Seyyid Kutub’u Neden Seviyorum?

Çünkü, göğsümde düğümlenip kalan ve zihnimde yoğunlaşan, ifade edemediğim pek çok şeyi dile getirdi. Onları Seyyid’in kalemiyle yazılmış olarak karşımda buldum. O, kalbimin sırlarını benden daha iyi ifade edebildi ve kendimle konuşmamı anlamamı sağladı.

Seyyid’i seviyorum çünkü beni Kur’an’ın gölgesinde yaşamaya yönlendirdi. “Bu, sadece tadına varanların bildiği bir nimettir .. Ömrü uzatan, bereketlendiren ve arındıran bir nimet.” Allah’ın, insan olarak, yaratıcı büyük Allah’ın kelamıyla bana hitap etmesinden ve O’nun sözlerini okuyabilmemden, ezberleyebilmemden, yazabilmemden ve tefsir edebilmemden daha büyük bir nimet olabilir mi?

Seyyid’i seviyorum çünkü beni zaman makinesine soktu ve kendimi “eşsiz Kur’an nesli” ile birlikte buldum. Bu neslin neden farklı olduğunu, bu büyük mesajı ufuklara taşıyacak liyakata nasıl sahip olduklarını anladım. Defalarca sahabe hayatlarını okudum ama Seyyid’in zaman makinesi beni onlarla beraber yaşamaya götürdüğünde, aklım ve kalbimle bu nesille yaşamayı başardım.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan iman üstünlüğünün ve İslam gururunun anlamını öğrendim. Onu okuduktan sonra anladım ki bu dini anlamaya ne kadar derinlemesine dalarsam, kendime olan güvenim o kadar artıyor ve cahiliyenin yeryüzünde kaynadığını ve halkının küçük ve cılız ilgilerinin ne kadar değersiz olduğunu o kadar net bir şekilde anlıyorum.

Seyyid’i seviyorum çünkü onunla Müslüman kimliğimi keşfettim; küçük işlerden arınan ve inancıyla başkalarından ayrılan bir kimlik… Anladım ki ben kaybolmuş insanların sürüsüne değil, Adem’den Nuh’a, Muhammed’e kadar ve binlerce elçiyle bu yüce yolda yürüyen en üstün ve büyük insanlara aidim. Onlardan sonra ise tarihteki en iyi nesle, sahabelere, insanların içinden çıkarılmış en hayırlı ümmete aidim. Bu aidiyetle, Seyyid ile birlikte “Müminin akidesi onun vatanıdır, kavmidir, ailesidir… Ve böylece insanlar yalnızca ona odaklanırlar, hayvanların otlak ve sürü için toplandığı gibi değil!” anladım.

Bu kimlik ile diğer aidiyetler arasında belirgin ve net bir çizgi olduğunu öğrendim, ne bir köprü, ne de gri alanlar var. “(Sizin dininiz size, benim dinim bana)” Yarı yolda buluşma yoktur, ne kadar cahiliye İslam örtüsüne bürünse ya da bu başlığı iddia etse bile. “Cahiliye, cahiliyedir; İslam ise İslam. Aralarındaki fark büyük, ve yol cahiliyeden bütünüyle çıkıp bütünüyle İslam’a yönelmektir.”

Seyyid’i seviyorum çünkü onunla Allah’ın kelimesinin en yüce olması ve dinin bütünüyle Allah’a ait olması anlamını öğrendim. “Kendisinden önceki kitabı doğrulayan ve onu koruyan” anlamını anladım. İslam, insanların ruhlarında ve kalplerinde etki yaratmak için fırsat arayan bir din olarak gelmedi; o, hakim olmak ve hükmetmek için geldi. Allah’ın kelimesi en yüce olmalı, dinin otoritesi hakim olmalı ve tüm cahiliye adetleri ayaklar altında olmalıdır.

Seyyid’i seviyorum çünkü onunla İslam’ın evrenselliği anlamını ve alemlere rahmet anlamını öğrendim. Seyyid’den önce bu evrenselliğin anlamını en fazla, Hristiyan misyonerler gibi ya da Tebliğ Cemaati usulüyle her türlü yönetim altında herkese barışçıl bir davet olarak anlıyordum. Ama Seyyid’den sonra anladım ki İslam, yalnızca bir ülke için değil, birden fazla ülke için değil, tüm dünyada yayılana kadar durmayan bir otorite olarak gelmiştir.

Seyyid’i seviyorum çünkü onunla bu dinin hayatın her alanındaki mutlak referansını öğrenip hazmettim. Bize kitap ve sünnetin referans olduğunu öğrettiler, ama biz onların sadece abdest, namaz, evlilik ve boşanma gibi konularda referans olduklarını düşündük. İbrahim Peygamber’in “De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir” sözünün anlamını, Seyyid’in bana bu dinin en yüce otoritesinin ne olduğunu gösterene kadar anlayamadım.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan öğrendim ki doğru inanç sadece teorik metinler değil, gerçek sonuçları ve duygularda, sözlerde, davranışlarda ve tutumlarda yansımasıyla birlikte gelir. Ondan saf tevhidin sadece sözlü bir ezber olmadığını, Allah’tan başka her şeyden tamamen kurtulmak olduğunu öğrendim. Bu yüzden neden şehitlerin efendisinin zalim bir yönetici karşısında hak sözü söyleyen kişi olduğunu anladım, çünkü bu makamda hak sözü söylemeye karar veren kişi, Allah’tan başka hiçbir şeyin önemi olmadığını ve hiçbir güç ya da irade olmadığını kesin bir şekilde anlamalıdır.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan öğrendim ki gerçek özgürlük, Locke veya Hobbes’un özgürlüğü değil, Allah’tan başka her şeyden kurtulmak demektir. Seyyid’den öğrendim ki şehvetlere, arzulara ve insan kanunlarına boyun eğmek özgürlük değil, ne kadar süslü ve güzel görünüyor olursa olsun, başka bir tür köleliktir.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan öğrendim ki gerçek adalet, ancak Allah’ın şeriatıyla olabilir; hiçbir insan yasası göklerin adaletine denk olamaz. Dünyanın en tarafsız hukuk sistemlerinde bile yargıçlar ne kadar gayret edip adaletle karar verirlerse versinler, onların hükmettikleri kanunlar insan yasalarıdır ve göklerin adaletiyle kıyaslanamaz.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan öğrendim ki zalimlere küçümsemek gerektiğini ve onların gücünün aslında sadece kendilerine “halk” denilen koyun sürüsünün zayıflığından kaynaklandığını fark ettim. “Zalim aslında güç ya da otorite sahibi bir birey değil; gerçekte, ona sırtını veren, boynunu uzatan, başını eğen ve onurundan ve haysiyetinden vazgeçen cahil ve itaate alışmış kalabalıklardır.”

Bunu, Seyyid’in kişiliğinde gördüm; hakim ona “Nasır’ı öldürmeye teşebbüs etmekle suçlanıyorsun” dediğinde, “Nasır’ı öldürmek küçük bir hedeftir. Biz, Nasır gibilerin çıkmadığı bir millet inşa etmeyi hedefliyoruz” cevabını vermiştir.

Seyyid’i seviyorum çünkü ondan bu dine ve onun getirdiklerine gurur duymayı öğrendim ve bazı Müslümanların savunma ve utanma eğilimlerini, yenilgi psikolojisini küçümsedim. “İslam’da utanılacak hiçbir şey yoktur, savunmak zorunda kalacağımız bir şey yoktur, başkalarına gizlice yaklaştıracağımız bir şey yoktur, ya da onun gerçeğini açıkça söylemekte tereddüt edeceğimiz bir şey yoktur.”

Seyyid’i seviyorum çünkü bu dinin insanlara bir rehber olduğunu, insan kapasitesiyle ele alındığını öğrendim. Bu, gerçekçi bir metodoloji; onu uygulamak, yaymak ve uğrunda cihat etmek bizim sorumluluğumuzdur, bizim çabamızla ve insan kapasitemizle. Peygamber Muhammed (sav) bile mucizelerle değil, kendi cihadı ve arkadaşlarının cihadıyla zafer kazandı. Mekke’de on üç yıl bekledi, Uhud’da başına gelenlerle yüzleşti, Hendek’te kuşatıldı ve Huneyn’de ordusu neredeyse bir felaketle karşılaştı.

Allah’ın kelamı üzerine Seyyid’in yorumunu okuduğumda neşelenir ve yüksek bir semada uçuyorum: ” Düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp kendi başınıza gelince “Bu nereden başımıza geldi?” mi diyorsunuz? De ki: “O, kendinizdendir.” Doğrusu Allah her şeye kadirdir.” (Al-i İmran, 3:165).
Ve biliyorum ki biz de diğerleri gibi Allah’ın yasalarına tabiyiz; Müslümanlar için Allah’ın yasalarından bir istisna yoktur. (Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın, Allah’ın yasasında bir sapma bulamazsın.) Seyyid’i seviyorum çünkü o, yumuşaklığı ve yenilgi ruhunu reddediyor ve Müslümanın her durumda üstün bir ruh haliyle hareket etmesini istiyor. Çünkü “Bu dinin fıkhı, kitaplar ve soğuk kağıtlarla uğraşanlardan alınamaz” ve “Kolay bir davayı her zayıf üstlenebilir, ancak zorlu ve çetin bir davayı sadece güçlüler üstlenir ve sadece en sağlamlar başarabilir” dediği için. “Cihadın bedelini ödemeyen, oturmanın bedelini ödeyecektir” dediği için. Ve “Eğer İslam’ın etkili olması isteniyorsa, İslam’ın hükmetmesi zorunludur; bu din, manastırlara ve tapınaklara çekilmek ya da kalplerde ve vicdanlarda saklanmak için gelmedi” dediği için. Ve “Abdestin bozulması konusunda fetva isteyen, ancak İslam’ın bozulması konusunda fetva istemeyen Amerikan tarzı bir İslam” isteyenlere karşı olan öfkemde Seyyid’in beni nasıl rahatlatmış olduğunu düşünüp anladım.

Seyyid’i seviyorum çünkü onun sertliği, ciddiyeti, meydan okumaları ve kararlı inatçılığına rağmen, İslam çerçevesinde sevgi anlamları üzerine duygusal yorumlarında olağanüstü bir zarafet vardı. Peygamberimiz (sav)’in Hatice ve Aişe’ye olan sevgisi, sahabelerine olan sevgisi, ifk hadisesiyle başa çıkması, Cüveyriye ile evliliği, kızı Zeynep’e karşı olan yumuşaklığı ve Ebu’l-As olayında nasıl davrandığı üzerine yaptığı yorumlarla beni çok etkiledi.

Seyyid’i seviyorum çünkü onun cihat, savaş, izzet ve üstünlük anlamları üzerine konuşması zihninizi ele geçirirken, manevi terbiye üzerine yaptığı konuşmalar kalbinizi fetheder, duygularınıza hâkim olur ve ruhunuzu huşu içinde dalgalandırır; tasavvufun manevi halleri veya ariflerin vecdi gibi şeylere ihtiyaç duymazsınız. Seyyid’in, tasavvufun safsata ve hurafelerinden, mutezilenin kuruluğundan arındırılmış, saf sünnî metodu ruhani olarak benim için nasıl bir uçuş yaşattığını itiraf ediyorum. “Medaricu’s-Salikin” ve “İhya-u Ulumi’d-Din” kitaplarını seviyorum, ama bu kitaplar beni Seyyid’in ruhani uçuşları kadar etkileyemiyor.

Seyyid’i seviyorum çünkü en zor tevazu türünü, yani entelektüel tevazuyu başardı; sürekli olarak müftü veya ilmî bir otorite olmadığını tekrarladı ve “Fi Zilalil Kur’an” kitabını tefsir olarak nitelendirmeyi reddetti, böylece şer’i bir otorite sorumluluğunu üstlenmek istemedi. Sonrasında ise, önceki yazılarında sahabelerden bazılarına yönelik aşırılık ve edebi anlamlardaki rahatlığı konusunda geri adım atarak tevazuyla hakikate döndü ve hayatının sonunda önceki kitaplarına bakılmamasını, İslam’ın saflığı konusunda net bir görüş edinmeden önce yazdıklarının dikkate alınmamasını tavsiye etti.

Seyyid’i seviyorum çünkü o, üstünlük, direniş, izzet ve onurun, manevi yönlerin örneğiydi. “Allah ile çalışmaktan dolayı özür dilemeyeceğim” ifadesi beni etkiliyor. “Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden işaret parmağı, zalim bir hükümdarın hükmünü kabul eden bir kelime bile yazmaz.” ifadesi de beni etkiliyor. “Neden merhamet dileyeyim? Hak ile hüküm giydiysem, hak hükmünü kabul ederim; batıl ile hüküm giydiysem, batıldan merhamet dileyecek kadar küçük değilim.” ifadesi de beni etkiliyor. “Şehit, Allah’ın kanununun kendi hayatından daha değerli olduğunu ispatlayan kişidir.” ifadesi de beni etkiliyor. İdam edileceği zaman saray alimi ona kelime-i şehadet telkin ettiğinde “Beni buraya getiren ‘La ilahe illallah’ değil mi?” ifadesi de beni etkiliyor. Allah aşkına, davası uğruna Rabbi ile buluşmayı arzulayan kişinin iman gücünden, sağlam psikolojisinden ve davasına olan bağlılığından şüphe eden birisi olabilir mi?

Ve son olarak, onu seviyorum çünkü kendisini isimlendirmeden geleceğini öngördü; “Bin yıl yaşasa bile davasına hizmet edemeyecek nice şehit var ki, davasını şehitliği ile savundu.” dedi. “Eğer beni öldürürlerse, kelimelerim daha güçlü olacak.” dedi. “Fikirlerimiz ve kelimelerimiz, uğrunda ölene veya onları kanla besleyene kadar cansız kalır; o zaman dirilirler ve yaşayanlar arasında yaşarlar.” dedi.

Onu seviyorum çünkü kendisini ünlü şiiri “Kardeşim, sen duvarların ardında özgürsün” ile övdü; “Allah bizi davası için seçti ve biz de onun yolunda yürüyeceğiz” dediği şiirinde, “Bizden bir kısmı, vaat edilen vakitte ölmeyi seçti ve bir kısmı da sözünü yerine getirmek için hayatta kaldı…”

Ve Allah onun gözünü aydınlattı; yeryüzünü dolduran ve cahiliye liderliğini şaşırtan bütün cihad hareketlerinde büyük bir rol oynadı… Ve Allah emrinde galip olandır; ancak insanların çoğu bunu bilmez…

Yazar: İhsan el-Fakih

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.09.2024 OF

لماذا أُحبّ سيد قطب؟!

لأنه تحدث بكثير مما تحشرج في صدري، وازدحم في ذهني، وعجزتُ أن أُخرجه، فوجدته مكتوبا أمامي بقلم سيد..
فكان أقدر على البوح لي مني بأسرار قلبي وتمكيني من فهم حديثي لنفسي.

أحب سيدا لأنه هو الذي أخذ بيدي للعيش في ظلال القرآن، “فأدركتُ أنها نعمة لا يعرفها إلا من ذاقها..نعمة ترفع العمر وتُباركه وتزكيه”. وأيّ نعمة أكبر من أن يخاطبك الله الخالق العظيم بكلامه هو، ويمكنك من تلاوته وحفظه وكتابته وتفسيره، وأنت البشر الضعيف.

أحب سيدا لأنه أدخلني آلة الزمن، فوجدت نفسي مع “جيل قرآني فريد”، وأدركت لماذا تميز هذا الجيل، ولماذا كان أهلا لأن يحمل هذه الرسالة العظمى للآفاق. وكم مرة قرأت سيرة الصحابة فلم أتمكن من العيش بوجداني وروحي وقلبي وعقلي مع هذا الجيل بمثل ما نقلني سيد في آلته الزمنية.

أحب سيدا لأني تعلمت منه معنى استعلاء الإيمان وكبرياء الإسلام،
وأدركت -بعد قراءتي له- بأنني كلما استغرقت في فهم حقيقة هذا الدين مقابل مناهج البشر التائهين كلما ارتفعت هامتي وترسخت ثقتي بنفسي وأحسست بيقين “أنني أنظر من علو إلى الجاهلية التي تموج في الأرض، وإلى اهتمامات أهلها الصغيرة الهزيلة.”

أحب سيدا لأنني اكتشفت به هويتي كمسلمة ترتقي عن الصغائر وتتميز عن البقية بعقيدتها التي لا يقارن بها أي انتماء..
علمت أني لا أنتمي إلى قطيع البشر الضالين، بل لمسيرة طويلة كان فيها أرقى البشر وأعظمهم منذ آدم إلى نوح إلى محمد مرورا بآلاف الرسل الذين كرمهم الله بالوحي والرسالة. وأنتمي بعدهم إلى أفضل جيلٍ مرّ على التاريخ، جيل الصحابة، خير أمة
أخرجت للناس، ونِعم الفخر ونعمت الكرامة.

بهذا الإنتماء أدركت مع سيد أن “عقيدة المؤمن هي وطنه، وقومه، وهي أهله.. ومن ثم يتجمع البشر عليها وحدها، لا على أمثال ما تتجمع عليه البهائم من كلأ ومرعى وقطيع وسياج !”
وعلمتُ أن الخط الفاصل بين هذه الهوية والإنتماءات الأخرى خط واضح وعزل بائن لا برزخ فيه ولا مناطق رمادية
“(لكم دينكم ولي دين) ولا أنصاف حلول، لا إلتقاء في منتصف الطريق، مهما تزيّنت الجاهلية بزي الإسلام أو ادَّعَت هذا العنوان.
“إن الجاهلية جاهلية، والإسلام إسلام، والفارق بينهما بعيد، والسبيل هو الخروج عن الجاهلية بجملتها إلى الإسلام بجملته.“
أحب سيدا لأنني فهمت معه معنى أن تكون كلمة الله هي العليا، ومعنى أن يكون الدين كله لله، ومعنى “مصدقا لما بين يديه من الكتاب ومهيمنا عليه”..
لم يأت الإسلام ليتسول الفرصة للتأثير في النفوس والقلوب بل جاء ليحكم ويسيطر ويهيمن وتكون كلمة الله هي العليا وسلطة الدين هي المهيمنة وقوى الجاهلية كلها تحت الأقدام.
أحب سيدا لأنني من خلاله عرفت معنى عالمية الإسلام، وعرفت معنى رحمة للعالمين.
لقد كان غاية فهمي لهذه العالمية -قبل سيد- أن الإسلام دعوة سلمية لكل البشر تحت أي حكم كان على طريقة التبشير المسيحي أو جماعة التبليغ، لكنني -بعد سيد- أدركت أن الإسلام جاء ليكون سلطة كاملة شاملة، لا لقطر واحد، ولا بضعة أقطار، بل حكما ممتدا لا يتوقف حتى لا يبقى بيت مدر ولا وبر إلا ودخله بعز عزيز أو بذل ذليل.

أحب سيدا لأنني تشربت معه المرجعية المطلقة لهذا الدين في كل حياة الناس. لقد علمونا أن الكتاب والسنة هما المرجع لكننا ظننا أنهما مرجعية الوضوء والصلاة والزواج والطلاق، ولم أدرك معنى كلام نبي الله إبراهيم “قل إن صلاتي ونسكي ومحياي ومماتي لله رب العالمين” حتى دلني سيد على مفهوم الحاكمية العليا لهذا الدين، ومنها دلني على المرجعية الشاملة في كل شيء، في حياة الفرد والمجتمع والدولة والعالم، فلا فرصة لأي شيء في الحياة إلا بالله ولله وعلى المنهج الذي يرضي الله.
أحب سيدا لأنني تعلمت منه أن العقيدة الصحيحة ليست نصوصا نظرية دون مقتضياتها الحقيقية، ودون تمثلها في الشعور والكلام والسلوك والمواقف. وتعلمت منه أن التوحيد الخالص ليس في تلقين لفظي، بل هو في التحرر الكامل من غير الله. وهنا أدركت لماذا سيد الشهداء هو من يقول كلمة الحق أمام سلطان جائر، ذلك لأنه في هذا المقام لن يعزم على قول كلمة الحق إلا وقد تيقن حقيقة أن لا هيبة إلا لله، ولا قدرة ولا إرادة إلا لله، وهنا التحقيق المثالي للتوحيد.
أحب سيدا لأني تعلمت منه أن الحرية الحقيقية ليست حرية (لوك ولا هوبز) بل هي التحرر من كل شيء إلا الله،
وتعلمت من سيد أن الخضوع للشهوات والهوى والخضوع لتشريع بشري ليس تحررا بل هو نوع آخر من العبودية
مهما زركشوه وجمّلوه.
أحب سيدا لأني أدركت أن العدل الحقيقي لن يكون إلا بشريعة الله التي لا يوازيها أي قانون من شرائع البشر. ومهما اجتهد القضاة وتجردوا في العدل بين المتخاصمين في أنزه أنظمة القضاء في العالم فالقانون الذي حكموا به قانون بشري لا يقارن بعدالة السماء.
أحب سيدا لأني تعلمت منه أن أحتقر الطغاة، وأدركت أن قوتهم لم تأت إلا من ضعف القطيع الذي يسمى شعبا،
“وما الطاغية إلا فرد لا يملك في الحقيقة قوة ولا سلطانا، إنما هي الجماهير الغافلة الذلول، تمطي له ظهرها فيركب! وتمد له أعناقها فيجر! وتحني له رؤوسها فيستعلي! وتتنازل له عن حقها في العزة و الكرامة فيطغى! العبيد هم الذين يهربون من الحرية فإذا طردهم سيد بحثوا عن سيد آخر؛ لأن في نفوسهم حاجة مُلِحَّة إلى العبودية لأن لهم حاسة سابعة: حاسة الذل”
ورأيت ذلك متمثلا في شخصيته، حين سأله القاضي إنك متهمٌ بمحاولة قتل عبدالناصر، فقال: إن قتل عبدالناصر هدفٌ تافه، إننا نهدف لبناء أمة لا يخرج فيها مثل عبدالناصر !
أحب سيدا لأني تعلمت منه أن أفتخر بهذا الدين، وبكل ما جاء فيه، واستسخف نهج الدفاع والخجل عند بعض المسلمين، والتبريرات الإنهزامية لبعض الأحكام والمباديء. “ليس في إسلامنا ما نخجل منه، وما نضطر للدفاع عنه، وليس فيه ما نتدسس به للناس تدسساً، أو ما نتلعثم في الجهر به على حقيقته. إذا كان هناك من يحتاج للدفاع والتبرير والاعتذار فليس هو الذي يقدم الإسلام للناس، وإنما هو ذاك الذي يحيا في هذه الجاهلية المهلهلة المليئة بالمتناقضات وبالنقائض والعيوب، ويريد أن يتلمس المبررات للجاهلية. وهؤلاء هم الذين يهاجمون الإسلام ويلجئون بعض محبيه الذين يجهلون حقيقته إلى الدفاع عنه، كأنه متهم مضطر للدفاع عن نفسه في قفص الاتهام!”

أحب سيدا لأني تعلمت منه أن هذا الدين منهج للبشر، نتعامل معه بقدرات البشر، منهج واقعي، نتحمل مسؤولية تطبيقه ونشره والجهاد من أجله، نحن بجهدنا وبقدراتنا البشرية. وحتى محمدا عليه الصلاة والسلام لم ينتصر بالمعجزات بل بجهاده وجهاد من معه رضي الله عنهم، وهو الذي انتظر ثلاثة عشر عاما في مكة، ولاقى ما لاقى في أحد، وحوصر في الخندق، وكاد أن تقع لجيشه كارثة في حنين. وأطرب وأنتشي وأحلق في سماء عالية حين أقرأ تعليق سيد على كلام الله (أولما أصابتكم مصيبة قد أصبتم مثليها قلتم أنى هذا قل هو من عند أنفسكم)، وأعلم أننا خاضعون لسنن الله مثل غيرنا، فلا استثناء للمسلمين من سنن الله (ولن تجد لسنة الله تبديلا ولن تجد لسنة الله تحويلا).
أحب سيدا لأنه يرفض الميوعة وروح الهزيمة، ويريد للمسلم أن يتعامل بنفسية فوقية في كل ظروفه، لأن ”فقه هذا الدين لا يجوز أن يؤخَذ عن القاعدين، الذين يتعاملون مع الكتب والأوراق الباردة”، ولأن “الدعوة الهينة يتبناها كل ضعيف، أما الدعوة العتية الصعبة فلا يتبناها إلا الأقوياء ولا يقدر عليها إلا الأشداء”، ولأن “من لم يدفع ثمن الجهاد، فسوف يدفع ثمن القعود،” ولأنه “إذا أريد للإسلام أن يعمل، فلابد للإسلام أن يحكم، فما جاء هذا الدين لينزوي في الصوامع والمعابد، أو يستكن في القلوب والضمائر” ولكم شفى غليلي سيد في هؤلاء الذين ”يريدون إسلاما أمريكانيا، إسلاما يُستفتى في نواقض الوضوء، ولكنه لا يُستفتى في نواقض الإسلام.”

أحب سيدا لأنه رغم صلابته وجديته وحياة التحدي والعناد الصارم كان فائق الرقة في تعليقاته الوجدانية على معاني الحب الواقعة داخل إطار الإسلام. وكم بهرني في تعليقاته على حب النبي صلى الله عليه وسلم لخديجة وعائشة، وحبه لصحابته، وتعامله مع قصة الإفك، وزواجه من جويرية، ورقته تجاه ابنته زينب في قصة أبي العاص، وكلامه عن الإخوة بين المهاجرين والأنصار!!

أحب سيدا لأنه مثلما يأسر عقلك حديثه عن معاني الجهاد والقتال والعزة والهيمنة، فإن حديثه عن التربية الروحية يأخذ قلبك ويستولي على مشاعرك ويسيح بروحك في فضاء الخشوع فلا تحتاج لتجليات الصوفية ولا وجد العارفين. واعترف أني ممن يحب مدارج السالكين وإحياء علوم الدين، لكنها لا تحلق بي مثلما يحلق بي سيد روحانيا بالطريقة السنية الصافية الخالية من خزعبلات الصوفية وجفاف المعتزلة.

أحب سيدا لأنه حقق أصعب أنواع التواضع وهو التواضع الفكري فلطالما كان يكرر أنه ليس مفتيا ولا مرجعا علميا وأصر على تسمية كتابه في ظلال القرآن ورفض أن يعتبره تفسيرا حتى لا يتحمل مسؤولية المرجعية الشرعية. ثم جمع بين التواضع والعودة للحق حين تراجع عما كتبه سابقا مما فيه تجاوز على بعض الصحابة وتبسط في المعاني الأدبية وأوصى في نهاية حياته أن لا يلتفت إلى الكتب السابقة قبل ان تتضح له صفاء هذا الدين.
أحب سيدا لأنه كان مثال كل ذلك
مثال الإستعلاء ومثال الصمود ومثال العزة والكرامة ومثال الروحانية
تطربني عبارته “لن أعتذر عن العمل مع الله”
وعبارته “إن إصبع السبابة الذي يشهد لله بالوحدانية في الصلاة ليرفض أن يكتب حرفا واحدا يقر به حكم طاغية.”
وعبارته “لماذا أسترحم؟ إن كنت محكوما بحق فأنا أرتضي حكم الحق، وإن كنت محكوما بباطل، فأنا أكبر من أن أسترحم الباطل.”
وعبارته في تعريف الشهيد “هو الذي شهد أن شرع الله أغلى من حياته”
وعبارته حين حين جاء عالم البلاط يلقنه الشهادة “وهل أتى بي للمشنقة إلا لا إله إلا الله”
فبالله عليكم هل يراود أحد الشك في قوة إيمانه وصلابة نفسيته وشوقه للقاء ربه من أجل قضيته
وأخيرا أحبه لأنه استشرف مستقبله دون أن يسمي نفسه
فهو كما قال “كم من شهيد ما كان يملك أن ينصر عقيدته ودعوته ولو عاش ألف عام، كما نصرها باستشهاده”
وقال “ستكون كلماتي أكثر قوة لو قتلوني”
وقال “إن أفكارنا وكلماتنا تظل جثثا هامدة ، حتى إذا متنا في سبيلها أو غذيْناها بالدماء انتفضت حية وعاشت بين الأحياء“

وأحبه لأنه رثى نفسه بقصيدته المشهورة اخي انت حر وراء السدود والتي قال فيها
قد اختارنا الله في دعوته و إنا سنمضي على سُنته
فمنا الذين قضوا نحبهم ومنا الحفيظ على ذِمته…
وها قد أقرَ الله عينه فكان له دور كبير في كل المسيرة الجهادية التي ملأت الأرض وأربكت قيادة الجاهلية..
والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون ..

الكاتبة إحسان الفقيه