Sami Uslu Ahmet Ziya 2018 Yazışmaları

Hayırlı akşamlar muhterem hocam,

Gönderdiğiniz yazıları okudum. Bu arkadaşımızı müşavirlik günlerimden tanırım. Bana soğuk bakışlı olanlardan birisiydi. Yazdıkları içinde zikrettiği isimlerden de anlaşılıyor. Hatırladığıma göre bir sabah onları evimde kahvaltıya davet etmiştim. Mustafa Demirkan ve Fatih Saraç da vardı. Orada böyle bir konu; bahusus ınkılap kanunları konuşulurken zat-ı alinizin bu kanunlara rağmen dini gün ve ayların, hatta takvimlerin yapılmasını da diyanetin uhdesine döndürdüğünüz gibi konular konuşulurken ” ..bahsettiği çınar altında daha detaylı anlatırım” gibi şakavari bir söz söylediğimi hatırlıyorum. Onu şimdi burada zikretmesi tamamen söylediğiniz gibi şartlı bir ruha sahip olduğunu göstermektedir. Bir gün dahi Mekke’de ofisime ayak atmamışlardır. Onları, o tarihteki insanları Hasan Elik ve Fuat Genel benden çok daha iyi bilirler. O günlerdeki sıkıntılarını yazdıklarının içine kustah bir uslupla sinsice yerleştirmiş. Şahsen ben yazdığı pervasız mektubunun bir çok satırında bunu gördüm. Hissettim. Ona o derece değer vermeniz gerekmezdi. Galiba basına intikal ettiği için ilgilendiniz. Nerde olduğunu hatırlamıyorum; yıllarca sonra bir yerde -belki Fatih camiinde- karşılaşmıştık. Çınar altı konusunu ayak üstü sormuştu. Gülüp geçmiştim. Şimdi onu bile çarpıtmış. Hatırlarsınız biz bunları görev yaptığımız günlerde hep dengesiz olarak yad ederdik. Bu yazışmalarla ne kadar haklı çıktığımızı bir kere daha görmüş oldum. Rü’yet konusuna ben bir şeyler yazmaya gerek görmedim. Zatınız zaten alasını yapmışsınız. En derin kalbi selam ve saygılarımla. Sami USLU

Not: Ben yazışmalar içinde ismimin geçmesi nedeniyle kendisine bulaşmayı düşünmüyorum. Zihnimden geçen ve söylemediğim bir konunun otuz kusur yıl sonra faş edilmesine –bir anlamda kendimi de zorlayarak- tevessül etmeyi de pek ahlakı görmüyorum. Esasında o an neyi düşündüğümü de bu gün için bilebileceğimi pek isabetli görmüyorum. SU

NOT: Bu mesaj Tayyar Altıkulaç Hoca’ya yazıldığı halde sehven Ahmet Ziya Hoca’ya gönderilmiştir. Bu mesaj gönderildikten 10 dakika sonra silinmiş ve yerine aşağıdaki mesaj gönderilmiştir. A.Z.


YİRMİ SATIRLIK BİR DEĞERLENDİRME MESAJINDA 20 YANLIŞ NASIL YAPILIR..?

Sami Uslu Bey’in Dikkatine,

Tayyar Altıkulaç Hoca’ya yazıp bana sehven gönderdiğiniz mesajınızı, yazı olarak basınca 20 satır olduğunu gördüm. Bu satırlara sıkıştırdığınız 20 yanlış, (bazıları yalan olsa da ben yanlış demeyi tercih etmemin sebebi küstah üslup kullanmamaya ihtimam göstermemdir.) bir zamanlar “Din Hizmeti” yürütme sorumluluğu üslenmiş bir kişinin taşıdığı ciddiyet ve sorumluluğun göstergesi kabul edilebilir mi bilmem ama ben size yakıştıramadım.

Yazınızdaki yanlışları sıralayayım; siz de teyit etmek zorunda kalacağınızı göreceksiniz.

**1-**Beni müşavirlik günlerinden tanıdığınızı söylüyorsunuz; Mekke Üniversitesi’nde okuyan öğrencileri bir defa Mekke’deki müşavirlik merkezine davet ettiniz; o davete icabet etmiş ve bir defa görüşmüşüz. Başka hiç bir fiili ve fiziki görüşmemiz olmamıştır. Nasıl tanıdınız? Kim vasıtası ile tanıdınız..?

**2-**Size soğuk veya sıcak bakmam söz konusu olmamıştır. Siz bize soğuk bakmış ve davranmış olmanız sebebi ile sıcak bir ilişkimiz olamamıştır. Çünkü görev yaptığınız günlerde bizi “dengesiz olarak yâd ettiğinizi” siz söylüyorsunuz.

**3-**Benim içinde olduğum her hangi bir gurubu evinize davet etmeniz vaki olmamıştır.

**4-**İnkılap kanunlarının gündeme geldiği bir toplantımız asla olmamıştır.

5-“Emekli olunca çınar altında buluşup bazı konuları konuşabilme” ifadeniz Mekke/müşavirlik toplantısında herkesin yanında söylenmiştir; şakavari değil, ciddi olarak, ancak o zaman rahat konuşabileceğiniz mazeretine sığınmak için, söylemiştiniz.

**6-**Evet, Hasan Elik uzaktan da olsa bizi tanır fakat “kendisini referansı değerli olan bir arkadaşımız saymayız” Buna rağmen ciddiyetimizi, yalan konuşmayacağımızı kendisinden sorarsanız teyit edeceğini zannediyorum.

**7-**Küstah olarak gördüğünüz üslubumuzu Tayyar Altıkulaç Hoca “Nazik” bulduğunu ifade ettiğini onun yazılarında da görmüş olmanız gerekir.

Siz “küstahlıkla” samimi dost tenkitini, birbirine karıştırmanız yağcılığa alışık olmanızdan mıdır bilmem ama bizim karakterimiz inandığını kıvırmadan samimiyetle ve mertçe söylemeye müsait, buna alışmışız. Yağcılığı da sevmiyorum; üslubumda da kullanmıyorum. Bunu da Hasan Elik Bey’den sorup teyit edebilirsiniz.

**8-**Tayyar Altıkulaç Hoca’ya yazdığım tenkit ve uyarı yazılarımın birçok satırında gördüğünüzü yazdığınız “pervasızlık” lardan bir örnek yazıp uyarmış olsaydınız, tenkit kabiliyetinizi öğrenmiş ve istifade etmiş olurduk.

**9-**İnsanlara başkaları değer verdiği için değerli olmaz; değerli olan insanların değeri bilinir/bilinmeli… Değer, yaptıklarınız ve yaşadıklarınızla kazanılır. Başkalarının lütfu ile kazanılmaz.

**10-**Belli ki basına intikal etmeyen konulara değer verme alışkanlığınız yok. Konuları ve insanları Allah rızası için değerlendirmeyi, hiç olmazsa emeklilik döneminde öğrenseniz, ahiret için iyi bir hazırlık olmaz mı..?

**11-**Hafızanızın bu kadar zayıf olduğu bilinseydi size asla önemli görevleri vermezlerdi dersem yine “pervasızlık” yapmış olur muyum..?

Sizinle yazışmamız 30 Eylül 2016 günü HICAZLILAR whatsapp gurubunda olmuştu. Siz rü’yet ve takvim konusunda görüş beyan ettiniz ben de görüşünüze talik yazdım. Yazışmaları silmeme alışkanlığım sebebi ile isterseniz size mesajlarınızı gönderebilirim.

**12-**Türkiye’de hiç bir yerde karşılaşmadık. Ayaküstü konuşmadık; gülüp geçme durumu da olmadı.

**13-**Hiç kimsenin yazı söz ve davranışını çarpıtmadım; uzun yıllar “Tahkim komisyonu Başkanlığı” görevim sebebiyle dinlemeyi ve doğru anlamayı bildiğimi söyleyenler arasında çarpıttığımı söyleyen şu ana kadar çıkmadı.

Siz bu kanaatte iseniz neyi çarpıttığımı açık ve net bir şekilde yazabilirseniz istifade etme fırsatı vermiş olursunuz. **14-**Yazışmalarımız Tayyar Altıkulaç Hoca ile olduğu halde, Onun görüp yazmadıklarını sizin görmüş ve yazmış olmanız, kraldan çok kralcılık değil midir..?

15-“Bulaşmak” istemediğinizi yazdığınız kişiye hakaret etmeniz bir çelişki değil midir..?

Hakareti gıyabımda yapmayı düşünmüşsünüz fakat Rabbim sizi yanılttı ve mesajınızı sehven de olsa bana da gönderdiniz. Bu yanılgınız bana CHP genel sekreterinin “No” yerine “Yes” tuşuna basması sonucu, hoş olmayan sözlerinin deşifre olması ve silinip gitmesini hatırlattı. Hiç kimse, insanın kendine verdiği zarar kadar, kendi kişiliğine zarar veremez. Biraz nefislerimizi sorgulamamız gerekmez mi..?

**16-**Ben sizi misal olarak zikretmem, Tayyar Bey’in mesai arkadaşlarındaki üslup benzerliğine işaret etmek içindi. Görevde iken konuşamadıklarınızı, emekli olunca konuşmayı vadettiğiniz halde emeklilik sonrası bile konuşmaktan imtina ettiğinizi hatırlatmak içindi.

**17-**Söylediklerinizi, hatalı, yanlış veya çarpıtarak aktarmadığıma Rabbim şahittir. Elimde yazılı somut mesajlarınız var. Söylediklerinizi onlarca kişinin huzurunda söylemeniz sebebi ile şahitler var.

**18-**1986 yılı Şevval Hilalini gören arkadaşlar arasında zikrettiğim isimler, ilim sahibi, ahlakı ve duruşu ile ihlaslı ve samimi arkadaşlarımızdır. Güvendiğiniz Hasan Elik Bey bile aksini söyleyemez.

Ben Fatih Saraç ismini zikretmedim; bu kardeşimiz ile olaylara bakışımız ve üslubumuzun farklı olduğunu da Hasan Elik Bey’den sorup teyit edebilirsiniz.

**19-**Kendi ifadeniz ile “görevde iken dengesiz olarak görüp yâd ettiğiniz” bizleri gerçekten tanımaya gayret etseydiniz, bu düşüncenizden utanç duyacağınızdan hiç şüphem yok…

Samimi, mert duyarlı ve ihlaslı insanları dengesiz görüp uzak durmanız, bilerek veya bilmeyerek, sizi İngiliz projelerine nasıl hizmet ettirdiğini görebilseniz, aramızdaki ihtilafların çoğu ortadan kalkardı.

**20-**Hiç bir sözümde hakaret ve küçümseme kastım yoktur. Görüşlerimi, samimi açık ve inandığım şekilde, sansürsüz yazdım; yazıyorum.

Size de yazdıklarımı bilerek gönderiyorum; keşke sizler de aynı açıklık ve samimiyetle yazabilseniz ve biz de değerlendirip yararlanabilsek..?

Mesajınız ilk geldiğinde böyle zannetmiş ve sevinmiştim. Muhtevası hoşuma gitmese de açık ve net yazmanız hoşuma gitmişti. Sonra silip sehven gönderdiğinizi anlayınca üzülüp sukutu hayale uğradım.

**21-**Merak ettiğiniz her şeyi açık ve net bize sorsanız, biz de size hiç bir gizleme ve çarpıtma olmadan, açık net ve doğru bilgi yazsak daha güzel olmaz mı? Doğru bilgi sahibi olmadan, zanlar üzerinden yanlış yorumlar sizi riskli ve sıkıntılı alanlara sokuyor. Bunu şimdi bile anlasanız tövbe kapısının açıklığından istifade etmiş olabilirsiniz…

**22-**Bu arada Fuat Genel değil, Fuat Güenl Bey’in adını bilmem sehven mi yanlış yazdınız?

**23-**Eğer görevde iken de Tayyar Altıkulaç Hoca’yı böyle suizanlar üzerine kurulmuş, yanlış bilgiler ile yanıltmış iseniz, emekli olduktan sonra bile, bunu itiraf edip tövbe etmeniz, sizin için hayırlı olacağı kanaatindeyim. Benim Tayyar Bey’i görevde iken yanıltanlarla ilgili somut bilgi ve belgelere dayanan fiili müşahedelerim var. Bu dosyaları, zaruret ve gerek olmadıkça açmak niyetinde değilim. Ama ahirette açılırsa işi çok zor olanları biliyorum…

Siz benimle ilgili, hakaretvari ifadelerle fikir beyan ettiniz. Dayanaklarınızın hepsi yanlış olduğu halde, ben de size acı bir cevap/tenkit yazdım. Ben direk size yazıyor yanlış ve hata varsa düzeltme fırsatı tanıyorum. Benim de istediğim sadece budur. Başka bir kastım yoktur. Bir vesile olmadan, bahane arayıp söz ve konu açarak, kimseyi rencide etmek düşüncem olmadığına Rabbim şahittir. Üslubumda hata varsa, yanlış anlamaya yol açtıysam uyarmanız halinde düzeltmeye açığım. Bu yazım, sizin Tayyar Bey’e yazıp bana sehven gönderdiğiniz değerlendirme notunuza bir cevap mahiyetinde yazıldığı da dikkate alınmalı, beraber değerlendirilmelidir. Selam ve saygılarımla, 22.11.2018

Ahmet Ziya İbrahimoğlu


Ahmet Ziya Bey kardeşim,

Yazdıklarınızı okudum. Teşekkür ederim. Bu konuların üzerinde durulması kanaatimce gereksiz. Gerçekten mübarek beldede olduğum günlerde ofisime uğradığınızı hatırlamıyorum. Sadece siz değil, yakın arkadaşlarınız da. Tayyar hocamla yazışırken hiç gereği yokken ismimden bahsetmeniz ve sanki bazı konuları söylerken dahi sıkıntılar çektiğimizi o cümlelerin içine yerleştirmeniz gerçekten durup dururken bir BULAŞMA kelimesiyle ancak ifade edilebilir. Bu durum beni rencide etmiştir. Mesajımın size ait olmadığını anlamıştım. Silmiştim. Önemli değil. Muttali olduğunuz anlaşılıyor. Rü’yet-i Hilal konularını şu kadar yıl geçtikten sonra faş etmeye çalıştığınızı da anlamış değilim. Eğer bir hata dahi yapılmış olsa, zihinlerin karışmasına neden olmaktadır. Başkanlığımızın o tarihteki düşüncesi birliği sağlamaktı. Gerçi İHTİLAF-I METALI’a itibar edilse dahi dinen bir mahzur yoktur. 1986 yılı geçmiştir. Şu anda bunları ortaya dökmenin bir anlamını bulamadım. Bu konuların daha da fazla uzatılmasında hiç bir yarar görmüyorum. Bir araya gelebilirsek, ( çınar altı) konularına yine de eski günlerin anekdotları olarak bir şeyler anlatabilirim. Sözümde duruyorum. Selam ve sevgilerimle.

SAMİ USLU


Değerli kardeşim Ahmet Ziya Bey,

Yazdıklarınızı okudum. Genişçe cevabım olacak. Ankara’dayım. Bursa’ya döndükten sonra. Öncelikle şunu belirtmek isterim: daha önce Tayyar hocama yazdığım mesajın yanlışlıkla size gitmesi beni mutlu etti. Eğer öyle olmasaydı, bu yazışmalarımız olmayacaktı. Cenab-ı Allah bir yanlışın tashihini Murad etmiş gibi. Gerçekten yanlışlarım var. ” Kahvaltı konusu, ınkılap v.s konuları, sizin için (Şartlı bir ruh) demişim. Pervasız ve dengesiz kelimelerini yazdığımı gördüm. Tayyar hocama yazılan rü’yet-i hilal konularına ismimin gereksiz sıkıştırıldığını görünce müteessir olup kontrol dışına çıkarak maalesef sizin için bunları yazıvermişim. Rabbim uygun görmemiş ki, beni yanıltmış mesaj size ulaşmış. Bu kelimelerden dolayı özür dilerim. Fakat uzunca cevabım olacak.

Printerdan yazdıklarınızı çıkartacağım. Madde madde ben de cevap vermek isterim. Yazılması gereken hususlar var. Yazdıklarınız içinde şahsım hakkında, müstehzi, istihfaf, ima ile de olsa telmih yoluyla hakaretamiz ifadeleriniz var. Onlara detaylı cevabım olacak. Yaşım seksene çok yakın. Gençliğim şüphesiz böyle değildi. Unuttuğum konular olmuş. Siz tashih etmişsiniz. Teşekkür ederim. Zaten yazsak veya yazmasam da Kaf Suresi 16 ve 17. Ayetlerinde beyan buyurduğu şekilde ve İsra Suresinin 14. Ayetiyle anlatıldığı gibi her şey önümüze konulacak. O bakımdan bu yazışma beni rahatlattı. Neden o kelimelerle rencide olmanıza sebep olduğum ve o an alelacele bir şeyler yazdığım halet-i ruhiyemi de uzunca cevabım içinde bulacaksınız. Kısaca şu an bunları yazmış oluyorum. Selam ve sevgilerimle.

22.11.2018 Sami USLU


Değerli kardeşim Ahmet Ziya İbrahimoğlu,

Size Bursa’ya döndükten sonra cevap vereceğimizi söylemiştim. Ancak, yazdıklarınızı bu gün bir toplantı sonunda alel acele okuyup size yazdığım mesajı göndermiştim. Daha sonra bana gönderdiğiniz uzunca cevabi yazınızı okuduğumda söylediklerinizin yenilir yutulur olmadığını anlamış bulunuyorum. O bakımdan bu mektubumu yazıyorum.

Kısa mesajımda sizden özür dilemiştim. Orada KÜSTAH kelimesini zikretmemişim. Diğer hakarete giden kelimelerimden üzüldüğümü yazmıştım. O ifadelerimden dolayı pişmanlık duydum.

Yazmamalıydım. Cidden kendime yakıştıramadım. Bu konularda üzülmenizi haklı buluyorum.

Nezakette kusur etmemek için yine KARDEŞİM diye başladım. Oysa bana gönderdiğiniz mektubunuzda o derece ağar ifadeler kullanmışsınız ki, cidden üzüldüm. Hatta İngilizlere hizmet ettiğimizden dahi dem vurmuşsunuz. Meğer ne de büyük kininiz varmış bana karşı. Yirmi satırıma yirmi maddede cevap vereceğinizi yazdınız. Maddeleriniz daha da fazla olmuş. Kendinizi tutamamışsınız.

Ben sizi müşavirlik günlerimden sima olarak tanıyorum. Çok zaman Harem-i şerife girerken veya içerde karşılaştığımız oldu. Konuşmadık tabii. Sizleri yanımda olanlardan sorduğum olmuştur. Ve bir de bahsettiğiniz benim davetim dışında Müşavirliğimize ayak basmamış olmanızdır. Zaten bu dahi bana karşı, hatta o günkü diyanet camiasına bakışınızı tescillemektedir. Ümmü’l kura’da öğrenci olanlardan bana yakınlık gösteren bir elin parmakları kadar bile yoktu. Tayyar hocama bu bakışınızı bildiğim ve de hissettiğim için o cümleleri yazmıştım. Bu durumu yirmi yıl kadar dini tahsil yapmış olmanıza rağmen bu güne kadar bu kurumda görev almamanız da ayrıca ortaya koymaktadır. Benim davetime icabet etmişsiniz. Orada o malum çınar altı konusu tezekkür edilmiş. Ben onu hatırlayamadım. O sözü ben daha başkalarına da söyledim. Gerçekten görev hayatımızda her konunun faş edilmesi uygun olmuyor. Rü’yet-i Hilal ile o durumun tedahülü şu anlamda aklımdan geçmişti. Biliyorsunuz ınkılap kanunları var. Dini gün ve geceler ile takvimlerin yapılması da o kanuna göre Kandilli Rasathanesine aittir. Tayyar bey hocamız bu durumu hiçbir kanun değişikliği olmadan o kurumun sorumluluğundan almıştı. Hafızam beni yanılttı. Acaba o muydu gibi düşünmüştüm. Onun için bu ve buna mümasil konuları ileride belli yaşlarda konuşuruz gibi söylediğim bazı yerlerde olmuştur. Sizin için de acaba öyle midir gibi düşünmüştüm. Yanılmışım.

Siz tashih ettiniz. Tayyar hocamızla yazışırken durup dururken ismimi dilinize dolayarak mesajımda daha önce yazdığım gibi ancak bir BULAŞMA kelimesiyle ifade edilebilecek bir durum ortada durmakta idi. Bana ne münasebetle kaleminizi oynatıyordunuz. Çam altı konusun SİYAK ve SİBAK açısından hiç ilgisi olabiliyor muydu? Burada ben nasıl iyi bir niyet görebilirdim. O halet-i ruhiyemin bir anda mütehevvir bir üsluba yönelerek sizi kırdığım kelimeleri yazıvermişim. Çünkü niyetiniz bozuktu. Bunu hissetmiştim. Hemen Mekke-i Mükerreme’deki bana hiç yaklaşmayan büyük bir kitleyi hatırlamıştım. Sizler de onlardan biri idiniz. Hiç ilgisi olmayan bir konunun içine ismimin zikredilmesi de ancak DENGESİZLİK kelimesiyle ifade edilebilirdi.

Hasan Elik’ler sizler hakkında bana her hangi bir söz söylemediler. Fuat Günel isminin bile bilgisayar fontlarının bir harf hatası ile yanlış yazılmasını, bir zühul denilebilecek durumun yazınız içine yerleştirerek bir madde halinde tenkitleriniz şeklinde bana iletmeniz de yine yukarıda belirttiğim DENGESİZ’likle ancak açıklanabilir. Fuat Günel benim hemşehrimdir. İsmini de bilirim. Cismini de bilirim. Ayni Kur’an Kursunda hıfzımızı tamamladık. Onun da sizler hakkında bana bir şeyler ulaştırdığını hatırlamıyorum.

Tayyar hocamıza söylemeye çalıştıklarım Mekke Ümm’ül-Kura’da okuyan o tarihteki gençlerin maalesef devletimiz hakkında o zamanlar düşüncelerini az çok bildiğim içindir. Nitekim siz de hangi sebeptendir bilmiyorum; Çok güzel bir tahsil hayatınıza rağmen devletimizde bir günlük dahi olsun resmi görev yapmadınız. Ümmülkura’da okuyanların kısm-ı küllisi şirketlere veya hac umre işlerine meraklı idiler. Bazıları müftülük imtihanlarına gelmişlerdi. Komisyonlarda bulunmuştum. Arapça imtihanlarımızı dahi veremeyenleri çok hatırlarım. Oysa İstanbul İlahiyat Fakültesi mezunlarımız pekâlâ bu imtihanları başarıyorlardı. Bu günkü seviye nasıldır bilmiyorum.

Orada doktora yapanları bilirim. İşraf için hocalarına hazırladıkları bir sayfa olan bir çalışmayı aylarca ayrı ayrı işraf’larda hocasına sunduğu halde ne hocası bu metnin geçen ay gördüğü metin olduğunu farkındaydı ve ne de işrafa giden doktora öğrencimiz bu yaptığından pişmanlık dahi duymuyordu. Bu konu daha sonra ülkemizde profesör olan bir kardeşimizin bizzat bana anlatmasıyla sabit bir olaydır. Bilmiyorum belki sizler de bu nedenlerden midir başkanlığımızda görev almadınız. Kırk yıla yakın başka işlerle meşgul oldunuz. Hem de Aşıkkutlu gib bir deryada hafız olmanıza rağmen.

Yağcılık yapmaya alışık olduğumu söylüyorsunuz. Korkunç seviyede bir hakaret. Bunu nasıl tespit ettiniz. Son derece hüsnü niyetten bahsediyorsunuz. Bunu nasıl izah edersiniz? Tayyar hocamıza yazdığım üç beş satırdan bunu çıkardığınızı sanıyorum. Orada kullandığım ifadeler sadece bir saygının eseridir. Tayyar hocama “ Cevap vermeniz değmezdi” demiştim. Şu anda dahi ayni kanaatteyim. Otuz iki sene önce vuku bulmuş bir olayı kaşıyan için başka ne söylenebilir? Bu konuya bu gün için temas etmeniz tamamen geçmişteki bir fitneyi kaşımaktan başka bir şey değildir. O tarihlerde bazı cami görevlilerimiz dahi bayram günü cami kapılarında bu gün oruçlu olunması gerekir şeklinde konuşmalar yapmışlardı. Bazıları da oruçlu olunması günlerde o günün Ramazan olmadığı gerekçesiyle cami önlerinde simit yemişlerdi. Bilinmez; belki de sizler gibi o mukaddes yerlerde olanlardan gelen telefon görüşmeleri ile bu davranışlara meyletmişlerdi. Tayyar hocamıza yazdığınız hilal gözetleme teşebbüsünüz bir anlamda bu gün bunu ortaya çıkarmaktadır. Sizlerin resmi bir görevi mi vardı? O günlerin fitne atmosferini şahsen hatırlamak dahi istemiyorum. Otuz iki sene sonra bu konuyu neden kaşıyordunuz? Vefat etmiş bir şahsın da ismini anarak.

Hiçbir sözümde hakaret yok diyorsunuz. Yukarıda yazdım. Yağcılık konusu hakaret değil midir?

Tayyar hocam görevde iken asla onu yanıltmadım. Elinizde bu konularda hiçbir delil olmadan bir varsayım üzerine, bir vehim üzerine hakkımda bunları yazmışsınız. Teessüfler.

Sizinle daha samimi şekilde bir araya gelmeyi çok isterdim. Mukaddes bir beldede ayni yıllarımızı paylaşmışız. İnsanoğlu belli zaman dilimlerinde farklı düşünebiliyor. Sonra o durumları değişiyor. Geçmiş günlerimizi yâd ederek hatalar yapmış dahi olsak bunların ortaya dökülmesi kimseye bir fayda sağlamayacaktır. Müşavirlik günlerimde farklı bakışlarda olduklarını bildiğim nice gençler tanıyorum, bu gün üniversitelerimizde medarı iftiharımız mesabesinde görevler yapmaktadırlar. Şahsen onlarla gurur duymaktayız. Sizler neden onlardan biri olamadınız..? Tayyar hocamıza çok güzel özgeçmişinizi yazmışsınız. Fakat sizleri başkanlığımız çatısı altında göremedik. Bilinmez; belki haklı gerekçeleriniz vardır.

Selam ve sevgilerimle.

22 KASIM 2018 ANKARA

Sami USLU


Sami Uslu Bey’in Dikkatine;

Cevabî yazınızı okudum. Yaş olarak abimiz makamında olduğunuz için, doğru anladığımı teyit, size karşı hatalı bir anlama üzerine kurulmuş bir haksızlık etmemek için yazınızı bir gün sonra tekrar okudum; ondan sonra düşünüp cevap yazıyorum.

Yazdıklarımızı doğru anlamaya çalışmamız, merkeze Allah rızasını koyarak eksik ve hatalarımızı düzeltme gayretimiz, yazışmalarımıza anlam ve değer kazandırır. Sizi haksız veya kendimizi haklı göstermek için yapacağımız tartışmaların hiçbir faydası ve anlamı olmayacağı gibi zararı da olacağı muhakkaktır.

Ayrıca doğru ve gerçekleri nasıl belirleyeceğimizi, iddialarımızı nasıl ispat edebileceğimizi, hangi iddiaları kabul etmeme konumunda olabileceğimizi, tartışma adabımızı belirleyen usul ve kurallara da bağlı kalmamız gerektiğini hatırlatarak sözlerime başlamak istiyorum. Bu girişten sonra,

**1-**Sizin şahsınıza yönelik değil, söz davranış ve icraatlarınıza yönelik tenkitlerime tahammül etmeniz, eksik, hata ve yanlışlarımı bulmanız halinde, kendi doğrularınızı müdellel bir şekilde ifade etmeniz, mutabık kalmamız gereken bir husus olmalıdır. İddia eden delilini sunmalı, inkâr eden de yeminden kaçınmamalıdır. Delilleri, bila delil inkâra kalkmak, ciddiye almamak hakkımız olamayacağı da malumunuzdur.

**2-**Yanlışta ısrar etmek inattır; inatlaşmayı doğurur. Doğruda kararlı olmak istikrardır; istikamet sahibi olmayı sağlar. Eğer bu tespitlerde de mutabık kalabiliyorsak, o zaman yazışmalarımız faydalı olabilir.

**3-**Tayyar Bey’e yazdığınız ve sehven bana da gönderdiğiniz yazınızdaki ifadelerden sonra bana “kardeşim” diye hitap etmeniz inandırıcı ve anlamlı olabilmesi için, beni doğru tanıdığınızı ve doğru anladığınızı görmem lazım. Tekrar tekrar ifade etmeme, açıklığa kavuşturmama rağmen hala 32 yıl önceki bir olayı art niyetle gündeme getirdiğimi, fitne peşinde olduğumu dile getirmeniz yazdıklarımı anlamak niyeti ile okumadığınızı, **“dengesiz olarak yâd ettiğiniz”**günlerin şartlanmışlığı ile bize bakıp değerlendirme yaptığınızı göstermiyor mu?

Son kez tekrarlıyorum; durup dururken 32 yıl önceyi karıştırıp hiç kimseye haksızlık ederek yıpratmak veya zora sokmak gibi bir niyetim olmadı. Biz 1986 ve 87 Yıllarında Şevval Hilalini doğal seyrinde gördük; Hayreddin Karaman Hocamıza doğal seyrinde anlattık. Onun yönlendirmesi ile Arif Hikmet Bey ile görüştük; görüşme sonucunu talep ettiği gibi vaktinde kendisine bildirdik. Tayyar Bey’le görüşüp bana dönüş yaparak bilgi vereceği vadi, birkaç defa hatırlatmama rağmen gerçekleşmedi ise (Hocamız unuttuğunu söyleyerek en sonunda Tayyar Bey’le direk temas kurarak görüşmemi/yazışmamı söyledi.) burada benim hatam nedir? Hayreddin Karaman Hocamızın “Arif Hikmet Bey anlattıklarını doğrulayıp teyit ederse söylediklerini ciddiye alır, değerlendiririz.“ demesine rağmen hatıratında gündeme alıp değerlendirmemesini hatırlatmam üzerine konu tekrar gündeme geldi. Yazılarımda bu durumu uzunca anlatmama rağmen hala “durup dururken gündeme getirme ve fitne peşinde koşmak” tan söz etmeniz insaf ve hakkaniyetle bağdaşır mı? Yanlışın ısrarla savunuluyor ve sürdürülüyor olması hata olmuyor da bizim düzeltme yapmamız ve doğruyu savunmamız mı hata oluyor? Benim iddiamı doğrulayan âdil şahitlerim, ilmi dayanaklarım olduğu gibi Tayyar Bey’in bilirkişisi Arif Hikmet Beyden de teyidim var. Aksini savunanların ise kuru bir inkarı ve inadı var. Bugün bile konunun uzmanlarına 1986 ve 87 yıllarının Şevval

Hilali ne zaman görüldü diye sorulacak olsa arşivlerdeki doğru bilgiye ulaşma imkânı vardır. Nitekim ben Almanya rasathanesinden teyit bilgisi aldım. Ayrıca Arif Hikmet Bey’in bana söylediklerini, halen ilahiyat fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan başka bir arkadaşımıza da söylemiş olması, hatayı yeterince açıklığa kavuşturmuyor mu? İhtiyaç halinde Arif Hikmet Bey’le konuşan diğer arkadaşımızın adını ve telefonunu da verebilirim. Şahitlerin, hesabın ve ilmin, ekibinizdeki bilirkişinin kabul, onay ve teyidine rağmen yanlışı yaymakta ısrar ederseniz aradan kırk yıl da geçse doğruyu dile getirene hata isnadı söz konusu olamaz. Hatayı kabul ettikten sonra biz bu konuyu anlatıp yaymaya devam etmiş olsaydık o zaman burada bir art niyet aramanızı anlayabilirdim. Buyurun, bugün bile hesaba ve ilme müracaat edip gerçeği teyit etmek isterseniz buna hiçbir mani yoktur. Aksi iddialarınız devam ederse, bu sadece yanlışta ısrar etmek olur; inat olur; inatlaşmaya yol açarsa, vebali hatada ısrar edenlerin üzerinde olur.

**4-**Hatırlar mısınız bilmem, görevde iken “Herkesin din görevlisi olmasını” telkin ve talep ederdiniz. Ben size “müşavirlikteki toplantıda” bunu belli bir kesim için neden uygulamadığınızı sorunca, tatmin edici cevap vermekte zorlanmış ve “emekli olunca çınar altında cevap vermekten” söz etmiştiniz. Çınar altında konuşma vaadinizin aslı budur.

**5-**Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının, çok önemli olduğu halde, en başarısız olduğu konuların başında, kendi teşkilat görevlileri ve Halk ile “gönül bağı” oluşturamamış olmasıdır. Özellikle en büyük yanlışların yapıldığı dönem Tayyar Bey’in ve zihniyetinin hâkim olduğu dönemdir. Dini hassasiyet ve duyarlılığı olan bir kesime karşı tavır alınması, sürtüşülmesi “gönül bağı”

oluşturma imkânını ortadan kaldırmıştır. Tayyar Bey ve ekibinin oluşturduğu zihniyet ve teamüller bugün bile Diyanet Vakfı, İSAM, 29 Mayıs Üniversitesi, Diyanet TV, kısmen de Diyanet merkez teşkilatında hâkim motif durumunda devam ediyor. Bu zihniyetin oluşturduğu zeminde Hadis inkârcıları, tahripçiler, istismarcılar, din tacirleri, din şovmenleri neşvünema bulabilmiştir. Tayyar Bey’in bizzat kendisi, TDV’nı kurarken, oluşturduğu yapının değiştirilmesini engellemek için gereken tedbirlerin düşünüldüğünü, “Hatıratında” yazıp beyan ediyor. Ayrıca Tayyar Bey kendilerine “ayak bağı olmayanlarla uğraşmadığını” bugün bile rahatlıkla kabul ve beyan ediyor olması bu söylediğimi teyit etmiyor mu? Kaldı ki biz Süleymancılar ile de usulüne uygun doğru bir metot ile uğraştığını da kabul etmiyoruz. Bu konu çok uzun tartışılabilecek bir konu olduğunun farkındayım. Ben sadece Teşkilat görevlileri ve Halkımız ile Diyanet’in gönül bağı oluşturamamasının yol açtığı boşluğu F.G. gibi istismarcı hainler doldurmaya çalışma imkânı bulmasında sizin de ihmal ve kusurunuz olduğuna işaret etmek istedim. Gönül bağı oluşturmak, resmi duruş, halka tepeden bakmak ile olmaz; samimi ve fedakarane bir gayret gerektirir. Herkesi kucaklayabilmeyi, ön fikirlerden uzak kalabilmeyi gerektirir.

**6-**İngiliz veya diğer şer güçlerin projelerine hizmet etmek zannettiğiniz gibi her zaman kötü niyetli ve hain olmayı gerektirmiyor. Bazen kişilerin zafiyetleri ve hırsları da bilmeden kullanılmasına yol açabiliyor. Bu bizim için de sizin için de geçerli bir tespittir. Benim çok yakın arkadaşlarımın, zafiyetleri sebebiyle dış istihbarat güçleri, şer odaklar tarafından nasıl kullanıldığını bizzat görüp şahit olduğumu bilmenizi isterim. Afrika’da aynı merkezin hem vahhabilerin hem de Işıkcılar’ın kitaplarını İngilizceye tercüme ettirip aynı kitleye nasıl dağıttıklarını görüp öğrendim. Hicaz Valisi Şerif Hüseyin’in nasıl kandırıldığını yaşayan şahitlerden dinleyip okudum.

İngilizlerin projesi kapsamında M.Abduh, C.Afgani ve Reşit Rızalar’ın nasıl çalıştığını, İstiklal şairimiz Mehmet Akif’i bile nasıl zehirleyebildiklerini yakinen bilenlerden dinledim. Bu konuda yapılan tez çalışmalarını ve belgeleri okudum; inceledim.

Bunların Tayyar Bey’in ekibi ile ne alakası var der misiniz bilmem, ama derseniz TDV nın desteği ile ISAM’ın hazırlatıp yayınladığı İslam Ansiklopedisinin Fıkıh ve İtikat maddelerinden bazılarına bakmanızı tavsiye ederim. Tahdit için değil temsil için bir madde zikredeceğim; işinizi kolaylaştırmak için yazıyorum. 22.cilt 472-473 sayfalarındaki İSA ve Nüzul-ü isa maddesini okuyabilirsiniz. Mutezile ve onların paralelinde düşünen 3-4 kişi, M.Abduh, C.Afgani ve R.Rızaların görüşü ile Kadyanilerin görüşünü zikreden yazar, Ehli Sünnetin icma ettiği görüş ve delillerinden ise hiç bahsetmiyor. Bu maddenin yazarı halen 29 Mayıs İslami İlimler Fakültesinde öğretim görevlisi olarak görev yapması düşündürücü değil midir ? Burada

Ansiklopedi tenkiti yapacak değilim. Sadece şu kadarını söylemek isterim. Ansiklopedideki Fıkıh ve İtikatla ilgili maddeler yeniden elden geçirilip hatalar düzeltilmediği sürece, mutemed ilmi bir kaynak kabul edilmesinde ittifak edilemez.

**7-**Sizin de içinde olduğunuz ekibin, darbeci ve ergenekonculara gösterdiği ilgi ve yakınlığı, duyarlı ve gayretli Müslümanlardan esirgenmesini nasıl yorumlarsınız diye sorduğumda, aynen Tayyar Bey gibi “Onlar bize ayak bağı oldu, muhalefet etti, öyle davranmak zorunda bıraktı” deyişinizi hatırlamakta zorluk çeker misiniz bilmem ama buda müşavirlikteki konuşmada geçen hatıralarımızdandır. Tabi yine topluluk huzurunda söylenmiş şahitleri olan bir ifadedir. Buna itiraz edeceğinizi zannetmiyorum. Çünkü Tayyar Bey’in söylemi de sizi teyit ediyor.

**8-**Sizin isminizi durup dururken zikretmiş değilim. Aynı ekibin mensuplarının ifadeleri birbirini teyit ettiğini göstermek için yaşanmış olaylardan misal vermek için zikrettim. Tayyar Bey ve ekibinin, duyarlı ve gayreti islamiyesi olan bir grubu “dengesiz olarak yâd ettiğinizi” sizin ifade ve teyidinizle ortaya koymamız belge ve dayanak teşkil etmez mi? İnkar etme imkanı var mı?

Allah’a şükürler olsun ki siz sağ ve aklınız yerinde iken bunu gündeme getirip kayıtlara geçirmiş oldunuz. Tayyar Bey de duymuş oldu. Yoksa vefatınızdan sonra gündeme getirmiş olsaydık “mevta şehadetine ihtiyaç duyurma” hatası ile itham edilebilirdik. Tayyar Bey’e kendiniz hatırlattınız; sehven de olsa biz de öğrenmiş olduk. Bilmiyorum bu konuda da, siz sebep oldunuz der misiniz?

**9-**Benim, müşavirliğiniz esnasında sizinle sıcak ilişki kurmamam benden kaynaklanan bir olumsuzluk değildir. Makam sahibi insanlar ihtiyaç duyup zemin hazırlamadıkça, sadece zorunlu ihtiyaçlar için ziyaret edilmelerinin söz konusu olması doğaldır. Aksi durumda ilişkilerin çıkar ilişkisi gibi değerlendirilmesi kaçınılmaz olabiliyor. Siz bize böyle bir kapı açıp zemin hazırlamış olsaydınız sizi ziyaret edip “sıcak ilişki” kurmamıza hiçbir engel yoktu. Asla size karşı olumsuz ve şartlanmış bir duygu içerisinde değildim. Biz sevdiğimiz, saydığımız insanları da tenkit ediyor; onların düşünmelerine, yaptıklarına yeniden göz atmalarına vesile olmayı gerçek dostluk olarak görüyoruz. Hamdolsun hayatımın hiçbir döneminde politika ve hizip taassubu içerisinde olmadım. Müstakil düşünebilen, muhalifini bile takdir, dostunu da tenkit edebilen bir yapım var. Sizin buna hiç alışkın olmadığınızı Tayyar Bey’in hatıratında “kendisine karşı görüş ve eleştiri yapanların olmamasından veya azlığından” bahsedip çıkardığı sonucu okuduğum için biliyorum.

**10-**Fuat Günel Bey’in soyadı ile ilgili hatırlatmam, hata olarak gördüğümden değil sehven olabileceğini hatırlatarak dikkate almanız içindi.

**11-**Mekke’de okuyan öğrenciler ve müşrif hocalar ile ilgili yazdıklarınız her ülke için bol miktarda örneği olan konulardır. Size bunu aktaran öğrenci kim ise kendi basitliğini de ortaya koyduğunu görmüş olmanız gerekir.

**12-**Yağcılık konusundaki ifadelerimi yeniden okursanız hakaret olmadığını anlamış olabileceğinizi düşünüyorum. Sizin kendi yazdıklarınız ve söyledikleriniz dışında hiçbir hususu ekleyerek herhangi bir değerlendirme yapmadım. Tayyar Bey’e yazdıklarınız esnasında benim ile ilgili beyanlarınızı yeniden okursanız saygıdan çok yağcılığa yakın durduğunu göreceksiniz. Aksini düşünüyorsanız Onun “Nazik” bulduğu üslubu, sizin küstah ve pervasız bulmanızın adını siz koyun; ben de kabul edip onu kullanayım.

**13-**Yazınızda niyet sorgulaması da yapıyorsunuz ki böyle bir tespit sizi ve bizi tehlikeli bir alana savurabilir. Niyet sorgulamak hakkımız ve haddimiz olmamalıdır.

**14-**Zannettiğinizin aksine ben 1975-81 yılları arasında İmam ve Müftü olarak D.İ.B teşkilatında görev yaptım. Gerçekten herkesin din görevlisi olmaya samimiyetle inanıp uygulamaya çalıştım. 80’li yıllar öncesinde anarşi ve terörün yaygın olduğu dönemlerde, Akıncı, Ülkücü ve Solcuları bir araya getirebilen bir görevli olduğumu, o zaman Üsküdar’da murakıp olup şimdi müftülük yapmaya devam eden arkadaşlarım bilir. Diyanet İşleri Başkanlığına tekrar dönmeyişimin hikayesini yazmak istemem ama yazarsam Tayyar Beyi ve sizi derinden yaralamış olmakla kalmam, şahsi bir kin ile hareket ediyormuş konumuna da düşebilirim. Bu hikaye benim şahsi hikayem olmaktan çok, sizin anlayış ve icraatınızı somut hale getiren ilginçlikte bir hikayedir. Ben şahsi konularda son derece müsamahakar anlayışlı ve fedakar olmaya çalışırım. Şahsi hakkımı helal etmeyi isteyenlere karşı asla cimrilik yapmam. Örnek olarak sadece şunu zikretmekle yetineceğim. S.Arabistan’a resmi ve maaşlı mezun olarak gönderilen ilk ve tek talebe olmam, 80 ihtilalinden sonra darbecilerin hışmına uğrayarak tutuklanmam, çocuklarımın tek başında (Anneleri ve 3 çocuğum) uçakla

S.Arabistan’a gitmek zorunda kalması, evsiz yurtsuz ve parasız ortada kalmaları, bize tarifi çok zor çile ve ızdıraplar, mağduriyetler yaşatmaya sebep olan arkadaşı (bir cami müezzini) birkaç

sene sonra hanımı ile beraber Hac’da misafir edip ağırladım ve olay ile ilgili hiçbir hususu gündeme getirip sormadım. Bu arkadaşımız şu anda Bursa’da ve sağdır. Görüşmek isterseniz isim ve telefon bildirebilirim.

**15-**Konuyu uzattığımın farkındayım. Yazdıklarımı düzeltmeye çalışırken yeni yanlışlara yer verince konuyu uzatmak zorunda kaldım. Evet, ben “Cevap vermeye değmez bir kişi” olarak görülmekten de rahatsız olmam, yeter ki, Rabbimizin huzurunda hesabını veremeyeceğim, vicdani rahatsızlık duyacak bir hata yapmamış olayım.

**16-**Benim yazdıklarım ile sizin yazdıklarınızı yan yana koyup okumaları için, inanıp güvendiğiniz ehli vicdan bir dostunuza vererek istişare ederseniz umarım ihtilaf noktalarını biraz azaltma imkanı bulabiliriz. Benim sizin şahsınızla hiçbir alıp veremeyeceğim yok; kin ve husumetim ise asla yok. Aynı okullardan on sene ara ile mezun olmak, Mekke’de birkaç yıl aynı havayı teneffüs etmiş olmak inkar edemeyeceğimiz müşterekliklerimizdir. Yaş olarak benden büyük olmanız sebebi ile size saygıda da kusur etmek istemem. Gerekirse elinizden bile öperim; gocunmam. Ben derdimi anlatmakta da yetersiz kalabilirim. Anlama olgunluğu göstermeniz yaşınızın ve tecrübenizin muktezası olarak beni sadece sevindirir. İnsanlara değil, hata ve yanlışlarına, icraatlarına karşı olmalıyız. Öyle değil mi?

Selam ve saygılarımı bildiriyor; Allah’a emanet olmanızı diliyorum. 24.11.2018

Ahmet Ziya İbrahimoğlu


Ahmet Ziya bey,

Yanlışlıkla gönderdiğim kısa mesajda alelacele hakkınızda kullandığım kelime ve değerlendirmelerden dolayı üzüntü duymuştum. İslam Ansiklopedisinin hiçbir maddesinde yanlışlık yok diyen elbette yok. Bir veya bazı maddelerinde görüşünüze uymayan hususların olması, hatta bazı maddelerde hataların bulunması tabiidir. Bunların yeniden gözden geçirildiğini duyuyoruz. İlim dünyası için çok değerli bir kaynak olan ve 1400 yıldır ilk defa böyle bir eserin İslam dünyasında ortaya konulabildiği gerçeği ortada duruyorken, o devasa esere karşı dahi toptancı bir üslupla karşı olduğunuzu ve tahfif ederek hasmane bir tavır aldığınızı gördükten sonra, tartışacağımız hiçbir şeyin olamadığı anlaşılıyor. Bu bakışınıza da ayrıca üzülmüş bulunuyorum. Demek ki ayrı dünyaların insanlarıyız. Allah yolunuzu açık etsin.

Vesselam. 25.11.2018 Sami USLU


Sami Bey,

ÖNCEKİ YAZIMDA ANSİKLOPEDİ İLE İLGİLİ:

“Burada Ansiklopedi tenkiti yapacak değilim. Sadece şu kadarını söylemek isterim. Ansiklopedideki Fıkıh ve İtikatla ilgili maddeler yeniden elden geçirilip hatalar düzeltilmediği sürece, mutemed ilmi bir kaynak kabul edilmesinde ittifak edilemez.” diye yazmıştım…

Bu ifademde ansiklopedi çalışmasını küçümseme yok; bilakis fıkıh ve itikatla ilgili maddelerin yeniden gözden geçilmesi gerektiğini, ancak bundan sonra mutemet kaynak olabileceğinde ittifak edilebileceği gerçeğini dile getirmiştim. Gözden geçiriliyorsa ne güzel…

Ansiklopedi Abonesi olan bir kardeşinizin haklı bir tenkitine gösterdiğiniz duygusal tepki, önceki tepkilerinizden çok farklı değil, ben daha farklı bir beklenti içinde olsam da, ön fikrlerden kurtulmanın zorluğunu bana göstermiş oldunuz…

Allah’a emanet olunuz…

Ahmet Ziya İbrahimoğlu


Hiç gereği yokken Ansiklopedi ve İSAM konuları içine girdiniz.

“Fıkıh ve itikatla ilgili maddeler yeniden elden geçirilip hatalar düzeltilmediği sürece, mutemet ilmi bir kaynak kabul edilmesinde ittifak edilemez”

Hükmünü verebilecek bir ilmi kudrette ve cesarette kendinizi gördükten sonra, ben başka söyleyecek söz bulamadım.

FIKIH ve İTİKAD’la ilgili maddeler ..Çok mühim maddeler. Onların yanlışlığı ortaya dökülünce, itimada şayan da görülmeyince ortada başka ne kalır? Dinin elden gitmesi anlamına gelmez mi? Allah muhafaza buyursun. Biz iyi niyetlerle bu yollara çıkmıştık. Elli yıla yakın gayretler HEBAEN MENSURA demek oluyor. Durum anlaşıldığı için öyle son vermiştim. Kaldı ki, ben kendimi bu konuları tartışacak ilmi cesarette de görmüyorum. Çünkü sözünü ettiğiniz bütün maddeleri incelemiş de değilim. Sizler tespit etmişsiniz. Allah hayırlı olanı ihsan etsin. Selamlar. Sami USLU


Size cilt ve sayfa numarası yazdım. Okuma nezaketi gösterseniz, o maddedeki sıkıntıyı anlamak için alim olmaya gerek olmadığını görecek ve bu anlayışla müslümanların ittifakına imkan olmadığına sizde hak vereceksiniz. Ayrıca tahdit için değil temsil için bir madde yazdığımı da bildirdim… Benim kusurum, başkalarının hatasını örtmez. Ben size, İslam Ansiklopedisi abonesi olduğumu da yazdım. Bunları yan yana koyma ve doğru değerlendirme yapmanız engelleyen, ön fikirlerinizden başka hangi engel var..?

Saygı ve hürmet duyduğunuz, beni yakından tanıyan, Hayreddin Karaman Hocamız bile benim değerlendirme kabiliyetimi, bilgimi sorgulamazken sizin bilmediğiniz ve tanımadığınız halde sorgulamanız normal mi..?

Ahmet Ziya İbrahimoğlu


Ahmet Ziya bey,

O maddeyi şüphesiz okuyacağım. Şu anda o imkanı bulamadım. Ankaradayım. Bu şekilde yazışmalarla bir yere varılamayacak. Bir vesile olur görüşürsek. Her konuyu genişçe konuşuruz inşallah. Selamlar. Mekanınızı bilmiyorum. Buradan inşallah İst’la geleceğiz. Mümkündür bir öğle veya ikindi namazında bulunabilceğiniz bir camide bir araya gelebiliriz. Oğlumun evi Ümraniye Tepe üstündedir. İyi akşamlar.

Sami USLU


Benim evim Çengelköy, iş yerim Fatih’dedir. Ümraniye Çakmak camiinde, gençlik yıllarımda, görev yapmıştım. Orası Tepe üstüne yakındır. Fatih Camii veya Çakmak camiinde buluşabiliriz. Çakmak’da isterseniz, sabah saat 08 veya 16 dan sonra gelebilirim. Fatih camii olursa istediğiniz saatte gelebileceğim gibi, evimde veya iş yerimde de misafir edebilirim… Ahmet Ziya İbrahimoğlu


Olur inşallah. Mübarek beldede tanışamadık. Yıllar geçip gitti. Hayrettin hocamızla yakın muarefenizi söylediniz. O zaman söz bitmiş olur. Sizi ararım. Görüşürüz. Sıcak davetinize Teşekkürler. Sami USLU


Hayreddin Karaman Hocamızla ailece tanışırız; üç defa beraber umre yaptık. Oğlu İhsan Karaman Hoca ile hem Hac hem umre yaptık. Tayyar Bey ve sizinle yaptığımız yazışmaların benzerini Onunla önceki yıllarda yapmıştık. Yazışmalarda buna atıflar var. Hocamızla tanışmamız sebebiyle yanlış anlaşılma ve sıkıntılı olmuyor. Ahmet Ziya İBRAHİMOĞLU


Bütün mesele vicahen görüşmemek. Bu kabil yanlış anlamalar bir hayli üzücü oluyor. Ol sebepten neş’et ediyor. Görüştüğümüzde konuşacağımız konular olacak inşallah. Sami USLU


Biliyorsunuz, ben emekliliğinizi bekleyecek kadar sabırlı davranıp görüşme vadinizi hatırlatmış; görüşme arzumu da izhar etmiştim… Ahmet Ziya İBRAHİMOĞLU


Gerçekten öyle olacak. Yıllarca sonra. Ama vesile de olmadı doğrusu. 06.12.2018Sami USLU


Hayırlı günler, Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun,

Değerli kardeşim Ahmet Ziya bey,

Size söz vermiştim. İsranbul’a geldim. Haberleşme imkanım olamadı. Bazı yakınlarımızın hastalıkları ve diğer ailevi meşgaleler, bir de İstanbul’un bilinen trafik durumları sebebiyle Fatih tarafına geçemedim. Vakıa ÇAKMAK’a da gelirim demiştiniz. Olmadı. Söz verdiğim başka dostlarımla da görüşemedim. İnşallah yakında geleceğim. Sizlerle hasseten görüşmeyi çok arzu ediyorum. Kısa yazışmalarımız bizleri bir nebze tanıştırdı. Kusuruma bakmayınız. Allah nasib ederse, inşallah görüşeceğiz. Selam ve sevgilerimle. Sami USLU


Vealeykümüsselam,

Takdir ve tercih sizindir. Nasıl arzu ediyorsanız öyle olsun…

Ben de Ocak ayını Mekke ve Medine’de geçirmek niyetindeyim. Allah’a emanet olasınız… Ahmet Ziya İBRAHİMOĞLU