Ahlak-ı Hamide ..
Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ahlak-ı Hamidesi
Bazı âlimlerin hadislerden derleyerek bir araya getirdiği Efendimiz’in güzel ahlakına dair bir açıklama şöyledir:
• İnsanların en halimi, en cesuru, en adaletlisi ve en iffetlisiydi.
• Hiçbir zaman, kendisine helal olmayan bir kadının eline dokunmamış, yalnızca himayesinde olan veya nikâhı altında bulunan ya da kendisine mahrem olan kadınlarla temas etmiştir.
• İnsanların en cömertiydi; yanında ne bir dinar ne de bir dirhem bırakırdı. Eğer elinde dağıtacak bir şey kalır ve gece vakti birine ulaştıramazsa, onu ihtiyaç sahibine vermeden evine dönmezdi.
• Allah’ın (cc) kendisine verdiği rızıklardan sadece bir yıllık geçimlik ihtiyaç kadarını ayırır, o da bulabildiği en mütevazı hurma veya arpa olurdu. Gerisini Allah yolunda harcar, bir şey istendiğinde mutlaka verirdi. Hatta yıllık geçim ihtiyacını da ihtiyaç sahiplerine verip yıl bitmeden kendisi dahi muhtaç hale düşerdi.
• Ayakkabısını kendisi diker, elbisesini yamardı. Ailesine hizmet eder, onlarla birlikte et doğrar, iş paylaşırdı.
• İnsanların en hayalî (utanma duygusu en yüksek olanı) idi; kimsenin yüzüne uzun süre bakmazdı.
• Kölelerin ve özgür insanların davetlerine icabet eder, en küçük hediyeyi dahi kabul eder ve karşılık verirdi. Hatta bir bardak süt bile olsa kıymet verirdi. Ancak sadaka alıp yemezdi.
• Hizmetçi veya fakir bir kimsenin davetini geri çevirmez, nefsine yönelik öfkelenmez, sadece Rabbi için öfkelenirdi.
• Hakikati yerine getirir, bu kendisine veya dostlarına zarar verse bile adaletten ayrılmazdı.
• Seçkin sahabelerinden biri, Yahudiler tarafından öldürülmüş olarak bulunduğunda intikam için haddi aşmamış, adaletin dışına çıkmamıştı. Kan bedelini ödeyerek durumu çözmüş ve o sırada sahabelerinin bir deveye bile ihtiyaçları olduğu halde yüz deve ödemişti. (1)
• Açlıktan karnına taş bağladığı olurdu. Helal yiyeceğe titizlikle dikkat ederdi. Asla yaslanarak veya yüksek sofrada yemek yemezdi. (Çoğu zaman yerde oturarak, ekmek veya hurma gibi basit gıdalarla yemek yerdi) Üç gün üst üste ekmekle karnını doyurduğu görülmezdi. Bu durum, cimrilikten değil, kendisinden önce başkalarını düşünmesindendi.
• Düğün davetlerine katılır, hastaları ziyaret eder, cenazelere iştirak ederdi. Korumasız bir şekilde düşmanlarının arasında dahi yürürdü.
• İnsanların en mütevazısıydı; kibirden uzak, sakin ve anlayışlıydı. Konuşmalarında ne aşırı uzatır ne de anlaşılmaz olurdu. Tebessüm eden, güler yüzlü bir insandı.
• Dünyalık hiçbir şey onu etkileyip korkutmazdı. Bulduğu kıyafeti giyer, arkasına bir kölesini veya başka birini bindirir, bazen at, bazen deve, bazen katır, bazen eşek binerdi; hatta bazen yalınayak yürürdü. Hastaları şehrin en uzak yerinde bile olsa ziyaret ederdi.
• Güzel kokuları sever, kötü kokulardan hoşlanmazdı.
• Fakirlerle oturur, miskinlerle yemek yerdi. İyi ahlaklı insanları onurlandırır, şeref sahibi kimseleri gözetirdi. Ancak akraba bağlarını gözetirken, bu yakınlıkları üstün bir ahlaka sahip kimselere tercih etmezdi.
• Kimseye sert davranmaz, özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Şakalaşırdı ama asla yalandan konuşmazdı.
• Kahkahalarla gülmez, tebessüm ederdi. Mübah eğlencelere karşı çıkmazdı. Ailesiyle yarışır, onlarla vakit geçirirdi.
• Kendisine karşı sesler yükselir, tartışmalar olurdu, fakat sabırlı davranırdı. Köleleri ve cariyeleri olmasına rağmen, onlarla yemeğinde ve kıyafetinde eşit davranırdı.
• Zamanını Allah’a ibadetle veya kendisini geliştirecek faydalı işlerle geçirirdi.
• Fakir bir kimseyi fakirliğinden ötürü küçümsemez, güçlü bir hükümdardan korkmazdı. Hem fakire hem güçlüye aynı şekilde tebliğ eder; davet götürürdü.
Kaynak: İmam Gazali, İhya-u Ulumiddin
Sonuç:
O’nu sevdiğimizi iddia ederken, ahlakından ve tavırlarından ne kadar da uzağız; değil mi?
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
25.01.2025 Üsküdar
(1) Olayın gerçekleştiği dönemde Medine’de, Müslümanlar, Yahudiler ve diğer gruplar arasında bir barış ve birliktelik anlaşması (Medine Sözleşmesi) vardı. Yahudiler bu anlaşmanın bir parçası olarak Medine toplumunun bir unsuru kabul ediliyordu. Ancak Yahudilerden biri bir sahabeyi öldürdüğünde, olay daha büyük bir çatışmayı tetikleyebilirdi. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), intikam yoluna gitmek veya Yahudilere yüklenmek yerine, barışı koruma amacıyla diyetin ödenmesini üstlenmiştir. (Mütercim)
في بيانِ جملةٍ من محاسنِ أخلاقِه ﷺ التي جمعها بعضُ العلماءِ والتقطها من الأخبارِ:
كان أحلمَ الناسِ، وأشجعَ الناسِ، وأعدلَ الناسِ، وأعفَّ الناسِ،
لم تمسَّ يدُه قط يدَ امرأةٍ لا يملك رقَّها أو عصمةَ نكاحِها أو تكون ذات محرم منه،
وكان أسخى الناسِ، لا يبيتُ عنده دينارٌ ولا درهمٌ، وإن فضل شيء ولم يجد من يعطيه وفَجَأَهُ الليلُ لم يأوٍ إلى منزلِه حتى يتبرَّأَ منه إلى مَن يحتاج إليه،
لا يأخذُ مما آتاه اللهُ إلا قوت عامِهِ فقط من أيسر ما يجد من التمرِ والشعيرِ،
ويضع سائرَ ذلك في سبيلِ اللهِ، لا يُسأَلُ شيئًا إلا أعطاه، ثم يعود على قوتِ عامِه فيؤثِرُ منه حتى إنه ربّما احتاج قبل انقضاءِ العام إن لم يأته شيءٌ،
وكان يخصفُ النعلَ، ويرقِّع الثوبَ، ويخدم في مهنةِ أهلهِ، ويقطع اللحمَ معهنَّ،
وكان أشدَّ الناسِ حياءً، لا يثبت بصرَه في وجه أحدٍ، ويجيب دعوةَ العبدِ والحرِّ،
ويقبلُ الهديةَ ولو أنَّها جرعةُ لبنٍ ويُكافئ عليها، ولا يأكل الصدقةَ،
ولا يستكبرُ عن إجابةِ الأمَة والمسكين، يغضبُ لربِّه ولا يغضب لنفسِهِ،
وينفذ الحقَّ وإن عاد ذلك عليه بالضرر أو على أصحابِه،
وَجَدَ مِن فُضَلاء أصحابه وخيارهم قتيلًا بين اليهود فلم يَحِفْ عليهم ولا زاد على مُرِّ الحقِّ، بل وداه بمائةِ ناقةٍ وإنَّ بأصحابِه لَحاجة إلى بعيرٍ واحد يتقوون به،
وكان يعصب الحجرَ على بطنِه من الجوعِ، ولا يتورعُ عن مطعمٍ حلالٍ، لا يأكل متكئًا ولا على خِوانٍ، لم يشبعْ من خبزٍ ثلاثةَ أيام متوالية حتى لقي اللهَ تعالى، إيثارًا على نفسِه لا فقرًا ولا بخلًا،
يجيب الوليمةَ، ويعودُ المرضى، ويشهدُ الجنائزَ، ويمشي وحدَه بين أعدائِه بلا حارسٍ، أشدّ الناسِ تواضعًا، وأسكنهم في غير كبر، وأبلغهم من غير تطويلٍ، وأحسنهم بِشْرًا،
لا يهوله شيءٌ من أمور الدنيا، ويلبس ما وجد، يُردِف خلفَه عبدَه أو غيره، يَركب ما أمكنه، مرة فرسًا، ومرة بعيرًا، ومرة بغلةً، ومرة حمارًا، ومرة يمشي حافيًا بلا رداءٍ ولا عمامةٍ ولا قلنسوةٍ، يعودُ المرضى في أقصى المدينةِ، يحبُّ الطيبَ، ويكرهُ الرائحةَ الرديئةَ،
كان يجالسُ الفقراءَ، ويؤاكل المساكينَ، ويكرم أهلَ الفضلِ في أخلاقِهم، ويتألف أهلَ الشرفِ بالبرِّ لهم، يصل ذوي رحمِه من غير أن يؤثرَهم على مَن هو أفضلُ منهم، لا يجفو على أحدٍ، يقبل معذرةَ مَن اعتذرَ إليه، يمزح ولا يقول إلا حقًا،
يضحكُ من غير قهقهةٍ، يرى اللعبَ المباحَ فلا ينكره، يسابقُ أهلَه، وترفع الأصواتُ عليه فيصبر، وكان له عبيدٌ وإماءٌ لا يرتفعُ عليهم في مأكلٍ ولا ملبسٍ، ولا يمضي له وقتٌ في غير عملٍ لله تعالى أو فيما لا بدّ منه من صلاحِ نفسه، لا يحتقرُ مسكينًا لفقرِه وزمانتِه [ الزمانة: المرض المزمن ]، ولا يهاب ملكًا لمُلكه، يدعو هذا وهذا إلى الله دعاءً مستويًا.
إحياء علوم الدين
فأين أنا وأنت من أخلاق وصفات من نؤكّد حُبّنا له ؟!