Siyonist İşgal Hükümeti Yeniden Savaşa Döner mi?
Terörist İsrail işgal hükümeti, esir takası anlaşmalarını, dişlerini sıkarak kabul eden biri gibi karşılıyor. Çünkü bu anlaşmaların, İsrail hapishanelerini neredeyse tamamen Filistinli esirlerden boşaltacağı ve Gazze’deki iki yüzü aşkın İsrailli esirin serbest bırakılmasını sağlayacağı gerçeğinin farkında. İşgal hükümeti, esirlerin teslimi sırasında direnişin düzenlediği törenlerle daha da öfkeleniyor. Bu törenler, direnişin gücünü, organizasyon kabiliyetini ve İsrailli esirlerde direniş mensuplarına karşı oluşan olumlu izlenimleri gözler önüne seriyor. Bu öfke, ilk kez tabutların teslim edilmesiyle zirveye ulaştı.
Netanyahu, esir takası anlaşmalarının, başarı kılığına sokulmuş bir yenilgi olduğunun farkında. Bu yüzden, yardımların ulaştırılması veya Filistinli esirlerin serbest bırakılması gibi anlaşmanın şartlarını yerine getirmekte ayak diretiyor. Bu keyfi tutum, anlaşmanın uygulanmasını diken üstünde yürütüyor ve işgalin savaşa dönme ihtimalini gündeme getiriyor.
Bana göre, Netanyahu her ne kadar uygulamada oyalama ve zorluk çıkarsa da, anlaşmaları sonuna kadar götürecektir. Çünkü esir yükünden kurtulmaya mecbur. Bu yük, hem içeride hem dışarıda Netanyahu üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Ayrıca, anlaşmanın tamamlanmasının Netanyahu’yu yargılanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacağı görüşüne de katılmıyorum. Çünkü Netanyahu’nun aşırı sağcı destekçileri ve en az onun kadar radikal olan ABD Başkanı Trump, onun arkasında duruyor. Ancak, tüm bilgiler gösteriyor ki, savaş kaçınılmaz olarak geri dönecek. İşgal güçleri, eğer anlaşmanın aşamalarında değilse bile, anlaşma tamamlandıktan sonra yeniden ölüm ve yıkım makinesini devreye sokacak.
Eskiler ne demiş: “Cezasız kalacağını bilen, edepsizleşir.” Peki, işgali savaşa dönmekten ne alıkoyabilir? Arap ülkeleri mi?
Hepimiz, ümmetin yaşadığı parçalanmışlık ve dağınıklık halini biliyoruz. Arap hükümetlerinin en büyük hedefi, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurmaktan ibaret. Oysa, işgal hükümeti iki devletli çözümü kesin bir dille reddetmiş durumda. Evet, belki bazı resmi protestolar veya diplomatik ilişkilerin dondurulması gibi adımlar atılabilir. Ancak, bu tür adımlar işgale baskı yapmak için asla yeterli olmaz. Çünkü daha ileri gidilmesi, Amerika ile doğrudan karşı karşıya gelmek anlamına gelir. Peki, Amerika mı işgali durduracak?
Bu, ABD ile işgal arasındaki ilişkinin doğasını yanlış anlamaktır. İsrail işgali, Batı emperyalist projesinin bir ileri karakolu ve kullanışlı bir araçtır. Bu projenin başında eskiden İngiltere vardı, şimdi ise Amerika var. Bu yüzden, hangi partiden olursa olsun, ardı ardına gelen tüm Amerikan yönetimleri, İsrail’e tam destek ve himaye sağlamıştır. Amerikan politikaları, hangi yönetim işbaşında olursa olsun, Arap-İsrail çatışmasında sabittir ve değişmez. Belki bazı usüllerde değişiklik olur ama temel ilkeler asla değişmez. Bu durumda, Amerika’nın gözbebeği olan İsrail’in hedeflerinden vazgeçmesini nasıl bekleyebiliriz?
İsrail, var olmak için değil, yayılmak için kurulmuş bir devlettir. Bu, İsrail kolektif bilincine yerleşmiş bir gerçektir ve geçmişten bugüne birçok İsrailli yetkili tarafından açıkça dile getirilmiştir. Nil’den Fırat’a kadar uzanan “Büyük İsrail” hayali, uzun uzun anlatmaya gerek olmayacak kadar bilinen bir meseledir. Nitekim, Trump da seçim kampanyası sırasında “İsrail haritada çok küçük görünüyor, hep nasıl genişletilebilir diye düşündüm.” diyerek bu hayali sahiplendiğini açıkça ifade etmişti.
İsrail’in gücü, kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmaz; tamamen Amerikan gücüne dayanır. Amerika güçlü kaldıkça, işgal devleti de güçlü kalır. Bu, tartışmasız bir denklemdir. Bu yüzden, işgal hükümeti, sadece güç yoluyla elde edilebilecek hedeflerini gerçekleştirmek için savaşa devam edecektir. İşgalin savaşa dönme niyetini gösteren bir diğer delil ise Batı Şeria’daki tehlikeli tırmanıştır. Gazze’deki soykırım savaşı başladığından bu yana, Batı Şeria’da yaklaşık 950 Filistinli şehit edilmiş, yaklaşık 7 bin kişi yaralanmış ve 14 bin 500 kişi tutuklanmıştır. Bu satırların yazılmasından iki gün önce, Netanyahu’nun emriyle Batı Şeria’ya üç yeni askeri tabur sevk edildi. Üstelik, 2002’deki işgalden bu yana ilk kez Batı Şeria’nın kuzeyine tanklar konuşlandırılma kararı alındı.
Bu tehlikeli tırmanış gösteriyor ki, işgalin müzakerelerden amacı, esir yükünden kurtulmaktır. Çünkü direniş, esirlerin hayatını koruma konusunda son derece hazırlıklıydı ve bombardımanlarla bu hedefe ulaşmak mümkün olmamıştı. Ancak tüm esirler serbest bırakıldıktan sonra, yenilgiyi hazmedemeyen işgalin, “direnişi bitirme” bahanesiyle taş üstünde taş bırakmaması bekleniyor. Fakat bu sefer, direnişin eline yeniden esir düşmemesi için daha temkinli davranacaklardır.
Kim ki işgalin, direniş saldırmadığı sürece barış bayrağı kaldıracağını sanırsa, aldanır. Çünkü siyonist düşman, tepki mantığıyla hareket etmez. Hatta “Aksa Tufanı” operasyonunda bile ilk başlayan direniş değildi. Nitekim İsrail’in Kanal 12 televizyonu tarafından yapılan bir araştırma, işgal hükümetinin 7 Ekim’den günler önce saldırı planladığını ortaya koymuştu. Aksa Tufanı harekâtı, işgalin bu planını bozmuş ve inisiyatifi elinden almıştır.
Aynı şekilde, kim ki Filistin’in direnişsiz güvenli ve istikrarlı olacağını sanırsa, o da aldanır. Direnişin yokluğu, Filistin’i siyonist yutkunmanın önüne kolay bir lokma olarak sunar. Bu da siyonist projenin ilk adımını, yani tüm Filistin’in kontrolünü hızlandırır.
Bu nedenle diyorum ki: Filistin meselesiyle ilgili sunulan ve direnişin tasfiyesini, silahsızlandırılmasını veya dışlanmasını ihtiva eden her çözüm teklifi, Filistin’i altın tepside işgale sunmak demektir. Hatta daha ileri gidip diyorum ki: Arap ülkelerinin direnişi desteklemesi, doğrudan ulusal güvenliklerini koruma görevidir. Direniş, Arap ülkelerinin siyonist tehlikeye karşı birinci savunma hattıdır. Bu desteğin ilk adımı da direnişi doğru bir şekilde değerlendirmektir. Direniş, sınırları içinde özgürlük mücadelesi veren bir ulusal hareket olarak görülmeli, Arap ülkelerinde ideolojisini dayatmak veya rejimleri devirmek isteyen dini bir akım olarak değil.
Ve Allah hesabında yanılmayan ve galip gelendir; ama insanların çoğu bunu bilmez.
İhsan el-Fakih
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
04.03.2025 Üsküdar
هل يعاود الاحتلال الحرب؟
تتعامل حكومة الاحتلال الإسرائيلي مع صفقات تبادل الأسرى بحال الذي يعض أنامله غيظا، فهي تدرك أنها مرغمة على القبول بالاتفاق الذي يفرغ السجون الإسرائيلية تقريبا من الأسرى الفلسطينيين، مقابل الإفراج عما يزيد قليلا عن مئتي أسير إسرائيلي في غزة. يزداد الاحتلال حنقا مع كل مراسم تقيمها المقاومة أثناء تسليم الأسرى، تظهر قوتها ودقة تنظيمها وتبرز الانطباعات الجيدة، التي تكونت لدى الأسرى الإسرائيليين تجاه رجال المقاومة، وبلغ هذا الحنق ذروته خلال تسليم دفعة التوابيت للمرة الأولى.
يدرك نتنياهو أن صفقات تبادل الأسرى هزيمة في قالب الإنجاز، لذلك يتعنت في الوفاء ببنود الصفقة، سواء في ما يتعلق بإدخال المساعدات، أو في المماطلة بتسليم الأسرى الفلسطينيين. هذا التعسف يجعل تنفيذ مراحل الاتفاق على صفيح ساخن، ويثير التساؤلات حول احتمال عودة الاحتلال إلى الحرب.
في رأيي، نتنياهو سوف يمضي في الصفقات إلى النهاية، حتى إن ماطل وتعسف في التنفيذ، لأنه بحاجة لكي يتحرر من عبء الأسرى الذي يضعه تحت ضغط داخلي وخارجي شديد، ولست ممن يؤيد القول بأن الانتهاء من بنود الاتفاق سوف يعرض نتنياهو للمحاكمة، أو ما شابه، نظرا لقوة وهيمنة اليمين الإسرائيلي المتشدد، الذي يدعم قرارات نتنياهو المتطرفة، وكذلك إسناد الرئيس الأمريكي ترامب الذي لا يقل عنه تطرفا. لكن كل المعطيات تشير إلى أن الحرب آتية لا محالة، والاحتلال سوف يعاود استخدام آلة القتل والتدمير مرة أخرى، إن لم يكن خلال مراحل الاتفاق، فسوف يكون بعدها.
قديما قالوا: «من أمِن العقاب أساء الأدب»، فما الذي يمنع الاحتلال من العودة إلى الحرب؟ هل تردعه الدول العربية؟
كلنا يعلم حالة التفكك والتشرذم التي تمر بها الأمة، وسقف طموحات الحكومات العربية هو، إنشاء دولة فلسطينية على حدود الرابع من يونيو 1967، لكن حل الدولتين هذا قد حسمته حكومة الاحتلال بالرفض القطعي، نعم قد تكون هناك احتجاجات رسمية أو تجميد للعلاقات الدبلوماسية، لكن قطعا لن تكفي هذه الوسائل للضغط على الاحتلال، لأن الدخول إلى مربعات أبعد من ذلك تعني مناصبة أمريكا العداء. فهل تردعه الولايات المتحدة الأمريكية؟
هذا فهم مغلوط لطبيعة العلاقة بين أمريكا والاحتلال، فالاحتلال الإسرائيلي كيان وظيفي ورأس حربة للمشروع الإمبريالي الغربي الذي كانت تترأسه بريطانيا في الماضي، وأمريكا في الحاضر، ومن ثم يحظى بالرعاية والدعم الكاملين من الحكومات الأمريكية المتعاقبة، مهما اختلفت توجهاتها السياسية، وسواء كانت الإدارة من الديمقراطيين أو الجمهوريين، فالسياسات الأمريكية تجاه الصراع العربي الإسرائيلي ثابتة لا تتغير، ربما تتغير بعض الإجراءات لكنها لا تصل إلى المساس بالقواعد العامة، فكيف يتوقع لأمريكا أن تثني طفلها المدلل عن تنفيذ كل أهدافه وتحقيق حلمه المنشود؟
إسرائيل وُجدت لتتمدد لا لتستقر، وهو ما استقر في الوجدان الإسرائيلي وصرح به كثير من رموزه في الماضي والحاضر، وحلم إسرائيل الكبرى من النيل إلى الفرات لا يحتاج إلى تفصيل القول، وهو الأمر الذي أعرب ترامب عن تبنيه حينما صرح، إبان حملته الانتخابية، بأن «مساحة إسرائيل تبدو صغيرة على الخريطة، ولطالما فكرت كيف يمكن توسيعها».
إسرائيل قوتها ليست ذاتية، وإنما تعتمد بشكل كلي على قوة أمريكا، وطالما بقيت أمريكا قوية ظلت دولة الاحتلال قوية، تلك هي المعادلة التي لا شك فيها، ولذلك سوف تمضي حكومة الاحتلال في طريق الحرب لتحقيق ما لا يمكن تحقيقه إلا بالقوة. ما يؤكد على نية الاحتلال العودة إلى الحرب، هو ذلك التصعيد القوي في الضفة الغربية، فمنذ بدء حرب الإبادة في غزة، استُشهد في الضفة قرابة 950 فلسطينيا، وأصيب حوالي سبعة آلاف، واعتقل ما يقارب أربعة عشر ألفا وخمسمئة فلسطيني. وقبل يومين من كتابة هذه السطور، دفع الاحتلال بثلاث كتائب إضافية إلى الضفة بعد تعليمات نتنياهو بتنفيذ عملية قوية، إضافة لاتجاهه لنشر دبابات في شمال الضفة للمرة الأولى منذ اجتياح 2002.
هذا التصعيد الخطير يثبت أن المفاوضات التي يجريها الاحتلال هدفها التحرر من عبء الأسرى، الذي لم يتحقق بالقصف بسبب جاهزية المقاومة للمحافظة على حياة الأسرى، أما بعد تحرير جميع الأسرى، فالمتوقع من الاحتلال الذي يشعر بمرارة الهزيمة، أن يحرق الأخضر واليابس تحت مبرر القضاء على المقاومة، لكنه سيكون هذه المرة أكثر حذرا لئلا يقع أسرى في أيدي المقاومة يساومون بهم.
واهِمٌ من يعتقد أن الاحتلال يمكن أن يرفع راية السلام، طالما لم تتحرش به المقاومة، فالعدو الصهيوني لا يتعامل بمنطق رد الفعل، حتى في معركة طوفان الأقصى لم تكن المقاومة هي البادئ، حيث كشف تحقيق للقناة 12 العبرية، أن حكومة الاحتلال كانت تخطط للهجوم قبل السابع من أكتوبر بأيام، فجاء طوفان الأقصى ليفسد المخطط ويُفقِد الاحتلال زمام المبادرة.
وواهِمٌ كذلك من يعتقد أن فلسطين من دون المقاومة ستكون آمنة مستقرة، بل ستكون لقمة سائغة تُعجل بإتمام أولى خطوات تحقيق الحلم الصهيوني وهو السيطرة على كامل فلسطين.
لذلك أقول، إن أي حل يُطرح بشأن القضية الفلسطينية يتضمن القضاء على المقاومة أو إقصاءها، أو نزع سلاحها، إنما يقدم فلسطين على طبق من ذهب للاحتلال الإسرائيلي، بل أذهب إلى أبعد من ذلك، فأقول: إن دعم الدول العربية للمقاومة هو من صميم مهامها في الحفاظ على أمنها القومي، فالمقاومة هي خط الدفاع الأول للدول العربية ضد الخطر الصهيوني، وأولى خطوات هذا الدعم، هو إعادة النظر في تقييم المقاومة، باعتبارها حركة مقاومة وطنية تعمل داخل حدود وطنها، لا تيارا دينيا يسعى لفرض أيديولوجيته في الدول العربية وإسقاط أنظمتها، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.
إحسان الفقيه
لأصل المقال إضغط:👇
https://www.alquds.co.uk/?p=3458873