da yoktu; mezarın bırakın ziyareti, yerinin belli olması bile cehennemin kapılarını açacak bir kabahatti.
Abdülvehhab 84 yaşında öldü, kurduğu mezhebi yayma vazifesi damadı Muhammed’e düştü ama Vehhabiler, Arap yarımadasının ortasındaki Necd bölgesinde çeyrek asır boyunca sessiz sedasız, kapalı bir toplum halinde yaşadılar.
Vehhabi sisteminin dünyaya yayılması işini bir başka Abdullah, Abdülvehhab’ın damadı Muhammed’in torunu olan Abdullah bin Suud başlattı. Abdullah’a göre fikirleri yaymak ve insanları ikna etmek için tek bir yol vardı: Kılıç… On binlerce başıbozuğu yanına toplayıp İstanbul’a isyan bayrağını açtı ve 1801’de Arap Yarımadası’ndan taa Irak’a gidip Kerbela’ya saldırdı. Çoluk-çocuk demeden üç günde 5 binden fazla kelle kesti, sonra büyük dedesi Abdülvehhab’ın “dinde mezar yoktur” düşüncesini hayata geçirme aşkıyla Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’in sandukasını ateşe verdi. Bu kadarla da kalmadı, ertesi sene Taif’e gitti ve Taifliler’i kıtır kıtır kesti. Önünde artık Mekke ile Medine’nin yolu uzanıyordu, gitti, her iki şehre de girdi ve oralarda yaşayan binlerce kişinin canını aldı. Hışmından sadece insanlar değil, din büyüklerinin mezarları bile nasibini aldı, peygamberin Medine’deki türbesinin dışında ne kadar mezar varsa hepsini yerle bir etti.
Kutsal topraklarda artık sadece terör hâkimdi. Hac yolu seneler boyu kapalı kaldı ve uyarılara kulak asmadan Mekke’ye doğru yola çıkanlardan da hiçbir haber alınamadı.
Tahtta bulunan İkinci Mahmud, Abdullah’ın terörüne karşı çaresizdi ve 1819’da Mısır’da sultanlar gibi hüküm süren vali Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda kaldı.
Padişahtan “Abdullah’ı yakalayıp bana gönderesin” mealinde ferman alan Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı Mısır ordusunun başına geçirip Arap yarımadasının iç kısımlarına gönderdi,
Abdullah, aylar süren takipten ve kanlı çatışmalardan sonra sağ olarak yakalanıp Mısır’a götürüldü ve İskenderiye’de bir gemiye kondu ve İstanbul’a yollandı. Binlerce kişinin katili, imparatorluk başkentine 1820 Şubat’ının ikinci haftasında ulaştığında Müslümanlar bayram yapıyorlardı.
Bu kim mi? Birkaç sene önce ölünce bayrakları yarıya indirdiğimiz Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud’un dedesi olan ve “Suudi”, daha doğrusu “Saudi” Arabistan’a adını veren Abdullah bin Suud’dur.
CEVDET Paşa, kendi adını taşıyan tarihinde, Abdullah bin Suud’un Arabistan’da yakalanıp İstanbul’a getirilişini bütün ayrıntılarıyla anlatır.
Abdullah’ı taşıyan gemi Haliç’te özel bir iskeleye yanaşmış, gemiden zincire vurulmuş olarak indirilen Abdullah hapishaneye kapatılmış ve cezası üç gün devam eden bir sorgudan sonra verilmiştir.
İşte, Abdullah bin Suud’un Cevdet Paşa’nın meşhur “Tarih-i Cevdet “inin 11. cildinin 15. sayfasında anlatılan İstanbul’a getiriliş öyküsünün ve idamının günümüz Türkçesi’yle özeti…
“…Mısır’dan İstanbul’a gönderilen Abdullah bin Suud ile adamlarını taşıyan gemi Haliç’e girdi ve Eyüp Sultan civarındaki Defterdar İskelesi’ne yanaştı.
…Abdullah ile adamlarının boyunlarına çifte zincir vurulmuş…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Bu yazıyı yazan kimdir bilmiyorum ama bu konuda bildiklerimin zekatını ona verme imkânım olsa ihya olurdu. Zekât verilecek fukaralıkta görünen bu vatandaşımız, zekât verilemeyecekler arasında olduğunu zannediyorum.
Bu vatandaşımıza mümkün olsa şunu sormak isterdim:
Bize M. Kamal’i emperyalizm karşıtı olarak tanıtırlar. Ona samimi saygı ve bağlılığı olanlar nasıl olur da emperyalistlerin ağızı ile konuşabilir?
Hem M.Kamal Paşa’ya saygılı ve bağlı görünüp hem de İngiliz görüş ve anlayışını bize telkin edenler, ya Kamalizm’i istismar ediyorlar, samimi değiller veya M.Kamal Paşa ile İngilizlerin aynı anlayış içerisinde olduğuna inanıyorlar.
Her iki anlayış da sıkıntılı değil mi?
M.Kamal Paşanın Suudi Arabistan’ı ilk tanıyanlar arasında olmasını nasıl izah ediyorlar?
Müslümanlar kavmiyetçi olmadığı için Arap sevici olarak da itham edilemezler. Biz sadece İngiliz, ABD ve İsrail’in temsil ettiği şeytan üçgenine uşaklık etmeyen şuurlu Müslümanları severiz. Siyonizm’e hizmet eden Arapların canı cehenneme, sadece Arapların mı diye soran olursa, elbette sadece Arapların değil, Siyonizm’e hizmet eden, bütün İslam ve insanlık düşmanı kavimlere mensup olan kişilerin de canı cehenneme deriz; Türk olsa bile …
Biz Osmanlı döneminde Siyonizm’e hizmet edip İslam’a düşmanlık ederek hıyanet içerisinde olanlar için dahi canı cehenneme diyebiliriz.
Onlar, Türk görüldüğü halde, sabatayist, dönme Ermeni, Rum, Yahudi olup Müslüman Türk’e hıyanet ve düşmanlık içerisinde olan ve emperyalizme hizmet edenlerin canı cehenneme diyebilir mi? Mümkünse siz benim adıma sorabilirsiniz?
02/01/2023
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bayrağımızdaki Hilal Yıldız Anlamı👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TOPAL MOLLA
1920 yılında Topal Molla lakabıyla tanınan bir zat, Afganistan’da tekke kurmuş. Topal Mollanın müritleri 3 yıl içinde 200 bine ulaşmış. Müritlerin sayısı 1925’te 300 bini aşan Topal Molla, krala karşı ayaklanma başlatmış. Bir yıl boyunca Afganistan ‘da kan gövdeyi götürmüş. O yıllarda Afgan kralı olan Emanullah Han, ülkesini terk etmek zorunda kalmış.
Emanullah Han ülkesinden ayrılırken Afgan sınırına geldiğinde yanına bir adam sokulmuş ve çok güzel konuştuğu Urducasıyla sormuş: “Beni tanıdın mı? Ben meşhur Topal Mollayım. Afganistan’daki görevimi bitti, İngiltere’ye dönüyorum.”
“Seni tanıdım!” demiş kral “Ben senin İngiliz casusu olduğunu biliyordum. Fakat halkıma o kadar çok tesir etmiştin ki, senin casus olduğuna onları bir türlü ikna edemedim ve inandıramadım.
“Sarıklı ve sakallı Topal Molla sakalını kesmiş, sarığını atmış, başına silindir şapkasını oturtmuş ve İngiltere yoluna koyulmuş.
*
Ülkemizde de her zaman Topal Molla’lar olmuştur. Kimisi politikacı, kimisi din adamı, kimisi de ilim adamı olarak kendisini tanıtır ve toplumu o göreviyle zehirleyerek birlik ve beraberliği bozar.
Her şeyin bir fitneden ibaret olduğunu ve aslında O’nun zehirli biri, yani bir hain olduğunu anlatırsın ama ya anlayan çıkmaz ya kimse anlamak istemez ya da anlamasalar bile seni hain ilan ederler. Sonuçta salt doğruları söylediğin için yalnız kalmana sebep olurlar. Ama olsun, görevini yerine getirmiş olmanın verdiği huzurlu, onurlu ve mutlu bir yalnızlık, aldatılmaktan ve gerçek bir hain olmaktan her zaman daha değerlidir.
Düşünmek, sorgulamak, eleştirmek ve bunların sonucunda hainlere biat etmemek, çok önem arz etmektedir. Çünkü Topal Molla’lar, sorgulayıp eleştiren beyinlere üşüşemez. Sonuç olarak İngiliz ajanına İslami (!) darbe yaptırıldı. Tarih, ders almayanlar için tekerrürden ibarettir… Bugün ülkemizde epeyce topal molla var hoca görünümlü, kendimizi ve çocuklarımızı bunlara kaptırmayalım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: TARİHTEN İBRET ALMAK
“Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK (1930)
Birinci dünya savaşına giren Osmanlı zor durumdadır ve bir zamanlar egemenliği altında bulunan Arap devletlerinden bir yardım beklentisi içindedir. Bu amaçla Padişah, Mehmet Akif Ersoy’u Arap ülkelerine göndererek, bir nabız yoklaması yapmasını ister. Mehmet Akif, neredeyse Orta Doğu’da bulunan tüm Arap ülkelerini ziyaret eder. Onlardan aldığı tepkiler oldukça olumsuzdur! Sıkıntılı ve üzgün olarak geriye dönerken; Kudüs’e uğrar. Orada da bazı görüşmeler yaptıktan sonra bir otele yerleşir. Akşam olmak üzeredir… Mehmet Akif yatacağı otel odasında istirahat ederken, birdenbire dışarıdan çığlıklar gelmeye başlar! Merak ederek, dışarı çıkar. Kudüs halkı dışarıda çılgınlar gibi eğlenmektedir. Akif, bu eğlencenin nedenini merak ederek, orada bulunan bir Arap’a sorar ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:
-Bu eğlencenin sebebi ne?
Kudüslü Arap’tan aldığı cevap çok şaşırtıcıdır:
– İngilizler Mescid-i Aksa’yı ele geçirdiler. Onu kutluyoruz!
– Peki ama; İngilizler Hıristiyan ve sizler Müslüman’sınız! Bunda kutlanacak ne var ki?
-Olsun! Biz Türklerden kurtulduk ya! Ona seviniyoruz!
Mehmet Akif, bu cevabı duyunca; büyük bir hüzne kapılır ve sabaha kadar ağlayarak, Kur’an okur. Evet, bu Araplar; bir Türk’ün üzerinde “Halifelik Hırkasını” görmek yerine, bu hırkayı bir İngiliz’in üzerinde görmeyi tercih ederler…
Falih Rıfkı Atay’ın ZEYTİN DAĞI adlı eserinden aktarılmıştır.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Bu hikâye tersyüz edilmiş bir hikâye, İngilizler Kudüs’ü teslim aldıktan sonra şehre girince, Osmanlı müttefiki Hristiyanlar sevinç gösterisi yaparlar; siz Osmanlı müttefiki değil misiniz, müttefikinizin mağlubiyetine nasıl sevinirsiniz diye soran M. Akif’e verilen cevap ters yüz edilmiş.
Samimi Atatürkçüleri böyle ters yüz edilmiş hikayelerle kandırıp uyutmalarına üzüldüğüm gibi, aynı odaklar tarafından karşıt kitle için tersini de yapabildiklerini biliyor ve görüyorum. Toplumu kutuplaştırmak için, ölmüş tarihi şahsiyetler üzerinden, ahmak taraftarlık veya ahmak düşmanlık yapmanın kime ne faydası olabilir? Ben anlamıyorum; anlayan varsa bize de anlatmasını arzu ederim. Bu yazının tam tersini anlatmak isteyen, üstelik Cumhuriyet gazetesi eski yazarlarından bir tarihçinin facebook sayfasından alınmış bilgilerle teyit ederek yazılmış bir yazıyı aşağıda size de göndereyim; 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kudüs 11 Aralık 1917’de
7’nci Osmanlı Ordusu Komutanı Siyonist Yahudi hainler Fevzi Çakmak ve 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü’nün desteğiyle ordularıyla beraber Kudüs’ten kaçtı…
DÜNYA MÜSLÜMANLARININ VE FİLİSTİN’İN EN ACI GÜNÜ…
HIRİSTİYANLAR TAM 730 YIL SONRA KUDÜS’TE. İNGİLİZ ORDUSU GENERAL ALLENBY ÖNCÜLÜĞÜNDE ŞEHRE GİRDİ… Selanikli Kemal İŞGALCİ ALLENBY İLE NELERİ GÖRÜŞTÜ…? İSTANBUL 1 SENE SONRA NEDEN İŞGAL EDİLDİ?
Fotoğraf:
Fevzi Çakmak ve Ali Fuat, Kudüs’ten kaçınca Belediye Başkanı Hüseyin Selim, şehri İngiliz Ordusu’nda aşçı olarak çalışan iki çavuşa teslim etmiştir. Çünkü şehir yakınlarında rütbeli tek bir İngiliz subayı yoktu… 10 Aralık 1917. 106 yıl önce bugün. Savaş sona erdi. Yenilmiş gibi yapan Osmanlı Ordusu dün Kudüs’ü boşalttı. Bu durumun tek nedeni Fevzi Çakmak ve Ali Fuat Cebesoy’un Yahudi olmaları ve İngilizlere sempati duymaları. 31 Ekim-8 Kasım 1917 arasında 39 gün süren Kudüs Savaşı’nda 25 bin şehit ve yaralı verdik. Bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun. Kudüs, Selahattin Eyyubi tarafından 1187 yılında Hıristiyanlardan alınmış ve 1517 yılında da Osmanlı hakimiyetine geçmişti.
Padişah, Yavuz Sultan Selim’di.
—————————–
Kumanovo, Manastır ve Üsküp’ü Sırplara, Selanik’i Yunan’a, Kırklareli ve Tekirdağ’ı Bulgar’a çarpışmadan teslim eden İttihatçı genç subaylar Kudüs’ü de İngiliz’e bıraktı…
7’NCİ ORDU KOMUTANI FEVZİ ÇAKMAK, ALİ FUAT CEBESOY, İSMET İNÖNÜ VE REFET BELE TABANLARI YAĞLAYIP KAÇINCA, İNGİLİZ ORDUSU TEK KURŞUN ATMADAN KUDÜS’E GİRİVERDİ
Fotoğraflar: Kudüs’ten kaçan kahramanlar… Sol üstte 7’nci Ordu Komutanı Fevzi Paşa. Sağ üstte 3’üncü Kolordu Komutanı Miralay İsmet. Sol altta 20’nci Kolordu Komutanı Miralay Ali Fuat ve sağda 22’nci Kolordu Komutanı Miralay Refet… 9 Aralık 1917. 106 yıl önce bugün. Şehrin kapıları dün, hiç beklemediği bir anda, ardına kadar açılıverince General Allenby, çok şaşırdı bu işe. Granit gibi sert bir direniş bekliyordu. Karşısında pamuk helva görünümlü İttihatçı komutanlar buldu. Şehir dün teslim bayrağını çektiği halde, İngiliz Ordusu Kudüs’e ancak bugün girmiştir. Kudüs dün teslim olduğunda General Allenby, 3 günlük mesafedeydi. Allenby, 2 gün sonra 11 Aralık’ta Kudüs’e gelecek…
—————————-
7’nci Ordu Komutanı Yahudi Mirliva Fevzi Çakmak ve Yahudi Miralay Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü’nün de desteği ile Kudüs’ü tek kurşun atmadan İngiliz’e terk ettiler… 2
20’nci Kolordu’nun Yahudi Komutanı Ali Fuat Cebesoy, Kudüs’ün savunmasından sorumludur. Kudüs’ü İngiliz’e çarpışmadan teslim etmeye karar vermiştir. “Kudüs’ten bize ne?” 7’nci Ordu Komutanı Fevzi
Çakmak’a başvurur. Fevzi Çakmak, Kudüs’ü terk etmeye dünden razıdır. Fakat bir problem var. İngiliz Ordusu henüz çok uzakta. 20’nci Kolordu, Kudüs’ü terk eder. Şehir artık savunmasızdır. Belediye Başkanı Hüseyin Selim Bey elinde şehrin anahtarı olduğu halde surların dışında İngiliz askeri arar, bulamaz. 60’ıncı Londra Tümeni’nin 20’inci Tabur’unda görevli iki aşçıya rastlarlar. Taburları için yemek malzemesi aramaktadırlar. Şehrin anahtarlarını aşçılara vermek isterler. Aşçılar bu tuhaf talebi reddederler. Ama ısrar karşısında anahtarı almak zorunda kalırlar…
409496189_24226709873640261_4273966052455637707_n.jpg
——————————-
7’nci Ordu Komutanı Yahudi Mirliva Fevzi Çakmak ve Yahudi Miralay Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü’nün de desteği ile Kudüs’ü tek kurşun atmadan İngiliz’e terk ettiler…
Tarihçi Yaşar Gören
Facebook sayfasından 👇
409477697_24226630540314861_8567469409395143283_n.jpg
….
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BİR KERE DAHA ASİL TÜRK MİLLETİNE YÜREKTEN SESLENİYORUM. ARTIK ŞU SİYASET VE İNANÇ PUTPERESTLİĞİNİ BIRAKIN.
Matematik hayattır. Çünkü matematik akıl, zekâ ve mantıktır. Matematik imandır. Çünkü aklı olmayanın dini olmaz. Gelişmişliğin ölçüsü matematiktir. Çünkü dijital dünya, bilgisayar ve yapay zekâ matematik ve algoritmadır. Çevrenizde canlı cansız her şeye iyi bakın nasıl yapılmış, nasıl çalışıyor ve nasıl yaratılmış. En basiti bir makinaya bakın fizik ve matematik prensiplerine göre çalışıyor. Veya bir bitkinin yaprağındaki fotosentez olayına bakın biyoloji ve kimyayı görürsünüz.
Tanrı bütün evreni ve evrende bulunan canlı ve cansız ne varsa her şeyi matematik, fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji ve benzeri bilimler ile yaratmış ve bu bilimlerle yönetmeye devam ediyor.
Dünyayı da bu bilimlerde güçlü olan devletler yönetiyor. Güçlü ve lider ülke olmanın temelinde temel bilimlerde ne kadar güçlü olduğun yatar. Bu eğitim sistemi ile de yalnız geriye gideriz. Bilgi, bilim ve teknoloji üretmeyen her ülke sömürgedir. Seni ne devrimciliğin ne solculuğun ne Müslümanlığın ne İslamcılığın ne Türklüğün, nede milliyetçiliğin kurtarır. Her şeyini dışarıdan almak zorunda kalırsın. Nano teknoloji, metalürji, kimya, nükleer ve kuantum fiziği, genetik, yazılım, sağlık ve savunma sanayinde bilgi, bilim ve teknoloji olarak dünya ile rekabet edemiyorsan, tarımda dünyada ilk üç ülke arasında değilsen, enerjini ve hammaddeni kendin üretemiyorsan, su kaynaklarını koruyamıyorsan, geri kalmış ülkesin demektir. İleri gitmenin itici gücü ve olmazsa olmazı eğitim sistemini düzeltip bilgi, bilim ve teknoloji üretmektir. Bizi bir arada tutan değerlerde soy, dil ve kültür birliğinin oluşturduğu Türklük şuurudur.
Kısaca özetlersek dünya nano teknoloji, kuark ve ha dronlarla uğraşıyor. Yeni gezegenler arıyor.
Kuantum çağını yaşayamazsak bizi yaşatmazlar. Bana göre milliyetçilik kuantum çağını Türklükle buluşturmaktır. Kâtip Çelebi’nin dediği gibi “Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattıklarına… bakmadılar mı” (Araf Suresi 185) emrini “öküz gibi bakmak” sandılar. Öküz gibi bakanlar öküz leştiler ve insan gibi bakıp bilimlerde gelişenlerin öküzleri oldular. Daha ne diyelim?
İmamı Azam: Eğer dünya ve ahirette Allah’ın Velilerinden maksat bilginler değilse, Allah’ın Velisi yok demektir. İbn’i Sina: Nefsini bilimlerle süslemeye ve düzeltmeye çalış. Bilimden başka her şeyi bırak. Bilimde her şey vardır. İnsanın ruhu kandil ve bilim onun aydınlığıdır. İlahi Hikmet de kandildeki yağ gibidir. Bu yanar ve ışık saçar sana, diri denilir; yanmaz ve karanlık kalırsa, sen ölü sayılırsın. Taşköprü zade: İnsanın her bir azasının bir ibadeti vardır. Aklın ibadeti, ilim ve düşüncedir. Maturidi: Allah kendi katından olduğu harikulade delillerle sabit olmuş Kuran ve diğer şeyleri akıl yürütme yöntemine bağlı olarak delillendirmiş ve pek çok ayette aklı temellendirmeye başvurulmasını emretmiştir.
Yesevi: İslam’ın on şartı vardır. Birisi de bilimle uğraşmaktır.
Farabi: Herhangi bir insan; dünyayı her konuda cennete çevirmeye çalışan, derin bir felsefe ve bilgi toplumunun oluşturduğu bir devlet bulduysa orada yaşasın. Çünkü orası gerçek bir İslam diyarıdır.
Farabi: İnsan ahlakının temeli bilgidir. Çünkü akıl, iyi ile kötüyü ancak bilgi ile ayırır.
Farabi: Bilgisiz kalmak demek kötü Müslüman olmak demektir.
Farabi: “Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir; ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz.” Bir ülkeyi yok etmek istiyorsan ilk okuldan üniversiteye kadar müfredattan matematik, fizik ve felsefe derslerini kaldır selefi anlayışta dini eğitim veren okullar aç ülke kendi kendini yok eder hiç merak etmeyin. Üst aklın izafiyet teorisi: Üst akıl var mı, yok mu? Cevap sizin akıl seviyenize bağlı. Sizinki aşağıdaysa size göre bütün akıllar üst akıldır. Aklı olmayanı üst akıl yönetir. Borç alanı borç aldığı yer yönetir. Salakları komplo teorileri yönetir. Bilgi, bilim ve teknoloji üretmeyeni dış güçler yönetir. Yobazları hurafeler yönetir. Milli kimliği olmayanı herkes yönetir. GÜÇLÜ OLMAZSAN SENARYO YAZAMAZ VE YÖNETEMEZSİN. BAŞKALARININ YAZDIĞI SENARYODA OYNARSIN.
Muzaffer KILINÇ DTCF
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Müthiş bir makale…Kaleme alanının eline, kalemine sağlık. Daha ne söylenebilir. Allah razı olsun.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Tercüme ve yorumlardan alıntı yaparak, bilgilerin kaynağındaki bağlamından habersiz iyi niyetli ve kendine göre güzel bilgiler ifade ediyor gibi görünse de yanıldığı hususlara işaret etmek zorundayım; kusura bakmayın albayım, bu tip iyi niyetli güzel görünen yazıların ilmi açıdan onaylanamayacak eksiklerine hatır için göz yummak daha büyük bir hata olur. İlme hıyanet olur.
Bugün Batı dünyasının teknolojik gelişmişliğini, sadece ilimle elde ettiğini zannetmek saflık olur. Üstelik bu ilimleri batının malı olarak görmek de eksik ve hatalı bir tespit olur. Bunları benim yazıp teferruatlı şekilde izah etmeme gerek de yok. Bunu Ünlü Fransız Filozof Garaudy veya Batıyı ve Amerika’yı çok iyi bilen değerli ilim adamı merhum Oktay Sinanoğlu’ndan okumak veya dinlemek gerekir. Batı kan göz yaşı ve zulüm ile mazlumları sömürerek, her şeyimizi çalarak üzerine oturmuş; Milli şairimiz M. Akif’in dediği gibi tek dişi kalmış bir canavardır. Onlara imrendiren, hayranlıkla özenen kompleksli yazılara aldanmamak gerekir. Bizim geri kalışımızın ana sebebi, kendi değerlerimizi terk edip celladımıza âşık olmamızdır. Son 10 yılın gelişmeleri bu gerçeği kısmen görünür hale getirmiştir. Bana inanmayan yakında vefat etmiş Fransız Filozof Garaudy’i okusun. Yerli ilim adamı istiyorsa Oktay Sinanoğlu Hocayı dinlesin. Bu kadarla yetineyim; sizi daha fazla yormayayım.
08/01/2024
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Meşhur Fransız Filozof Roger Garaudy Neden Müslüman Oldu?
ماسبب اسلام روجيه جارودي الفرنسي
A)👇
B)👇
C)👇
D)👇
جواهر عدنان إبراهيم يحكي:👇
د. طارق السويدان يقول:👇
الأستاذ يوسف القرضاوي يبين:👇
Roger Garaudy Hayatı İçin:👇
Roger Garaudy Nasıl Müslüman Oldu | Osman Nuri Topbaş👇
Roger Garaudy ve İslam Üzerine Düşünceleri (Güzel bir sohbet)👇
“Roger Garaudy Üzerine” | Prof. Dr. Ahmet Zeki Ünal👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu listede son dört başlık altındaki bilgi ve konuşmalar Türkçe, diğer linklerdeki kaynak bilgiler ise Arapçadır.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim …Okuyacağım … Selâm ve sevgiler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kendi Değerlerini Tanımayan Nesil
Besim Tibuk İbni Haldun’u ABD Başkanı R. Reagan’dan Duydu.
Merhum Oktay Sinanoğlu da İmam Gazali’yi 40 Yaşından Sonra Tanıdı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Abdestsiz Namaz Kıldıran İmamın Başına Gelenler, İbretlik Hikâye👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Bu ve benzeri yazılarda duygularımızı okşayan motifler olması hoşumuza gidiyor. Fakat burada İnce bir İngiliz kurnazlığı var. İngilizleri ve şeytanlıklarını iyi tanımayanlar çok kolay onların bu tuzağına düşebiliyor. Ben bu hikâyenin Araplara anlatılan versiyonunu da bildiğim için bu tilkiliğe pirim vermemeyi tercih ediyorum. Araplara Osmanlı ve Türk düşmanlığını, Türklere de Arap düşmanlığını telkin eden İngilizlerin bizi çok sevdiğini mi zannediyorsunuz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: BU KAVGA…
BU COĞRAFYADAKİ KAVGA YENİ BAŞLAMADI, BİN YILDIR DEVAM EDİYOR ASLINDA.
BUGÜN YAŞANANLARI KAVRAYABİLMEK İÇİN BU COĞRAFYADA BİN YIL ÖNCE BAŞLATILAN KAVGANIN KÖKENLERİNİ BİLMEK GEREKİR.
BU KAVGA, AKLI ESAS ALAN İBN-İ RÜŞT İLE AKIL YERİNE VAHYİ ESAS ALAN, POZİTİF BİLİMLERİ VE FELSEFEYİ REDDEDEN GAZALİ ARASINDA BİN YIL ÖNCE BAŞLADI.
BU KAVGA, RESMİ YASAKLAYAN ANLAYIŞA RAĞMEN İLK KEZ KENDİ PORTRESİNİ YAPTIRAN FATİH SULTAN MEHMET İLE ONUN RESMİNİ GÜNAH DİYE KALDIRAN OĞLU II. BAYEZİD’İN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, DÖNEMİN EN MODERN RASATHANESİNİ YAPAN TAKİYÜDDİN İLE BU RASATHANEYİ, GÜNAH SAYARAK BOMBALATAN KADIZADELİLERİN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, “TÜRKİYE’DE İLK ÇAĞDAŞLAŞMA ATILIMINI BAŞLATAN SULTAN II. MAHMUT İLE ONA GÂVUR PADİŞAH DİYENLERİN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, TÜRKİYE’DE MODERN EĞİTİMİN ÖNCÜLERİNDEN ŞEMSİ EFENDİ İLE ONUN SELANİKTE AÇTIĞI OKULUNA BASKIN DÜZENLEYEREK “GÂVUR İCADI” OLARAK GÖRDÜKLERİ DERS ARAÇLARINI SOKAKLARA FIRLATANLARIN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, TANZİMATLA BAŞLATILAN ÇAĞDAŞLAŞMA SÜRECİNİ DEVAM ETTİREN İRADE İLE BU İRADEYE BAŞKALDIRI OLAN 31 MART OLAYINI BAŞLATAN DERVİŞ VAHDETİ GRUBUNUN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, KURTULUŞ SAVAŞININ ÖNDERİ MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE EMPERYALİST GÜÇLERLE İŞ BİRLİĞİ İÇİNDEKİ DAMAT FERİTLERİN, GAZİ’YE ÖLÜM FETVASI VEREN ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ İLE GAZİ’NİN SAFINDAKİ ANKARA MÜFTÜSÜ BÖREKÇİZADE’NİN KAVGASIDIR.
BU KAVGA OSMANLININ KÜLLERİNDEN ÇAĞDAŞ BİR ÜLKE YARATMAK ÜZERE CUMHURİYETİ KURAN VE DEVRİMLERİ GERÇEKLEŞTİREN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İLE KARŞI YOBAZLARIN KAVGASIDIR.
BU KAVGA CUMHURİYETTEN YANA OLANLARLA HİLAFET VE HANEDAN TARAFTARLARININ KAVGASIDIR.
BU KAVGA, MENEMEN’DE KATLEDİLEN KUBİLAY İLE ONU KATLEDEN DERVİŞ MEHMETLERİN KAVGASIDIR.
BU KAVGA,” HAYATTA EN HAKİKİ YOL GÖSTERİCİNİN BİLİM VE AKIL” OLDUĞUNA İNANANLARLA, KURTULUŞU AKIL DIŞI YOLLARDA, ŞEHYHLERDE VE ŞIHLARDA ARAYANLARIN KAVGASIDIR.
BU KAVGA, “FİKRİ HÜR VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR” KUŞAK YETİŞTİRMEK İSTEYENLERLE İTAATKÂR KULLAR YETİŞTİRMEK İSTEYENLERİN KAVGASIDIR.
BATI, 15.ASIRDA BAŞLATTIĞI RÖNESANS, ARDINDAN GELEN BİLİMSEL DEVRİM VE AYDINLANMA DEVRİMLERİYLE BU KAVGAYI ÇOKTAN BİTİRDİ. ANCAK BU KAVGA BİZİM COĞRAFYAMIZDA BİTMEDİ, BİTMEYECEK GÖRÜLÜYOR.
YÜCE TANRI BİR ÜLKEYE HER DARA DÜŞTÜĞÜNDE YENİ BİR ATATÜRK GÖNDERMEZ. BU KAVGANIN KAZANILMASI, TOPLUMU EĞİTMEKTEN VE AYDINLATMAKTAN GEÇİYOR.
Prof. Dr. İsa Eşme
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İsa Eşme Bey ve benzeri akademisyenlerimiz, dedesini okuyup anlayamayan, ecdadı ile ilgili bilgileri ittihatçı, sabetaycı ve İngiliz telkini ile oluşturulmuş kaynaklarından okumuş öğrenmiş, yanlış bilgilerini düzeltmek için ciltlerce kitap okuması gereken, kendi çağdaşı ilim adamlarını dahi okumayan, dünyaya ve ecdadına at gözlüğü ile bakan, farklı düşünceleri okumaya tahammülü bile olmayan talihsiz bir nesil… Okuyunca üzülüyor ve keşke oturup müzakere imkânımız olsa diyorum.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam bu tarihi gerçekleri inkâr edilebilir mi.? Yani bu Hocamız yalan mı söylüyor? Sizdeki Osmanlı aşkını anlamakta inanın güçlük çekiyorum…Her olaya mutlaka tek taraflı yaklaşıyorsunuz, hiç mi Osmanlıyı eleştirmemeliyiz. Biz Osmanlı’nın düşmanı değiliz. Âmâ yapılanları da görmemezlikten gelemeyiz. Aydın olmak, olaylara eleştirisel bir gözle bakmayı gerektirmez mi? Dost selamlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yalan farklı, olayları bağlamından koparıp ön fikirle değerlendirmek ise daha farklı bir şey. İttihatçılar da M.Kamal Paşa da Osmanlı değil mi? Biz Osmanlı’yı dokunulmaz, tenkit edilmez görenlerden değiliz. Doğru ve isabetli tenkit edenlere hiçbir itirazımız olmaz. Birini büyütmek için başkasını küçültmek mi gerekir? Benim düşüncem çok önemli değil çünkü ben Tarihçi değilim. Ama Cumhuriyet gazetesi yazarı Yaşar Gören Bey bile yazılanları doğrulamıyor; teyit etmiyorsa, bizim de sorgulayıcı olmamız gerekmez mi? Yazdıklarından 3 hususu seçin, ben de size biri ile ilgili farklı düşünceyi aktarayım; konunun nasıl bağlamından koparılıp saptırıldığını görün. Yazdıkları ciddi iddialar, hiçbirine kaynak göstermiyor. Çünkü aktardıkları karşıt görüş yorumu. İlmi değil. Bana bir tanesinin müsellem ilmi kaynağını gösterirse, incelemeye ve yeniden görüşümü gözden geçirmeye hazırım albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Biz bu konuları ilk defa duymuyoruz. Bunlar tarihi gerçekler… Ama insanları hemen sucu, bucu veya sabetaycı olarak suçlamak da pek hoş olmuyor… Olaylara tek gözle bakmak bizim doğruyu öğrenmemize mâni olur…
Evlatlarını, torunlarını dünya saltanatı için öldürtenleri atamızdır diye kabul edelim …?
Ama şu bir gerçek sayın Hocam insanlar artık daha bilinçli ve daha bilgili… Çünkü araştırıyor.
Cumhuriyeti kurduk, padişahlık kaldırılırdı ama maalesef sizde biliyor ve görüyorsunuz ki SALTANATI kaldıramamışız, değerli Hocam …
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet, araştırmak incelemek gerektiğinde mutabıkız. Ortaya koyduğumuz sonuçların da delil ve kaynağını belirtmemiz icap etmez mi? Biliyorsunuz bizim geçmişimizde 436 vekilden oluşan mecliste 153 oyla seçilmiş cumhurbaşkanları da var. Ama bunları kim biliyor? Araştırıp inceleyenlerden bir kişi çıkıp bunları da bize izah edebilse o zaman bahsettiğiniz saltanatta olmazdı.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Haklısınız…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: S.A. Albayım, Biliyorsunuz 1 Aralık 2023 tarihinde İsmail Müftüoğlu Beyin “Elimizi Kolumuzu Bağlayan Anlaşma” yazısını paylaşmam üzerine sizin arkadaşlarınız da bazı yorumlar yazmıştı. Yorumları Adalet Eski Bakanlarından İsmail Müftüoğlu Beye ulaştırmıştım. Kendisi az önce arayıp cevap yazmayı vadettiği konuyu aydınlatmaya çalıştı ve Hüseyin Aykol’un yazdığı “Ortadoğu Denkleminde İsrail Türkiye İlişkileri” isimli kitapta bahsettiği anlaşma ile Erbakan’dan önce yapılmış olan başka bir anlaşma olduğunu, her iki anlaşmanın da bu kitapta yer aldığını, yorum yapanların bu iki anlaşmayı karıştırdığını, anlaşmaların ilkinde Erbakan’ın imzası olmadığını beyan ederek benim yazıya dökmemi rica etti. Ben de bu notu yazmış oldum.
13/01/2024
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim Hocam…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: HAYATINDAKİ TIBBİ SAYILAR VE İPUÇLARI
ÇOK YARARLI TIBBİ BİLGİLER
Her insanın hayatındaki (olması gereken) tıbbi sayılar:
1. Tansiyon: 120/80
2. Nabız: 70- 100
3. Sıcaklık: 36.8- 37
4. Nefes alma: 12-16
5. Hemoglobin: Erkek (13.50-18) Kadın (11.50- 16)
6. Kolesterol: 130- 200
7. Potasyum: 3.50- 5
8. Sodyum: 135- 145
9. Trigliserid: 220
10. Vücuttaki kan miktarı: Pcv %30-40
11. Şeker: çocuklar için (70-130) Yetişkinler: 70- 115
12. Ütü: 8-15 mg
13. Beyaz kan: 4000- 11000
14. Pattika: 150.000- 400.000
15. Alyuvarlar: 4.50- 6 milyon…
16. Kalsiyum: 8.6- 10,3 mg/dl
17. D3 vitamini: 20- 50 ng/ml (ml başına nanogram)
18. B12 vitamini: 200- 900 pg/ml
*Bu değerleri aşanlara tavsiyeler: (40, 50 ve 60 yaş için)
*ilk ipucu: Susamasanız da istemeseniz de her zaman su için… En büyük sağlık sorunlarının çoğu vücutta susuzluktan kaynaklanır. Günde minimum 2 litre (24 saatte)
*ikinci ipucu:
Vücut hareket etmelidir ister yürüyerek ister yüzerek ya da herhangi bir spor yaparak. Yürümek başlangıç için iyidir…
*üçüncü ipucu:
Yemeği yere bırakın… Aşırı yemek isteğini dizginleyin. Açlığı abartmayın ama miktarı azaltın. Daha fazla protein, karbonhidrat bazlı yiyecekler kullanın.
*dördüncü ipucu:
Gerekmedikçe araba kullanmayın… Yürüyün. Asansörü ya da yürüyen merdiveni kullanmaktansa normal merdivenleri tırmanın
*beşinci ipucu:
Öfkenizi bırakın… Endişeleri bırakın. Bazı şeyleri görmezden gelmeye çalışın… Problemli insanlara bulaşmayın… Pozitif insanlarla konuşun ve dinleyin.
*altıncı ipucu:
Kendinizi ve etrafınızdakileri sınırlamayın…
*yedinci ipucu:
Başaramadığınız hiç kimse için ya da bir şey için üzülmeyin. Sahip olamayacağınız şeylere üzülmeyin,
Görmezden gelin, unutun gitsin;
*sekizinci ipucu:
Tevazu içinde olun. Tevazu insanları sevgiyle size yaklaştırır.
Yetişkinler için sağlık ipuçları: Ne kadar meşgul olursanız olun, sağlıklı kalmak için bunları izleyin:
*Çayda daha az süt için. Bunun yerine limon veya limon suyu ekleyin.
*Gündüzleri çok su için; ama geceleri az için.*Gün içinde 2 fincan kahveden fazla içmeyin.
*Daha az yağlı yiyecekler yiyin.
*Uyumak için en iyi zaman 22:00’den sabah 6:00’ya kadardır.
*5 veya 6’dan sonra biraz yiyin.
*Sıcak suyla ilaç almayın.
*Yaş ilerledikçe soğuk su içmeyi bırakın, sadece oda sıcaklığında su için
*Günde en az 8 saat uyumaya çalışın.
*Stres atmak, genç kalmak ve kolay yaşlanmamak için öğleden sonra 3’e kadar bir buçuk saat uyuyun.
*Telefonunuzun pili sadece bir çubuk kaldığında artık arama yapmayın çünkü tehlikeli radyasyon ve dalgalar tam dolu bir pilden kat daha fazladır.
*Çağrılara cevap vermek için sol kulağınızı kullanın, sağ kulak doğrudan beyninize zarar verir. Aramalara cevap vermek için kulaklık kullansanız iyi olur.
Mümkün olduğunca kontrol etmeniz gereken iki şey:
(1) tansiyonunuz
(2) kan şekeriniz
Diyetinizi azaltmanız gereken en az beş şey:
(1) Tuz
(2) Şeker
(3) özel olarak kızartılmış kırmızı et
(4) İşlenmiş et ürünleri
(5) süt ürünleri
Diyetinizde artırmanız gereken dört şey:
(1) Yeşillikler / Sebzeler
(2) Fasulye
(3) meyveler
(4) çeşit tohum
Unutmanız gereken üç şey:
(1) yaşınız
(2) geçmişiniz
(3) Endişeleriniz / kederleriniz
Ne kadar zayıf ya da güçlü olursanız olun, sahip olmanız gereken dört şey:
(1) gerçekten seven arkadaşlar
(2) ilgilenen aile
(3) olumlu düşünceler
(4) sıcak ev
Sağlıklı kalmak için yapmanız gereken beş şey:
(1) Şarkı söylemek
(2) Danslar
(3) gülümsemek / kahkaha
(4) trek / egzersiz
(5) Kilo vermek
Yapmamanız gereken beş şey:
(1) Yemek için aç kalana kadar beklemeyin
(2) İçmek için susayana kadar beklemeyin
(3) Uyumak için uyuyana kadar beklemeyin
(4) Dinlenmek için yorgun hissedene kadar beklemeyin
(5) Sağlık kontrole gitmek için hastalanana kadar beklemeyin, yoksa hayatınıza pişman olursunuz.
Bu sağlık ipuçlarını okuduktan sonra yapmanız gereken bir şey:
(1) Bunu sevdiklerinize ve dostlarınıza iletin.
Normal işinizi yürütürken, ne kadar formda olduğunuzu görmek için her zaman vücudumuzu kontrol etmeyi unutmayın. Sağlık zenginliktir
Yüksek tansiyon
120/80 — sıradan
130/85 — sıradan (yönetim)
140/90 — üst
150/95 — V. Yüksek
Kalp Ritmi
Dakikada 72 (ideal)
60 — 80 arasında. (Normal)
40’dan az – 180’den çok (Sıra dışı)
Sıcaklık
98.4 F (36,9 C)- Normal
99.0 F (37,2 C)- Ateş
Kalp krizleri —
Sıcak su içmek gerek. Soğuk su içmeyi sevenler, bu yazı sizin için geçerli. Çinliler ve Japonlar yemekleriyle soğuk su değil sıcak çay içiyorlar. Belki de yemek yerken onların içme alışkanlığına alışmanın zamanı gelmiştir. Yemekte soğuk içecek/su içmek çok zararlıdır. Çünkü tükettiğiniz yağ maddesi serin su ile kalınlaşır. Bu, yiyeceğin yapışmasını yavaşlatır. Bu ‘çamur’ asidi katı yiyeceklerden daha hızlı bir hareketle parçalanır ve emilir. Yağlanır ve kansere neden olur. Yedikten sonra sıcak çorba veya sıcak su içmek daha iyidir. Patates kızartması ve burgerler kalp sağlığının en büyük düşmanıdır. Kola bu şeytana daha fazla güç verir. Kalbiniz ve sağlığınız için bunlardan uzak durun. Gece kan pıhtılaşmasını, kalp krizini veya felç riskini önlemek için uyumaya hazırlanırken bir bardak ılık su için. Bir kardiyolog, bu mesajı okuyan herkes 10 kişiye gönderirse, en az bir hayat kurtaracağımızı garanti edebileceğinizi söylüyor. Bu yüzden lütfen bu bilgileri değer verdiğiniz insanlara gönderiniz.
Vindys Journey Kitchen
Em. Albay Hüseyin Akkaya: YEDİNCİ KEZ UMREYE GİDEN BİR BEYEFENDİ İLE YAPILAN SOHBET…
Yedinci kez umreye gitmenin telaşında ve heyecanında olan bir arkadaşımla biraz hasbihal ettik bugün dostlar! Eşi, kızı ve küçük torunuyla birlikte gideceklerinden falan bahsederken, “maliyet olarak ne kadar tutuyor bu umre ziyaretin” diye sordum. Tur şirketine ödenen miktar ile oradaki harcamalarıyla birlikte 60 bin lira gibi bir rakamdan bahsetti. (Kendisi löküs hacılardandır) Gel dedim sana nafile umre sevabının elli katında sevap kazandıracak bir öneride bulunayım hacı kardeşim” … Nedir dedi… Çıkalım seninle birlikte…Divanlı, Kayabaşı, Duraklı, Çiçekli, Haydarlı, Kuyucak, Şekerli, Ekmekçi mahallelerini gezelim. Hani bu mahallelerde küçük küçük bakkallar olur ya. Bu bakkalların hepsinin veresiye defterleri olur ya…O mahallelerde yaşayan garip gurebanın borçlarının kabardığı, o borçlarını ödeyemedikleri için ekmek bile almakta zorlanan fakir fukaranın borçlu olduğu veresiye defterleri var ya… Hadi gidelim bu bakkallardan veresiye defterlerini satın alalım. Hem o fakirlerin borçları bitsin. Hem o bakkalların bükülen belleri doğrulsun… Hem ekonomiye katkı sağlansın. Hem o garip gurebanın yüzleri gülsün… Bak bu parayla rahat 15-20 bakkalın veresiye defterini alabiliriz. Düşünki evinde pirinci şekeri bitmiş ama borcu olduğu için bakkaldan veresiye istemeye cesaret edemeyen bir annenin, bakkala girdiğinde bakkal amcanın “kızım. Borcunuzu bir hacı bey kapattı. Borcunuz yok. Ne istiyorsan alabilirsin” dediğinde o annenin heyecan ve sevincini… Şu kış gününde ne büyük bir hayır etmiş olursun ki elli umre değil beş yüz umre sevabı kazanırsın…
Ne dersin… Cevap veremedi hacı efendi kardeşim dostlar…Düşündü taşındı ofladı pufladı…
Mırın kırın. Kem küm…hık mık… İkram ettiği çayı bile yarım bırakıp çıktım gittim yanından… Aaahhhhh Müslümanlık aaahhhh… Garip gurebanın gönlünü feth etmenin sevabını unutan Müslümanlık aahhhh… Bir yetimin yüzünü güldürmenin Allah katındaki ecrini unutan Müslümanlık… Daha bu Müslümanlar niye iflah olmuyor diye yakınıp duralım bizler… vesselâm…
Prof. Dr. Mehmet OKUYAN …
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sayın Prof. Dr. Mehmet OKUYAN hocama katılmamak ne mümkün… Ağzına sağlık değerli Hocam …H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya: GİZLİ SEÇİLMİŞLER TARAFINDAN KUŞATILAN TÜRKİYE VE İÇİMİZDEKİ BÜYÜK İSRAİL PKK ve FETÖ aynı anda kurulur.1960-70’li yıllar Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim 60’lı yılların MİT başkanı Korgeneral Fuat Doğu’dur. Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve derin bir dini oluşum kurmaktır.
Fuat Doğu kim? ABD’de yıllarca eğitim alan bir asker sonra MİT’in başına gelir. Bağlar derin
Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT başkanı olan Bülent Türker’dir. Onun amacı da o dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmak ve ABD emelleri için bir Kürt hareketi dizayn etmektir. Öcalan’ın eşi Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım MİT’çiydi. Ali Yıldırım Dersim katliamında istihbarat toplayarak CHP hükümetine katkı sağlayan isimdir. Gizli seçilmişler ile kuşatılan devlet Her yerdeydiler MİT hukuk askeriye emniyet bürokrasi siyaset
Sabataist mason CIA MOSSAD Her şey iç içe Dostlar büyük resmi görmek için kadrajı iyice yükseltiyorum. Derin bir nefes alın ve devam Fetullah Gülen hiçbir darbeden etkilenmez. Aksine yolu açılır. 1960 darbesinden sonra Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucusu olur. Bu dernek ABD’nin birçok ülkede açtırdığı dernektir. Türkiye’de bu işi Fetullah aktif olarak alır. Yapılanmaya başlar. 1970 muhtırası-darbesinde korumaya alınır. Aynı şekilde Öcalan da korunmaya alınır. Gülen adam devşirmeye hızla devam eder. Bu arada adamları bir güç tarafından devletin her yerine sızdırılmaya başlanır.
O gücü somut olarak vereceğim. Devamla 1980 darbesi ile sahaya iner. 1990’a kadar sızmadığı yer kalmaz. Tüm dini yapılar ezilip yok edilirken ona bir şey olmaz. Darbeleri yapan Kemalist generaller (Aslında ÇAKMA Kemalistler) gizli bir el tarafından verilen emirle Fetullah ve yapısına bir şey yapmazlar. Ah (ÇAKMA) Kemalistler! 28 Şubat dini kadroları darmadağın edince saha tek örgütlü yapı olan FETÖ’ye kaldı. Gizli bir EL 28 Şubatçı generallere “Fetullahçıların ekonomik yapısı ve devlet içindeki adamlarına ellemeyin” demişti. O gizli eli biliyorsunuz. Durun bir dakika işte tam bu ara bir şey oldu. O zamana kadar FETO devletin bütün kurumlarında hayatın tüm alanlarında paralel yapılanmasını tamamladı. Tam o noktada ABD Fetullah’ı aldı. Öcalan’ı verdi. Bu bir ay arayla oldu. 1999’da Fetullah ABD’ye gider
Öcalan verilir. FETO artık ABD isteği ve programıyla Türkiye’de derin devlet olmuştu. ABD’nin Türkiye’deki tüm adamları ve kurumları FETÖ’ye bağlanmıştı ve Fetullah’ı da ABD’ye götürüp güvene almışlardı. CIA ve FBI ajanlarınca korunan Pensilvanya’da bir sarayda ABD’nin en iyi doktorları hizmetindeydi. Durun durun az gerilere gidelim ve büyük resim netleşsin. Pür dikkat inceleyelim. CIA’nın en önemli görevlilerinden Graham Fuller’i tanırsınız. CIA’nın Türkiye masası şefi olmuştu. 1970’ten sonra Türkiye’de sık bulundu. Hatta Fuller kızının adına “Ankara” kelimesini ilave etmişti
“Samantha Ankara Fuller FETÖ’nün uzun yıllar devletin her tarafına sızması için yardımcı oldu. Yurt dışında okullar açmasına da CIA adına yardımcı olan Fuller’dir. Gülen’in ABD’de sürekli kalması için resmi işlemleri yapan da Fuller’dir.
17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbelerinde bizzat görev aldığı için Türkiye Cumhuriyeti savcılığı Graham Fuller hakkında tutuklama kararı çıkardı. İlk defa üst düzey bir CIA görevlisi ha…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, İnsan nefsi ve şeytan kişileri her zaman yalanlarla aldatmaz; bazen doğrularla da aldatabilir. Esas olan bizim düşüncelerimize yakın değerlendirmelere iltifat etmek yerine doğru olan değerlendirmelere iltifat etmek olmalıdır. Bunun içinde temel bilgi ve esasları bilecek seviyede olmanın yanında istişare ve müzakereye de açık olmak gerekir. Yazıya küçük bir ekleme yaparak mantığı doğru bir zemine oturtmak mümkündür. Nedir o ekleme derseniz, kısaca ifade edeyim:
Zaruri ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan, garip gurebanın olduğu bir toplumda şuurlu Müslüman, hayatından eğlenceyi, israfı, keyfi ve konforu kaldırmalı, ihtiyaç sahiplerine destek ve yardımcı olmaya öncelik vermelidir. Bunları yaptıktan sonra, ihtiyaç ve sıkıntılar devam ediyorsa, nafile umre gibi zaruri olmayan ibadetler için yapılacak giderleri de o ibadetleri sonraya erteleyip ihtiyaç sahibi akraba ve komşuların ihtiyaçlarına tahsis etmeye öncelik vermelidir. Hayatımızdaki eğlenceyi, israfı, keyfi ve konforu gündeme getirip kaldırmayı hatırlatmadan, umreden vaz geçmeyi gündeme getirip öncelemek samimi, ihlaslı bir alimin yapması mümkün olmayan bir hatadır. Dini vecibeleri hafife almak, dindarları hedefe koymak, toplumu yanlış yönlendirmektir. Yazının yazarı zannettiğiniz gibi söylediğini yaşayan, İslami hassasiyetlerin yaşanmasını dert etmiş, fakirin, garibin derdi ile dertlenmiş samimi ihlaslı bir alim değildir. Şovmen, söz ustası olmak için ilim, ihlas veya samimiyet gerekmiyor fakat tabi olunacak Alim olmak için bu vasıflar gerekli ve zaruridir. Allah’a emanet olunuz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu yazının birkaç defa daha paylaşıldığını gördüm. Evet yazılanların çoğu doğru. Fakat bataklık yerine sivrisineklerle uğraşmak bizi sonuca götürmez; sadece iktidarın el değiştirmesine malzeme veya vesile olabilir.
1909’dan sonra Türkiye’de ittihatçı, darbeci, entrikacı bir anlayışın İngiliz desteği ile hakimiyeti ele geçirmesi ve sürdürmesinden sonra tartışma, çıkar ve menfaat odaklı politik tartışmalar üzerinden halkı meşgul edip oyalamaktan ibaret kalıyor. Cumhuriyet denmiş, diktatörlük uygulanmış, hürriyet ve özgürlük denmiş karanlık ve zalim bir istibdat uygulanmış, seçim denmiş, halkı dipçikle yönlendirmişler. Anti Emperyalist olma iddiası ile İngiliz emperyalizmine teslim olunmuş.
436 üyeli mecliste, vekillerin evinin kapısına jandarma koyup meclise gelmeleri engellenerek, sadece taraftar olan 153 kişi ile Cumhurbaşkanı seçilmiş, ahlaksızlık ve yalan politikanın merkezine yerleştirilmiş olmanın doğurduğu sonuçları konuşup tartışmanın kime ne faydası olabilir? Bu sonuçları doğuran esaslar üzerine konuşmamız gerekmez mi albayım?
Selam ve saygılarımla,
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam. Tüm gruplarımla paylaştım… Allah razı olsun…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin vakfı 0(546) 906 56 06
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistin Vakfı, T.C. Vakıflar Genel Müdürlüğü Kontrol ve Denetiminde İstanbul’da Kurulmuş, Mütevelli Heyeti ağırlıklı olarak Filistin asıllı İstanbul’da ikamet edenlerden oluşmuş olup aralarında birkaç Türk vatandaşı da bulunan resmi bir vakıftır. Yönetim Kurulunda olup Marmara Üni. İlahiyat Fakültesinde doktora yapmış, Türkçe bilen İstanbul oturumlu Dr. Ömer Bey ile irtibat kurmak isteyene yardımcı olabilirim.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam… Allah razı olsun. Bu vesile ile üç aylarınızda mübarek olsun… Selâm ve sevgilerimle…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Biz Müslümanlar elimizden geleni yapmalıyız sayın Hocam,
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İlginç!
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Son Ümmet’in Kısa Ömrü Hırs ve Tamahkarlığı | Hayati İnanç Bey👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İNSAN HAYATINDAKİ TIBBİ SAYILAR VE İPUÇLARI
ÇOK YARARLI TIBBİ BİLGİLER
Her insanın hayatındaki (olması gereken) tıbbi sayılar:
1. Tansiyon: 120/80
2. Nabız: 70- 100
3. Sıcaklık: 36.8- 37
4. Nefes alma: 12-16
5. Hemoglobin: erkek (13.50-18) Kadın (11.50- 16)
6. Kolesterol: 130- 200
7. Potasyum: 3.50- 5
8. Sodyum: 135- 145
9. Trigliserid: 220
10. Vücuttaki kan miktarı:
Pcv % 30-40
11. Şeker: çocuklar için (70-130) Yetişkinler: 70- 115
12. Ütü: 8-15 mg
13. Beyaz kan: 4000- 11000
14. Pattika: 150.000- 400.000
15. Alyuvarlar: 4.50- 6 milyon…
16. Kalsiyum: 8.6- 10,3 mg/dl
17. D3 vitamini: 20- 50 ng/ml (ml başına nanogram)
18. B12 vitamini: 200 – 900 pg/ml
*Bu değerleri aşanlara tavsiyeler: (40, 50 ve 60 yaş için)
*ilk ipucu:
Susamasanız da istemeseniz de her zaman su için… En büyük sağlık sorunlarının çoğu vücutta susuzluktan kaynaklanır. Günde minimum 2 litre (24 saatte)
*ikinci ipucu:
Vücut hareket etmelidir, ister yürüyerek, ister yüzerek ya da herhangi bir spor yaparak. Yürümek başlangıç için iyidir…
*üçüncü ipucu:
Yemeği yere bırakın… Aşırı yemek isteğini dizginleyin. Açlığı abartmayın ama miktarı azaltın. Daha fazla protein, karbonhidrat bazlı yiyecekler kullanın.
*dördüncü ipucu:
Gerekmedikçe araba kullanmayın. Yürüyün Asansörü ya da yürüyen merdiveni kullanmaktansa normal merdivenleri tırmanın
*beşinci ipucu:
Öfkenizi bırakın. Endişeleri bırakın. Bazı şeyleri görmezden gelmeye çalışın. Problemli insanlara bulaşmayın. Pozitif insanlarla konuşun ve dinleyin.
*altıncı ipucu:
Kendinizi ve etrafınızdakileri sınırlamayın…
*yedinci ipucu:
Başaramadığınız hiç kimse için ya da bir şey için üzülmeyin. Sahip olamayacağınız şeylere üzülmeyin, Görmezden gelin, unutun gitsin;
*sekizinci ipucu:
Tevazu içinde olun. Tevazu insanları sevgiyle size yaklaştırır. Yetişkinler için sağlık ipuçları: Ne kadar meşgul olursanız olun, sağlıklı kalmak için bunları izleyin:
*Çayda daha az süt için. Bunun yerine limon veya limon suyu ekleyin.
*Gündüzleri çok su için; ama geceleri az için.
*Gün içinde 2 fincan kahveden fazla içmeyin.
*Daha az yağlı yiyecekler yiyin.
*Uyumak için en iyi zaman 22:00’den sabah 6:00’ya kadardır.
*5 veya 6’dan sonra biraz yiyin.
*Sıcak suyla ilaç almayın.
*Yaş ilerledikçe soğuk su içmeyi bırakın, sadece oda sıcaklığında su için
*Günde en az 8 saat uyumaya çalışın.
*Stres atmak, genç kalmak ve kolay yaşlanmamak için öğleden sonra 3’e kadar bir buçuk saat uyuyun.
*Telefonunuzun pili sadece bir çubuk kaldığında artık arama yapmayın çünkü tehlikeli radyasyon ve dalgalar tam dolu bir pilden kat daha fazladır.
*Çağrılara cevap vermek için sol kulağınızı kullanın, sağ kulak doğrudan beyninize zarar verir. Aramalara cevap vermek için kulaklık kullansanız iyi olur.
Mümkün olduğunca kontrol etmeniz gereken iki şey:
(1) tansiyonunuz
(2) kan şekeriniz
Diyetinizi azaltmanız gereken en az beş şey:
(1) Tuz
(2) Şeker
(3) özel olarak kızartılmış kırmızı et
(4) İşlenmiş et ürünleri
(5) süt ürünleri
Diyetinizde artırmanız gereken dört şey:
(1) Yeşillikler / Sebzeler
(2) Fasulye
(3) meyveler
(4) çeşit tohum
Unutmanız gereken üç şey:
(1) yaşınız
(2) geçmişiniz
(3) Endişeleriniz / kederleriniz
Ne kadar zayıf ya da güçlü olursanız olun, sahip olmanız gereken dört şey:
(1) gerçekten seven arkadaşlar
(2) ilgilenen aile
(3) olumlu düşünceler
(4) sıcak ev
Sağlıklı kalmak için yapmanız gereken beş şey:
(1) Şarkı söylemek
(2) Danslar
(3) gülümsemek / kahkaha
(4) trek / egzersiz
(5) Kilo vermek
Yapmamanız gereken beş şey:
(1) Yemek için aç kalana kadar beklemeyin
(2) İçmek için susayana kadar beklemeyin
(3) Uyumak için uyuyana kadar beklemeyin
(4) Dinlenmek için yorgun hissedene kadar beklemeyin
(5) Sağlık kontrole gitmek için hastalanana kadar beklemeyin, yoksa hayatınıza pişman olursunuz.
Bu sağlık ipuçlarını okuduktan sonra yapmanız gereken bir şey:
(1) Bunu sevdiklerinize ve dostlarınıza iletin. Normal işinizi yürütürken, ne kadar formda olduğunuzu görmek için her zaman vücudumuzu kontrol etmeyi unutmayın.
Sağlık zenginliktir
Yüksek tansiyon
120/80 — sıradan
130/85 — sıradan (yönetim)
140/90 — üst
150/95 — V. Yüksek
Kalp Ritmi
Dakikada 72 (ideal)
60 — 80 arasında. (Normal)
40’dan az – 180’den çok (Sıra dışı)
Sıcaklık
98.4 F (36,9 C)- Normal
99.0 F (37,2 C)- Ateş
Kalp krizleri —
Sıcak su içmek gerek. Soğuk su içmeyi sevenler, bu yazı sizin için geçerli.
Çinliler ve Japonlar yemekleriyle soğuk su değil sıcak çay içiyorlar. Belki de yemek yerken onların içme alışkanlığına alışmanın zamanı gelmiştir. Yemekte soğuk içecek/su içmek çok zararlıdır. Çünkü tükettiğiniz yağ maddesi serin su ile kalınlaşır. Bu, yiyeceğin yapışmasını yavaşlatır. Bu ‘çamur’ asidi katı yiyeceklerden daha hızlı bir hareketle parçalanır ve emilir. Yağlanır ve kansere neden olur. Yedikten sonra sıcak çorba veya sıcak su içmek daha iyidir. Patates kızartması ve burgerler kalp sağlığının en büyük düşmanıdır. Kola bu şeytana daha fazla güç verir. Kalbiniz ve sağlığınız için bunlardan uzak durun.
Gece kan pıhtılaşmasını, kalp krizini veya felç riskini önlemek için uyumaya hazırlanırken bir bardak ılık su için. Bir kardiyolog, bu mesajı okuyan herkes 10 kişiye gönderirse, en az bir hayat kurtaracağımızı garanti edebileceğinizi söylüyor. Bu yüzden lütfen bu bilgileri değer verdiğiniz insanlara gönderiniz.
Vindys Journey Kitchen
Em. Albay Hüseyin Akkaya: (VAKTİ OLANA BU YAZIYI OKUMASINI TAVSİYE EDERİM.)
“KURAN’A UYALIM !..”
(BU DEHŞET BİR BULUŞTU.)
İngiliz sunucu, konusunda bu özel bir seminerdir diyerek açılış konuşmasını bitirmişti.Sözü bana verdi…
Elimde KALIN BİR KİTAB olduğu halde kürsüye geldim! Bütün dinleyiciler seçme insanlardı! Tek tek gözlerinin içine baktım!
İçlerinde bir TÜRK vardı. Kırk yaşlarında gösteriyordu. Vakur duruşu ve kurt gibi bakışı dikkatimi çekmişti! Ve ben, “Büyük savaşlar silahla kazanılmaz!” Diyerek konuşmama başladım…
Elimdeki kitabı havaya kaldırdım. Osmanlı’da Türkler bu kitabı okurken ben dinlemekten sıkılırdım, çünkü okuduklarından hiç bir şey anlamazdım! Ancak Osmanlı’da okumasını bilmeyenler, okunanı anlamayanlar bu kitap okunmaya başladığında bütün işlerini bırakırlar, abdest alırlar (özelikle belirtiyorum) ve başlarına muhakkak takke koyarlardı…
Kitabın göbekten yukarda tutulmasına dikkat ederek özel bir saygı ile iki diz üzerine otururlar, kafalarını önlerine eğerlerdi. Ortamda okuyanın sesi hariç çıt çıkmaz ve kitabın okunması bitinceye kadar huşu ile dinlerlerdi. Hemen hemen her dinleyenin gözlerinden de yaş akardı…Nefes aldıklarını dahi fark etmezsiniz! Tüm Osmanlı topraklarını İngiliz ajanı olarak gezmiş ve şimdi yaşlı bir adam olarak söylüyorum. Okunanları anlamadıklarını biliyorduk… Asıl merak ettiğimiz, neden bu kitap okunmaya başladığında, tüm işlerini bırakırlar, konuşmazlar, abdest alırlar ve sessiz bir şekilde dinlerlerdi!
Ve takke sünnettir, diyerek taviz vermezlerdi. Anlamadıkları halde bu kitap, bu insanlara nasıl böyle bir etki yapıyordu, hayret etmemek mümkün değildi! Bu konuda günlerce düşünmüştük… Bizde İncil’e böyle bir saygı gösterilmezdi… Dünyada hiçbir kitaba böyle bir saygı gösterilmezdi! Sonra tespit ettik ki; Önce topluluğa bakarak, sonra yavaş yavaş elimdeki kitabı havaya kaldırarak, Müslümanları sessiz sessiz ağlatan, gözlerinden yaş akıtan bu kitap; Kur’an-ı kerimdir! dedim…
Bu etkinin sebebini anlamıştım! Türkler bu kitabı akılları ile değil kalpleri yani ruhları ile Dinliyorlardı!
İman, akıl ile değil kalp ile olur diyorlardı! Bu kitap orijinaldir. Temizdir. Kirlenmemiştir! İnsan görüşü karışmamıştır! Allah’tan, Peygambere geldiği gibidir! Ve Allah’ın kitabıdır… Bu kesindir! Türklerin de imanı temizdi, saftı, kirlenmemişti, hakiki idi… Halbuki İncil öyle değildir! Allah’ın gönderdiği,
İSA peygambere gelen İncil insanlar tarafından değiştirilmişti. Biz Hıristiyanlara Allah’ın kitabı diye okutuluyordu! İtiraf etmek gerekirse biz bunu biliyorduk! Ancak; geleneksel olarak oluşan ve devam eden, vatan, millet, din bağlılıklarını terk edemiyorduk! Topluma uyuyorduk… İçine insan sözleri ve görüşleri karışmış İncil! İlahiliğini kaybetmiş ve kirlenmişti! İngiltere’de yaptığımız bir toplantıda; biz de Kur’an-ı değiştirelim dediğim de Osmanlı’da beraber ajanlık yaptığım Christopher, bu mümkün değil dedi. Evet, Kur’an-ı değiştirmek mümkün değil! Çünkü diye devam etti…Bütün dünya kütüphanelerinde on binlerce orijinali var! Toplamak yok etmek mümkün değil, toplasanız yok etseniz dahi… Bütün dünyanın her tarafında yüz binlerce hafız var ve tüm Kur’an-ı kerimi ezbere biliyorlar! Christopher bunu söyleyince Kur’an-ı kerimdeki bir ayet-i kerimeyi hatırladım! “Onu biz indirdik biz koruruz!” Madem Kur’an-ı kerimi değiştiremeyeceğiz. Başka bir şey olmalı. Bir şey yapmalıydık… Bu kitaba olan bu saygı yok olmalı idi… Bu saygının GÜCÜNÜ Müslümanlardan, Türklerden almamız lazımdı! Bu saygının gücü dünyayı titreten OSMANLI DEVLETİNİ kurmuştu! [Not: Osman Gazi’nin Kur’ân-ı kerim bulunan odada sabaha kadar ayağını uzatmayıp uyumadığından bahsediyor!] Günlerce, geceler boyu bu işin üzerinde tartışmalar yaptık! Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile baş başa çok sabahladık.
Ve 1700 ‘ü yıllarda yaşamış meslektaşımız hempherin hatıratını okurken
Cemalettin, ne yapacağımız buldum!
Dedi…
Gerçekten, bu dehşet bir BULUŞTU… Bu buluş, İslam alemi ile buluştu! Müslümanların ilerlemesini artık durdurmalıydık! Onları kendi kitapları olan Kur’an-ı kerim ile vurmalıydık!
Bu dehşet buluş iki kelime idi! “KUR’AN’A UYALIM…” Evet Kur’an’a Uyalım!… Önce tüm İslâm aydınların beynine “Kur’an’a uyalım-ı” yerleştirmemiz lazımdı! Sonra tüm İslam alemine… Bu yayılmalı idi! KUR’AN’A UYALIM! Tüm misafirler şaşırmıştı. Kurt bakışlı Türk ise Dikkat kesilmişti! Gözlerimin içine bakıyordu. Şimdi siz NE YAPMAK istiyorsunuz! der gibi…! Salondan çıt çıkmıyordu… Herkes ne diyeceğimi bekliyordu. Ben dünyanın en büyük savaşını kazanmış bir komutan edası ile salona baktım ve tane tane, yavaş yavaş konuşmaya başladım! Onlar BİN yıldır Kur’ân-ı kerime uyuyorlar! dedim. Kur’ân-ı Kerîm’e uyanlara, Kur’an’a UYALIM demek Kur’ân-ı kerime uymayı değiştirelim demektir!
Madem Kur’ân-ı kerimi Değiştiremiyoruz! Kur’ân-ı kerime uymayı değiştirelim ve bunun sloganı KUR’ANA UYALIM! olmalı… Bin yıldır Peygamberlerinin açıkladığı şekilde Kur’an’a uyuyorlar.
Hepsinin din anlayışı yani imanı aynı ve bu iman, kuran okuyanlarda da ve okuyup anlamayanlarda da ve okumasını bilmeyenlerde de aynı! Madem Kur’an’ı değiştiremiyoruz! O zaman Müslümanların ona olan saygısı ile birlikte Kur’an’dan anladıklarını yani imanlarını değiştirelim.
Peygamberlerinin Kur’an’dan anladığını ve açıkladığını bir kenara atalım.
Kendi ANLAYIŞLARI ile KUR’ANA uymalarını sağlayalım…
Her birinin imanı farklı olur!
Hatta imanları farklı olduğu halde kendilerini aynı iman üzere ve Müslüman zannederler!
Bunu ancak ve sadece KUR’ANA UYALIM! ile yapabiliriz!
Bu sözü bütün aydınların beynine yerleştirmemiz lazım!
Evet bin yıldır Osmanlı’da, Selçuklu ‘da bir tane Kur’an tercümesi yoktu!
Hemen Kur’an tercümeleri yaptırmamız lazımdı!
Ve her Müslümanın Kur’an’dan kendi anladığına uymasını sağlamamız gerekiyordu!
HER KAFADAN İSLAMİYET adına farklı bir SES gelmeliydi!
İşimiz zordu, zaman istiyordu fakat bu büyük bir projeydi…
İslam’ın BİRLİĞİNİN kalbine saplanacak bir hançerdi!
İlk iş buna karşı duracak, buna engel olacak âlimler yok edilmeli… Ortadan kaldırılmalı idi!
Ve KUR’ANA UYALIM!… Dalga dalga yayılmalı idi.
Bu bir devrimdi!
Karşı çıkacak ve toplumu uyaracak alimler kalmamıştı!
Kimse, hayır Kur’an’a uymayalım DİYEMEZDİ…
Biz Kur’an’a UYALIM ile Kur’an’a UYMANIN şeklini değiştiriyorduk!
Kur’an ile Müslümanları vurmuştuk!
Onlar, Peygamberinin sahabelere öğrettiği şekilde, sahabelerin müctehid imamlara yazdırdığı şekilde Kur’an’a UYUYORLARDI.
Buna (Edille-i Şer’iyye) diyorlardı!
Kur’ân-ı Kerim gibi imanları da hakiki ve BİRDİ!
Şimdi ise kitapları hakiki/BİR olacak, ancak Kur’an’dan aldıkları İMANLARI farklı olacaktı…
Kur’an’a uyarken kendi kendilerine oluşturacakları yeni yeni imanlar oluşacak (farklı anlayışlarından dolayı) mecburi bu imanlar değişik olacak ve her biri FARKLI iman etmiş olacaklardı!
Bu gerçekten DEHŞET BİR PROJE İDİ!
Ve Kur’an’ın bir harfini değiştirmeden Müslümanların imanını değiştirme, yok etme proje!
Bu tahribatı anlamaları mümkün değildi!
Çünkü artık bunu anlayacak alimleri yoktu.
Ve Kur’an orijinal hali ile duruyordu!
Yapılanı anlamadılar… Anlayamadılar!
Tüm aydınlar, tüm cemaatler, tüm dini okullar, tüm İslâm alemi, KUR’ANA UYALIM kampanyasına katıldılar!
İlk kuran tercümesini Zeki MEGAMİZ adlı bir Hıristiyan araba yazdırmıştık!
İlk meali ise MİSAK isimli bir Ermeni’ye…
Tercümeler ve mealler çoğalmaya başladıkça artık her kafadan bir ses geliyordu…
İslam adına farklı cemaatler türüyordu!
Her cemaat kendi yolunu, görüşünü savunuyordu!
İSLÂM BİRLİĞİNİ YOK ETMİŞTİK…
Hem de KUR’AN ile!
Müslümanlar KUR’ANA UYDUĞUNU zannederken Kur’an’dan Peygamberlerinin anladığını bırakıyorlar ve insanların görüşlerine, yorumlarından anladıklarına uymaya başlıyorlardı!
Kafalar karışmıştı…
Ayrılma ve bozulma devam ediyordu!
Kur’an’a UYALIM sesleri yükseliyordu!
Kur’an’dan çıkan farklı manalar yeni yeni değişik imanlar oluşturuyordu.
104 İncil’den dört İncil çıkmıştı, bir Kur’an’dan binlerce iman!
Bu İstanbul’u fethetmekten daha büyük bir devrimdi!
KURAN’LARI HAKİKİ VE BİR!
Fakat anlayışları ve imanları FARKLI Müslümanlar!
Artık Kur’an-ı Kerîm okunmaya başladığında abdest alıp başında takke bütün işlerini bırakmış iki diz üzerine oturup nefesi tutulmuş gözünden yaş akan insanlar yoktu…
Kur’an’ı okumak için abdest almaya gerek olmadığını, Kur’an’ın öcü olmadığını KUR’ANA UYULMASI gerektiğini haykıran yüzlerce din adamları evet bize çalışan din adamlarımız yetişmişti.
Artık Kur’an-ı ölülerinize okumayın KUR’ANA UYUN diye haykıran şairleri vardı!
KURANA UYALIM diyen ancak bu işin NASIL OLACAĞINI bilemeyen, yani herkesin kendi anladığına uymasının Kur’an’a uymak olduğunu sanan topluluğu oluşturmuştuk!
Artık KUR’ANA UYALIM diye bağıran fakat bu uymanın saygı ile başladığını bilmeyen Kur’an’a saygısız Müslümanlar çoğalıyordu!
Herkes Kur’an’a UYULMADIĞI için geri kalındığını, dinden uzaklaşıldığını söylüyor!
Ve tekrar KUR’ANA UYALIM diye bağırıyorlardı…
Artık İslam toplumu Kur’ân-ı Kerîme NASIL uyulur bilmiyordu… Sadece ellerinde orijinal Kur’ân-ı Kerîm, dillerinde KUR’ANA UYALIM kelimesi vardı! Şimdi gusül abdestinin nasıl alındığını BİLMEYEN ama KUR’ANA UYALIM diye bağıran. Bir topluluk oluşturmuştuk… İSLAMIN ÖĞRETİ SİSTEMİNİ DEĞİŞTİRMİŞTİK!
Halbuki gerçek İslam alimlerinin yazdığı bilgileri öğrenmek, Peygamberlerinin açıklaması ve örnek hayatı Kur’an’a uymaktı… Eskileri buna Ef’âl-i Mükellefin ve EDİLLE-İ ŞER’IYYE diyorlardı…
Ben konuşmamı bitirmiştim! Ortalıkta çıt yoktu! Nefesler kesilmiş herkes bana bakıyordu. Kurt bakışlı Türk’ün gözlerine baktım o da şaşkındı ve bana bakıyordu. Ve gözlerinden iki damla yaş akıyordu…
Biliyordu artık bunun düzelmesi imkansızdı! KUR’ANA UYALIM, ahtapotun kolları gibi tüm İslam alemini sarmıştı! Toplantıdan çıkarken İngiliz konsolosun kulağına bu Türk kim diye sordum!
Albay Alpaslan TÜRKEŞ dedi!
– Papaz Jeff Warren
(Alıntı: Dr. Seyfi Şahin)
————————————
Osmanlı Neden Kaybetti! (1956 yılında Amerika Washington’da bulunan daimî grup da bir seminer! Bu seminerde Amerikan subaylarının yanı sıra, dünya ülkelerinin kurmay subayları ve İngiliz üst yetkilileri vardı.),
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NOT: LÜTFEN SONUNA KADAR DİKKATLİ VE İLGİYLE OKUYALIM…ÇOK ÖNEMLİ TESBİTLER GÖRECEK VE BU KADAR NET VE AÇIK BİR ŞEKİLDE KONUNUN AÇIKLANMASINA HAYRET EDECEKSİNİZ…BEN İKİ KERE OKUDUM, HER HALDE BİRKAÇ KERE DAHA İRDELİYECEĞİM…
SELÂM, SEVGİ VE SAYGILARIMLA DEĞERLİ DOSTLAR…H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kur’an’a Uyalım Projesi👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Bu projeyi çok uzun yıllar önce okumuş ve dinlemiştim. Anlatılanların kaynağını teyit etme imkânım olmadı. Ancak bu projenin Türkiye’de yaygın bir şekilde uygulandığını biliyorum.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Hür ve müstakil olan tek bir İslam ülkesi bile yok. Sadece hür olmaya gayret edip başarmaya çırpınan Türkiye var. Lokomotif olmadan vagonların kıymeti harbiyesi olabilir mi? Halkı Müslüman olup başlarına İngiliz ve ABD kuklaları olan koloniler var. Karton devletçikler. Yetim, öksüz ve zavallı konumda olan Müslümanlar var. Gazze bize gerçek hürriyetin ve özgürlüğün kolay ve ucuz olmadığını pek ağır bedeli olacağını öğretti
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: BİLDERBERG NEDİR HİZMET EDENLER KİMLERDİR
Kısaca açıklayacak olursak, Bilderberg, Yahudi Siyonistler tarafından kurulmuş bir teşkilattır. Merkezi de İsrail’dir. Yöneticileri 33 dereceli masonlardan seçilir. Gayesi Siyonizm’i dünyaya hâkim kılmaktır. Bunu sağlamak için de dünya siyasetini yönlendirmek adına önceden programlar yapmak, bu konuda projeler geliştirmek, konuşulacak ve tartışılacak konuları önceden hazırlamak ve sunmak gibi faaliyetlerde bulunur. Malum olduğu gibi Bilderberg, dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda dünyanın farklı ülkelerinde toplantılar düzenler. Bilderberg Toplantıları son derece önemli şartlarda ve özel ortamlarda yapılır. Toplantılara katılanlar, toplantı boyunca dünya ile ilişkilerini kapatır, üye olmayanlar toplantılara asla katılamaz. Üyeler dışarıya bilgi sızdıramaz, ülkeleri aleyhine karar alınsa dahi buna itiraz edemez, uymaya mecburdur. Toplantılar CIA tarafından emniyete alınır.
Bilderberg;
* Kara parayı aklamak, dünya siyasetini yönlendirmek, gizli örgütlerin yöneticilerini, iş dünyasının ulularını, ünlülerini bir araya getirmek için çalışır.
* Her yıl ayrı ayrı ülkelerde, 3 gün süren toplantılar düzenler.
* Toplantı sonucunda, sadece üyelere özel bir rapor sunar.
* Devletlerin kilit noktalarında görev yapan üst düzey masonları bünyesine katmak için çalışır.
* Gizli dünya devletini kurabilmek için, gerektiğinde ülkelerde darbe ve ihtilaller yaptırır.
* Dünyada cereyan eden her türlü olayların arkasında mutlaka parmağı vardır.
* Aldığı kararların üye ülkeler nezdinde uygulanabilmesi için, toplantılarda mutlaka bir NATO yetkilisi bulunur.
Avrupa Birliğini ve AURO’yu para birimi olarak ortaya koyan bu kuruluştur. Bu kuruluşun başka gizli topluluklarla bağlantısı vardır. Nitekim:
* Bilderberg Brüksel’de kurulan illuminati tarafından yönetilir.
* Küresel güçlerin karşısına çıkmak isteyen ülkeleri, ilk etapta ekonomik çöküntüye uğratır.
* Bilderberg kamuoyu oluşturma ve geleceği şekillendirme gücü olan insanların davet edildiği bir platformdur.
TÜRKİYE VE BİLDERBERG
Türkiye’nin Bilderbeg’le ilk karşılaşması 1957 yılıdır. Bu toplantı ABD’nde yapılmış, söz konusu toplantıya Türkiye’den ilk defa NATO’nun daimî temsilciliğini yapan Muharrem Nuri Birgi katılmıştır. Bilderberg Toplantıları 3 sefer de Türkiye’de gerçekleştirilmiştir.
İlk toplantı 18-20 Eylül 1959 İstanbul, Yeşilköy Çınar Otel’de yapılmıştır. Bu toplantıya Fuat Alpkartal, Tekin Arıburun, Burhan Belge, Muharrem Nuri Birgi, Vecdi Diker, Melih Esenbel, Selahattin Tokay, Fatin Rüştü Zorlu katılmıştır.
İkinci toplantı 25-26-27 Nisan 1975 tarihinde Çeşme Altınyunus Otel’de gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıya Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Semih Akbil, Selahattin Beyazıt, Muharrem Nuri Birgi, İhsan Sabri Çağlayangil, İhsan Doğramacı, Bülent Ecevit, Turan Feyzioğlu, Oğuz Gökmen, Kamuran İnan, Gülten Kazgan, Halil Tunç, Memduh Yaşa katılmıştır.
Üçüncü toplantı ise 31 Mayıs-3 Haziran 2007 tarihinde İstanbul Ritz- Carlton Otel’de icra edilmiştir. Bu toplantıya da Devlet Bakanı Ali Babacan, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ, iş adamı Mustafa Koç ve Hikmet Çetin ile birlikte ayrıca Mehmet Ali Birand, Ümit Boyner, Cengiz Çandar, Cem Duna, Kemal Derviş, Emre Gönensay, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Ayşe Soysal, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erkut Yüceoğlu katılmıştır.
Bu toplantılara katılanlardan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Bülent Ecevit Başbakan, Turgut Özal Başbakan ve Cumhurbaşkanı, Mesut Yılmaz da ANAP Genel Başkanı ve Başbakan oldu. 1998 toplantısına katılan İsmail Cem de parti kurdu. Kemal Derviş ise 2001 Ecevit hükümetinin Ekonomi Bakanı oldu. İleriki toplantıların birçoğunda Ali Babacan’ı görüyoruz. Mustafa Koç da hemen hemen bütün Bilderberg Toplantılarında müdavim olarak görülmektedir. Zira Mustafa Koç, Türkiye sorumlusudur. Suzan Sabancı da toplantılara katılanlardandır.
Bilderberg ’in, 1954 Hollanda – Osterburg Konferansından itibaren, 2016’ya kadar devam eden, 63 toplantısı gerçekleşmiştir. Bunlardan 23’ünde Türkiye’nin katılımcıları vardır. Bu toplantılara Ali Babacan 7 kere katılmıştır. Ali Babacan 2007 Türkiye İstanbul toplantısından başka, 2003 Fransa Versay toplantısına, 2004 İtalya Stresa toplantısına, 2005 Almanya Rottach-Egern toplantısına, 2008 ABD Chantilly toplantısına, 2012 ABD Washington toplantısına, 2013 İngiltere Watford toplantısına, 2014 Danimarka Kopenhag toplantısına katılmış, böylece rekor kırmıştır. Ayrıca Davos müdavimlerindendir.
Yukarıda izah edildiği gibi, Bilderberg Toplantılarına katılanların birçoğunun önünün açıldığını görüyoruz. Bunlardan bir bölümü de, sağcı ve milliyetçi olduğunu söyleyenlerdir. En dikkat çekeni ise, Ak Partiden ayrılan ve Deva Partisini kuran Ali Babacan’dır. Görülüyor ki, Bilderberg, CFR, Round Table ve Trilateral’den ilham alanlar, mutlaka kademeleri çok rahat aşmaktadırlar.
Hemen bildirelim ki, 2016 yılına kadar yapılan 63 toplantının içinde ‘Adil Düzenci’ ve ‘Milli Görüşçü’ tek bir kişi yoktur. Daha ne söyleyelim…
Rahman ve Rahim, Kadir ve Muktedir, Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.
“Ya Rabbi bu haftayı bize hayırlı ve bereketli kıl. Hayırlara yakın, şerlere uzak eyle.”
Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47).
Cağaloğlu 29.01.2024
İsmail MÜFTÜOĞLU
Em. Albay Hüseyin Akkaya: KADİR MISIROĞLU KİMMİDİR ÖĞRENME VAKTİ GELDİ GEÇİYOR
Sarraflar olarak da bilinen Galata Bankerleri, Baltazzi, Lorando Tubini, Korpu, Kamondo, Zarifi, Ogenidi, Mavrogordato, Fernandez, Köçeoğlu, Mısıroğlu gibi Levanten, Ermeni, Rum ve Yahudi bankerlerdi……
Banker isimlerinde MISIROĞLU özellikle dikkatimi çekti. Sonra BOĞOS MISIROĞLU banker. Acaba dedim FESLİ ŞARLATAN ‘la bağlantısı var mıdır? Araştırayım dedim bu ince detay üzerinden. Enteresandır, Google’da bilgi yok. Öyle güzel oyun oynamışlar ki bizlere iz bırakmadıklarını düşünmüşler… Biraz araştırınca neler çıktı. Elbet şaşırmadım, okuyan sevgili dostlarında şaşırdıklarını düşünmüyorum. Çünkü biliyoruz ki medyada ve TV’lerde şarlatanlık izni boşa verilmiyor bunun gibilere…… 19. yy. Osmanlısında Selanik Sabatayların en önemli merkezlerinden olmuştur. Özellikle Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet döneminde bürokraside, askeriyede, siyasi hayatta, medyada, iş dünyasında kritik noktaları elde etmişlerdir. 1924’de Lozan Mübadelesi ile Balkanlarda yaşayan 25 bin civarında Sabetay ülkemize gelmiş, farklı bölgelere yerleştirilmiştir. Toplumda Dönme/Kripto Yahudi olarak bilinen Sabatayların halen günümüzde varlıkların sürdürdükleri ifade edilmektedir. Sabetay Sevi
VASİF AYDINARSLAN
TC:51403100712 1895 SELANİK DOĞUMU, TOKAT MERKEZ SOĞUK PINAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Eşi HURİYE (AYDINARSLAN)
TC:51400100876 1900 SELANİK DOĞUMLU TOKAT MERKEZ SOĞUKPINAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Kızı AYNUR MISIROĞLU (AYDINARSLAN)
TC:39458065156 1937 İSTANBUL DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Eşi KADİR MISIROĞLU
TC:39479064428 1933 AKÇAABAT DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Kız Kardeşi ŞENGÜL (MISIROĞLU) KOLOT
TC:53374601762 1942 AKÇAABAT DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI (SABATAY)
Kadir Mısıroğlu’nun kız kardeşi evlendikten sonra KOLOT soy ismini almıştır. Birçok kaynakta KOLOT soy isminin Sabataylar tarafından kullanıldığı, İstanbul Üsküdar’da Sabatay mezarlığı olarak bilinen Bülbül Deresi’nde KOLOT soy isimli şahısların yattığı bilinmektedir.
Kadir Mısıroğlu’nun oğlu; ABDULLAH SUNİSİ MISIROĞLU
TC: 39455065210 1963 İSTANBUL DOĞUMLU AKÇAABAT DÜRBİNAR NÜFUSUNA KAYITLI
Eşi ASLI GÜNER-MISIROĞLU-BİERSTEDT
TC: 32359798994 1966 ARTVİN DOĞUMLU İSTANBUL FATİH KEMALPAŞA NÜFUSUNA KAYITLI (ALMAN/HRİSTİYAN)
Kadir Mısıroğlu’nun oğlu Abdullah Sunisi ile evlenen Aslı Güner İstanbul Özel Alman lisesinden mezun olması hayli dikkat çekicidir. Abdullah Sunisi’den boşandıktan sonra Müslüman olmayan Alexander Bierstedt isimli alman ile evlenen Aslı Güner Türk vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşlığına geçmiştir. Sn. Mehmet Gülmezer’e teşekkürler♥️🙏
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Yukarıdaki yazıyı bana göndermenizin sebebi benim düşüncemi öğrenmek istemeniz olduğunu zannederek ifade etmek isterim ki, İslam’ı, Kur’an ve Sünnete dayalı, sağlam kaynaklardan öğrenmiş, bilgi sahibi samimi Müslümanlar, olaylara şahıs odaklı bakmaz, düşünce, inanç ve inanca dayalı düşüncenizi fiile, eyleme dönüştürme kabiliyet, davranış, yaşantı ve başarınızı merkeze koyarak değerlendirmeyi esas alırlar. Mesela, merhum Kadir Mısıroğlu’nun soyunun Yahudi, Ermeni veya Rum olduğu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin belgeli olsa, biz bunu önemsemez, Kadir Mısıroğlu’nun inanç, düşünce ve görüşlerinin hayatına nasıl yansıdığına bakar davranışlarının bütünü ile Onu değerlendiririz. Mensup olduğu soyunu bildiği halde gizleyip gizli emelleri olan, Müslüman olmadığı halde Müslüman gibi görünüp münafık gibi yaşayan kişiler üzerine durulmasının sebebi soyu değil, düşünce, inanç, fiil ve eylemlerdir. M. Kamal Paşa’nın soyu da Sabatay bir aileye dayalı olduğunu söyleyip ciddi deliller ortaya koyanlara da aynı şeyleri hatırlatıyoruz.
Kadir abinin oğlu Sinusi Bey, Müsiad yönetiminde beraber çalıştığımız bir kardeşimiz olup, soyu Rumlara dayansa bundan gocunmaz; kabul eder. Çünkü hiç kimse soyunu kendisinin belirleme imkânına sahip değildir; olamaz. Bundan dolayı da yargılanıp itham edilemez. Biz Yahudilerin Siyonist olmayanlarına bile olumsuz bakmaz, insani yaklaşırız. Bunun için Yahudilere bütün dünya milletleri haksızlık ve zulüm ettiği halde sadece Müslümanlar haksızlık ve zulüm etmemiştir. Bunu görmek isteyenler aşağıdaki listeyi dikkatle inceleyebilirler: 👇
Albayım, İngilizler büyük oynayan büyük düşünen, köklü devlet geleneklerine sahip bir millettir. M. Kamal Paşaya etki yaptıkları gibi Sultan Vahdettin’e de etki yapmayı becerebilmişlerdir. İnanmazsınız ama Sultan Vahdettin’e Anadolu’ya göndermek üzere M. Kamal Paşayı seçtirten de İngilizlerdir. İngilizler büyük düşünüp büyük oynamayı, bunu da çaktırmadan yapmayı beceren bir devlet geleneği ve zekâsına sahiptirler. Türkiye’de Atatürkçü geçinenlerin çoğu bu gerçekleri bilmez; İngilizlerin dümen suyundan gitmeye devam ederler. Söyleyip uyaranlara da tepki gösterirler. İngilizler bizim, idari, siyasi, fikri ve dini hayatımıza yönlendirmeye hala devam ettiklerini kime inandırabilirsiniz? Türkiye dâhil İslam dünyasının Ramazan’a ne zaman başlayıp bayramı ne zaman yapacağını İngilizlerin belirlediğini bilir misiniz? Ben bunu keşfedince şaşırmıştım. Bunu, içinde fiilen yaşayarak öğrendim. Dinlemek isteyenler için bir link vereyim: 👇
Sultan 2.Abdülhamid’den Sonra İngilizlerin Türkiye’deki Projeleri
M. Binici-Ahmet Ziya İbrahimoğlu Akit TV Gece Ajansı (4) 👇
Âcizane her fikir ve düşünceyi okuyup dinlemeye gayret edip tahammül eden bir eğitimciyim. Ama Türkiye’de “İngilizlerin telkin ettiği İslam” dışına çıkıp, kaynağından doğru İslam’ı öğrenmeyi beceren samimi Müslümanlara kulak veren çok az bir kitle var. Birbirimize tahammül edemez, farklı düşünenler olarak kendi aramızda müzakere edemez hale geldik. Bu kısır döngüyü kırıp, hakaret etmeden, aşağılamadan, hakir görmeden, herşeyi konuşup tartışabilir hale gelebilirsek birbirimizden öğrenebileceğimiz çok şeyler olduğunu göreceğiz.
Merhum Kadir Mısıroğlu ağabeyi yakından tanıyan bir kişi olarak katılmadığım görüşleri, yanıldığını gördüğüm tespitleri olmasına rağmen, samimi bir Müslüman olmaya çalıştığına şehadet ederim. Delil ve belgesini ortaya koymadan yazdığı bir şey varsa ortaya koyup tenkit edenlere de itiraz etmem; yeter ki delil, belge ve kaynağa dayalı yazıp konuşsun. Kadir ağabey. İyi bir tarih kültürü olan, ciddi ve zengin bir belge arşivi bulunan bir insandı. F. Güleni 1995 de gerçek yönü ile ilk…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim… Selâm ve sevgilerimle.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Doğruysa şayet çok vahim Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Bir de şu açıdan düşünelim; bir düşman kendi işbirlikçisini deşifre eder mi? Ederse neden eder?
Barkey ifade edildiği gibi CIA Türkiye uzmanı olarak Türkiye dostu olamayacağında ittifak etmemiz zor değil. Öyle mi?
Eğer bu Türkiye dostu olamayacak adamın ifade ettiği gibi AKP’nin kendilerinin işbirlikçisi olduğu doğru ise, neden onu deşifre edip açıklasınlar? Eğer doğru olsaydı bunu asla açıklamazlardı. F. Güleni deşifre edip bize vermemek uğruna Türkiye’yi karşılarına almaktan çekinmeyen bu pervasız Türkiye düşmanlarının söylediklerini sorgulamak, akıl süzgecinden geçirmek gerekmez mi?
Bazen düşman oklarının yönü bize dostlarımızın yerini göstermeye yarar; öyle değil mi?
Ben AKP yeri geldiğinde acımasız tenkit edebilen bir eğitimciyim. Ama CIA, MOSSAD veya MI6 ağızı ile konuşup onların emellerine de alet olmak istemem.
Cumhurbaşkanımız RTE, Lisede 5 sene bir çatı altında beraber olduğumuz bir insandır. Çocukluk yıllarından beri düşüncelerini bilir tanırım. Bilerek asla ihanet etmez. Hata yapmaz demiyorum; ama hata yaptığını fark edince hatada ısrar etmez diyorum. AKP döneminde hiç bir şahsi çıkarı olmayan, bilakis en çok zarar görenlerden biri olarak bunu söylüyorsam düşünmeye değer olsa gerek. Particiliği tasvip etmeyen, görüşünü, kınayanların kınamasına aldırmadan, inandığı gibi açık ve net yazıp konuşabilen bir hemşeriniz, samimiyet ve ihlasta emsali çok az bulunan hekim kardeşinizin vefalı bir dostu olarak, ideolojik saplantısı olan, parti taassubu içinde bulunan kişilerin görüş ve değerlendirmelerini fazla ciddiye almamanızı arzu ederim. Selam, dua ve saygılarımla,
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İskoçya sağlık bakanı istifa etmiş.
Bize ne aslında! Ama öyle değil.
İskoçya sağlık bakanı, kendisine tahsis edilen internet hattına ait fatura yüksek gelince, bu faturayı bakanlık bütçesinden ödetiyor. Bunun üzerine hukuk süreci başlatılıyor. Bakan hattından devlet işleri değil, devlet işleri dışında oldukça fazla maç yayını izlendiği, bunun da özel harcama kapsamında kendi cebinden ödemesi gerektiği halde, devlete ödettiği hakkında işlem başlatılıyor. Ve. İskoçya sağlık bakanı, kamu malına zarar verdiğini kabul edip, istifa ediyor.
Elin gâvuru(!), devletin malını nasıl koruyor?
Elin gâvuru(!), tek tük de çıksa, makamı mevkii her ne olursa olsun, kimsenin devlete zarar vermesine nasıl da müsaade etmiyor.
Elin gâvurunun(!) yasaları, öncelikle “devlet-i ebed müddet” dediği içindir ki, bugün batı dünyası kalkınıyor, gelişiyor, huzur ve refah içinde yaşıyor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Ne kadar da bizim yöneticilere benziyorlar değil mi Hocam!
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bizimkiler Anayasayı bile sallamıyorlar…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Evet, tespit etmek yetmez; bizi bu hale getiren yozlaşmayı yeniden gözden geçirip aslımıza dönmeye gayret etme zamanı.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Filistinliler Yahudilere Ne Kadar Toprak Sattı Sorusuna Yarışmacı Kızın Verdiği Cevap? 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Dinimizi istismar edenler, Kur’an ile insanları aldatanlar, İslam’ı sadece 5 esasa bağlayanlar, yönetiyor ülkeyi ve halâ cemaat ve tarikatları dinimizin vazgeçilmezi gibi gösterip, STK. Sınıfına sokan bir zihniyet FETÖ gibi belâya rağmen ders alammışsa ne yapılabilir ki. Zihniyet çürük…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu zihniyet çürüklüğünü sadece hükümete yükleme kolaylığı bizleri aldatmamalı. Bu durum 1909’dan sonra hızlanan yozlaşmanın bir ürünüdür.
Yönetmeni İngiliz emperyalizmi ve figüranları da ittihatçılar ve batı hayranlarıdır. Batıyı kör bir taklitle şeklen taklit ederek batma eğilimine devam ediyoruz. 110 yıllık bir sürecin faturasını sadece bir hükümete mal edip yüklemek adalet ve insafla bağdaşır mı?
Gazze Müslümanları, 21. Asrın Batı, ABD ve Siyonist anlayışın tekelinde olan dünyanın yüzündeki sahte medeniyet maskesini indirip deşifre etti. Başbakanlarını öldürüp ateş üzerinde kızartarak yiyecek kadar vahşi bir toplumun değer ölçülerini Türkiye’ye hâkim kılanların tamamı bu yozlaşmadan mesuldür albayım. Bunda şimdiki hükümetin dahli ne kadardır bilmiyorum ama onlar da mesuldür elbette. Politik taraftarlık veya karşıtlıklar bizi yanıltmamalı.
FETÖ’yü Besleyip yetiştirme işini de bu zihniyetin yaptığı açık net ortaya çıkmadı mı? FETÖ’yü (Gladio)‘u kim deşifre ederek, Türkiye’yi tekeline almasını engellediğini de dikkate almak gerekmez mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam anladım, siz bu hükümeti ve yönetimine toz kondurmuyorsunuz. Ama bu hak ile adalet ile temsil ettiğiniz, İslami heyecanla hiç bağdaşmıyor…22 yıldır yaşanan ekonomik ‘Nas” diye başlayan,10.000 TL ile geçinen,3,4maaş alan bürokratlarla, dışardan gıda ithal eden, köylüyü desteklemeyen, sadaka kültürüne alıştıran bu zihniyet sizi hiç mi rahatsız etmiyor, bilemiyorum. Olaylarda iki göz ile bakmak bu kadar zor mu? Siz hak ve adalet insanısınız ve yüce Allah’ın emirlerini en iyi bilensiniz. Kusura bakmayın ama sizi anlamakta güçlük çekiyorum… Belki sizde beni anlamıyorsunuz. Dost selamlarımla. (. Sürç-ü lisan ettikse af fola.)
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Müstakil Karakterli, Vicdanı Hür bir insanım. Babamın haksızlık yaptığını görsem, ölçüsü miktarınca tenkit eder, sessiz kalmayı tercih etmem. Ne dini ne de politik hiçbir bağlılığım veya bağımlılığım yoktur. Bunu en iyi bilenlerden biri de rahmetli kardeşinizdi. Beni tanıyan herkes, sevmeyenler bile buna şahitlik eder. Yaşıyor mu bilmem, emekli generallerimizden, 1980 kurucu meclisinde Anayasa komisyonu başkan yardımcısı ve K. Evren Paşanın sınıf arkadaşı, Atatürkçü kişilerden bile beni tanıyanlar buna şahitlik yapar. İbretlik bu hatıramı okumanızı arzu ederim. 👇
Son olarak Bir hafta önce yaptığım bir konuşmamı da dinlemeniz, zannınızda yanıldığınızı anlamanızı kolaylaştırabilir kanaatindeyim. Milli Şuurumuzun Tahrip Edilmesi Ahlaki Değer ve Ölçülerimizin Zayii
Akit TV Gece Ajansı (5) 👇
M. Binici- Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam, amacım sizi üzmek değil, sizin ne kadar derinliği olan bir kişiliğe sahip olduğunuzu biliyorum ve sizin değerli yorumlarınızı Gruplarımla paylaşarak onları bilgilendirip, yanlış kanatlara kapılmasına mâni oluyorum. Müteşekkirim. Ama bu sahte zihniyet beni çok yoruyor… İnanın şu anda Erzurum’da büyük oğlumun yanında kemoterapi alıyorum … (A.Ü. Öğretim görevlisi) Çok şükür yüce Rabbime iyiye doğru gidiyorum… Sizi bir kardeşim olarak algılıyor, dertleşiyorum. Bazen dozu aşıyorsam, özür dilerim… Hâlbuki bırak ne yaparlarsa yapsınlar demek geliyor içimden. Hayırlı geceler diliyorum… Kardeş selâmlarımla… H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, Ben size daha öncede ifade ettim. Tenkitlere tahammül eder, asla kırılmam, darılmam. Yeter ki ben siz üzmüş olmayayım.
Ak Partide yuvalanmış çapsız, ikiyüzlü bir sürü insan varlığının da farkındayım. Ancak Milli Savunma gücümüzü artırması, gayreti, doğallığı ve iyi niyetli olması sebebi ile yakından tanıdığım Cumhurbaşkanına karşı sempatim var. Ama ona bile Başbakan olduğu ilk yıllarda, Başbakan RTE eliyle Hz. Allah’a başlıklı tenkit ve serzeniş dolu açık mektup yazmaktan geri durmadım. Yakın tarihte, Filistin Mitingi öncesi tenkitlerimi bizzat ilettim. Hakarete asla tevessül etmem ama tenkit etmekten de geri durmam.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam nedir bu para hırsı! Hiç mi insanlarımızı ve Ülkemizi sevmiyoruz?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kapitalist sistemin kıblesi para, çıkar ve menfaattir. 114 senedir bu sistem için vermediğimiz bir taviz kalmadı.
Kur’an-ı Kerim / Taha Süresi 124-125-126. Ayetlerin meal ve tefsirini/açıklamalarını okursak bu sonuçları yaratanımız Allah (cc) bize önceden haber verdiğini görürüz. Uyarıları dinlemez hale gelmemize katkısı olan herkes elbette hesabını verecek. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu güzel ÜLKEME Yüce Rabbim, vatanını, milletini özünden seven, akıllı, ileri görüşlü Yöneticiler nasip etsin… Âmin.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bir dağı kazıyorlar ve pudra gibi öğütüyorlar. Sonra siyanür ile karıştırıp bu siyanürlü çamurun içine grafit küreler atıp karıştırarak altın zerreciklerinin grafitlere yapışmasını sağlıyorlar. Grafit kürelerini fırında ısıtarak altını alıyorlar. Geri kalan siyanürlü çamuru bir başka dağ halinde yığıyorlar. Buna liç dağı deniyor. Buradan süzülen siyanürlü sular 100 futbol sahası büyüklüğündeki siyanür havuzuna dolarak buharlaşması sağlanıyor. Yetmeyince havuza evaporatörler yerleştirerek siyanürü atmosfere atıyorlar. Ancak bu liç dağı siyanürü zaten emmiş durumda Çöken de zaten bu liç dağı. Hepsi altındaki barajın içine aktı. Fırat’ta balık kalmamıştı. Şimdi bu tok sit maddeler Basra’ya kadar tüm coğrafyayı zehirleyecek. Fırat boyunca pek çok tarla Fırat’tan sulanırdı. Üstünü ne kadar kapatabilecekler meçhul. Bugüne kadar görülen en büyük ekolojik felaket…
Em. Albay Hüseyin Akkaya:: SİYANÜRLÜ MEZARA GÖMÜLMÜLEN MİLLET.
Barış TERKOĞLU
15.02.2024
Tesadüf dediğin aslında aklın farkındalığıdır.Bana çoğu zaman “kumpas davaları başarılı oldu mu” diye soruyorlar. Bu soruya “hem evet hem de hayır” yanıtını veriyorum. Hayır, çünkü kumpas ve sorumluları açığa çıktı. Evet, çünkü asıl hedefi Cumhuriyet kurumlarını parçalamak olan kumpaslar hedefine ulaştı.
İşte tesadüf dediğimin hikâyesi böyle başlıyor. Dün, Erzincan İliç’te toprak altında kalan işçiler aranırken, gazeteci Müyesser Yıldız emekli Orgeneral Saldıray Berk’in vefat ettiğini duyurdu. Aslında İlhan Cihaner, bağlantıyı İliç’teki felaket sonrası açıkladı. Eski Erzincan Başsavcısı Cihaner, görev yaptığı dönemde, madeni işleten Anagold’un rüşvetle iş yaptığı iddialarını soruşturmuştu: “Maden şirketi tarafından ilgili kişilere rüşvet verilerek ruhsat alındığı, çevre değerlendirme raporunun manipüle edildiği ortaya çıkmıştı.” Cihaner ’in hedef aldığı, aynı adliyedeki Bayram Bozkurt isimli savcıydı: “Savcı Bayram Bozkurt bu soruşturmayı bahane ederek altın madeninin ABD’li müdüründen rüşvet talep etmiş ve maaşa bağlamışlar.” Köylüler de şirket yetkilileri de rüşvetin tanığıydı.
Gelgelelim, Bayram Bozkurt, FETÖ’nün yargıdaki elemanlarından biriydi. Yargıda FETÖ’nün etkili olduğu dönemde işlerin tersine dönmesi sürpriz olmadı.
TESLİM OLMAYAN SALDIRAY BERK
Cihaner, yalnız Bozkurt’a değil, Erzincan’da İsmailağacılar’a da Fethullahçılara da soruşturma açmıştı. FETÖ’nün kendisi hakkındaki soruşturmayı öğrenmesi uzun sürmedi. Başta İlhan Cihan er olmak üzere birçok isim teknik takibe alındı. Ardından medyaya senaryo servisi yapıldı. Fethullahçılar, zeki bir hamleyle, asıl hedefin İsmail ağa ve hükümet olduğunu söylüyorlar, kendilerini gizliyordu. Hazırladıkları senaryoya göre, İlhan Cihaner ve o dönem 3. Ordu Komutanı olan Saldıray Berk plan yapmıştı. Erzincan’da başlayan soruşturmanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da dâhil AKP’ye karşı bir tutuklama ve kapatma davasına dönüşeceğini yazdılar. Böylece Cihaner ve Berk’e karşı geniş bir koalisyon oluşturdular. Sonra ikinci bir hamle geldi. Elindeki soruşturma Cihaner ’den alınmalıydı. Bunun için FETÖ kontrolündeki Erzurum Cumhuriyet Savcılığı devreye girdi. Erzurum’daki savcılık, silahlı örgütler soruşturmalarında yetkiliydi. Bunun için, isimsiz bir mektupla, şüphelilerin silahlı örgüt olduğu ihbarı yapıldı. Bu ihbara dayanarak, Erzurum’da da bir soruşturma açıldı ve Cihaner ‘in elinden “yetkisizsin” diyerek dosya alındı. Ardından bir başka isimsiz mektuba dayanarak, Erzincan’da, jandarma bölgesindeki bir gölette, Erzurum Savcılığı arama yaptı. Bulunan lav ve mermiler, FETÖ’cü Savcı Osman Şanal’ın marifetiyle “Ergenekon silahları” ilan edildi. Olay, Erzincan usulü bir Ergenekon kumpasına dönüştü. Tarihte ilk kez bir il başsavcısı makamında gözaltına alınıp tutuklandı. 16 Şubat 2010’da makamında Cihaner ‘in koluna polislerin girdiği sahne Türkiye’nin hafızasına kazındı. Yetmedi, tarihte ilk kez, bir 3. Ordu Komutanı, Orgeneral Saldıray Berk ifadeye çağrıldı. Gitse tutuklanacaktı. Onu Adliye’ye götürmeye gelen polisler 3. Ordu’nun kapısından döndü.
Bu konuda farklı tezler var. Kimilerine göre Genelkurmay “git” dediği halde Berk “gitmiyorum” diyerek kumpasa direnmişti. Öte yandan o dönem Genelkurmay’da görev yapan konuştuğum bir asker, Berk’in Genelkurmay’dan gelen talimatla ifadeye gitmediğini söyledi. Saldıray Berk’i tanıyanlar, Berk’in gözaltına alınmaya çalışılması durumunda belindeki silahla FETÖ’nün polislerine direneceğini söylediğini teyit ediyor. Son olarak, tarihe “irticayla mücadele planı” olarak geçen sözde belgeyle Albay Dursun Çiçek de sürece monte edildi. Erzincan’daki dava, Ergenekon kumpası tasfiyelerinin bir başka ayağı oldu.
ALEVİLER SEVİYOR İDDİANAMESİ
Dosyanın temel dayanağı “Efe” kod adlı gizli tanıktı. O kim miydi? Cihaner ‘in İliç’teki madenden rüşvet aldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlattığı FETÖ’cü savcı Bayram Bozkurt’tan başkası değil! “Ergenekon arabama kene koyarak bana suikast yapmak istedi, komutanlar çok içip bana darbe planını anlattı” gibi uçuk iddialarla koca bir dava yarattı. İddianamede Saldıray Berk’le ilgili bölümler pes dedirtecek türdendi: “Erzincan ve çevredeki Alevi köyleri ile özel olarak ilgilenmekte. Bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için ordunun imkânlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlardan dolayı Alevi dedeleri tarafından sevilmektedir.”
Sanıklar yargılanırken Efe kod adlı Savcı Bozkurt, “tanık koruma programıyla adını Hakan Aslan olarak değiştirdi. “Yetmez ama evet” referandumunun ardından daha önceki istifasını geri alarak Adalet Bakanlığı’nda göreve başladı. Yetmedi, Bakanlık hocasını ziyaret edebilsin diye onu ABD’de görevlendirdi! SÖZDE LİBERALLER SÖZDE MİLLİYETÇİLER Hikâyenin sonunu da anlatalım…
Gizli Tanık Efe, rüzgâr dönünce, bu kez FETÖ aleyhinde tanıklık yaparak itirafçı oldu. Polisten kaçarken tel örgülerden atlayıp bacağını kırdı. Tutuklanıp bırakıldı. Sonra yurtdışına kaçtı. Orada mülteci Türkleri dolandırması ve çapkınlık hikâyeleriyle zaman zaman gündeme geldi. Sığınma başvurusunda, kaçarken düşüp kırdığı bacağını “işkence kanıtı” olarak gösterdiği ortaya çıktı.
Saldıray Berk, hiç teslim olmadı. FETÖ’cü savcılar onun hakkında örgüt iddianamesi yazarken, o üniformasıyla YAŞ toplantısına katıldı. Ziyaret ettiği bir köyde “Başbakanın memleketi sattığını da biliyor musunuz?” dediği iddiasıyla Erdoğan tarafından şikâyet edildi. Bu sözü söylemediğini iddia etse de FETÖ medyasının haberleriyle hapis cezası aldı, cezası ertelendi. Oysa bir zamanlar, Cumhurbaşkanı’nın damadı Selçuk Bey’in babası Özdemir Bayraktar’a, “size en çok destek olan asker” diye sorduğumda, ilk sırada Saldıray Berk’in adını vermişti. Berk’in gelecekte Genelkurmay Başkanı olması bekleniyordu. Önce EDOK Komutanı yapıldı, sonra Erdoğan’ın isteğiyle emekli edildi. Süreçte bazı arkadaşlarına küskün kaldı. Dün hayata gözlerini yumdu. Erzurum’daki kumpasçı savcı Osman Şanal da kumpas davasının tek müdahili Ahmet Demir de FETÖ operasyonlarında tutuklandı. Erzincan’daki kumpas davası, beraatla sonuçlanmıştı. O davada tutuklanan İlhan Cihaner önce milletvekili oldu. Sonra CHP’den uzaklaştırıldı. Son seçimde o milletvekili olamadı ama FETÖ’cü savcılar Osman Şanal ve Bayram Bozkurt’a sahip çıkan dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin CHP listelerinden milletvekili yapıldı.
Sonuç olarak…
Birinci perdede özgürlüğün dinci cemaatlerle gelmeyeceğini idrak edemeyen sözde liberaller, ikinci perdede ulusçuluğun ulusun yarattığı kurumları savunmakla başlayacağını anlamayan sözde milliyetçiler figüranlık yaptı. AKP-FETÖ’nün önce ortak, sonra düşman olduğu kavga sayesinde ordusundan yargısına ülkenin kurumları birer birer tasfiye edildi. ÇED raporuymuş, mahkeme kararıymış, halkın sağlığıymış önemsemeyen çok uluslu şirketler ülkenin yer altı kaynaklarını ortaklarıyla daha rahat yağmalamaya devam etti. Kurumların çöküşü, FETÖ’lü ya da FETÖ’süz “yola devam” eden sermaye dostu iktidarla birleşince, çok uluslu şirketlerin önünde hiçbir engel kalmadı. Milletin eli nasırlı fertlerine, vatanlarının siyanürlü toprağı mezar oldu. İşte teslim olmayan vatansever asker Saldıray Berk’le kaderine teslim olmuş yoksul madencilerin yıllar önce başlayan son hikâyesi böyle kesişti. Haliyle kumpaslar hem “evet” hem “hayır” oldu! Bağlantısız görünenleri yanana getirmek düşüncenin marifetidir. Hayat, yaşanmışlıklar arasında kurulmuş bağların hikâyesidir biraz.
Barış TERKOĞLU
Not:( TARİHİNİ UNUTANLAR YOK OLMAYA MAHKÛMDUR)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Hocam güzel Ülkemizi “ALTIN” uğruna talan ettiler. Ne doğa, ne canlı, ne insancıklar bu vahşi kapitalizmin içimizdeki beyinsiz, vizyonsuz, Allah’tan korkmayan, ülke vatan sevgisi olmayan yöneticileri kullanarak TALAN ettiler. Torunlarımıza üzülüyorum. Biz zaten geldik, Gidiyoruz.
Hayırlı geceler, Kardeş selâmlarımla…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Yerli Savaş uçağımız KAAN bugün ilk deneme uçuşunu yaptı
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://x.com/HavaSosyalMedya/status/1760238914206412989?t=Kw-r_X9cAf2lxQxoYU9F4Q&s=08
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kaan, 17 Mart 2023’te hangardan çıkarak pist başı yaptı. 11 aylık süreçte Türk mühendisleri tarafından gökyüzüyle buluşturulmak için hazırlandı. İlk uçuş görevi için girdiği testleri başarıyla tamamlandı. Tasarım ve imalatıyla milli olan KAAN’ın kanat açıklığı 14, yüksekliği 6, uzunluğu ise 21 metre. Kokpiti ise tek kişilik. Çift motoru, yüksek manevra kabiliyeti, radara düşük görünürlüğü, gövde içi silah taşıyabilmesi ve elektronik harp kabiliyeti de KAAN’ın dikkat çeken özelliklerinden.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Milli muharip uçak Kaan ile Türkiye, bu seviyede (5. Nesil) uçak üretebilen 5 ülkeden biri olacak. Milli savaş uçağı her türlü hava-hava ve hava-yer hedeflerine stratejik taarruz imkânı sağlayacak. Yüksek hava muharebe menzili ve süpersonik hızda hassas ve tam vuruş özellikleri ile fark yaratacak. Kaan, insansız hava araçları, havadan ihbar, kontrol gibi platformlar ve tedarik edilmesi planlanan diğer unsurlarla ortak çalışabilecek. Yeni nesil silahlarla havadan havaya muharebe, süpersonik hızda dâhili silah yuvalarından hassas vuruş gerçekleştirebilecek Kaan, yapay zekâ ve nöral ağ desteğiyle artırılmış muharebe gücü sağlayacak.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sayın Büyüklerim, 3 yıldır TAI’deyim. Bir 113üncü Filo Neferi olarak bayrağı burada dalgalandırıyorum… Benim gibi burada Test Pilotu olarak görev yapan tüm eski Hv. K.K.lıgı personeli şu anda yine Hv. Kuvvetlerimiz için büyük bir özveri ile çalışıyoruz. Rehberimiz Büyük Önder Atatürk… Öncelikle bunu vurgulamak isterim. Yaptığımız iş, her şeyin üstünde… Hürkuş, Hürjet, MMU, Hava SOJ ve yeni eklenen HİK uçağı millileştirme projesi olmak üzere bayağı yoğun bir programı birlikte yürütüyoruz. Benim asli projem şu anda Hava Soj. Bombardier Global 6000 uçağını, Havadan Karıştırma platformuna dönüştürüyoruz… İlave olarak Hürkuş (ihraç versiyonlarında) eğitimlerinde öğretmenlik yapıyorum… Projelerdeki % millilik oranına gelince, takdir edersiniz ki hiçbir ülke şu anda tasarladığı bir platformun %100’ünü milli olarak üretemiyor… TAİ platformları özelinde şunu söyleyebilirim… Genel olarak hep motor üzerine yorum yapılır. Ancak dikkatten kaçırılmaması gereken en önemli konu, YAZILIM. Yeni nesil tayyareler, malumunuz artık birer cihaz. Cep telefonu, bilgisayar gibi. Evet, şunu rahatlıkla söyleyebilirim…Motor şimdilik ithal, ancak o motoru yöneten yazılım TÜRK. Hürkuş’ların silahlı versiyonları İki ülkede uçuyor. Hürjet testlerine son hızla devam ediyor… MMU bugün emeklemeye başladı. Hızla testleri devam edecek… İçiniz rahat olsun… Görevdeyken nasıl bir anlayışla Hv. Kuvvetlerine hizmet ettiysek, şimdi daha büyük bir sorumluluğu üstlenmiş durumdayız… Tek amacımız, üretilen tayyarelerin operasyonel olarak hava kuvvetlerimiz envanterine girdiğinde, tek bir pilotun burnunu kanatmayacak şekilde uçabilir olmasını sağlamak.
Saygılarımla
Hasan Saffet Çelikel
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yerli motor da üretildi; testleri geçti, deneme aşamasında. Müh. Mahmut Akşit Bey bu işin başında. Böyle başarıları çoğaltmaya yoğunlaşıp politik kısır tartışmalardan uzak durmaya gayret etmeliyiz.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Zaten politik açıdan bakmıyoruz… Motor işini de inşallah hallederiz, mutlu oluruz…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Günaydın,
HvHO 85 devresi emekli General Mehmet Eldem Paşa’nın devrelerine yazdığı yazı: 👇
Sevgili Devrelerim,
Bugün Kaan uçtu. MMU proje başlangıcı internet ortamında var. Ben size son dönemde yaşananlardan bazı bölümleri anlatmak istiyorum. Uçağın tasarım aşması 2021 yılında tamamlanarak ilk yer test prototipi üretimine başlandı. Bu prototip (P0) uçmayacak sadece yer testleri için kullanılacaktı. Takip eden safhada ise P1 üretilerek 2025 yılında ilk uçuşunu yapacaktı. P0 üretildi ve 2023’te ilk motor testleri yapılmaya başlandı. Tam bu zamanlar da. Motor testleri tamamlandı ve taksi testleri yapıldı. Bu testler ilk olduğu için çok temel testlerdi. 1 Mayıs 2023’te de lamanı yapıldı. Bu esnada size 24 Nisan 2023’te verdiğim bilgide bahsettiğim Hürjet ilk uçuş testlerini yapmaya başladık. MMU Tasarım Mühendisi ve Test pilotlarımız P0 ile ilgili yaptıkları değerlendirme neticesinde uçağın yapısal olarak çok iyi üretildiğini, bu prototip’in uçabilir hale getirilebileceğini tespit ettiler. Takiben bazı modifikasyonlar yapılarak parçaları üretilmeyen başlandı. Yaklaşık bir ay önce taxi testleri başladı ve bugün bu uçağı uçurduk.
Gelelim iyi mi kötümü, reklam mı gerçek mi? Öncelikle bu uçaktaki motorlar F16 motoru iki adet F110 GE var. Trust 54000 libre. Ağırlık yaklaşık yine 54000 libre olacak. Çok güçlü ve çok hareketli radar kesiti çok düşük. Üzerinde AESA dediğimiz yeni nesil Radar olacak. Bu radar ASELSAN tarafından geliştiriliyor ve F16 uçağına takıldı ve test aşamasında. Özelliği havadaki hedefleri takip ve kilitlerken yer hedeflerini de takip ediyor. Rotada giderken 90 derece da ve soldaki hedefi de takip ediyor. Bu çok önemli bir özellik ve çok büyük aşama sağlandı. Menzil gizli ancak komşu ülkelerin hiçbirinde bu menzil olmayacak. Üzerindeki atış kontrol sistemi tamamen yerli ve geliştirilen bütün mühimmatları atabiliyor. Bu atış kontrol sistemleri hemen hemen tamamlandı ve uçaklarımızdan bazıları kullanıyor ve isabet oranı 0 hata. Bizim devreler 20 feet merkez görürken bunun hata limiti 5 feet altında.
Ve bütün bunlar yaş ortalaması 30 olan çok genç mühendisler tarafından yapılıyor. İlk uçaklar 2028 yılından itibaren teslim edilmeye başlanacak. Motor için de bir faaliyet var ancak burada bahsetmek istemiyorum. Tüm bu faaliyetler gerçektir. Bizden sonraki nesillere miras kalır umarım. Ayrıca Orhun’un paylaşım yaptığı Hasan Saffet benim HvHO’na girişte 1990’da T41 de uçurduğum öğrencimdir. Ve şimdi beraber uçuyoruz.
Açıklama;
Mehmet Eldem Paşa’dan
Ayrıca;
Son bir konuyu paylaşarak dinleme moduna geçiyorum. Sosyal Medyada bu ürünler aleyhine aşağılayıcı paylaşım yapanlar var. Bu paylaşımlar bizler kaşarlandık ancak bu uğurda çalışan gençleri çok üzüyor. Hepsi evladımız yaşında çok iyi üniversiteleri (ODTÜ, İTÜ gibi.) bitirmiş pırlanta gibi çocuklar. Motivasyonları takdir görmek. Kalorifer peteği, Villada sopası benzetmelerini hak etmiyorlar. 🙏
Mehmet Eldem Paşa
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Kardeşim. Çok mutlu oldum, onur duydum… Gruplarımla paylaşacağım… Selâm ve sevgiler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: 80’li Yıllarda Umrede 2 General 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Sayın Hocam hac ve umre ile iş bitmiyor… Hac farizası şartlara bağlı… Çok şükür umre ile birlikte ifa ettik. Allah kabul etsin… Aç ve yoksul insanlarımız varken birden fazla hac ve umrenin yüce Allah’ın indinde ne kadar kabul görür diye hep düşünürüm. Dost selamlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Duygulu, Çarpıcı İbretlik Bir Hikâye
İyilik Yap Denize At; Balık Bilmezse Halik Bilir. | Nurullah Genç Anlatıyor. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ne Zenginlik Ne Sultanlık Son Durağımız Mezarlık, Sakın Böbürlenme, Gelmişi Geçmişi Hokkabazlık. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu Yazı Türkçe Kaynaklarda Yoktur. ABD ve İngiltere Mauritius’da Ne Yaptı İse Filistin/Gazze’de Aynısını Tekrarlıyor. 👇
أمريكا وبريطانيا يكرر في غزة ما فعله في جزيرة أرخبيل / موريشيوس | بالعربية
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İyide Hocam biz devlet olarak ne yapıyoruz? İsrail’i el altından ticari ve ekonomik yönden desteklemiyor muyuz? Rabia işareti ile de teyit ediyoruz zaten! ¡
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://vm.tiktok.com/ZMMB813yc/
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu arkadaş haksız mı Hocam? Böyle riyakârlık olur mu? Bu Müslümanım diyene yakışır mı?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Muhterem Albayım,
Sahibinin sesi olan bu vatandaşın hakikati, doğruyu söylemek gibi bir derdi yok. Doğru da söylese ipini çekenlerin emellerine hizmet eden ve milli olmayan seslere kulak vermeniz vaktinizi israf etmenize yol açar. Benden dost uyarısı. Gerisi sizin takdiriniz.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bizzat Yaşayanın Kendi Sesinden. GAZZE’Yİ UNUTTURMAMAK İÇİN Dertli Olmak İnsanı Yollara Düşürür Yedi yıldan beri Gazze’de yaşayan, Malezya Üniversitesi mezunu, master ve doktorasını Gazze İslam Üniversitesinde yapmış, beyi esir olarak halen İsrail Zindanlarında bulunan Gazze’li bir komutanın eşi Rukiye Demir Hanım 5 gündür Karadeniz’de, Of’tan başlayıp, Hayrat, Rize, Trabzon ve Arsin’de olmak üzere beş yerde Gazze’de yaşadıklarını anlattı. 24.03.2024 Pazar günü de Ankara’da Olacak ve Gazze’de yaşananları anlatmaya devam edecek.
Ramazan’ın İlk günü Dışişleri Bakanlığımızın talimatı, Kahire Türk Büyükelçiliğimizin bizzat devreye girmesi ile Türkiye’ye getirilen Rukiye Demir Hanım savaşın 155 gününü Gazze’de bizzat yaşamıştı. 22.03.2024
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
İşte anlattıklarından bir bölüm. 👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İbretlik Algı Operasyonlarına Örnek
Düşündüren 2 Konu 2 Açıklama
1. 👇
Ticaret Bakanımız Ömer Bolat Bey
İsrail ile Ticaret Konusunu Açıkladı
MOSSAD ve FETÖ Kaynaklı Yaygara
2. 👇
Sözleri Açık ve Net Olmakla Birlikte Düşündürücü ve İbretlik Değil mi? Üzerinde Düşünmemiz Gerekmez mi?
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam mademki bu FETÖ ve MOSSAD kaynaklıda, -her şey hakkında konuşan -Devlet Başkanı bu konuda neden açıklama yapmıyor?
Em. Albay Hüseyin Akkaya:Değerli dostlar En sonda söylediğimi şimdiden söylemiş olayım: Ermeni ‘‘soykırımı‘‘ iddiası hukuken ÇÖZÜME ulaşmıştır. ‘‘Soykırım ‘‘İddiası sahiplerine Avrupa Adalet Divanı kararını göstermeniz yeterlidir. Emperyalist ve onun piyonlarının her sene 24 Nisan’da, 1915 olayları hakkında yaptıkları açıklamalar artık KABAK tadı vermeye başladı gayri. 1915 olaylarını soykırım ile tanımlayanların tezleri, Refik Mor’un Brüksel’e gidip Avrupa Adalet Divanı arşivinden bulup çıkarttığı ve Türkçe ’ye de çevirisini yaptığı Avrupa Adalet Divanı’nın 1. Dairesinin 17 Aralık 2003 yılında verdiği
T-346/03 sayılı kararı ile çürütülmüştür. Ermeni Diasporası daha sonra bu karara itiraz (Temyiz) etmişlerdir. İtiraz davası 13 Eylül 2004 tarihinde, Avrupa Adalet Divanı’nın 4.Dairesinde görüşülmüş olup, C-18/04 P(R) sayılı KESİN kararı ile Ermeni Diasporası davayı kaybetmiş olup, 30.000, -EUR (Otuz bin Avro) mahkeme masraflarını ödemeye de mahkûm olmuşlardır. Peki, var mı bu KESİNLEŞMİŞ Avrupa Adalet Divanı kararına itirazı olan. Var. Peki, kim bunlar. Emperyalizm ve onların piyonları olan Ermeni Diasporası ve ‘‘Bizim ‘‘şu kerameti kendinden menkul olanlar.
Yeni Türkçe ile söyleyecek olursak: Mesleğinin erbabı olmayan, yani liyakat sahibi olmayan, madalyayı kendi kendine veren, unvanları bol, Prof. Dr. Müh. vs. olan akademisyen ve Bürokratlar.
Peki, Refik Mor’un arşivden çıkartıp, Türkçe ‘ye de çevirisini yaptığı, Ermeni diasporasına vurulan bu ölümcül HUKUK belgesini neden alıp da dünyaya yaymazlar. Onu da söyleyeyim: En kısa tabir ile siz buna küçük burjuva kıskançlığıdır da diyebilirsiniz.
Ek not: Anılan Avrupa Adalet Divanı’nın bu kararları, çevirisini yaptığım Türkçe ’sinin yanı sıra, aynı zamanda İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak da mevcut olup, isteyene gönderebilirim.
2 Haziran 2016’da Almanya-Bundestag’da aldığı karar ile 1915 olayları için soykırım tabirini kullanmıştır. Refik Mor bundan dolayı kaleme aldığı 6 sayfalık hukuk manifestosunu aynı gün 2 Haziran 2016‘da tüm Bundestag Parlamenterlerine yollayarak, Türklere iftira attıklarından dolayı suç duyurusunda bulunacağını bildirmiştir. (Alman Ceza Kanunu ‘nun 187. Mad. iftira atanlara 5 sene hapis cezası öngörüyor). Bunun üzerine hükûmette bulunan CDU partisinden bir grup, bunun üzerine benimle belli bir süre e-posta ile beni bu kararımdan vazgeçirmeye çalışmışlardır.
Lakin nafile… Ve ben geri adım atmayınca da nihayetinde Bundestag bir basın toplantısı yaparak ve adeta tükürdüğünü yalarcasına: ‘‘Karar almış isek ne var bunda yani, nihayetinde HUKUKİ olmayıp, bağlayıcılığı da olmayan SİYASİ bir karar almışız ‘‘Deyip havlu atmıştır. İngiliz Parlamenter Baron Flather’in İngiliz parlamentosuna vereceği ‘‘Soykırım ‘‘önergesini nasıl engellediğimi şimdilik anlatmayayım. Bizim küçük burjuvaları fazla kızdırmayalım. Haa. Bu konuyu ‘‘Bizim küçük burjuva’’ ve azgın azınlık duymadı mı? Elbette duydu… Hem de fazlası ile duydu… Eee. Neden böyle oluyor abi derseniz, bunun cevabını sosyal medyada okuduğum bir yazıyı aşağıda sizlere alıntılıyorum: Alıntı: ‘‘Bizden neden adam çıkmaz biliyor musun? ‘Çıkan adamları kâle almadığın için ‘‘Alıntının sonu: Peki, tüm bunların Refik Mor ‘a bedeli ne olmuştur? Refik Mor’un ana akım partileri içindeki siyasi kariyerine son verilmiştir. Bundestag’da ‘‘Soykırım ‘‘önergesini verenlerden olan Yeşiller ’den Cem Özdemir şu anda Federal Almanya Ziraat bakanlığına, oylamada evet oyu kullanan SPD-Sosyal Demokratlardan Aydan Özoğuz da Bundestag başkan yardımcılığına terfi ettirilmişlerdir. (İsterseniz aldıkları aylıklarını da söyleyeyim -yirmibin-20.000,- Avro) Sonuç: Ermeni ‘‘soykırımı ‘‘iddiası hukuken ÇÖZÜME ulaşmıştır. Ve bedeli de ödenmiştir. ‘‘Soykırım ‘‘İddiası sahiplerine Avrupa Adalet Divanı kararını göstermeniz yeterlidir. Bundan dolayı da Garo Paylan‘a elimdeki HUKUKİ belgeleri iadeli taahhütlü olarak Ankara Büyük Millet Meclisi’ndeki adresine gönderdim ki bir dahaki 24 Nisan’da fazla gevezelik yapmasın.
Bu verileri görüp görmezden gelmek veya kamuoyu ile paylaşıp paylaşmamanız, sizlerin bizim küçük burjuva ile aranızdaki farkı oluşturacaktır.
İyi ve sağlıklı günler dibeklerimle.
Refik Mor
[2003-2018 Neumünster Meclis Üyesi]
Gereğince yayalım mı lütfen 🙏🏽
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NOT: Bugün “SÖZCÜ GAZETESİ” inde, Saygı ÖZTÜRK’ÜN “Bu teröristler, düğmeye basılmasını mı bekliyor” yazısını okumanızı öneriyorum…Çok önemli tespitleri var. Dost selamlarımla… H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: https://www.sozcu.com.tr/bu-teroristler-dugmeye-basilmasini-mi-bekliyor-p34217
Tavsiyeniz üzerine yazıyı okudum. İŞİD = DAİŞ, İngiliz patentli ABD himayesinde paravan bir örgüt, İngiliz ABD ve MOSSAD ajanları ile iş birliği halinde çalışan, mezkûr ülkelerin emellerini gerçekleştirmekten başka bir fonksiyonu olmayan kokuşmuş bir yapılanma. Onu diline dolayarak ciddiye alanlar da karşıt gibi görünse de onların reklamcısı, gerçek karşıtı değildir.
Sözcü gazetesi anılan bu merkezlerin yönlendirmesi dışında bir şey yazarsa şaşmak gerekir. Eski tetikçi, anılan istihbarat örgütlerinin sözcüsü olmak maharet ise, bunu İngiliz âşıkları ve taraftarları takdir edebilir ama biz ne İngiliz ne de taraftarlarına sempati ile bakmayız.
Biz bütün İslam düşmanı, emperyalist güçlere, onların Türkiye’deki uzantılarına, hatta sempatizanlarına dahi güvenmez, iltifat etmeyiz. Bizim yolumuz ve düşüncemizi Gazze’deki direniş ruhlu, hiçbir emperyal güce boyun eğmeyen, hür insanlar temsil ediyor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam neden İsrail’e etkin yaptırım uygulamıyoruz? Dış güçlerden mi korkuyoruz? Gazze edebiyatını bırakalım artık da gerçeğe dönelim… Dünya Liderimiz bu işe niye el atmıyor? Dost selamlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Gazze’nin esirlerden yardım alma imkânı yoktur albayım. İnşallah Gazze bizim de gerçek özgürlük ve hürriyetimize kavuşmamıza vesile olur.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Uzmanından, Her Yerde Dinleme İmkânı Olmayan, Dinlemeye Değer, Önemli ve Faydalı Tıbbi Tavsiyeler. 👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya:Teşekkürler Hocam…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: VATAN SİZE MİNNETTARDIR İSİKLAR İÇİNDE UYUYUN.
SAYGI SEVGİ VE MİNNETLE ANIYORUZ 🇹🇷🇹🇷🇹🇷❤❤❤
ÇOK ETKİLENDİM
Sahurda ne yesek diye düşünürken bunu gördüm.
Çanakkale’de Cephede Ramazan
“Bir asker cepheden kızına mektup yazıyor diyor ki;
“Benim güzel kızım,
Bugün, Ramazan’ın ikinci günü.
Şeyhülislam oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınladı ama benim içim rahat etmedi.
Oruca niyetlendim.
Sahur vakti çalıların arasında iki kök çiriş (pırasaya benzeyen daha küçük bir ot) buldum.
Onlarla sahur ettim.
Gündüzü yeni siperler kazdık.
Hiç susamadım.
Taarruz arttı.
Kafamızı çıkaramadık.
Akşam olunca bir asker ezan okudu.
Siperin içinde matara elden ele dolaştı.
Herkes orucunu su ile açtı.
Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum.
Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş.
Matara en son bana geldi.
Geldi ama ben kendimden utandım.
Arkadaşlarımın hepsi sahursuz oruç tutmuşlar.
Ben ise iki çirişi yediğim için arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissettim.
O gün oruçlu şehit olan Erzurum’lu, Darende’li ve Yenice ’linin hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm… Şehadete yürüyenler iman ve vatan sevgisini gönlünde kalbinde taşıyanlar
Ruhları şad olsun. Âmin
Em. Albay Hüseyin Akkaya: NOT: MEKÂNLARI CENNET, RUHLARI ŞÂDOLSUN… BİZE BU CENNET VATANI, CANLARI VE İMANLARINDAN ÖDÜN VERMEDEN EMANET EDEN ATALARIMIZA MİNNETTARIZ. ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN. H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Vefatının 50. Yılı Münasebetiyle YAKUP KADRİ’NİN İTİRAFLARI
Prof. Dr. Mustafa Kara
Osmanlı döneminde doğup yetişen, Cumhuriyet yıllarında yazıp çizmeye devam eden insanların hayatlarında çok değişik “renkler ve “dalgalanmalar,” savrulmalar vardır. 1920’li yıllarda din ve kültür hayatında yapılan köklü değişiklikler bu insanların bir kısmını devre dışı bırakırken bir kısmını da muhalefet saflarına sürüklemiştir. Üçüncü gurup ise yeni değişim ve dönüşümlere ayak uydurmaya çalışmış “eskiyi unut, yeni yolu tut” sloganına bel bağlayarak yaşamayı tercih etmiştir.
Bunlardan biri de Yakup Kadri’dir. Kavalalı İbrahim Paşa 1883 tarihinde Manisa’yı işgal edince ona yakınlık gösteren dedesi/Karaosmanzâdeler daha sonra Mısır’a yerleşmiştir. 1889 Kahire doğumlu olan, çocukluğu Manisa’da, gençliği İstanbul’da geçen, Cumhuriyet döneminde daha çok romanlarıyla (Nur Baba, Kiralık Konak, Yaban…) tanınan Y. K. Karaosmanoğlu 1974 tarihinde vefat etmiş, vefatından sonra dinî tören istememiş, Yahya Efendi dergâhı haziresinde annesinin yanına defnedilmiştir.
Aşağıda okuyacağınız ve İstanbul’un İngilizler/ Batılı emperyalistler tarafından işgal günlerinin Ramazan’ında kaleme alınan 104 yıllık yazı, yukarıda ifade edilen sosyal ve ruhsal gerçeklerle yakından ilgilidir. İbret alınacak itiraflar! Parantez arası açıklamalar bize aittir.
*
RAMAZAN’A VEDA
“Ramazan gidiyor. Eski padişahlarımızdan birinin dediği gibi “Senenin on bir ayı hasreti çekilen” bu kısa gufran devresi, bu sefer kimse farkına varmadan nihayete eriyor. Dün gece minarelerden “Elveda” sesleri duyuldu. O zaman anladım ki mübarek ayın sonundayız.
Çocukluğumda Ramazan’ın yirmisinden itibaren beni garip bir hüzün kaplardı. Oyunlarıma bir neşesizlik, çalışmalarıma bir isteksizlik gelirdi. Her sabah yatağımın içinde kalbimde bir derin acıyla uyanırdım ve kendi kendime “Bir daha gitti, bir gece daha gitti. Bugün yirmi beşi, yarın yirmi altısı, öbür gün…” daha ziyade sayamazdım. Bu bana yakınımdan birinin öleceği günü hesap etmek gibi muzlim ve acayip görünürdü. Vakıa bir zamanlar Salih, abit Müslüman evlerinde Ramazan’ın son günleri bir hastanın sekerât (son) demleri gibi müellimdi. (üzüntü vericiydi) Herkeste sanki aile rüesasından(büyüklerinden) biri ölüm döşeğine yatmış gibi bir his hasıl olurdu. Teneffüs edilen havada mukaddem bir yas kokusu sezilirdi. Ve camilere gidilip ağlanırdı. Oraları hüzün ile taşan gönüllerin alabildiğine boşandığı yerlerdi.
Hiç unutmam bir gün -Ramazan’ın sonlarına doğru idi- evimizin yakınında bir küçük camiye gitmiştik. Beyaz sakallı küçücük bir ihtiyar hoca vaaz ediyordu. Cemaat çok değildi. Fakat kürsünün etrafı pek samimi bir halka ile çevrilmişti. Vaizle Samiler (dinleyenler) âdeta tatlı bir hasbihâle (sohbete)dalmış gibiydiler. Beyaz sakallı hoca diyordu ki: -Ey din kardeşlerim! İşte Ramazan-ı şerifin sonuna eriyoruz. Mübarek ay bizi terk edip gidiyor. Fakat bana öyle geliyor ki, o bu yıl bizden küskün ve muğber(kırgın) ayrılıyor. Zira bu yıl geçen yıllardan daha çok günah işledik. Gelecek yıl günahlarımız daha ziyade artacak. Zira devirler değişiyor. Devirlerle beraber gönüller de değişiyor. Gitgide hepimizden Allah korkusu kalkıyor. Peygamberin emrine itaat azalıyor. Birtakım bidatler (yanlış dinî davranışlar) eski âdetlerin yerini tutuyor. Ahkâm-ı Kur ‘aniye yerine birtakım batıl kitaplara itikat ediliyor. Gençlerimizde ulü’l-emre(yöneticilere) itaat kalmadı. Büyüklerimizin kalbinde sıdk ve hulustan, (samimiyetten) şefkat ve merhametten eser yoktur. Ey din kardeşlerim, günahlarımız başımızdan aştı. Mübarek ayın huzur-ı Rab ‘de bizim için şefaate yüzü kalmadı. Vay hâlimize, vay hâlimize! Ve cemaatin arasında diğer bir ihtiyar başını iki elleri arasına almış hıçkırarak ağlıyordu. Diğerleri “Allah, Allah! Allah, Allah!” diyordu. Beni de uhrevî bir korku ile karışık derin bir hüzün istilâ etti ve içimden kendi kendime ahdettim ki ömrümün sonuna kadar Allah’ın emirlerine münkad (bağlı) kalacağım. Fakat çocukluğumdaki ahdlerin (verdiğim sözlerin) birçoğu gibi bittabi bunu da tutmadım. Sıtmalı gençlik rüzgârı, devrin girdaplarıyla karışarak bende iyi, saf ve masum ne varsa aldı götürdü. Ben derken biliniz ki mensup olduğum nesil namına söz söylüyorum. Bu neslin hiçbir şeye itikadı yoktu ve ihtirasatı lâyetenâhî (ihtirasları sonsuz) idi. Mihver-i hareketi (hareketlerinin merkezi) ya bir kin ya bir arzu idi. Kalbi, tevessü etmiş (genişlemiş) bir mideye benzerdi. Ne verseniz doymayacak gibi görünürdü. Fakat ilk lokmada tıkanır kalırdı. Kendinden evvelki nesle karşı kaba insafsız ve müstakardı. (Küçük görürdü) Babamız lâkırdı söylerken kahkahalarla gülmeyi zekâmızın bir hakkı zannederdik. Ve henüz on sekiz yaşımızda iken validemize bir çocuk muamelesi ederdik. Dinî hayata karşı mübalâtsızlığı (ilgisizliği) ise şerefli bir şey sanırdık. ‘Namaz kılmayı bilmiyoruz’ demeyi âlimane bir söz, alenen oruç yemeyi kahramanane bir hareket ve büyük babamıza Voltaire’den bahsetmeyi bir ulüvv-i cenâb (büyük bir hareket) telâkki eylerdik. Validemizin bir kese içinde başucumuza astığı Kur’an-ı Kerim’i yerinden indirip ve kılıfından çıkarıp alelâde kitapların arasına sokmayı en asrî ve en asil ve en zarif hareketlerden sayardık. Yegâne inandığımız, yegâne hürmet ettiğimiz şey “asır”dı, asrın ilmî terakkiyâtı (ilerlemeleri) idi. Birbirimize ikide bir ‘Yirminci asırdayız! Düşününüz efendim yirminci asır’ derdik. Yirminci asır bizi aldattı ve Ramazan ayları bize küstü. Şimdi ne yapmalı? Nereye gitmeli? Dün gece odamın penceresinden minarelerdeki ‘Elveda’ seslerini dinlerken birdenbire çocukluğumun Ramazan sonlarına doğru gönlümü kaplayan o eski hüznüne düştüm ve o küçük camideki beyaz sakallı hocanın sözlerini ve ondan sonra gençliğimin, gençliğimizin ilk devresini teşkil eden o kıymetsiz, o adi ve kaba yılları hatırladım. Çocukluğumdaki son vaazı dinlediğim günden bu son Ramazan’a kadar geçen zaman zarfında dünyaya ve ahirete lâyık ne yaptık ne işledik? Diye kendi kendime sordum. Arkamızda bıraktığımız bu uzun yolda şüpheden, tereddütten, yeis(umutsuzluk) ve elemden, tatmin edilmemiş iştahlardan ve bir sürü küfür ve maâsîden (günahtan) başka ne var? Yüksek, asil ve ulvî sıfatlarına müstahak (layık) nasıl bir eser bıraktık? Bugüne kadar bütün ömrümüzün hulâsa-i manası hep şûr ve şûriş (kargaşa), hep fitne ve nifak değil midir?
Elveda ey Ramazan, elveda? Asır bizi aldattı, sen bize küstün. Hâlimiz ne olacak? Nerede şifa, nerede gufran bulacağız? Bu yıl milyonlarca Müslümanın gözlerinden çeşmelerden akan sular gibi yaşlar boşanıyor. Senelerden beri çeşmelerden akan sular gibi milyonlarca Müslümanın damarlarından oluk oluk kanlar aktı. Bu yaşlar, bu kanlar günahlarımızı silmeye hâlâ kâfi gelmiyor mu?”
İkdam, 14 Haziran 1920 (26 Ramazan 1338)
Prof. Dr. Mustafa Kara
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Cumhuriyet dönemi Yakup Kadri’sini takip edenler, bu yazıyı onun yazabileceğine asla inanamazlar.
Şu duaları bir daha derinden ve yürekten, tüylerim ürpererek huzur-ı İlahi’ye naçizane takdim ettim:
-Allah’ım, kalpler senin parmakların arasındadır, onu dilediğin yere çevirirsin, bizim kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl! Allah’ım, ahir ve akıbetimizi hayreyle, Canımızı Mümin ve Müslüman olarak al ve bizi Salihlerle haşret! Âmin, yâ Mu’în.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Not:50. maddeye dikkat… Meğer Gazze’yi vuran jetlerin yakıtı bizden gidiyormuş… Birde utanmadan, sıkılmadan Filistin nutukları alıyorlarmış… Yazıklar olsun… H.A
Em. Albay Hüseyin Akkaya:Bayramınız mübarek olsun.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bilmukabele, bayramımızın tefekküre vesile, geleceğimize ışık, hayatımıza bereket kaynağı, Gazze ve Müslümanlar için hayırlara vesile olmasını dilerim.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: İran-İsrail Tiyatro Oyununa Uzman Yorumu | Doç. Dr. Cihat Yaycı Paşa👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: KURAN’IN MÜ’MİN TANIMINA MÜSLÜMANLAR MI YOKSA YAHÛDÎLER Mİ DAHA ÇOK UYUYOR?
Yüce Allah, Enfâl (8) suresinin 65 ve 66’ncı ayetlerinde Müminlerin tanımı ve özellikleri bağlamında şöyle buyuruyor:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Müminleri savaş sırasında morallerini yüksek tutucu, onları çarpışmaya özendirici söylemlerde ve eylemlerde bulun! Onlara ‘SİZDEN YİRMİ SABIRLI KİŞİNİN, İNKÂRCILARIN İKİ YÜZÜNÜ; YÜZ SABIRLI MÜMİNİN, 1000 KÂFİRİ YENECEĞİNİ’ müjdele! Çünkü inançsızlar, korkak ve düşüncesiz kimselerdir.
Allah işinizi şimdi biraz daha kolaylaştırdı. Zira içine düştüğünüz zor durumun sizi zayıflattığını gördü. Artık Allah’ın yardımıyla ‘SİZDEN YÜZ SABIRLI MÜMİN, İKİ YÜZ KÂFİRİ; BİN İNANÇLINIZ DA İKİ BİN KÂFİRİ YENİLGİYE UĞRATIR’. Elbette Allah, sabredenlerin yanındadır.”
Bir Yahudi devleti kurmak için 1890’lı yıllardan başlayarak Rusya ve Polonya’dan getirilerek Filistin’e yerleştirildikleri andan itibaren günümüze kadar YAHÛDÎLERLE ARAPLAR ARASINDAKİ DÜŞMANLIK, ÇARPIŞMALAR, İRİLİ UFAKLI SAVAŞLAR – ZAMAN ZAMAN DURSA DA – HİÇ BİTMEMİŞTİR, HÂLEN DEVAM ETMEKTEDİR.
Yahudilerin sayısı hiçbir zaman Arapların sayısının 10 da birini geçmemiştir. Bir başka deyişle Müslümanlar sayıca Yahudilerin en az 10 katı daha fazla olmuştur.
An itibariyle tarafsız kaynaklar İsrail ve Filistin’de 9,7 milyon Yahudi’nin yaşadığını kaydetmektedir. Buna karşın bölgede yaşayan Arapların nüfusu 450 milyondan fazladır. Bugün İsrail’e saldıran 90 milyonluk İran’ı da hesaba katarsak Müslümanların sayısı neredeyse 550 milyonu bulmaktadır.
Kur ‘anı karşılaştırmanın oranına göre Müslümanlar düşmanlarından sayıca çok ama çok daha fazladır. 55 milyon Müslümana 1 milyon Yahudi düşmektedir. Bırakın bir Müslümana 2 Yahudi düşmesini, bir Yahudi’ye 55 Müslüman düşmektedir. Ve bu kadar azınlıkta olan Yahudiler Araplar tarafından çepe çevre kuşatılmış durumdadır. Bir Yahudi devletine karşıysa 24 devlet bulunmaktadır.
Bu kadar azınlıkta olan Yahudiler, Filistinli Müslümanlara dünyada eşi benzeri görülmedik bir şekilde “SOYKIRIM KATLİAMI” uygulamaktadır. Ve Arapların – sebebi ne olursa olsun- gıkı bile çıkmamaktadır. Dilsizdirler, elsizdirler, gözsüzdürler, kalpsizdirler, tepkisizdirler.
Dünyada 8 milyar insan yaşamaktadır. Kesin verilere göre bu nüfusun %22’si Müslümandır. Bu da 1 milyar 760 milyon eder. Dünya Yahudi nüfusu ise 30 milyon civarındadır. Kardeşlerine yardım etmeleri farz yani imanı boyun borcu olan Müslümanların Yahudilere oranı da 60 katını bulur. Bu kadar sözde Müslüman da dilsizdir, elsizdir, kalpsizdir, gözsüzdür, tepkisizdir.
Şimdi bu oran ve duruma göre “KURAN’IN MÜMİN TANIMINA MÜSLÜMANLAR MI YOKSA YAHÛDÎLER Mİ DAHA ÇOK UYUYOR?” Cevabını siz verin.
Ne kadar mazeret ortaya koyulursa koyulsun, hiçbir özür Müslümanları haklı çıkartmaz. Bir avuç insan 125 senedir sizi yok edeceğini açık açık ilan ederken, gösterirken, sizin ölüm uykusuna yatmanız, can ve mal korkusuna kapılarak kardeşlerinizin, dindaşlarınızın, komşularınızın, ırkdaşlarınızın en acımasız katliamlarla uygulanan soy kırımına seyirci kalmanız sizi hem insanlığınızdan hem de İslam’dan uzaklaştırır. Tek kelimeyle yazıklar olsun!
Ahmet YILMAZ
(İslam Bilimci, Araştırmacı – Yazar)
Em. Albay Hüseyin Akkaya: ESKİ AKP’Lİ MİLLİ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK ANLATIYOR…
“Hızlı bir İslamcı olarak doktora tezimi Abdülhamid üzerine yapmaya karar verdim. Kahramanlıklarını araştırıp herkese anlatmak için kitap yazacaktım. Ama araştırdıkça şoklara girdim, hayal kırıklığına uğradım. Necip Fazıl ve Kadir Mısıroğlu’nun anlattığı Abdülhamid Osmanlı belgelerinde yoktu. Ne vardı peki? Avrupai hayat tarzına meraklı ama Avrupa’dan korkan bir adam, etrafındaki tüm adamları vezirleri Ermeni, Rum veya Yahudi… Yabancı devletler tehdit edince toprak verip sulh sağlayan bir padişah çıktı karşıma. Ali Suavi’nin Çırağan sarayı baskınından sonra “Beni ve ailemi, bunlar Topkapı’nın zindanlarında öldürecekler!” korkusu ile İngiliz elçisini çağırıp “Kraliçe beni korur mu?” diye söylüyor…
İki gün sonra Elçi “Kraliçe seni aileni ve koruyacağını söylüyor ama bir şartı var: Ruslara karşı Malta’da ve Girit’te bulunan Askerlerimiz Savaşırken Sevkiyat zorluğu çekiyor! Kıbrıs’ı vermenizi istiyor!” diyor, dört gün sonra Kıbrıs’ı İngilizlere veriyor!
HÜSEYİN ÇELİK
NOT: Fotoğraf ve yazı “Bir Garip Ecevit” adlı sayfadan alınmıştır! Saygılarımızla. ST105
Em. Albay Hüseyin Akkaya: İŞTE SİZE “ULU HAKAN ABDULHAMİD HAN”. YENİ OSMANLICILARA KAPAK OLSUN. ÖVE ÖVE, YERE GÖĞE SIĞDIRILAMAYAN ULU HAKAN… TEŞEKKÜRLER HÜSEYİN ÇELİK… H.A
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Felsefe Okumasını Babası Engelledi
CHP Gen. Başkanı ve Fizik Hocası
Erdal İnönü’nün Bilinmeyen Yönü
Prof. Dr. İbrahim Özdemir Bey Yazdı
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: YAŞANMIŞ GERÇEK BİR OLAY ANZAKLI ÖMER Bu hakiki hikâyeyi aktaran, sayın Dr. Ömer Muşluoğlu’dur.
Anzaklı Ömer’in Hikâyesini 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD’ye giden Doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Amerika ‘ya gittiğim ilk yıllar. New York’ta Medical Center Hospital’de görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuvarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında.
-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?” dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak “hayır” manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. “Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?”
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım…
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk’üm.”
İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı. Anlatmaya başladı:
“Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır’a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale’ye getirdiler.
Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.
Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz.
Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya… Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu. Dedim ki kendi kendime:
-‘Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar… Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler.’ Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla ‘Yazıklar olsun bana’ dedim. ‘Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış’ diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.”
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk… Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türk’le karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? Dedi.
“Ömer” cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki, niçin Ömer ismini vermişler sana?”
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben,
-Evet, Müslüman adı” deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun.
-“Olsun” dedim.
-“Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?”
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş.
-“Tabii” dedim. “Müslüman olmak çok kolay.” Sonra kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah’ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?”
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet’i anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.” O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
“Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti…
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım… “
Mademki; düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var, üzerinde hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir güneş ülke neden vücut bulmasın…”
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun… Anzaklı Ömer amcamıza Allah rahmet eylesin…
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Türkiye’den İsrail’e ihracat kısıtlaması… İşte satışı yasaklanan 54 ürün grubu https://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/3413685-turkiyeden-israile-ihracat-kisitlamasi-iste-satisi-yasaklanan-54-urun-grubu
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Kobani Davası Beraat Edenlerinden
Altan Tan Beyin Fikirlerini Tasdik Edip Onaylamak Zorunda Değiliz Ama Dinlemek Ufkumuzu Açar👇
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Terörist İsrail’in MOSSAD Eski Şefi: Al Kassam’ın MOSSAD’ı Bir Kez Daha Madara ve Rezil Ettiğini Duyurdu. Al Kassam Tugaylarının, Şaşırtan ve Sevindiren Muhteşem Planı ve İmrendiren İstihbarat Zaferi 👇
www.aynamayansiyanlar.com/makalelerim/kassam-istihbarat-servisinin-mossada-karsi-kazandigi-bir-zafer-daha/
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: S.A. Değerli Hocam bu Filistin bizim dostumuz mu? Değil mi? pek anlayamadım… KKTC’yi tanımadılar, Ermeni Soy kırımı olayında, Ermenileri haklı bulup, anma günlerinde onlara destek verdiler. Dost selâmlarımla.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: V.A. Selam Muhterem Albayım,
İngiliz, ABD ve İsrail kuklası olan Mahmut Abbas hükümetini kastediyorsanız, Onların Filistin halkının dostu olup olmadığı bile tartışma konusudur.
Bırakınız Filistin hükümetini, İngiliz, ABD ve İsrail kuklası veya dostu olan hiçbir sözde ülke, Müslümanın gerçek dostu olamaz. S. Arabistan, Ürdün, Irak, Mısır, İran vb. ülkelerin hepsi bu cümledendir. Ancak halklarının kahir ekseriyeti Müslüman Türkleri sever; Osmanlı’yı hasret ve Özlem’le yad eder.
Bunu yerinde ve şahsen uzun yıllar müşahede etmiş bir eğitimciyim. Aksini iddia edenler İngilizlerin etki ve telkini ile konuşup yazıyor demektir.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam …
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Taha Süresi 124. Ayet Işığında Hayatımız, Demokrasi, Gazze ..
Akit Tv Gece Ajansı (3)👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Bu bile M.Kemal ATATÜRK’ÜN ne zeki ve oyun kurucu olduğunu göstermiyor mu ,muhterem Hocam ?Tıpkı hile ile oyları
çalıp”Atı alan ,Üsküdar’ı geçti”diyenler gibi…
Dost selâlarımla… Hayırlı geceler….
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım, konuşma 45 dakika civarında, keşke dinledikten sonra görüşünüzü yazma imkanı bulsaydınız? Biliyorum, uzun konuşmaları dinlemek zor olabiliyor ama 60 yıllık birikim ve müşahede sonucu politik olmayan bir konuşma. Belki de hiç duymadığınız şeyler duyabileceksiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Dinleyeceğim Hocam söz.Sizin samimiyetinize inanıyor ve güveniyorum ..
İyi bir hafta geçirmeniz dileği ile…
Yukarıdaki Kuş Yuvasının (!) Bir Hikayesi Var…
Resimdeki stad harika değil mi? Peki, burası neresidir ve bu stadın yerinde önceden ne vardı dersiniz?
Burası Giresun, burada önceden SEKA Kağıt fabrikası vardı ve 6.000 insan ekmek yiyordu. Şimdi 22 kişi top oynuyor ve on binlerce işsiz kişi de seyrediyor. Buranın hazin de bir öyküsü var..
Devletin Giresun’daki bu SEKA fabrikası, değerinin 60 milyon ₺ belirlenmesine rağmen 5 milyon ₺’ye Milda şirketine satılıyor (12 Eylül 2003 tarihli R.Gazete’de yayımlandı). Milda; fabrikadaki makineleri 11 milyon ₺’ye hurdacıya satıyor. Fabrikanın arazisini 68 milyon ₺’ye devlete (TOKİ’ye tahsis edilmek üzere) geri satıyorlar. Yıkılan fabrikanın yerine de stad ve TOKİ konutları yapılıyor.
Bu hadise Giresun’a özel değil, her şehirde buna benzer mide bulandırıcı en az bir “ÖZELLEŞTİRME” hikayesi var.
Not: Milda Şirketinin ortakları kimlerdir? İnternetten sorgulayın bakalım…
İŞTE SİZE YENİ TÜRKİYE….NE GÜNLERE KALDIK ALLAH’IM…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım size verilen bilgilerin doğruluğunu test etmek, konuyu yazan ve paylaşanın samimi olduğunu anlamak için, elinde gerçek bilgi ve belge varsa yargıya müracaat etmiş mi? Etmiş ise tarih sayı numarası versin, bizde yanında yer alıp destek verelim. Hep beraber kenetleşelim. Ama eğer yargı yerine dedikodu ile aklımızla alay etme yolunu seçen olursa onlara da itibar etmeyiz. İşte size 👇
MİLDA Şirketi Ticari Sicil Gazetesi
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Araştıracağım Hocam… İletiyi de okuyucağım…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu Davet Sadece Hür Müslümanlara
GAZZE’Lİ Mücahid’e Bir Yasin 105 de Benden Kampanyasına DAVET
Nikki Haley Yapar da Biz Yapamaz mıyız? Ben siparişi verdim. Bir Yasin de benden diyen bize ortak olabilir. (Bir Yasin 105 Bedeli 500 $ dır.)
S.A. Muhammed Kardeşim,
Siz en yetkili kişiye ulaşıp, bizim adımıza 61 adet Yasin 105 aldırmalarını ve üzerine:
61/OF (٦١/أوف) yazdırarak mücahidlere vermelerini, bunları kullananlardan şehid olan olursa o şehidlerin yetimlerine geliri bağışlanmak üzere bir daire vakfetmek isteğimizin gerçekleşmesini sağlamanızı rica ediyor; bekliyoruz.
Nikki Haley İsimli Bu Kadın Ne Yaptı Biliyor musunuz?👇
Nikki Haley Kimdir?👇
Paylaşan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Şiirleri İle İslama Hizmet Eden E.Subay | Cengiz Numanoğlu 29/05/2023 Ölüm Yıldönümü👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: “Bir toplum, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmez. Şüphesiz Allah işitendir; bilendir.”
“Siz ne halde iseniz başınıza o şekilde idareciler gelir. Bir topluluk kendini düzeltmedikçe, Allah CC. onlardaki hali düzeltecek değildir.”
“Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez.”
İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler;
Şöyle ki; kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar..!
Rabbimiz;
En’am, suresinin 129. Ayetinde;
“Davranışları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız” buyuruyor!
Yani Kısacı söylersek;
Kötü toplumun yöneticisi kötü olur. İyi toplumun yöneticisi de iyi olur..!
“TOPLUMLAR HAK EDİLDİKLERİ ŞEKİLDE YÖNETİLİRLER NOKTA”
En’am 129 a göre neden zalimleri iyilere yönetici yapıyorsun. İyilerin suçu ne?
Ömer hayyamin dizeleri geldi aklıma şarap ırmakları nedeniyle cennet meyhane mi dir veya vaadedilen huriler nedeniyle kerhane mi dir dizeleri ve devamı tabi.
S.A .. Değerli hocam bir ileti ve bir yorum ..Sizden bu konuya açıklık getiriseniz sevinirim.
Dost selâlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11)
diyor.
Eğer bir toplum sahip olduğu yüksek manevi değerleri korursa Allah Teâlâ onları çöküşten korur. O halde yapılacak şey Müslüman toplumun kimliğini oluşturan manevi değerleri geliştirmek ve sağlamlaştırmaktır.
Acaba yöneticiler iyi ve dürüst olunca mı toplum sağlıklı ve iyi olur, yoksa halk iyi ve dürüst olunca mı yöneticiler adil ve ehliyetli olur? Bu sorunun cevabı yönetici halka göre, halk da yöneticilerine göre olur. Her ikisi de birbirini olumlu ve olumsuz yönde etkileyebilir.
İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar. Tikel tümelin niteliklerini taşır. Bunun için,
“Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar).
“A’malüküm ummalükum” (amelleriniz yönetcilerinizdir, onlar sizlerin eseridir) (bk. Acluni, I / 146; II / 127) denilmiştir.
Yüce Allah,
“Davranışları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.” (En’am, 6/129)
buyuruyor. Kötü toplumun yöneticisi kötü olur.
Ahirette cehenneme gönderilecek olan zalim ve kafir halk liderlerini, liderler de onları suçlayıp birbirlerini lanetleyeceklerdir. (bk. A’raf, 7/39; Şuara, 26/99; Ahzab, 33/67)
“Haccac’a lanet olsun.” diyen birine Hasan Basri:
“Böyle yapmayın. Çünkü o sizden biri olarak iş başına geldi. Eğer o azledilirse korkarım başınıza daha kötüsü gelir.” demişti.
Beyhaki, Ka’b’ın şöyle dediğini nakleder:
“Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir.” (bk. İsra, 17/16)
Halkın kötü yöneticileri iş başına getirmeleri Allah’ın onlara gazab etmekte olduğunun, iyi yöneticileri iş başına getirmeleri ise onlardan razı olduğunun işaretidir.
Hz. Peygamber (asm)’in duası:
“Allah’ım merhametsizleri bize musallat etme.” (Tirmizi, Daâvât, 79).
Müslümanın görevi toplumları ayakta tutan değerleri, özellikle ahlak kurallarını ve Allah korkusunu, hak ve hukuka saygıyı tabana yaymaktır. Toplumu düzlüğe çıkarmanın yolu budur. Düzelen bir toplumda ister istemez, yöneticiler de düzelir.
Toplumdaki kötülüklerin, haksızlıkların ve yolsuzlukların sorumlusu olarak sadece yöneticileri ve aydınları görmek yanlıştır. Kötü gidişattan herkes sorumludur. Zira bunda genel olarak herkesin az ya da çok payı vardır. İyileşmenin ve düzelmenin şerefi de hem yönetenlere, hem de yönetilenlere aittir. Zira toplum yöneteni ve yönetileni ile bir bütündür.
Mü’min toplum ve onun durumu konusunda iyimser olur. Geleceğin hayırlara vesile olacağını düşünür. Din bâkidir, diye inanır. Din düşmanları ne kadar çok, ne kadar zalim ve gaddar olurlarsa olsunlar zorbalıkla dini yok edemezler. Çünkü dinin sahibi ve koruyucusu Hak Teâlâ’dır. Mü’min en kötü şartlarda bile Allah’tan ümit kesmez, karamsarlığa düşmez.
İster dünya ölçeğinde, ister İslam âlemi ölçeğinde, ister millet ölçeğinde düşünün her şeyin az ve yavaş da olsa iyiye doğru gittiğini görürsünüz. Eğer bunu göremiyorsanız düşünüş biçiminiz ve bakış tarzınız yanlıştır. Toplumu ve yönetici sınıfını değiştirmeden evvel hatalı olan bakış açınızı değiştiriniz. Bu da bilgi ve kültürle, tarihten ibret almakla ve daha önemlisi bunlara ilaveten Hak Teâlâ’ya güvenmekle olur.
Toplumda bir hayli yolsuzluğun, kötülüklerin ve haksızlıkların olduğu doğrudur. Bunları azımsamak veya hafife almak da doğru değildir. Ama iyilerin ve iyiliklerin daha fazla olduğu da bir gerçektir.
Vitir namazı kılarken okuduğu duâda bir mü’min Allah Teâlâ’ya şöyle duâ eder:
“… Allah’ım, sana güveniyoruz, seni en mükemmel şekilde övüyoruz, sana şükrediyor, nankörlük etmiyoruz. Sana karşı günah işleyenleri terkediyor ve mevkilerinden alaşağı ediyoruz!”
Bir Müslüman yönetilenler kadar yöneticilerin de düzelmeleri için Allah’a duâ eder. Allah samimi duâları kabul buyurur.
“Allah’ım bize merhamet etmeyenleri bize musallat kılma!”
(Prof. Dr. Süleyman Uludağ)
Cevap 2:
Enfâl sûresinin, “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.” mealindeki 25. ayeti buna en güzel cevaptır. Bu dünya bir imtihan ve tecrübe meydanıdır.
Buradan dünyanın hem bir tecrübe ve imtihan meydanı, hem de ilahi teklif ile sorumlu olunan bir mücâhede meydanı olduğu anlaşılmaktadır. İlâhî teklif ile mükellef olunan bu dünyada insan aynı zamanda bir tecrübe ve imtihana tabi tutuluyor. Kazanabilmesi için mücahede etmesi gerekiyor. Yani, uğraşması, çalışması, gayret etmesi gerekiyor. İmtihan ve tecrübenin gereği olarak bir musibet geldiği zaman hem zalimleri hem de suçsuzları içine alması gerekiyor. Böylece imtihan devam etsin ve iyilerle kötüler tam belli olsun.
Din bir imtihandır. Eğer musibetlerde masumlar harika bir tarzda kurtulsalardı, imtihan sırrı kalmazdı. Herkes ister istemez iman ederdi. Böylece, şeytanla ve nefisle mücahede ve mücadele biter, insanların istidatları ve manevi yetenekleri inkişaf etmezdi. İnsanların mertebesi sabit kalırdı. Ala-yı illiyindeki Hz Ebu Bekir’in mertebesi ile, esfel-i safilindeki Ebu Cehil’in mertebesi aynı kalırdı. Nasıl ki, bir sınavda, öğretmen soruları verip, arkasından cevapları verse, tembel ve çalışkan öğrenciler birbirinden ayrılmaz. Öğrenciler ise, derslerine çalışıp, kendilerini geliştirmezler. Öyle de, bu musibetlerde masumlar harika bir şekilde kurtulsa ve sadece zalimlere zarar gelse, dünyada imtihan kalmazdı. Âdeta gökyüzüne yıldızlarla ”La ilahe illallah.” yazmak gibi olurdu. Herkes ister istemez inanmak zorunda kalırdı.
Böyle musibetlerde zarar gören masumların zarar gören malları, sadaka hükmüne geçip, o fani malları ebedi olarak, daha güzel bir tarzda onlara veriliyor. Bu musibette ölen masumlar ise, manevi şehid hükmüne geçip, ebedi bir cenneti kazanıyorlar. Yani, fani ve sıkıntılı hayatlarına bedel, ebedi ve saadetli bir hayatı kazanıyorlar. Elbette bu netice onlar için bir değil, bin rahmettir.
Diğer taraftan musibetin her çeşidini kahır tecellisi olarak görmemek gerekir. Nitekim Allah en büyük musibetleri, en sevgili kulları olan peygamberlerine vermiştir.
Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet
V.A. Selam Albayım,
Sorunuzun cevabı bu yazının sonuna doğru
Cevap 2:
olarak yazılan bölümde bulacaksınız. Benim ayrıca bir şey yazmama gerek yoktur.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://x.com/direniscadiri/status/1794245746851717421
Hocam Allah razı olsun Sizden ..Ben bu iletiyi yorumun muhatabına müsadenizle ileteceğim…
Dost selâlarımla.. Hayırlı geceler ..
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Elbette, gönderebilirsiniz.
Muhterem Albayım,
Cihat Yaycı Paşamızı izleyip takip eden, takdir eden bir eğitimci olduğumun siz de farkındasınız.
Kendi ile yüz yüze de tanıştık; bir yazımı değerlendirmek için benden istedi; yolladım.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmış, Askeri okullarda eğitimini tamamlamış subaylarımızın en büyük eksikliği ve talihsizliği, tek tip insan yetiştirme anlayışı ile yetişmiş olmalarıdır. İslamı doğru kaynak ve liyakatlı samimi alimlerden, doğru şekilde öğrenme imkanından mahrum yetişmeleridir. İngiliz telkin ve anlayışı ile (siz buna ABD de diyebilirsiniz) İslam’a ve samimi müslümanlara bakma zaafiyeti içerisinde yaşamalarıdır. Bu durum, ailesi sağlam müslüman olanlarda bile, melez bir anlayış olarak ortaya çıkıyor. Bu Türk sivil ve asker aydınları için telafisi çok zor bir talihsizlik ve eksikliktik. Böyle insanları gördükçe üzülüyorum; keşke oturup uzun uzun konuşup müzakere edebilsek, birbirimizi itham etmeden doğru anlamak niyeti ile dinleyebilsek. Bunu bugüne kadar başaramadık; bundan sonra gelecek nesillerin başarmasını diliyorum.
Cihat Yaycı Paşamız değerli bir insan ve araştırmacı, buna rağmen bilgi yetersizli yaşadığı konularda yanılabiliyor. Bariz bir yanılgısını görüp anlamak için size benim tercüme ettiğim bir yazı gönderiyorum; umarım okuma zahmetine katlanırsınız. 👇
www.aynamayansiyanlar.com/makalelerim/siyonist-algi-operasyonlarinin-uzerimizdeki-etkisi/
NOT:
En küçük oğlum Üsame, ellerinizden öper, (1994 doğumlu) sizinle yazışmalarımızı derleyip PDF dosyası haline getirdi. Dörtyüz sayfaya yakın olduğunu görünce şaşırdım. (Bir ay önce) görmek isterseniz, size de gönderebilirim. Geçmiş bir ay içindeki yazışmalarımızı ihtiva etmiyor.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkür ederim küçük Üsame evlâdımıza… Gözlerinden öperim…
Gönderirseniz memnun olurum…
Çok teşekkürler Evlâdınıza…İnceledim…Neredeyse belgesel olmuş… Gözlerinden öperim ..👍👍👏👏🩷
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: On çocuğumdan evlenmeyen sadece o kaldı. Duanızı bekler ve ellerinizden öper Albayım.
Gazze Direnişini Doğru Anlamak İçin Bu Videoyu İzlemeniz Yeterli Olur 👇
twitter.com/ne_kadarolduTR/status/1798796397938176507?t=QjbiznCDX0Gmt3Opt6Pl5w&s=08
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah iyilerle karşılaştırsın.. Bahtı açık olsun ..
KURTULUŞ SAVAŞI
233 DENİZ SUBAYI
SOVYETLER BİRLİĞİ
Değil sivil okullarımız, askeri okullarımızda bile Kurtuluş Savaşı anlatılırken silah ve cephane ile akaryakıtın Sovyetlerden tedarik edildiği bizlere öğretilmedi. Zira Marshall Yardım Planı ve Truman Doktrini gereğince Türkiye Cumhuriyeti Ruslara düşman olmalıydı. Onlar komünist idi. Nasıl olurdu komünistlerin yardımıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş olabilirdi? Halbuki gerçek tam da buydu. Sovyet devrimi ile Türk Kurtuluş savaşı, tarihin o safhasında emperyalizmin boğmak istediği iki kader arkadaşı idi. Atatürk ve Lenin ya birlikte yok olacak ya da birlikte savaşacaklardı. Birlikte savaştılar.
TÜRK-SOVYET YARDIM ANTLAŞMASI
24 Ağustos 1920 günü Bekir Sami Bey Başkanlığında Moskova’ya giden ilk TBMM Heyeti ile Sovyetler arasında imzalanan yardım antlaşması gereğince askeri yardımın deniz yolu ile yapılmasına karar verildi. Bölgede bulunan, 5 ton üzeri büyüklükte 28 geminin toplam taşıma kapasitelerinin takriben 7800 ton olmasına karşılık, Sovyetler Birliğinin Batum, Tuapse ve Novorosysky limanları üzerinden, Ağustos 1922’ye kadar 200 irili ufaklı deniz vasıtası ile İnebolu, Trabzon ve Samsun limanlarına 46 ayda toplam 300,000 ton harp malzemesi taşındı ve Kurtuluş Savaşı destanı yazılabildi.Alemdar ve Gazal römorkörleri ile Şahin Vapuru, Rusumat-4 Gümrük Motoru vediğer tekneler Anadolu’nun Karadeniz’deki can damarını oluşturdular. Özellikle I. İnönü savaşında elde edilen askeri başarıdan sonra artarak devam eden Rus lojistik desteği, Kurtuluş Savaşının kaderini belirleyen ana eksen oldu.
KİMDİ BU MALZEMEYİ TAŞIYANLAR
Kurtuluş Savaşının denizler üzerindeki bu lojistik cephesinde İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan bir avuç deniz subayı ve o dönemde silah altına çağrılan Karadenizli takacılar görev aldı. 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi mezunu 159 güverte, 68 makine ve bir inşaiye subayı ile beş denizci doktor Anadolu’ya kaçtı ve işgalcilerle işbirliği içindeki Osmanlı Donanmasını terk ederek namus cephesine katıldılar. Toplam 233 denizci Kurtuluş savaşının kaderini değiştirdi. O dönem muvazzaf olan kabaca 1500 subay içinde, sadece 233 kişi. Diğerlerinin çoğu Haliç’teki kıçtankara gemilerini ve İstanbul’daki sıcak yuvalarını terk etmedi.
KARADENİZ MUCİZESİ
Türk denizcisinin sayesinde Atatürk, “gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da” diyebilmişti.
Kurtuluş Savaşı’nda ikmal teşkilatının başında bulunan Korgeneral Muzaffer Ergüder’in, 1925 yılında bu başarı için sarf ettiği “Kurtuluş Savaşı’nda bir avuç deniz subayımız olmasaydı, ne İnönü’ler, ne Sakarya ve ne de Dumlupınar ve de dolayısıyla Kurtuluş Savaşı olmazdı” sözlerine ne eklenebilir ki? Cem Karaca ‘’Kavga’’ isimli şarkısında işte bu denizcileri anlatır. (Üç kardeş emaneti aldılar bir dereden/İlyas, Temel, Süreyya kürekler siya siya/Emanet makinalı, tüfekler hoçkis marka..)
UÇAK GEMİSİ: BÜYÜK TAARRUZUN MEÇHULDENİZCİLERİ
Tarihçi yazar Mehmet Perinçek, geçen haftalarda Kırmızıkedi yayınevinden çıkardığı yeni kitabı ‘’Uçak Gemisi Büyük Taarruzun Meçhul Denizcileri’’ ile işte bu kahramanları anlatıyor. (Kitabın tanıtım filmi, youtube’da ‘’Uçak gemisi tanıtım filmi’’ yazıldığında kolayca çıkıyor.) Akışı ve kurgusu film tadında olması için senaryo ve çizgi roman formatında Kurtuluş Savaşı Donanmasının kahramanlarını anlatan bu kitabın,birsinema filmi olarak karşımıza çıkması en büyük dileğimdir.
Halkımız o zaman gerçek ‘’Survivor’’ların kim olduğunu görecektir! Büyüktaarruzun kaderinde etkili olan, Almanya’dan alınıp Rus limanı Novorosysky üzerinden Şahin Vapuru ile Trabzon’a taşınan uçakların macerasına dayanan senaryoda, denizcilerin değişik gemilerde ve karada yaşadığı tarihe geçmiş pek çok kahramanlık öyküsü de okuyucuya keyifle aktarılıyor. Okurken zaman zaman heyecan ve endişe duyuyor, bazen acı çekiyor ama sonunda kitabınkapağını gururla kapıyorsunuz. Bugüne kadar egemenlerin öksüz bıraktığı isimsiz kahramanları 100 yıl sonra hatırlayan Mehmet Perinçek, Yıldırım Örer ve Alper Pala’ya takdirlerimi sunuyorum. Mehmet Perinçek, bu eser haricinde Atatürk dönemindeki Atatürk ve Lenin’in kurduğu Türk-Rus dostluğunun güçlü temellerini de Rus arşivlerine girerek ortaya çıkarmış bir bilim adamıdır. Bu belgeler sayesinde bugüne kadar bilinmeyen pek çok gerçek satha çıkmıştır. Örneğin bu dönemde Ankara Hükümeti ile Ruslar arasında Sivastopol-İnebolu ekseninde gerek diplomatik heyetleri gerekse kuryeleri taşımak üzere, AG-23, AG-24 ve AG-25 isimli denizaltıların görev yaptığı onun kitapları sayesinde öğrenilmiştir. Uçak Gemisi isimli bu yeni kitap, günümüzün karmaşasında Türk-Rus düşmanlığını körüklemeye çalışan hem içimizdeki hem Rusya’daki maceracılara iyi bir ikazdır.
Emekli Amiral
Cem Gürdeniz
Tarihin gerçekleri her ne kadar üzeri örtülse de bir bir yinede gün yüzüne çıkar…
Yererki olaylara gerçekçi açıdan bakabilelim…
Yanlışlıkla ATV’yi açtım Kuruluş Osman dizisinde Orhan Bey’in düğünü vardı.
Baktım Elçim Hatun diye biri ile evleniyor.
Dizide Elçim Hatun, Gündüz Bey’in kızı.
Lakin tarihte Orhan Gazi’nin 3 eşi var.
1-)Nilüfer Hatun (Holoforia)
2-)Asporça Hatun (Prenses Asporsha)
3-)Theodora Hatun (Theodora Kantakuzini)
Tüm tarihi kaynaklarda böyle, 3 eşi de Bizanslı. Yani Orhan Gazi’nin Türk eşi yok ve Elçim Hatun isminde bir eşi olduğu da hiçbir tarihi kaynakta geçmiyor.
Dizide Elçim Hatun’un babası Gündüz Bey ise gerçekte Osman Gazi’nin abisi.
Gündüz Bey’in Elçim isminde bir kızı yok tarihi kaynaklarda. Ayrıca Gündüz Bey, İnegöl kuşatmasında şehit oluyor 1299 senesinde.
Elçim Hatun isimli tarihi bir karakter Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın kızı ve Kılıçarslan’ın kardeşi olarak geçiyor kaynaklarda, onun da ismi Elçim Hatun değil, Elçin Hatun…
Yani hayali bir karakterle Orhan Gazi’yi evlendirmişler dizide.
Tarihi yeniden yazıp istediğiniz gibi eğip bükemezsiniz efendiler.
Artık iyice saçmaladınız. Yetmedi mi bu milletin cahilliğini iliğine kemiğine kadar sömürüp milyonlar kazandığınız?
Volkan Giritli
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Tarihi bilgiler sadece sosyal mecralarda internet üzerinden yapılan araştırmalara dayandırılarak yazılmaz. Belge ve vesikaya dayalı olarak, kaynaklarda yazılan bilgilerden aktarılır. Sosyal mecralarda yalanlarla doğrular iç içedir. Hangisi yalan hangisi doğru ayrıt etmek için asgari bilgi sahibi olmak, orijinal kaynaklarda yazılanlara aşina olmak, en azından ihtiyaç halinde bakabilmek gerekir. Dedesinin yazdığı tarihi okuma imkanı olmayanlar, başkasına okutarak, aktarılana bile güvenmemesi gerekiyor; çünkü yanlış okuyan, okuduğunu doğru anlayacak kültüre sahip olmayanlar çoğunlukta maalesef. Yoksa mahcup olmak kaçınılmaz oluyor.
Tarihçi müsveddelerinin aktarıp yazdığı veya söylediği hiç bir bilgiye güvenmiyorum. Vaktim müsait olsa İlber Ortaylı’nın kırdığı botların bir kısmını size yazabilsem şaşırabilirsiniz.
Orhan Gazi’nin 3 değil 4 eşi olduğu kaynaklarda zikrediliyor.
Osmanlı Devleti’nin ikinci padişahı olan Orhan Gazi, Söğüt’te doğdu. Osman Bey’in ikinci eşi Malhun’dan dünyaya gelen Orhan Gazi’nin bazı kaynaklarda 3, bazı kaynaklarda 4 eşi ve 8 de çocuğu olduğu ifade ediliyor.
Orhan Gazi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ardından padişah olan ikinci Bey olmuştur.
Nilüfer Hatun Osmanlı’nın 2. padişahı Orhan Bey’in eşi ve babasından sonra tahta geçen I. Murad’ın da annesidir. Asıl adı Olivera olduğu söylenir. Bir Osmanlı padişahının eşi olan ilk cariyedir. Bu bilgiler teyit edilmeli, eksik ve hatalı olan hususlar varsa düzeltilmelidir.
Dedesinin yazdığını okuyamayan, kültürüne aşina olmayanlar, cariye ile hanım arasındaki farkı da bilmez, sapla samanı birbirine karıştırabilir. Bu tip hatalı yazıları düzeltmeye kalksak, ömrümüzü hata düzeltmekle israf etmiş oluruz.
Türkçe Kaynaklardan bazıları:👇
👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: 👍👍
Değerli Hocam haklısınız..Ancak yinede tarihi gerçekleri göz ardı edemeyiz…Yinede içerisinde hakikatleri de görmek gerek ..
Dost selâlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Yanlışlar, hakikatlerin içine serpiştirilip giydiriliyorsa, onu sadece anlayabilecek durumda olanların okuması zarardan uzak olabilir. Bu da bulmaca çözer gibi uğraşmayı gerektiriyor. Oysa elimizde bilgi belge ve kaynağa dayalı Tarih kitapları da var. Tarih yazanlar olaylara ideolojik bakmamalıdır.
Cariye nedir? Cariyeler ne zaman hanım, eş olabilir veya kabül edilir?
O yazıları yazanlara sorarsanız, internet bilgisi dışında güven telkin eden bir bilgi sahibi olup olmadığını anlayabilirsiniz?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Değerli Hocam ,İslâmı, çağımız gerçeklerine göre yorumlamamız gerekmezmi ?Cariye ve köle anlayışı çağ dışı kalmalı ve İslamı yeniden yorumlamak kanımca genç kuşakları kazanmak adına uygun olmazmı?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Algıların etkisinde kalmak tam da böyle bir şey, Cariye İslami sistemin bir parçası veya uygulaması değildir; İslam’la da ilgisi yoktur. Batı hayranlığımız sebebi ile bir çok yanlış alışkanlık ve geleneği, kaynağına izafe etmek yerine, Osmanlı’ya veya İslama mal etmeyi tercih ediyoruz.
Devletler arası ilişkilerde, sizin inanç sisteminizde olmayan bazı hususlar mütekabiliyet esasına göre yürür. Bunlar uzun ve tafsilat isteyen konular. Geçen senelerde bir Tv yarışmasında sosyete düşünceli bayanın bir soru karşısındaki tavrını hatırladım:👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam…Bu benim için çok önemliydi.. Çünkü bende bu uygulamayı İslâm ile bağdaştıramıyordum…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Bu konuşan beyefendiyi tanımıyorum ama bu kadar bilgi yetersizi zavallıyı ilk defa dinledim. İngiliz ağızı ile konuşuyor. Sultan 2. Abdülhamid tahtan indirildikten sonra bütün dini yapılanmalar, tarikatlar dahil yozlaştırılmaya, güdülür hale getirilmeye başlandı. DİB bile uzun süre İngiliz anlayışı ve yönlendirmesi ile sevk ve idare edilmiştir. İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Bey aynı zamanda CHP Ankara İl Başkanı olduğunu bilir misiniz?
Bunu kime söyleseniz inandıramazsınız? Öyle değil mi?
Bu tahrif işlerinin öncülüğünü İngilizler ve onların güdümündeki İttihatçılar yaptı. Bugün içlerinde, İngiliz istihbaratı veya CIA nın etkinliği olmayan tarikat yok gibidir. Süleymancılar ve benzeri bazı cemaat ve tarikatlar İYİ Parti ve CHP’yi desteklemesi, itibar veya himaye görmelerine yol açıyorsa, tarikat değerlendirmemiz de sağlıklı ve doğru değildir demektir.
Tarikat tenkiti yapılacaksa, öncelikle tahrif edilip edilmediğine, maşalık yapıp yapmadığına bakmak gerekir. Öyle değil mi?
Konuşan beyefendi ve benzerleri değerlendirmeyi ideolojik ve politik açıdan bakarak yapıyor. İslami bir değerlendirme yapmıyor albayım.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Teşekkürler Hocam….
İktidarın Etki Ajan Yasası ile Emekli Generalleri TV’lerde susturmak istemesinin sebebi belli oldu!
E. Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Türkiye’nin asıl sorununu canlı yayında açıkladı:
“Türkiye’de bir derin devlet vardır
ama bu Amerikan derin devletinin uzantılarıdır.
Millî bir derin devlet yoktur.
Derin millet vardır.
Türkiye’nin millî bir derin devleti olsaydı, 1970-1980 arasındaki olayları,
12 Eylül’ü ve diğer müdahaleleri ve
15 Temmuz’u yaşamazdık”
Habertürk’teki “Türkiye’nin Nabzı” programında Didem Arslan Yılmaz’ın sorularını cevaplandıran Pekin’in değerlendirmelerinden bazıları şöyle:
“Türkiye’de silâhlı kuvvetler veya askerî öğrenciler içinden seçilen gençlere Seferberlik Tetkik Kurulu ve sonra da Özel Harp Dairesi’nde görev verilirdi.
Bunların kim olduğunu sadece
MİT bilirdi. MİT ise zaten CIA ile Ankara’da aynı binada altlı üstlü çalışırdı. Maaşlarını ABD verirdi.
Bu kadrolar içinden devşirilen insanları sonra ABD ve İngiliz istihbaratı Türkiye aleyhine kullandı.
Muammer Aksoy, Uğur Mumcu,
Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu gibi kamuoyunu uyarmaya çalışan değerlerin ortadan kaldırılmasında bu yapının rolü vardır.
Türkiye 12 Eylül’e bu kadrolar tarafından sürüklenmiştir.
Fetullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959’da bu yapı içinde görevlendirildi.
Görevleri, Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi.
12 Eylül’den sonra yakalanan
Fetullah Gülen’in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı.
Bu tür insanların bir kısmı CIA tarafından devşirildi ve şimdi FETÖ dediğimiz istihbarat örgütü kuruldu.”
*
Biz devletin ele geçirilmiş olduğunu
son 20 yıldır defalarca gündeme getirdik ama gerçekleri komplo teorisi diye gösteren gazeteciler de bu
yapının elemanıydı…
Devletin omurgası ele geçirilmişse, siyasi yapı bu işin dışında tutulabilir miydi? Siyaset de ele geçirilmiş olduğu için Türkiye 1952’den beri savrulmaktadır.
Biz bu konuyu yakın tarihte şöyle yansıtmıştık:
FETÖ’nün darbe girişimi ile ilgili değerlendirmelerin hiçbiri meselenin esasına girmiyor.
Bir defa 1960 darbesinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ağını kurmuş bir örgütten, Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların, Genelkurmay Başkanlarının ve MİT Müsteşarlarının haberdar olmaması mümkün değildir❗️
Soru şudur: Devlet bunu neden yaptı❓
Bülent Ecevit, ilk başbakanlığı sırasında, “kontrgerilla”nın varlığından tesadüfen haberi olduğunu söylemişti.
Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu ise kendisine teminat vermiş, devletin siyasi partiler içinde de örgütlenme yaptığını, hatta çeşitli partilerden birçok milletvekilinin bu yapının üyesi olduğunu söylemişti.
Fetullah Gülen ve Müslüm Gündüz ise daha askerlik çağında iken 1960-61’de keşfedildiler.
İskenderun’da birlikte askerlik yaparken, eğitime alındılar.
Fetullah Gülen, askerlikten sonra da kendisi gibi bir “görevli” olan ve tahsili yeterli olmadığı halde Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı’na getirilen
Yaşar Tunagür’ün açtığı yolda ilerledi.
Türk Cumhuriyetleri’nde okullar açmak için ilgili ülkelerin devlet başkanlarına tavsiye mektuplarını Turgut Özal ve Süleyman Demirel yazdı.
Abdullah Gül de Dışişleri teşkilâtına cemaate yardımcı olmaları için talimat verdi.
Devleti yönetenler, bu işleri, kendi akıllarıyla yapmadı.
Devleti yönetenler, NATO’nun Gladio yapısı ile birlikte Türkiye’nin bütün istihbaratını avucunun içine almış olan ABD’nin taleplerini yerine getirdi!
Devlet, Abdullah Öcalan’ı nasıl kontrolden kaçırıp Türkiye’nin başına belâ ettiyse Fetullah Gülen’in de aynı şekilde bir bumerang gibi dönüp devleti vurmasına yol açtı!
*
Türkiye’nin, kuruluş ilkelerine sarılmaktan başka çaresi yoktur ama şimdiki yapılanma da FETÖ artıkları ve federasyonculardan oluşturuldu.
Bu da bir Amerikan-İngiliz ortak yapımıdır. Görevleri, Türk egemenliğini yıkmak ve Orta Doğu Birleşik Devletleri’ne zemin hazırlamaktır!
Çözüm milletin beynindedir,
başka yerde değil.
Kaynak:
Yeni Çağ Gazetesi
Gayet normal değilmi Hocam? Zaten başka bir parti yokki…O Cennet mekân Hocamız Rifat BÖREKÇİ’ den Allah razı olsun, mekânı Cennet,ruhu şâd olsun ..
Değerli Hocam Siz beni , dinî konularda bilgilendirirken,Bende Sizi acizane askerî
konularda bilgilendiriyorum…
Dost selâlarımla…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Rıfat Börekçi Beyin Aynı anda hem CHP Ankara il başkanı hem de DİB olmasını normal görürseniz, gelinen noktayı da yadırgamamanız, normal görmeniz gerekir. Evet o devirde tek parti vardı ve herkes o partiye üye olmak zorundaydı fakat en azından DİB olduktan sonra Partideki görevinden ayrılması gerekmez miydi?
İsmail Hakkı Pekin paşamız, ciddiye alıp takip ederek dinlediğim kişilerden biridir.
Söylediklerinde doğru ve haklı olduğu hususlar ağırlıktadır.
Ancak darbeci, derin güçlerin Türkiye hâkimiyeti, zannettiği gibi 1970-1980 arasına hasredilemez.
Darbeci derin devlet geleneği İttihatçılarla, 1909 dan başlar. İlk darbe 1909 da yapılmıştır ve İngiliz güdümlüdür. Ondan sonra Türkiye hiç İngiliz etkisi ve güdümü dışına çıkamamıştır.
Aksini söyleyenler de, farkında olsalar da olmasalar da, İngiliz telkin ve etkisi ile oluşmuş bir çemberin içerisindedirler ve at gözlüğü ile olaylara bakıyorlar.
Sultan 2. Abdülhamid’i doğru tanıyıp neden darbe ile düşürdüklerini doğru anlamadan bugünkü geldiğimiz noktayı doğru değerlendirmek mümkün değildir. İsmail Hakkı Pekin paşamızın yetişme şartları ve tarzı buna imkan verir mi onu bilemem. İttihatçıların bariz özelliği, Entrika, Masonluk ve Darbeciliktir. Masonluk ise Siyonizmin güdümünde modern bir tarikattir. Enver Paşa hariç ittihatçıların hepsi Sabataycıdır. Onun için Enver Paşayı sevmezler. Sakın bunu benim söylediğimi zannetmeyin; bu tesbiti sabatayist ve kamalist olup mert davranan araştırmacılar söylüyor. Dinlemeye tahammül edebilenler için bir iki-üç link verebilirim:
Sabataycıların Kurduğu Devletler👇
M.Kamal Paşa’nın Cenaze Töreni Cami’de Değil de Havra’da Yapıldığını Biliyor musunuz? Delil ve Belgeleri İle Yayınlandı.👇
2. Abdülhamid Han Hakkında Bilinmeyenler / Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca Anlatıyor 👇
Albayım,
Ben her fikre açık, muhalif olduğum düşünceleri de okur ve dinlerim. Dolayesi ile öğrenmekten zevk alırım. Benim açımdan hiç bir sıkıntı yok. Yeterki siz de farklı düşüncelerden rahatsız olmayın.
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
Olurmu Hocam,Ben de okumayı, araştırmayı, öğrenmeyi seviyorum..O nedenle sizi zevkle okuyorum… Teşekkürler…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Dinleyen, Sevinip Gurur Duyuyor Türk Gençleri Harikalar Üretiyor👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: FETHİ ALGON KİMDİR?
Devlet gemi inşa mühendisi Fethi Algon’u 1946’da Tatvan’a yollar. Kocaman bir iç deniz, üzerinde hiç deniz taşımacılığı yok.
Fethi Algon eşini, iki oğlunu alır Kurtalan Ekpresi ile önce Siirt Kurtalan’a oradan da 8 saat (122 km) süren bir yolculukla Tatvan’a varır.
Vardıklarında manzara şudur Tatvan’da.
Yol yok
Okul yok
Elektrik yok
Su şebekesi yok
Türkçe bilen yok
Bakkal bile yok
Yok yok yok yok.
Fethi Algon önce tersaneyi kurar ve Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı yapacak gemilerin, kosterlerin, römorkörlerin üretimine başlar, iskelelerin yapımları da başlar eş zamanlı Gevaş, Ahlat, Erciş, Van ve Gevaş’ta.
Sene 1950’de Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı başlamıştır bile. Siirt Kurtalan’a gelenler karayolu ile Tatvan’a, oradan da göl çevresinde nereye gidecekse. Fethi Algon bakar ki herkes yakalayamıyor feribot saatlerini, der ki Denizcilik Bankası’na buraya otel lazım.
Bunun üzerine Doğu Anadolu’nun ilk ve tek dört yıldızlı oteli Tatvan’a inşa edilir vatandaş feribot beklerken rezil olmasın diye. İstanbul’dan Yalova’dan şefler, otel müdürleri getirilir personelinin eğitimi için. Otelin adı Denizcilik Bankası Oteli’dir. Bu arada tersane arazisi bir kampüs haline getirilir. 1950 gibi senede Van Gölü’nde yelken yapılır. Çevre illerden sayısız insan yelkenli izlemeye gelir.
Fethi Algon’a devletin gönderdiği paralar Diyarbakır üzerinden gelir. Çünkü en yakın Ziraat Bankası oradadır. Mecido isimli bir eşkiya yolda parayı getirenleri soyar, bütün paraları alır. Jandarma bile Mecido’ya bulaşmak istemez. Fethi Algon, Mecido’ya haber salar, gelsin görsün beni diye. Mecido bir eşkiyadır ama devletin adamı çağırmıştır sonuçta. Kalkar gider. Fethi mühendis derdini sorar. Mecido: “Adam vurdum, eşkiyayım diye kime bana iş vermez, ne yapayım” Fethi Algon, 1.90 boyundaki bu dev adama Tatvan tersane Kampüsü’nde bekçilik işi verir. Mecido eşkiyalığı bırakır. Karda tipide çocukları okula götürmek dahil her işe canla başla koşar. Tersanenin has adamı olur.
Tatvan’da okul yoktu, mühendis Fethi Algon’un oğlanlar okula başlayacak olunca kaymakama valiye çıkıp, okul konusunu dile getirir. Sene 1948’dir. Vali kaymakam yok öyle bir para bizde. Okulu yapın biz öğretmeni atayalım. Fethi Algon bulur buluşturur, tersane kampüsünde bir oda, kara tahtaya 25 öğrencinin eğitim alacağı bir derslik kurar, valiye kaymakama haber salar, atayın öğretmeni. Böylelikle Tatvan’ın ilk okulu açılır.
Öğrenci sayısı 25’dir. 23’ü Türkçeyi ilk defa okulda duyar. Fethi Algon ve ailesi 1959 senesine kadar Tatvan’da kalır ve bugün bile Bitlis il merkezinin daha önünde anılmasını sağlayan altyapıyı atarlar Tatvan’da. Sonra geldikleri yer olan İstanbul’a dönerler. Bozulan Türkçeleri nedeniyle çocukların lakabı artık kırodur İstanbul’da.
Oğlanlardan küçük olanı Atilla yıllar sonra Denizcilik Bankası’nda müfettiş olur. 1970ler filan. Tatvan denetlemesi vardır. Gönüllü olur. Yine Kurtalan Ekspresi ile Bitlis, Tatvan’a varır. 3 gece 4 gün. Tatvan’da babası zamanında açılan Denizcilik Bankası oteline yerleşir.
Resepsiyonda dev gibi ama beli bükülmüş bir adam vardır. Resepsiyonda kavga etmektedir. Üstü başı perişandır. Atilla zar zor tanır adamı. Babasının eşkiyalığı bırakıp işe aldığı eşkiya Mecido. Sarılırlar, ağlaşırlar, dertleşirler. Babası gittikten sonra gelenler ne yapıp edip, kovulmuştur Tatvan tersanesinden Mecido eşkiyadır, adam vurmuştur, katildir diye.
Oğlunun açtığı bakkal dükkanı geliri ile kıt kanaat geçinmektedirler Tatvan’da. Sorarım size? Fethi Algon da devlettir, sonrasında gelenler de? Bu devlet nasıl bir şeydir? Hele deyin bana. O değil de Fethi Algon’un torunu Burcu Algon bugün Azerbaycan yelken milli takımının koçu. Cumhuriyet’in yarattığı katma değer bugün Cumhuriyet’in sınırlarını aşıyor.
Yalnız nasıl zamanlarsa eşkiyası bile kalite. Öyle bir Türkiye’ymiş.
Yavuz Şen.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Memleketimizin, Türkiye’mizin derdi ile dertlenen, sıkıntıların çözümüne kafa yoran, emek sarfeden tüm geçmişlerimize, niyetlerine göre, Rabbim rahmet eylesin. Yaşayanlara sağlıklı bereketli, huzurlu, uzun ömürler versin.
Em. Albay Hüseyin Akkaya:
🍋🍐🍋
Meyveyi aç karnına yemek
Bu gözlerinizi açacak! Sonuna kadar okuyun ve ardından listenizdeki herkese gönderin. Az önce yaptım !
Dr Stephen Mak, ölümcül kanser hastalarını bir şekilde tedavi ediyor ve birçok hasta iyileşiyor.
Hastalarının hastalıklarını temizlemek için güneş enerjisini kullanmadan önce, hastalıklara karşı vücuttaki doğal şifaya inanır. Aşağıdaki makalesine bakın.
Kanseri iyileştirme stratejilerinden biridir. Son zamanlarda kanseri tedavi etmedeki başarı oranım yaklaşık %80’dir.
Kanser hastaları ölmemeli. Kanserin tedavisi zaten bulundu, meyve yeme şeklimizde.
İnanıp inanmama meselesi.
Geleneksel tedaviler altında ölen yüzlerce kanser hastası için üzgünüm.
MEYVE YEMEK
Hepimiz meyve yemenin sadece meyve almak, kesmek ve ağzımıza atmak olduğunu düşünürüz.
Düşündüğün kadar kolay değil. Meyveleri nasıl ve ne zaman yiyeceğinizi bilmek önemlidir.
Meyve yemenin doğru yolu nedir?
YEMEKLERDEN SONRA MEYVE YEMEMEK DEMEKTİR!
MEYVELER MİDE BOŞ İKEN YENİLMELİDİR
Meyveleri aç karnına yerseniz, sisteminizi detoksifiye etmede önemli bir rol oynayacak, size kilo verme ve diğer yaşam aktiviteleri için büyük miktarda enerji sağlayacaktır.
MEYVE EN ÖNEMLİ GIDADIR.
Diyelim ki iki dilim ekmek ve ardından bir dilim meyve yiyorsunuz.
Meyve dilimi doğrudan mideden bağırsaklara gitmeye hazırdır, ancak meyveden önce alınan ekmek nedeniyle bunu yapması engellenir.
Bu arada bütün öğün ekmek ve meyve çürür, fermente olur ve asitleşir.
Meyvenin midedeki yiyeceklerle ve sindirim sıvılarıyla temas ettiği anda tüm yiyecek kütlesi bozulmaya başlar.
Bu yüzden lütfen meyvelerinizi aç karnına veya yemeklerden önce yiyin!
İnsanların şikayet ettiğini duydunuz:
Ne zaman karpuz yesem geğiriyorum, muz yediğimde tuvalete koşuyor gibi hissediyorum vs..
Meyveyi aç karnına yerseniz, aslında tüm bunlar ortaya çıkmayacak.
Meyve, diğer yiyeceklerin çürümesiyle karışır ve gaz üretir ve dolayısıyla şişkinlik yaparsınız!
Ağarmış saçlar, kellik, sinir patlamaları ve göz altı morlukları tüm bunlar aç karnına meyve yerseniz olmaz.
Bu konuda araştırma yapan Dr. Herbert Shelton’a göre portakal ve limon gibi bazı meyveler asidik diye bir şey yoktur çünkü tüm meyveler vücudumuzda alkali hale gelir.
Meyve yemenin doğru yolunda ustalaştıysanız, Güzelliğin, uzun ömürlülüğün, sağlığın, enerjinin, mutluluğun ve normal kilonun SIRRI sizdedir.
Meyve suyu içmeniz gerektiğinde sadece taze meyve suyu için, kutulardan, paketlerden veya şişelerden DEĞİL.
Isıtılmış meyve suyu içmeyin.
Pişmiş meyve yemeyin çünkü besinlerini hiç almıyorsunuz.
Sadece onun tadına varırsın. tüm vitaminleri yok eder.
Ancak bütün bir meyveyi yemek, suyunu içmekten daha iyidir.
Taze meyve suyunu içmeniz gerekiyorsa, ağız dolusu yavaş yavaş içiniz çünkü yutmadan önce tükürüğünüzle karışmasını sağlamalısınız.
Vücudunuzu temizlemek veya detoksifiye etmek için 3 günlük meyve orucuna devam edebilirsiniz.
3 gün boyunca sadece meyve yiyin ve taze meyve suyu için.
Ve arkadaşların sana ne kadar ışıltılı göründüğünü söylediğinde şaşıracaksın!
Kivi meyvesi:
Küçük ama güçlü.
Bu iyi bir potasyum, magnezyum, E vitamini ve lif kaynağıdır. C vitamini içeriği portakalın iki katıdır.
ELMA:
Elma yiyen insan doktor yüzü görmez?
Bir elmanın C vitamini içeriği düşük olmasına rağmen, C vitamininin aktivitesini artıran antioksidanlar ve flavonoidler içerir, böylece kolon kanseri, kalp krizi ve felç riskini azaltmaya yardımcı olur.
ÇİLEK:
Koruyucu Meyve.
Çilek, ana meyveler arasında en yüksek toplam antioksidan güce sahiptir ve vücudu kansere neden olan, kan damarı tıkanması ve serbest radikallerden korur.
TURUNÇ😗
En tatlı ilaç.
Günde 2-4 portakal almak soğuk algınlığını önlemeye, kolesterolü düşürmeye, böbrek taşlarını önlemeye ve çözmeye yardımcı olabilir ve ayrıca kolon kanseri riskini azaltabilir.
KARPUZ:
En havalı susuzluk giderici. %92’si sudan oluşur ve aynı zamanda bağışıklık sistemimizi güçlendirmeye yardımcı olan dev dozda glutasyon ile doludur.
Aynı zamanda kanserle savaşan oksidan olan likopenin önemli bir kaynağıdır.
Karpuzda bulunan diğer besinler C vitamini ve Potasyumdur.
GUAVA & PAPAYA:
Yüksek C vitamini içeriği en iyi olanıdır.
Guava ayrıca kabızlığı önlemeye yardımcı olan lif açısından da zengindir.
Papaya karoten açısından zengindir; bu gözlerin için iyidir.
Yemekten sonra SOĞUK su veya içecekler içmek KANSER’e davetiye çıkarmak demektir. Böbrekler hasar görür.
Soğuk su veya soğuk içecekler içmeyi sevenler için bu yazımız tam size göre.
Yemekten sonra bir bardak soğuk su veya soğuk içecek içmek güzel zannedilir.
Ancak, soğuk su veya içecekler az önce yediğiniz yağlı şeyleri katılaştıracaktır.
Sindirimi yavaşlatır.
Bu parçalanmış yiyecekler asitle reaksiyona girdiğinde, katı gıdadan daha hızlı parçalanacak ve bağırsak tarafından emilecektir.
Çok yakında bu durum YAĞLARa dönüşecek ve KANSER’e yol açacaktır !
Yemekten sonra ılık su içmek en iyisidir.
Dikkatli olalım ve farkında olalım. Ne kadar çok bilirsek hayatta kalma şansımız o kadar artar.
Bir kardiyolog diyor ki:
Bu maili alan herkes 10 kişiye gönderirse en az bir hayat kurtaracağımızdan emin olabilirsiniz.
Öyleyse yapalım 🍏🍓🍊🍉🍇🍍🍎🍈🍑🍒🍌
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Peygamberimiz (sav) Meyvayı Yemekten Önce Yerdi.👇
Tercih Ettiği Sebze Meyvalar:👇
Yemekten Hemen Önce ve Sonra👇
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Vatana ihanetin bir başka versiyonu… Muhalefetimiz nerede? Yumuşama,normalleşmenin hatırına sağıramı yattı? H.A
Bu Güzel Ülkemin Allah aşkına bir sahibi yokmu?Bu talan ne zaman duracak?
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Ben niçin yiyemiyorum da hep başkaları yiyor şovmenliği yapanlara şunu sorarsanız, sizi ve duygularınızı sömürttürmemiş olursunuz?
Madem her şeyi biliyor ve elinde yeterli bilgi ve belge var; yargıya müracaat edip fiili bir engelleme yoluna gitmişler mi? Gitmişlerse bize de bu bilgi ve belgeleri versinler bizde doğru ve haklı olan bir davaya destek verelim; beraber haykıralım. Ama sadece böyle şovmen üslubu ile duygu ve aklımızla alay etmek isteyen bukalemun yapılırı itibarsız insanlara alet olmak bize yakışmaz.
Benim aklım var; fikrim var; kendimi ve duygularımı sömürtmem; diyebilmeliyiz. Öyle değil mi?
Em. Albay Hüseyin Akkaya: https://www.tiktok.com/@turhancomez/video/7297289440316198150
Hocam bir aydır İşletme kapalıymış…Nasıl bir belge arıyorsunuz bilemiyorum..Yasal işlemler elbette başlatılmıştır…Ama yasayı,Anayasayı kim takıyor ki…
Bunları artık tanıyoruz ..Boşuna savunmayın artık lütfen…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Ben bir ferdim; gördüğüm her hata ve haksızlığa karşı hukuki yolla mücadele ederim ve ediyorum. Muhatabımın kim olduğuna bakmam. Babam olsa farketmez. Ama şovmenlik edip başkalarına da kuklalık da yapmam.
Birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi iptal ettiği, kararname ile yapamazsınız dediği hususları okumuyor duymuyor musunuz? Demek ki yargı istediği zaman hükümetin elini kolunu bağlayabiliyormuş?
Yalnız bu konularda samimi olmak lazım. Türkiye’de en büyük talan geleneğini oluşturan zihniyeti savunursak, tavrımızı kimseye inandıramayız?
Türkiyede talanın kurumsallaşmış sembolleri var. Onları dile getirsem, talana karşı çıktığını zannettiğiniz kişiler hemen farklı bir tavır sergiler. Sizi bilmem ama çevreniz bu tip insanlarla doludur. Bunlar sadece kendi görüşünde olmayanların talanını vurgununu gündeme taşır; rahatsız edici bulur. Türkiye’nin rant ve entrika temelini oluşturan ittihatçıların talanlarını ise gündeme bile getirmez. Bu çifte standart tavırların mensuplarını hiç kimse inandırıcı bulmuyor.
Sıkıntı tam burada, kim yaparsa yapsın entrikaya, rant kavgasına, talana, vurguna karşımıyız değil miyiz? Yoksa bunun istisnası olabilir mi? Bana sorarsanız bunun istisnası olamaz; olmamalı. Sultan Fatih’in kolunu kesme kararı veren hakim bizi rahatsız etmez; bilakis sevindirir; mutlu eder. Birleşemediğimiz nokta burasıdır; gerisi teferruattır.
İttihatçıların entrika, vurgun, yağma ve talanları ile temeli atılmış darbeci bir sistemin devamına taraftar olup, talandan şikayet eder görünmek sizi bilmem ama bana inandırıcı gelmiyor Albayım. İnanmak siparişle olacak bir olgu değil.
Değerli Kardeşim olaylara tek gözle bakmak bizi doğruya götürmez .. Sizinla Benim olaylara bakış açımız farklı.. O nedenle sizin doğrularınız size, benimkiler bana .. Bu nedenle paylaşım yapmayarak sizi daha fazla yormayacağım, üzmeyeceğim…
Dost selâlarımla…
Rabbim bizleri olaylara hissi, tarafgir, şartlanmış ve tek yönlü bakmaktan korusun ..
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Amin Hocam…
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Yönetmenlik Gerekçesi İle İHL Öğrencilerine Yıllarca Sürdürülen Başörtüsü Kıyafet Yasağını, Laik ve Kamalist Anlayışa Haklı ve Yerinde Olmasına Rağmen 1 Defa Dahi Uygulayamadılar? İşte Öz Yurdunda Parya Olmak Budur. 👇
www.ensonhaber.com/gundem/kocaelide-mezuniyet-toreninde-uygunsuz-kiyafet-gerginligi
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Kadın İmam hatip henüz göremedik. Kız İHL ‘nin mantığını anlamak mümkün değil…
Hüseyin Akkaya
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Size ailece yaşadığımız bir hatıramızı aktarayım:
Kadıköy İHL de başörtüsü zulmü doruk noktaya ulaştığı günler; birinci ordu komutanı olayları günlük takip ederek her gün rapor alıyor ve polislere her türlü baskıyı uygulayarak kız öğrenci ve velilere kan kusturuyor.
Okul öğrencileri ve velileri, bugün yayınlarından arkadaşlarınızın rahatsız olduğu ATV’nin, o günkü taraflı yayınlarını protesto etmek üzere Beşiktaş’da yürüyen hanımların önünü kesip, sonradan emekli subay olduğunu öğrendiğimiz bir beyefendi:
Erkekleri anlayabiliyoruz; ama kızların İHL’inde ne işi var deyince, bizim hanım öne çıkıp, beyfendi, onlarda anneniz öldüğü zaman annenizi yıkayacak; dedi. Bilmem siz annenizi erkeklerin yıkamasını ister misiniz? deye de sorunca, beyefendi susup yoluna devam etmek zorunda kaldı.
Evet Albayım,
Sizin sorunuz beni bile şaşırttı. DİB teşkilatında binlerce kadın görevli var. Kimi Kız Kur’an Kursu Hocası, kimisi vaize, kimisi hacda hanımlara rehberlik yapıyor. Kimisi de bizim hanımın dediği gibi ölünce annenizi, bacınızı, kızınızı yıkıyor. Ne dersiniz Laikliğe aykırı mı?
Bir bugünkü merasimde dekolte kiyafetle Lise mezuniyet proğramına girmeye çalışan kızımızı, bir de linkini vereceğim Çetin Doğan Paşamızın denetleyip reva gördüğü zulmü izleyin; farkın yorumunu da size bırakıyorum:
Kadıköy İHL Önü 2002: 👇
Gebze’deki Lise’nin Önü:
www.ensonhaber.com/gundem/kocaelide-mezuniyet-toreninde-uygunsuz-kiyafet-gerginligi
Yazan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Özür dilerim Hocam .. Ben bu geniş perspektiften bakmadım… Haklısınız.. Hanımefendi kardeşimiz de çok haklı tepki vermiş.. Kutlarım…
Biz askerler maalesef çok densiz tepkiler vererek, dindar halkımızı küstürmüş ve üzmüştür.. Benim de çok şahit olduğum, üzücü olaylar mevcut…
Dost selâlarımla…
Hüseyin Akkaya
Ahmet Ziya İbrahimoğlu: Albayım,
Estağfirullah, Özür ne kelime, ben sizi üzmeden bazı düşüncelerinizin eksiklik veya yanlışlığını anlatabildi isem ne mutlu bana.
Ben açık yüreklilikle sizin görmekte zorlanabileceğiniz bazı gerçekleri, lafı ezip büzmeden, dürüst bir şekilde, size yazmamın sebebi, kardeşimden fazla sevdiğim merhum Yusuf Akkaya ile sizin aranıza giren zihniyet farkını izâle edip cennette buluşmanıza vesile olmaktır. Başka hiç bir maksadım yoktur.
Em. Albay Hüseyin Akkaya: Allah razı olsun Kardeşim….
13/06/2024