MUHTEREM M.SAİD YAZICIOĞLU HOCAMIZA BAZI MÜLAHAZALAR
Muhterem M.Said Yazıcıoğlu Hocamıza
السلام عليكم ورحمة الله وبركاته وبعد
Hatırlatmanız vesilesi ile Haber Türk’te M.Akif Bey ile iki saati aşan sohbetinizi dikkat ve ilgi ile izledim…
Görüş ve tespitleriniz içerisinde, istifade edilmesi, değerlendirilmesi gereken yönler olduğu gibi müzakere edilmesi gereken hususlarda vardır. Yılların yaşanmış tecrübeleri üzerine bina edilmiş görüşlerinizi yazmış olmanız ise ayrı bir güzellik ve kazanç. En kısa zamanda “Hatıratınızı” alıp okuyacağım İnş.
Gerek Mavera ve gerekse Haber Türk sohbetinizi dinledikten sonra zihnimde uyanan düşünceleri yazmamı, dost bir kardeşinizin değerlendirmesi kabul eder misiniz muhterem Hocam…?
Sizi, sizin dışınızdakilerden daha âlim olduğunuz yahut daha az hatası ve eksiği olduğu veya aynı meşrepten yahut aynı bölgeden olduğumuz için sevmedik. Biz sizi ve ağabeyinizi, yerli, milli, mütevazı, doğal ve tabii duruşunuz, şartlanmamış samimi yapınızdan dolayı sevdik…
Bu iki konuşmanızı dinledikten sonra yeni keşfettiğim bir şey daha oldu. Merhum Bekir Topaloğlu Hocamız ile fiziki ve fikri benzerliğiniz beni şaşırttı.
Benzer bir aile yapısı içinde yaşayıp yetişmeniz, aynı coğrafi bölgeden olmanız, aynı alanlarda akademik çalışma yapmış olmanız bu benzerliği bariz hale getirmiş olabilir mi bilmiyorum..?
Muhterem Hocam, Merhum Bekir Topaloğlu, YİE den, hem Hocam hem de hukukumuz olan bir ilim adamı idi. Farklı düşündüğümüz konuları rahatlıkla müzakere edebilirdik. Mekke’de olduğum yıllarda beraber ailece Umre yaptık. Aynı bölgenin ilim adamlarından istifade ettik. Onun Hocası olan bazı hocalardan ben de okuduğum için birçok ortak noktamızın bulunması irtibatımızı devamlı kılmıştı…
Duruşu, mütevazılığı, politik olmayan yapısı, şartlanmamış lığı, sadeliği, yerli ve milli olması açılarından aranızda müthiş bir benzerlik var…
Muhterem Hocam, 41 yıl Mekke oturumlu yaşamam, bu sürenin 25 yılı Türkiye ile irtibatımın zayıf kalmış olması, bana bazı mahrumiyetler yaşatmış olsa da, bazı özellikler de kazandırmıştır…
Türkiye’den gelen birçok insanla yakından görüşüp tanışma imkânı bulduğum gibi İslam dünyası ile beraber bütün dünya ülkelerinden Mekke’ye gelen değerli ve seçkin insanlarla, siyasilerle, âlimlerle tanışıp görüşme fırsatı da buldum; Mekke Ümmül Kura Üniversitesinde 80-90 ülkeden talebe ve hocalarla uzun yıllar beraber olduk; görgüm ve tecrübem arttı; ufkum genişledi…
Değerli Hocam, Yaşadığım ve henüz ayrıntılarını yazmadığım yakın tarihli bir hatıramı paylaşıp bir kaç hususu dikkat ve değerlendirmenize arz etmek isterim:
Merhum Bekir Topaloğlu Hocamız “günlük” yazardı. Emri Hak vaki olmadan bir iki yıl önce, Osmanlıca yazdığı bu günlüklerini Ladin harfleri ile yeniden düzenleyip baskıya hazır hale getirmişti. Tayyar Altıkulaç Hoca ile beraber gözden geçirip istişare etmesi sonucu, Onun istek ve tavsiyesine uyarak, yazdığı bazı bölümlerde düzeltmeler ve güzellemeler yapmış; bu son hali ile basılmak üzere Ensar Vakfına teslim etmişti. Gizli bir el devreye girerek basılmasını engellemiş, “maddi imkân ve şartlar müsait olmadığı” gerekçesi ile Hocamızın günlüklerinin basımı sağlığında gerçekleşmemişti. Ölümünden sonra ise dizgisi tamamlanarak basılacak hale gelmiş olan bu 1200 sayfalık hatırat, Ensar Vakfından geri alınmış ve içerisinde geçen ve yayınlanması mahzurlu görülen bazı bölümler çıkartılarak, bazı bölümler de değiştirilerek 700 sayfaya indirilmiş halde, Tayyar Altıkulaç Hoca’nın yönlendirmesi ile bir gurup tarafından, yeniden yayına hazır hale getirilmiş olsa da, basılıp piyasaya sürüldüğü, satışa arz edildiğini henüz duymadım…
Merhum Hocamızın sağlığında, Tayyar Altıkulaç Hoca ile beraber yapılan düzeltmeler ve güzellemelerden sonraki halini, benim hatırat okumaya meraklı olduğumu bilen bir arkadaş, incelemem için, elektronik ortamda mailime göndermişti. Dikkat ve ilgi ile okuyup notlar aldım. İçerisinde birçok insan ile ilgili notlar olduğu gibi sizinle ilgili notlar da olduğunu gördüm…
Bu notlardan, özellikli ve yaşayan bazı akademisyenle ilgili olanları, seçip ilgililerine fotoğraf şeklinde yollayarak, günlüklerin basılmamasına engel görülen hususlara gösterilecek tepkiyi ölçmeye çalıştım. Bunların sayısı 30-35 kişi olup 25 kişiden geri dönüş aldım. Yirmi kişinin tepkisi gayet normal, bazı noktalara itiraz olsa da çoğunlukla olumlu düşünceler yazmışlardı. Sadece 4-5 kişi olumsuz sayılabilecek şeyler yazmış, bir iki kişi ise sert tepki gösterip olumsuz ifadelerle görüşlerini yazmışlardı. Hukuki sıkıntı oluşturabilecek tepki gösteren ise sadece 1 kişi olmuştu…
Olumsuz tepki gösterip rahatsız olanlar, Hocamızın yakın dostları, çalışma arkadaşları arasından çıkması beni şaşırtmıştı. Oysa Hocamızın onlar hakkında yazdıkları, gerçeklerin yumuşatılmış hali idi. Hatıratın basılmasını engelleyenlerin yakın dostları arasından olduğunu öğrenmek de beni hayrete düşürmüştü…
Genellikle tenkite, özellikle dost tenkitine alışkın olmadığımız gibi tahammülümüz de yoktur maalesef…
Merhum Bekir Topaloğlu Hocamız gibi halim selim ve yumuşak tabiatlı bir ilim insanının, gözlemlerinin düzeltilmiş haline bile tahammül edemeyenlerin, ilim adına konuşmaları, ıslahtan bahsetmeleri, topluma yön vermek istemeleri, ilimlerin yeniden ihyasından bahsetmeleri, toplumu yönlendirmek istemeleri ne kadar samimi ve inandırıcı olabilir, nasıl güven telkin edebilir..?
Bu bahsettiğim 30-35 kişi Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV nın son elli yılına damga vuranlar arasındandır. Onlar hakkında Bekir Topaloğlu Hocamızın müşahede ve yaşanmışlığa dayanan yazdıkları ise, kendileri tarafından düzeltilmiş olmasına rağmen bilinmesi ve yazılması uygun görülmemiştir.
Hocamızın Osmanlıca yazdığı orijinal kayıtlara ise hiç bir zaman ulaşamayacağımızı zannediyorum…
Muhterem Hocam, Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi asrımız, nokta ihtisaslar asrı olup, akademik unvanlar âlim olma anlamı ifade etmiyor. Bu sebeple münferit içtihat imkânı kalmamış, içtimai içtihat zarureti ortaya çıkmıştır. Hiç bir hekim, insan vücudunun tamamı ile ilgili, organların etkileşimi sonucu, vücudumuzda oluşan sıkıntıların tamamını çözüme kavuşturacak bilgiye sahip olamadığı, böyle bir ihtiyaç olması halinde değişik branştaki hekimlerin bir araya gelerek kanaat oluşturmaya çalıştığı gibi, İslami ilimlerinin her hangi birinin, cüzi bir kısmına aşina olup akademik unvan kazananlar da çözüm üretilmesi gereken konuları her açıdan değerlendirmeye hâkim olma imkânına sahip değildir. Herkes, filin tuttuğu yerine göre fili tarif edenler gibi, kendi bulunduğu zaviyeden meselelere bakıp değerlendiriyor. Birbirini seven, Farklı görüş ve değerlendirmelere tahammülü olan, birbirini doğru anlamaya çalışan, bir araya gelebilen, samimi bir gayretle İslam’ı doğru anlama, yaşama ve yaşatma gayretinde olan kaç kişi tanıyabildiniz..? Ben, merhum Bekir Topaloğlu Hocamız gibi, düşüncelerini, sansürsüz, kınayanların kınamasına aldırmadan, samimi ve olduğu gibi yazabilenlerin bile çok az olabileceği kanaatindeyim. Bunun da sebebi hayatında siyasi ve idari resmi hiç bir görev almamış, bozulmamış bir fıtrata sahip olması, olsa gerek..?
Diyanet, kuruluşundan beri, halka karşı resmi ve mesafeli duruşu bir yana kendi personeli ile bile gönül bağı oluşturmayı becerememiş olması nasıl izah edilebilir..?
Emekli olan kendi personeli ile bütün bağları kesilen bir teşkilat ve yapılanmanın halk ile kuramadığı “gönül bağı” boşluğunu, doldurmaya çalışan, farklı amaçlı cemaatlerle hiç bağ kurmayı bile deneyip başaramadığını görmeden, “Sahabe tenkitine” takılmak ne kadar inandırıcı olabilir…?
Bugün “fetö” ve benzeri örgütler varsa ve kendilerine halk arasında yer bulabiliyorlarsa, bunun kabahatini Emevi’lere yahut Sahabe dönemine dönüp bakarak aramak yerine,
kendi hata ve eksiklerimizde aramak daha doğru olmaz mı..? Devlet halkla inatlaşıp sürtüşürken Diyaneti yanında yer almaya mecbur kılmış, Diyanet de bu ezikliği Müslümanları tenkit ederek örtmeye çalışmıştır. Halkı, samimi ve ihlaslı Müslümanları temsil etmekten çekinmek zorunda bırakılmıştır…
Ramazanların başlama ve Bayram günlerinin belirlenmesi işinde bile oynanan oyunu hala keşfedip itiraf edemeyen bir anlayışı yaşatıyoruz. Tayyar Altıkulaç Hoca ve Sami Uslu Bey ile bu konuda yaptığımız yazışmalarda ayrıntıları bulabilirsiniz…
Mavera Sohbetinde Tayyar Altıkulaç Hoca’ya sordular:
Başkanlık döneminizde “Süleymancılar” ile uğraştığınız gibi “Fetöcü’ler” ile de uğraştınız mı..? Verdiği cevap ilginçtir:
“Onlar bana ayak bağı olmadıkları için onlarla uğraşma ihtiyacı olmadı.” Bu anlayış, İslami bir anlayış olabilir mi..?
Bu ülkede namaz kılmayan, yalan konuşan, ibadetleri ciddiye almayıp keyfine göre uygulayan, halktan kopuk, kendi dışındaki değerleri, samimi ve gayretli Müslümanları, sırf teşkilatta fiili görevi olmadığı için, istişareye layık görmeyen, verilen selamı bile bazen alamayan, yaşantı ve samimiyeti ile örnek olamayan başkanlar ve ilahiyatçılar varken, onların ıslahı yerine Emevi tenkiti ile uğraşıp teselli bulan, hadis inkarcılığında çözüm arayan akademisyenler ile nereye nasıl varabiliriz..?
Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Akaid, ilmi Kelam alanında, alim ve akademisyenlerinden, müktesebi yeterli görülenlerin bir araya gelip, yeniden müzakere edilmesinde fayda görülen, önemli hususları müzakere edip ittifak edilenleri hayata yansıtıp uygulamaya kim itiraz edebilir..? Kim karşı çıkabilir..?
Hz. Mevlana’nın ifadesi ile “Allah’a şükürler olsun ki, bizleri bütün millet ve kavimlerden sonra yarattı; bakıpta ibret alma imkân ve fırsatımız var.” Sahabe devrinde yaşanan ihtilaf ve nizalar, münakaşa ve harpler, bizim için talihsizlik değil, ibret alabilirsek rahmettir. Affımız için, merhamet gerekçesidir. Öyle değil mi muhterem Hocam..?
Bir kaç ay önce bir arkadaşın paylaşımı vesilesi ile Mehmet Görmez Hoca’nın bir seminer konuşmasını dinledim. İmam Gazali’nin İhya mukaddimesinden iki satır seçip almış, metin olarak tahtaya yazarak onun üzerinden ilimlerin yeniden ihyası gerektiğini anlatmaya gayret ediyor; iddialı cümleler ile konuşmasını ilmi bir zemine dayandırmaya çalışıyordu. Dikkatle dinledim; tekrar başa alıp bir defa daha dinledim. İbareyi hatalı aktardığını tercümeyi de yanlış yaptığını görünce, kendi anlayışımı test etme ihtiyacı hissettim. İhya tercümelerine baktım; üç tercümeden biri (Bedir Yayınları Tercümesi) o bölümü tamamen atlamış, diğer iki tercümede ise o bölümü doğru anlamadığı için yanlış tercüme etmiş olduklarını gördüm. Bir kaç lügata baktım; bir kaç arkadaşla da istişare edip anlayışımı teyit ederek kısa bir makale yazdım. Mehmet Görmez Hoca ile de paylaştım. Aşağıda sizlerle de paylaşıyorum. Bu arada Mehmet Görmez Hoca Giresunlu, Trabzonlu veya Oflu da değil, Diyarbakırlı, Ali Köse Hocamızın kulakları çınlasın…
Selam, dua ve hürmetlerimi arz ederim.
03.06.2020
Ahmet Ziya İbrahimoğlu