HESABÎ OLANLARLA HASBİ OLANLARIN DAVRANIŞ FARKI

1975 yılında İstanbul/Fatih İHL’ni bitirir bitirmez hemen vazife almak için DİB’na müracaat ettim. Çünkü Lise tahsilim boyunca DİB’dan burs almıştım; mecburi hizmet mükellefiyetim vardı. Mecburi hizmet için görevimi ve görev yerimi belirlemek üzere Ankara’da yapılan mülakata katıldım. Hafızlığım, İHL’den önce medrese tahsili görmüş olmam sebebi ile İmam olmam uygun görüldü. Mülakatta aldığım yüksek puan sebebi ile seçeceğim üç ilden birine tayin edilme hakkı kazanmış olarak İstanbul’a döndüm. Seçtiğim üç il İstanbul, Tekirdağ ve İzmit olduğu için, kısa bir süre sonra Kırklareli ilinin Pehlivanköy ilçesi merkez camiine İmam-Hatip olarak tayinim çıktı. Bu arada İstanbul Gaziosmanpaşa’da bulunan Plevne Lisesinden fark dersleri imtihanı ile üniversite imtihanlarına da girmiş, sonucu bekliyordum. Pehlivanköy ilçesinde göreve başlamadan, Üniversite imtihan sonuçları ve puanlarımız belli olmuş, katıldığım İst. YİE mülakatını da yüksek puanla kazanmış ve kayıt yaptırma hakkı elde etmiştim. İki fakülteye birden devam etme niyetim sebebi ile girdiğim Lise fark dersleri imtihanlarında bütün derslerden geçer not almama rağmen sadece kimyadan 4/10 almam sebebi ile, üniversite puanım yeterli olduğu halde, Hukuk fakültesine girememiştim.

İst. YİE de kayıt yaptırdıktan sonra Pehlivanköy ilçesine giderek İmamlık vazifeme başladım. Orada kaldığım 5-6 ay içerisinde Trakya ile Anadolu insanı arasındaki, hayat tarzı ve anlayış farklılıklarını yaşayarak görüp öğrendim. Pehlivanköy o dönemde Türkiye’de içki tüketim oranının en yüksek olduğu yerlerden biriydi. Cami odasında bekar olarak kaldığım halde, cami cemaatinden beni bir çorba içmeye bile davet eden olmadığı gibi, içki içilmeyen bir anı bulup ta bir lokantada yemek yeme imkânı dahi bulamadım. İlçe merkezinde tek cami olduğu için, müftü efendi bir yere gitse ona vekâlet edecek tek kişi bendim. Kayıt yaptırdığım İst. YİE eğitime başlamıştı fakat ben derslere devam edemiyordum. Görevimden istifa etmeyi düşünemezdim. Çünkü evli ve bir çocuğum vardı. Ailemi yanıma alıp okula devam edebilmem için vazifemi İstanbul’a nakletmek zorundaydım. İktidarda MC (AP-MSP-MHP) koalisyonu var; Diyanetten sorumlu devlet Bakanı Hasan Aksay Bey, amcamın oğlu Ankara SBF de okuyor; boş zamanlarında da MSP genel merkezinde gönüllü çalışıyor. Onun vasıtası ile Hasan Aksay Beyin DİB Başkan yardımcısı Tayyar Altıkulaç Beye mektup yazdırıp görevimin İstanbul’a nakledilmesine yardımcı olmalarını talep ettirdim. Mektubu elden alıp DİB’na giderek Tayyar Bey’e bizzat verdim. Tayyar Bey aracı ile gitmemden mi yoksa Hasan Aksay Bey’in temsil ettiği siyasi anlayışa karşıtlığından mı bilmem, mektubu alıp okuduktan sonra söylene söylene yırtıp çöpe attı ve bana da öfkesini hissettirip bir şeyler söyledi ama neler söylediğini şu anda tam hatırlayamıyorum. Başkanlıktan ayrılıp köylümüz ve baba dostumuz olan Türk Harb-İş sendikası genel merkezinde sekreterlik görevi yapan Of’un Uğurlu (Çufaruksa) köyünden Mustafa Alpdündar Beyin yanına uğradım; baba dostluğumuz sebebi ile beni çok sıcak karşılayıp Ankara’ya neden geldiğimi öğrenince, bana hiç sormadan, hemen Tayyar Altıkulaç Beye telefon edip çok samimi bir tavırla, bir akrabamı sana gönderiyorum. Bunun işini görmenizi önemle rica ediyorum; deyince, ne yapacağımı şaşırdım.

Mustafa Alpdündar Bey CHP anlayışında bir insan, onu zor duruma bırakmamak için aynı gün tekrar Tayyar Beyin yanına gitmek zorunda kaldım. Aradan birkaç saat geçmişti. Sabah uğradığımda MSP mensubu, Diyanetten sorumlu devlet bakanı Hasan Aksay Beyin mektubunun akıbetini bildiğim için çekinerek, beni Mustafa Alpdündar Bey yolladı diyebildim. Hemen beni oturtup bana çay ısmarladı ve bu işin bu şekilde halledilemeyeceğini, İstanbul Müftülüğüne gidip müracaat etmemi, oradan bana yardımcı olabileceklerini söyleyerek beni güzelce bilgilendirdi ve yol yordam öğretti. Sabahki tavrı ile Öğleden sonraki tavrı arasındaki farkın sebebini anlayamamıştım.

Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gelerek İl müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocanın yanına uğradım; durumu olduğu gibi anlattım. Yanında, o zaman kim olduğunu bilmediğim, bir kişi daha vardı. Hoca beni dinledikten sonra kibarı nezaketle onayımı alarak hafızlığımı bir yoklayıverdi; sorduğu sayfaları okuduğumu görünce, birkaç soru da sorup liyakatimi teyit etti. Bana sabredersen usule uygun bir çözüm bulmaya çalışacaklarını söyleyerek Kapı varken pencereden girmenin doğru olmayacağını da hatırlattı. Müftülükten ayrıldıktan bir müddet sonra Üsküdar müftüsü Osman Fehmi Dursunoğlu Bey beni arattırıp müftülüğe çağırdı ve Malatyalı İsmail Ağa Camii İmam Hatibi Hasan Can askere gidiyor; onunla seni becayiş yaptıralım; deyince hem sevindim; hem de durumumu nereden nasıl öğrendiğine şaşırdım. Meğer İstanbul Müftüsü ile görüşürken yanımızda olan kişi bu müftü efendi imiş. Durumumu, Devlet Bakanı Hasan Aksay Beyi tanıdığımı öğrenince beni de kendi kadrosuna dahil etmeyi uygun görmüş. Tabii bunları çok sonradan öğrendim. Böylece becayiş yoluyla görevimi Üsküdar’a aldırma imkanı buldum. İşlemler tamamlanıp Üsküdar’daki görevime başlamadan müftü efendi beni yanına çağırdı ve benden bir ricası olduğunu söyledi. Bana yaptığı iyilik karşısında ricasını kabul etmemek nankörlük olacağını düşünerek buyurun hocam dedim. Üsküdar müftülüğüne bağlı Ümraniye Çakmak Mahallesi camisinde imam olup benim gibi YİE de talebe olan Adil Bebek ile görev yerlerimizi değiştirmek ihtiyacı olduğunu, Çakmak’ta cemaat Karadenizli olduğu için benim orada kabul göreceğimi, Adil Hocanın da orada cemaatle yaşadığı sıkıntıdan kurtulmuş olacağı mealinde gerekçeler anlattı. Kadrom Üsküdar Merkezde, Cuma pazarında olan Malatyalı İsmail Ağa camiinde olduğu halde beni Çakmak camiinde, kadrosu Ümraniye Çakmak Mah. Camiinde olan Adil Hocayı da Malatyalı İsmail Ağa camiinde görevlendirmiş oldu. Görevi devralmak üzere Ümraniye Çakmak Mahallesi Camiine gittim; Adil Hoca bana teklif etmesine rağmen, namazı onun kıldırmasında ısrar edince, Mihraba geçmek üzere iken caminin beş vakit müdavimlerinden Kayserili rahmetli Memiş Amca saftan çıkıp hızlı bir şekilde dışarı çıktı. Biz namazı kıldık. Namazdan sonra cemaatle oturup sohbet ederken herkes Memiş amcanın yaptığı hareketin yanlışlığını, son anda Adil Hoca’ya böyle tepki göstermesinin doğru olmadığını konuşurken, ben de nedenini sorup öğrenmeden yorum yapmanın doğru olmayacağını söylemekle iktifa ettim. Adil Hoca Memiş amca ile helalleşmeden ayrılacağına üzülmüş, cemaat bu fevri hareket karşısında mahcubiyet hissetmişti. Adil Hocadan görevi devraldım; Adil Hocayı da görevlendirildiği camiye gitmek üzere yolcu ettik.

Bir sonraki vakitte namazı ben kıldırdım. Memiş amca da camide idi. Namazdan sonra oturup konuşalım dedik ve benden önce cemaat Memiş amcaya sitem edip yaptığı hareketin doğru olmadığını söyleyince Memiş amca şaşırmış vaziyette ne yaptım? deyivermişti. Yeni imamımızın peşinde namaz kıldığını gördüğün halde neden Adil Hoca’nın peşinde namaz kılmayıp camiyi terk ettin? Dediler. Bu soruya muhatap olan Memiş amca ancak olayı anlayabildi. Memiş amca, ben Adil Hoca mı, Ahmet Ziya Hoca mı kıldıracak fark etmeden, abdestsiz olduğumu hatırlayınca koşarak dışarı çıktım; abdest alıp dönünce namazı bitirdiğinizi gördüm; cami arkasındaki bölümde kılıp çıktım. Ben Adil Hoca’ya tepki göstermedim; dedi. Oysa cemaatin tamamı ve Adil Hoca, Memiş amcanın Adil Hocaya tepki için camiyi terk ettiğini konuşmuş; sadece benim zahiren, nedenini sorup öğrenmeden hüküm vermeyelim dememe rağmen, içimden cemaatin yorumuna katıldığım için, açık vermemiş olsam da vicdanen iyi bir ders almıştım. Cemaatin hepsi Memiş amcadan özür dileyip helallik istedi. Memiş amca Kayserili olduğu için taşı gediğine koymuş; camiye yardım etmeleri şartı ile hakkını helal etmişti. Cami tam bitmemiş; minaresi de yapılmamıştı. Dernek kurup el birliği yaparak Caminin eksiklerini ve minaresini yaptırmıştık. Memiş amca zaman zaman bu olayı hatırlatır; sitem eder; beni istisna tutardı. Oysa ben de içimden cemaati tasdik etmiş; misafir olmam sebebi ile duygularımı açığa vurmamıştım.

08/05/2023 Üsküdar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu