İLİM ADAMLARI SAMİMİ ve İHLASLI OLMALI DELİL ve BELGELİ KONUŞUP YAZMALI ŞOVMENLİK YAPMAMALI…

Mustafa Öztürk Bey, Marmara İlahiyattaki görevinden ayrılıp emekli olduktan sonra, gazeteci Ruşen Çakır Bey ile beraber bir Program yaptı ve duygularını anlattı. Bir whatsapp gurubunda bu mülakatın linki paylaşıldığı için gördüm ve anlamaya çalışmak niyeti ile sonuna kadar sabırla dinledim…

Fikir üretmekten aciz insanlar arasında yaşamış, fikir üretme kabiliyetine sahip olduğu halde değeri bilinmemiş, mütevazı görünmeye çalışan fakat mütekebbir bir eda ile felsefe ağırlıklı bir şeyler anlatmaya çalıştı. Kendisini takdir edenler dışındakilerin yapısını ve anlayışını kendine göre tablolaştırmaya çalıştı. Ceviz kabuğunu bile doldurmayacak duygusal ithamlar dışında, ciddiye alınabilecek tek bir cümlesini dahi duymadım. Şovmenler gibi saçmalayıp durduğunu gördüm…

Ümmetin ehliyet ve liyakatine güvendiği âlimlerin, tenkit etmek üzere naklettiği görüşleri, benimseyip savunduğu görüşler olarak aktarmasının sebebini izah etmedi.

Bir âlimin gölgesine sığınıp, tenkit etmek üzere naklettiği görüşleri ona mal ederek, kendi saptırmalarına gerekçe göstermek cehaletten mi, kötü niyetten mi yanılgıdan mı kaynaklandığını izah etmedi.

Yahut bu tenkitlerin haksızlığını yanlışlığını da anlatmadı. Felsefe, felsefe, felsefe, somut hiç bir şey söylemedi. İstifade edilecek tek bir cümle bile duymadım. Böyle ilim adamlığı olur mu..? Bizim okuyup anladığımızdan farklı da olsa, ilmi değeri ve dayanağı olan bir görüşü dinlemek, en azından düşündürücü ve ufuk açıcı olur diye düşünenlerden olmama rağmen vaktimi zayi etmiş olmanın üzüntüsünü yaşadım…

Suyûti, farklı görüşleri nakledip zikrettikten sonra, Kur’an vahyinin hem lafız olarak, hem de mana olarak Hz. Peygamber’e verildiği görüşünü tercih ettiğini ortaya koyuyor. İslâm âlimlerinin kahir ekseriyetinin de bunu söyleyip yazarak teyit ettiklerini de hepimiz biliyoruz…

Öyleyse Suyûtî, Kur’an’ın mana olarak Yüce Allah’a, lafız olarak ise Hz. Peygamber’e ait olduğu görüşünü sadece nakledip zikretmiş; doğru bir görüş olarak kabul etmemiş olmasına rağmen Mustafa Öztürk Bey’in Suyûti’ye de izafe ederek savunduğu görüş hem yanlış hem de Suyûti’ye haksızlık ve zulüm değil midir..?

Bu durumda olan akademisyen bir insan, yapılan uyarılardan sonra, ya Suyûti’ye izafe ettiği görüşünde yanıldığını beyan etmesi, yahut Suyûti’nin o görüşte olduğunu ispat edecek kaynakları ortaya koyması, açıklaması gerekmez mi..? Bunu yapmak yerine, sadece felsefe yaparak hatalarını örtmeye çalışmak ilim değildir; şovmenlik ve lafbazanlıktır. Akademik unvanlar size felsefi tartışma kabiliyeti kazandırmış olabilir ama ilim adamı ahlakı kazandırmış olmuyor maalesef. Felsefi tartışma kabiliyetinizin olması, ilim ahlakı, samimiyet, ihlas, şuur, edep ve görgü olmadan hiç bir işe yaramıyor… Şeytanın da bilgi sahibi olduğunu hepimiz biliyor; kabul ediyoruz fakat saptırma ve aldatmalarına da direniyoruz; direnmekle mükellef olduğumuzu da kabul ediyor ve unutmuyoruz…

04.12.2020

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Yukarıdaki yazımı, kendimi tanıtmak için, kısa ve maktu bir not ekleyip Mustafa Öztürk Bey’e yolladıktan sonra şu cevabi notu yazdı:

“Bunu yapmak yerine, sadece felsefe yaparak hatalarını örtmeye çalışmak ilim değildir; şovmenlik ve lafbazanlıktır. Akademik unvanlar size felsefi tartışma kabiliyeti kazandırmış olabilir ama ilim adamı ahlakı kazandırmış olmuyor maalesef. Felsefi tartışma kabiliyetinizin olması, ilim ahlakı, samimiyet, ihlas, şuur, edep ve görgü olmadan hiç bir işe yaramıyor…”

Hiç kimse de size ağır abi edasıyla ve dahi “din konusunda hata sevap cetveli biziz” tavrıyla konuşup yumuşak yumuşak üslupla hakaret etme hakkını vermiyor. Yeter artık, çıkın gidin dünyamdan, gidin artık yetti artık; din diyanet hepsi sizin olsun; hatamı kabullenmek şöyle dursun, bugüne kadarki her sözümden her cümlemden tövbe ettim felsefe melsefe yapmadan,

Tamam mı? Oldu mu kâfi mi, artık yeter. Efendi adam pozunda hakaret etmenin âlemi yok. Verdim istifamı çektim gittim yetmedi mi? İlla da sizin doğrunuza doğru deyince mi ilim adamı olunacak? Yeter.

Mustafa Öztürk

Bu cevabı notu yazdıktan sonra beni engelledi. Bunun üzerine şu notu yazarak kendisine yolladı isem de bakmamış olduğu anlaşılıyor.

Mustafa Bey, Sizin yazı ve konuşmalarınız sebebiyle, sorulara muhatap olan insanların yanlış gördüğü ifadelerinizi, düzeltme gayreti bir görev değil mi..?

Kızmak neyi değiştirir..? Suyuti’ye izafe ettiğiniz görüşler doğru değil size iftira ise düzeltiniz. Size haksızlık yapılmasına aracı olmayalım. Yok doğru ise siz Suyuti’ye haksızlık etmiş olmuyor musunuz..?

Ahmet Ziya

Bu yazışmadan sonra şu yazıyı yazdım:

CHP DÖNEMİ ve ZİHNİYETİNİN MİLLETE KAZANDIRDIĞI TAHAMMÜL GÜCÜ…

Kur’an’ı Kerim’i sıradan bir kitap gibi, doktora talebesi tezi gibi eleştirip, Allah’ın Resulüne, “Kur’an’ı Kerim’in lafız ve manasına müdahale etme” ithamında bulundu…

İlimde otorite olan âlimlerimizin, söyleyip yazmadığını, söylemiş yazmış gibi gösterip kendi görüşlerine dayanak kılmaya çalıştı…

Ümmeti Muhammed’in 14 asırdır sarsılmayan değerlerine, inançlarına, otoritelerine, teamüllerine dil uzattı…

Kafasına göre konuştu; yazdı; sinir uçlarımızla dokunup oynadı. Milletin parası ile kurulan fakültelerimizde yıllarca barındı; yedi içti; kendi isteği ile emekli oluncaya kadar Müslümanlar ona tahammül etti; hakaret etmedi; kovmadı, dışlamadı…

Emekli olduktan sonra, ahiretini heba etme fırsatını kaybetmesin, bir çift söz ve nasihatle birlikte kendisine tövbeyi hatırlatalım dedik; ateş püskürdü; tepki gösterdi; tahkire yeltendi; iyi mi..?

Akademik unvandan başka ciddiye alınacak hiç bir özelliği olmayan böyle bir insana, emekli oluncaya kadar tahammül edebilecek sabır ve olgunluğu gösterebildiysek, bunu biraz da CHP zulüm döneminde gördüğümüz “zorunlu sabır eğitimine” borçluyuz galiba..?

Öyle değil mi, ne dersiniz..?

06.12.2020

Ahmet Ziya İbrahimoğlu