İstibdat Konulu Bir Kitap Özeti

“Tabâi‘ü’l-İstibdâd ve Masârı‘ü’l-İstıbdâd” Kitabının Özeti – Abdürrahman el-Kevâkibî

İstibdâd nedir? Müstekbir (zorba) kimdir? Ve ondan nasıl kurtulabiliriz?

Bu metin, Abdürrahman el-Kevâkibî’nin istibdâd (despotizm) üzerine yazdığı bir araştırmadır. Kevâkibî, istibdâdın özelliklerini ve beraberinde getirdiği olumsuzlukları incelemiştir. Bu olumsuzluklar, zorbanın sürekli bir korku içinde yaşamasına, yönetimi altındaki halkın ise korkaklık ve pasiflik duygularına kapılmasına yol açar. İstibdâdın din, ilim, şan, servet, ahlak, ilerleme, eğitim ve medeniyet gibi insan hayatının tüm alanlarına etkileri vurgulanır.

Kevâkibî, şu sorulara cevaplar arar:
• İstibdâd nedir?
• Müstekbirin (zorbaların) özellikleri nelerdir?
• Zorbaların yardımcıları kimlerdir?
• İstibdâdın din, servet, ilim ve ahlakla ilişkisi nedir?
• İnsan istibdâdı ne kadar tolere edebilir?
• Bundan nasıl kurtulabiliriz ve alternatif nedir?

1) İstibdâd nedir ve müstekbirin özellikleri nelerdir?

İstibdâdın Tanımı

Kelime anlamıyla istibdâd, kişinin görüşlerinde kendini beğenmişlik göstermesi, öğütleri kabul etmeyerek kibirlenmesi veya ortak haklar konusunda kendi başına karar almasıdır. Kavram olarak ise genellikle hükümetlerin despotizmi anlamına gelir; çünkü bu, insanları en çok mutsuz eden ve sefaletlerini artıran bir durumdur. İstibdâd, bir bireyin ya da bir grubun halkın hakları üzerinde keyfi ve korkusuzca tasarrufta bulunmasıdır. İstibdâd altındaki halk için “esirler”, “küçük düşürülmüşler” ve “sefil insanlar” gibi ifadeler kullanılır.

Müstekbirin (Zorbanın) Tanımı

İstibdâd; zorbalıkla ya da miras yoluyla başa geçen mutlak bir hükümdarı tanımladığı gibi, seçilmiş bir liderin denetimsiz bir şekilde hareket etmesi durumunu da kapsar. Aynı şekilde, seçilmiş bir grup tarafından yönetilen hükümetlerde bile istibdâd olabilir. Ortak karar alınıyor olması, despotizmi ortadan kaldırmaz; aksine bazen bu tür bir despotizm, bireysel zorbalıktan daha zararlı olabilir.

Ayrıca yetkilerin bölündüğü bir yönetim biçiminde, yasama, yürütme ve denetleme arasında denge varsa istibdâd azalır. Ancak bu yetkiler arasındaki bağ zayıf olduğunda despotizm yükselir.

En Yüksek Derecede İstibdâd

En tehlikeli despotizm biçimi, şunları bir arada bulunduran yönetimdir:
• Mutlak bir ferdi (bireysel) lider,
• Saltanatı miras yoluyla elde etmiş,
• Ordunun başkomutanı,
• Dini otoriteyi de elinde bulunduran bir yönetici.

Bu unsurlardan biri azaldıkça istibdâdın şiddeti azalır. En düşük düzeydeki istibdâd ise halkın seçtiği, görev süresi sınırlı ve hesap verebilir bir liderle mümkündür.

Ayrıca, istibdâd şu durumlarla azalır:
• Halkın sayısı azaldıkça,
• Hükümetin, halkın büyük mülklere, sermayeye bağlılığı azaldıkça,
• Servet farklılıkları azaldıkça,
• Halkın bilgi düzeyi arttıkça.

Zorbanın Tavrı ve Halkın Tepkisi

Müstekbir (zorba), halkının koyunlar gibi itaatkâr ve köpekler gibi aşağılık olmasını ister. Ancak halk, kendisine haksızlık eden liderine boyun eğmek yerine bir at gibi davranmalıdır: Hizmet edilirse hizmet eder, ancak kırbaçlanırsa öfkelenir.

Halkın, kendisini bir doğuştan hizmetçi olarak mı gördüğüne, yoksa hükümdarını kendisine hizmet etmesi için seçtiğine karar vermesi gerekir. Akıllı bir halk, istibdâdın canavarını bağlamalı ve onun zulmüne engel olmalıdır. Böylece despotun hışmından da korunmuş olur.

2) İstibdâd ile din arasında bir ilişki var mı?

Kevâkibî’ye göre, çoğu tarihçi ve araştırmacı, siyasi istibdâdın genellikle dini istibdâdın bir ürünü olduğunu savunur. Hatta bazıları, bu iki tür istibdâdın kardeş olduğunu, “babasının zorbalık, annesinin ise otorite” olduğunu söyler. Din ve siyaset, insanları boyunduruk altına alabilmek için iş birliği yapar. Tarih boyunca, bazı despotlar halkın zihini kapasitesine göre kendilerini ilah ilan etmişlerdir. Hatta, hiçbir siyasi zorbanın kendisini kutsallıkla ilişkilendirmeden ayakta duramayacağı söylenir. Bu zorba liderler, İlah adına hareket ettiklerini iddia eden din adamlarını da kendi çıkarları için kullanırlar.

Dini İstibdâdın Halk Üzerindeki Etkileri

Din adamlarının en az yaptığı şey, halkı farklı mezhep ve gruplara bölerek onların birbiriyle çatışmasını sağlamaktır. Bu bölünmeler, milletin gücünü tüketir ve böylece istibdâdın gelişmesine zemin hazırlar. Kevâkibî, İngilizlerin sömürgelerde uyguladığı politikaları buna örnek olarak gösterir; halkın din ve mezhep farkları yüzünden birbirine düşmesi, sömürge yönetimlerinin işini kolaylaştırmıştır.

Adalet Kavramının Tahrif Edilmesi

Kevâkibî, istibdâdın etkisiyle adalet kavramının saptırıldığını belirtir. Fıkıh alimleri, adaleti yalnızca şeriat kurallarına uygun hareket etmek olarak tanımlamış, oysa adaletin asıl anlamı eşitliktir. Kur’an’daki “Allah adaleti emreder” ayeti, insanlar arasında eşitliği sağlamak anlamına gelir. Ancak din alimleri, despotların etkisiyle, adaleti sınırlı bir kavrama indirgemiş, hatta zalim yöneticilerin şahitliğini bile kabul edilebilir saymışlardır.

Tasavvuf ve İstibdâd

Kevâkibî, tasavvuf ehlinin de bazı despotlara ilahi bir nitelik atfederek istibdâda katkı sağladığını ifade eder. Örneğin, kimi tasavvufçular, “Büyük lider, Allah’ın velilerinden biridir ve emirleri ilhamla gelir” gibi düşünceler öne sürmüşlerdir. Kevâkibî, bunun dine ve akla aykırı olduğunu vurgular.

İslam’ın İlkeleri ve İstibdâdın Çarpıttığı Anlamlar

Kevâkibî, İslam’ın en mükemmel yönetim ilkelerinden birinin Hz. Peygamber’in şu sözü olduğunu belirtir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” Bu ilkeye göre, her fert genel anlamda bir yönetici olup milletin sorumluluğunu taşır. Ancak bazı ikiyüzlü kişiler bu ilkenin anlamını çarpıtarak, bu sorumluluğu yalnızca kişinin ailesiyle sınırlı hale getirmiştir. Aynı şekilde, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir” ayetinin anlamı da daraltılmış, genel kamu yönetimiyle değil, yalnızca şahitlik ve hukuki meselelerle ilişkilendirilmiştir.

Kevâkibî, bu tür çarpıtmaların halkın bağımsızlık ve özgürlük bilincini zayıflattığını, hatta tamamen ortadan kaldırdığını ifade eder. Sonuç olarak insanlar, kendi kendilerini yönetebilme kabiliyetini unutarak, bir zorbanın yönetimine boyun eğmek zorunda kalmışlardır.

Diğer Dinlerdeki İstibdâd

Hristiyanlık ve Yahudilikte de benzer durumlar görülür. Dini öğretiler, istibdâdın hizmetine sunularak tahrif edilmiştir.

Sonuç

Kevâkibî, iman ve dinin istibdâda hizmet edecek şekilde çarpıtıldığını savunur. Ona göre, bu çarpıtmalar aynı kökten türemiş ve her biri insanları boyunduruk altına alma amacına hizmet etmiştir. Nihayetinde, istibdâdın ve köleleştirmenin asıl kaynağı bu sapkın anlayışlardır.

3) İstibdâd, ilimle savaşır mı? Neden?

Kevâkibî’ye göre, istibdâdın en büyük düşmanlarından biri ilimdir. Despot yönetici, halkına karşı bir hain vasî gibi davranır; yetimlerin malını ve canını istediği gibi kullanır. Nasıl bir vasî, yetimlerin büyüyüp haklarını talep etmesini istemezse, despot da halkının ilim yoluyla bilinçlenmesini ve haklarına sahip çıkmasını istemez. Çünkü:
• İlim, bir özgürlük ışığıdır: Kevâkibî, ilmi “Allah’ın nurundan bir kıvılcım” olarak tanımlar. Bu nur, insanlara hakikati gösterir ve onları harekete geçirir. Ancak istibdâd, bilinçlenmiş fertlerden korkar; zira bu fertler despotluğun maskesini düşürür.
• Despot, bilgiden rahatsız olur: İlim, despotun otoritesini tehdit eder. İlim sahiplerinin ahlaki ve entelektüel üstünlüğü karşısında despot, kendini küçük ve zayıf hisseder. Bu yüzden despot, bilgili fertlerden kaçar, aksine cahil, uysal ve dalkavuk insanları çevresine toplar.

Kevâkibî, bu durumu İbn Haldûn’un “Dalkavuklar kazanır” sözüyle ilişkilendirir. İstibdâd altında yetişen gerçek âlimler ise, insanlara hakikati öğretmeye çalışır. Ancak bu âlimler ya susturulur ya da sürgüne zorlanır. Nitekim tarih boyunca birçok peygamber, bilim insanı ve yazar, ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış veya gurbette ölmüştür.

Kevâkibî’nin vardığı sonuç şudur: İlimle istibdâd arasında sürekli bir savaş vardır. Âlimler halkı aydınlatmaya çalışırken, despotlar bu ışığı söndürmek için gayret eder.

4) Halk (avam) kimdir ve neden korkutulmalıdır?

Kevâkibî’ye göre, halk iki yönlü bir yapıya sahiptir:
• Cahillik ve korku: Halk cehalet içinde olduğunda kolayca korkar. Korku, onları itaate zorlar.
• Şuur ve cesaret: Halk şuurlandığında ise hakkını savunur. Bu yüzden despotlar, halkın cehaletini korumaya çalışır.

Despotlar, halkı kendi güçlerinin kaynağı olarak görür. Kevâkibî, halkın bu çelişkili durumunu şu ifadelerle açıklar:
• Despot, halkı baskı altında tutar, ama halk onun gücüne hayranlık duyar.
• Halktan zorla malını alır, ama halk ona minnettar kalır.
• Halkı küçük düşürür, ama halk onu yüceltir.

Kevâkibî, halkın korku ve cehalet nedeniyle kendi kendini yok ettiğini belirtir. Ancak cehalet ortadan kalkar ve akıl aydınlanırsa, korku da yok olur.

Despotun Korkusu

Kevâkibî’ye göre, despotlar daima korku içinde yaşar:
• Ruhsal bir karmaşa içindedirler: Despot, halkının nefretinden korkar. Halkının öfkesinin kendi zulmünden kaynaklandığını bilir. Bu korku, gerçek bir acizlikten gelir.
• Halk ise vehimler yüzünden korkar: Halk, despotun gücünü abartır ve korkularını kendileri büyütür.

Despot, hem halkından hem de kendi yakın çevresinden korkar. Hatta hayallerinden ve düşüncelerinden bile korkar. Kevâkibî, despotların çoğunlukla şaşkınlık ya da tam bir delilikle hayatlarını sonlandırdığını söyler.

Despotun Gösterişi ve Korkusunu Gizleme Çabası

Kevâkibî’ye göre, despotların korkularını örtbas etmek için kullandığı araçlardan biri, halkı etkileyecek görkemli gösteriler düzenlemektir. Büyük saraylar, ihtişamlı törenler, halkın gözünü boyamaya yönelik birer araçtır. Bu gösteriş:
• Zayıf karakterli insanların kibirlenmesine,
• Cahil insanların abartılı tasavvuf yorumlarına,
• Fakirlerin sahte süslemelere önem vermesine benzer.

Kevâkibî, bu tür davranışların, despotların hem halk hem de kendileri üzerindeki baskıcı etkilerini devam ettirmeye yönelik bir çaba olduğunu ifade eder.

5) Küçük Zalim

Zalim bir yönetim doğal olarak, en üstteki büyük zalimden, polise, hizmetçiye ve sokak süpürücüsüne kadar tüm kollarında zalimlik gösterir. Her sınıfın, kendi tabakasındaki en kötü ahlaka sahip fertlerden oluşması doğaldır. Çünkü bu insanlar ne itibar ne de onur peşindedir; onların tek amacı, hizmet ettikleri kişiye (büyük zalime) sadakatlerini ispatlamaktır. Bu sadakat sayesinde hem onlar zalime güvenir hem de zalim onlara güvenir. Böylece zalim ve küçük zalimler birbirlerini destekler.
• Zalimliğin yoğunluğu ve çalışanların sayısı:
Büyük zalim ne kadar sertleşirse, ona hizmet eden zalimlerin (küçük zalimlerin) sayısı da o kadar artar. Zalim, bu kişileri din, vicdan veya ahlak anlayışı olmayanlar arasından seçer. Ayrıca, hiyerarşi tersine işler: Ahlak açısından en düşük olanlar, mevkide en yüksek yerlere getirilir. Böylece, en aşağılık kişi genelde en yüksek makama sahip olur ve büyük zalime en yakın olan odur.
• Yöneticilerin ve askerlerin rolleri:
Zalim bir hükümette bakanlar, halkın değil zalimin bakanlarıdır. Görevleri, halkın çıkarlarını değil, zalimin emirlerini yerine getirmektir. Aynı şekilde, askerler de halkın güvenliğini sağlamak için değil, zalimin çıkarlarını korumak ve halkı baskı altında tutmak için görevlendirilir.
• Ahlak gösterisi:
Zalimlerin çevresindeki kişiler bazen şikâyet ve üzüntü gösterisi yapar, ama bu sadece halkı kandırmak içindir. Halkın zihinleri zalimlik tarafından karartılmış ve düşünceleri çarpıtılmış olduğundan, bu gösteriler aldatıcı olsa da etkili olur.

6) Zalimlik ve Para İlişkisi

Zalimlik ile para arasında güçlü bir bağ vardır. Zalim, gücünü ve varlığını büyük ölçüde paraya dayandırır. Bu ilişki şu şekilde açıklanabilir:
• Sistemli yağma:
Zalim ve yandaşları, halkın parasını ya doğrudan zorla alır ya da sahte bahanelerle el koyar. Ayrıca, hukukun olmadığı bir ortamda, hırsızlar ve dolandırıcılar da serbestçe hareket eder, halkın malını çalar.
• Serveti gizleme zorunluluğu:
Zalimlik altında, mal varlığına sahip olmak bir yük haline gelir. Zenginlik göstermek, sahiplerini zalim ve onun çevresi için hedef haline getirir. Bu yüzden insanlar, yoksulmuş gibi davranmak zorunda kalır ve birçok kişi para kazanmak için gayret sarf etmekten bile kaçınır. Bu durumu halk arasında şu söz açıklar: “Bir altını korumak için bir kantar akıl gerekir.”
• Zenginlerin durumu:
Zenginler, düşünce açısından zalimin düşmanlarıdır; ancak pratikte onun destekçileri haline gelirler. Zalim, zenginleri küçük düşürür, onlar da acı çeker. Ardından onları memnun ederek sadakatlerini kazanır. Bu durum, zalimliğin kökleştiği toplumlarda daha belirgindir.
• Fakirlerin durumu:
Zalim, fakirlerden korkar; çünkü onların isyan etme potansiyeli daha yüksektir. Ancak onları, göstermelik iyiliklerle kandırır. Fakirler ise zalimden korkar ve isyan etmeyi düşünemez hale gelir. Kendi kafalarında bile zalimin onları izlediği yanılsamasını yaşarlar.

Zalimlik ve Para İlişkisinin Özeti

• Zalimlik, ekonomik güvensizlik oluşturur.
• İnsanları servetlerini gizlemeye ve yoksulluk taklidi yapmaya zorlar.
• Zenginleri baskı altına alarak çıkarlarını kullanır.
• Fakirleri göstermelik iyiliklerle kandırır, ama aynı zamanda onları sürekli bir korku altında tutar.
• Para, hem kontrol aracı hem de zalimin yönetimini sürdüren bir kaynaktır.

7) İstibdat ve Ahlak

Ahlak, miras yoluyla gelen tohumların, terbiye ile beslenen ve bilgi ile sulanan meyveleridir. Ahlakın bakımıyla ilgilenenler ise hükümet adamlarıdır. Siyaset, insanların ahlakında, ağaçların bakımında olduğu gibi etkili olur. İstibdat altında yaşayan ferdin hayatında düzen olmadığı gibi ahlakında da düzen yoktur. Zenginleşirse cesur ve cömert olabilir, fakirleşirse korkak ve aşağılık birine dönüşebilir. Hayatında hiçbir şeyde istikrar olmadığından, kendisini hayatın akışına bırakır. Böyle bir insanın ahlak sahibi olması beklenemez. Eğer başta bir ahlaka sahipse bile, bu ahlakın korunması zordur. Bu nedenle, bilge insanlar esirler hakkında kesin bir yargıya varmazlar.

İstibdat altındaki fert, kötü özellikleri miras alır ve en kötü şekilde yetiştirilir. Bu kötü özelliklerin bir kısmı ömür boyu onunla kalır. İstibdat, ferdin tüm doğal, dini ve alışılmış özelliklerini bozacak kadar güçlüdür. Ahlakın yerini riyakârlık alır. İnsan, bu riyakârlığı alışkanlık haline getirir ve kişiliğinin sabit bir özelliği haline dönüşür. Bu durum, ferdin kendine güvenini kaybetmesine yol açar. Kendisine dair bir istikrar bulamadığından, sürekli bir belirsizlik ve kararsızlık içinde yaşar. Bu sebeple, çoğu zaman kişiliğindeki bu bozukluğun nedenini bilmez; yaratıcıyı, dinini, terbiyesini, zamanını ya da toplumunu suçlar. Ancak gerçek bunların hiçbiri değildir. Gerçek şu ki: İnsan özgür yaratılmıştır, ancak esareti kendi seçmiştir.

8) Özgür İnsanların Özellikleri

Özgür bir fert, bedeni ve hayatı üzerinde tam bir güvenceye sahiptir. Hükümet, onu sürekli koruyarak güvenlik sağlar. Ancak bu koruma ferde bir yük gibi hissettirilmez; adeta havanın çevrelediği gibi bir kolaylıkla sağlanır. Özgür insan, bedenini ve zihnini geliştirme, bilgi edinme ve keyif alma konusunda da tam bir serbestiye sahiptir. Sokakların kolay ulaşılır olması, parklar, okullar ve sosyal alanlar, özgür insan için zevklerinin bir parçasıdır. Öyle ki, diğer insanların bu alanlardan yararlanmasını bile kendi iyilikseverliğinin bir sonucu olarak görür. Bu sayede en zengin insanlardan bile daha mutlu olur.

Özgür fert, inanç, düşünce ve eylemlerinde herhangi bir engelle karşılaşmaz. Halkın yararına olan hedeflerini gerçekleştirme noktasında da kendisini bir hükümdar gibi hisseder. Hakların korunmasında adaletin terazisini tutan bir görevli gibidir. Kendisine karşı bir haksızlık yapılmayacağından ya da suç işlediğinde cezasını mutlaka alacağından emin bir şekilde yaşar.

9) İstibdatla Mücadele İlkeleri:

İlke 1: Bir toplum, tüm üyeleri ya da çoğunluğu istibdat acısını hissetmiyorsa özgürlüğü hak etmez. Kölelik ve zillet alışkanlığı, bir toplumu hayvanlardan bile aşağı bir konuma indirir. Öyle bir toplum özgürlük istemez, adalet aramaz ve bağımsızlığın değerini bilmez. Tek görevi, istibdat sahibine itaat etmektir. Ara sıra öfkelenebilirler, ama bu genellikle zalim kişiye duyulan intikam arzusudur, istibdattan kurtulma isteği değildir. Bu durum yalnızca bir hastalığın yerine başka bir hastalık getirilmesine yol açar.

Bazen bir istibdat, daha güçlü bir başka istibdat ile değiştirilir; bu da yalnızca eski kronik hastalığın yerine yeni bir hastalık gelmesi anlamına gelir. Tesadüfen özgürlük elde edilse bile, toplum özgürlüğün kıymetini bilmez ve onu koruyamaz. Özgürlük, kısa sürede kaosa dönüşür ve daha karmaşık bir istibdat olarak geri döner. Bu yüzden, bilge kişiler, faydalı bir özgürlüğün ancak ona layık bir toplum tarafından kazanılacağını söyler. Eğer özgürlük, plansız ve aceleci bir isyan sonucu elde edilirse, genellikle bir işe yaramaz. Çünkü böyle bir isyan, yalnızca istibdat ağacını keser, köklerini yerinde bırakır. Bu kökler zamanla yeniden filizlenir ve önceki halinden daha güçlü bir şekilde büyür.

İlke 2: İstibdat, sertlikle değil, yumuşaklıkla mücadele edilerek alt edilebilir. İstibdatla mücadelede tek etkili usül, toplumun bilinç ve duygularını geliştirmektir. Bu da ancak eğitimle mümkündür. Halkın genel düşüncesinin ve alışkanlıklarının değişmesi ise uzun bir zaman gerektirir.

İstibdatla şiddet kullanarak mücadele etmek tehlikelidir. Şiddet, halkı bir kıyımın içine sürükleyebilir. Ancak bazen istibdat öyle bir noktaya ulaşır ki, toplumda doğal bir patlamaya yol açar. Bu durumda, aklıselim insanlar bu patlamadan uzak durmalıdır. Devrim tamamlanıp istibdatçılar temizlendikten sonra, fikirlerin adaleti inşa edecek şekilde yönlendirilmesi gerekir.

İlke 3: İstibdada karşı koymadan önce, onun yerine neyin konulacağının hazırlanması gerekir. Her eylemin başarısı, hedefine dair açık bir anlayışa bağlıdır. Hedefin belirsiz olduğu durumlarda, eylem eksik kalır. Eğer hedef tamamen bilinmiyor ya da bir kesim tarafından kabul edilmiyorsa, bu kişiler istibdatla işbirliği yapar ve iç karışıklık başlar. Bu durumda, zafer istibdatın olur.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.11.2024 Üsküdar

Kitap Özetinin Arapça Aslı İçin: 👇
https://kanaanonline.org/2023/07/10/ملخص-كتاب-طبائع-الاستبداد-ومصارع-الاس/