AYDIN(lar)IMIZIN SEVİYESİ Munzam, Muhassıl ve Ortaçağ

Arefe Günü, (15 Hazîrân Cumartesi), akşam üzeri… Tele 1 de Prof. Emre KONGAR ve Dr. Merdan YANARDAĞ konuşuyor…

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin bildirisi, çok ilgilerini çekmiş, cümle cümle değerlendiriyorlar…

Bidiride geçen munzam ve muhassıl kelimelerinin anlamını, genç seyircilerine açıklamak gereği duydular. Prof. Emre Kongar dedi ki:

Munzam, ‘intizamlı’ demektir (!) (kelimenin, ‘inzimâm etmiş’ demek olduğunu BİLMİYOR, ‘nizam’la aynı kökten türemiş olduğunu ZANNEDİYOR.)

Dr. Merdan da, bu  YANLIŞı, biraz daha açıkladı, ‘düzenli’ demek olduğunu bildirdi. 

Muhassıl kelimesini de, aynı şekilde, bildikleri gibi açıkladılar. 

Bir yandan da bildirideki çelişkilerden söz ettiler.  Anlamını bilmedikleri bu iki kelimenin ne demek olduğunuı Sayın Bahçeli’ye sormak da ya akıllarına gelmedi, veya kendilerine yakıştıramadılar.

***

Bu iki yurttaşın dünya görüşleri bir yana, insan bu yurttaşları dinlerken, ‘aydın sayılan diplomalılarımızın’ kaçının, ‘bizim’, ‘Türk Milleti’nin’ aydını olduğunu vâkıasını, katı, üzücü gerçeğini düşünmek, hatırlamak durumunda kalıyor.

Gençler bilmeyebilir, ama, Profesör ünvanını taşıyan bir yurttaşın, bu milletin kullandığı kelimeleri bilmemesi, BAĞIŞLANABİLİR, görmezden gelinebilecek bir durum mudur?

Alman Aydını, Goethe’yi okur ve anlar. (Halktan söz etmiyoruz, ‘aydın’)

İngiliz Aydını, Shakespeare’i okur ve anlar; dili değişmiş olsa bile, o dili anlar.

‘Aydın’ kabul edilen Profesörümüz, milletin kullandığı iki kelimeyi anlamazsa, anlamadığının farkına da varmazsa,  öğrenme gereğini de duymazsa, buna ne denir?  (olaya, ‘cehl-i mürekkep’ denir; bununla mâlûl olan da, hem bilmez, hem bilmediğini bilmez.)

***

Dr. Merdan Yanardağ da, o iki kelimedeki bilgisizliğinden başka, ASIL, TEMELdeki cehâletini Ortaçağ kavramı ile olarak, vurgulu bir biçimde ilân etti:

Gebze’deki, kıyâfetlerinden dolayı mezuniyet törenine alınmayıp, sonra alınanlarla ilgili olarak, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, ülkeyi Ortaçağ Karanlığına götürmek istediğini, zaten bu zihniyetin Türkiye’yi 200 yıl geriye götürmek istediğini, Sultan İkinci Abdülhamîd’in, ülke topraklarından  bir buçuk milyon km2 kaybettiğini, Düyûn-u Umûmiye … borç, ülkeyi batırdığını ilân etti. Sayın Profesör de aynı görüşte tabiî. 

Halbuki:

1.Sultan İkinci Abdulhamîd, 1876 da tahta çıktı, ondan ‘meşrûtiyet’ sözü alarak başa geçiren Midhat Paşa ve avanesi, ilk 5 yıl ülke yönetiminde etkili, asıl söz sâhibi idiler. Bütün Balkan bölgesini, Romanya, Bulgaristan adlı ülkelerin kurulduğu o geniş bölümü, o zaman kullanılan takvimle (12)93 Harbi denilen fâciaya, Midhat Paşa ve avanesinin mârifeti 1.Meşrûrtiyet Meclisi soktu. 

2.Sultan Abdulhamîd, iflâs durumundaki ülkeyi, borçlarından büyük ölçüde kurtardı, tutumlu oluşundan dolayı, muârızları, ona, ‘pinti’ lakabını takmışlardı.

3.Ortaçağ Karanlığı, AVRUPA’ya mahsûstur, özgüdür. Ortaçağ’da (395-1453) Avrupa, gerçekten zifîrî karanlık içindeydi. Krallar dâhil, insanlar, yıkanmadıkları için, teke gibi kokarlardı. Eau de Cologne (Kolonya), vücut kokusunu bastırmak için, orada yapılmıştı. İngiltere’de, caddenin ortasından lâğım akardı.

Ortaçağ’da Uygarlığı Müslümanlar temsil ediyordu. İslâm dünyasına Umeyye oğullarının kısa süren (90 yıl) hâkimiyetinden sonra, Abbâsîler ve Selçuklular hâkim olmuşlardı. Bu devirde, Müslümanlar, meridyeni ölçmüşlerdi, optik ve tıpta ileri idiler, kan dolaşımı, William Harvey’den yüzyıllarca önce, Müslümanlar tarafından bulunmuştu. İbn Sina’nın el Kanun fit Tıbb kitabı Avrupa’da 17. yüzyıla kadar üniversitelerde okutuluyordu. Ortaçağ’da, Avrupa’da atın dişleri zihniyeti, tutumu, davranışı hâkimdi. 

Ortaçağ Avrupa’sında, ilim adına ne yapılıyorsa, manastırlarda yapılıyordu. kolejler, Avrupa’lı soyguncuların, ‘Haçlı Seferleri’ adını verdikleri yağma, talan, soygun saldırılarında, Müslümanlarda gördükleri, Selçuklu Türklerinin kurmuş oldukları medreseler örnek alınarak, o soygun savaşlarından sonra Avrupa’da ve İngiltere’de kurulmağa başlamıştır.

Manastırlarda ilim:

Genç râhip, Manastıra girdiğinde bakmış: üstadlar, atın kaç dişi olduğunu tartışıyorlar; biri, ’Aristo’nun falan kitabında yazdığına göre, şu kadar’ derken, diğeri, ‘hayır, Aristo’nun filânca kitabında bu kadar olduğu yazılı’ diyor. Kafası ‘formatlanmamış’ olduğu için, bu yeni râhip: ‘gidip kendimiz saysak?’ diyecek olmuş. Aristo’ya karşı saygısızlık eden bu münâsebetsiz adamı derhâl koğmuşlar. 

Bu, bir şaka filân değil; Ortaçağ Avrupa zihniyetini gösteren kesit.

Aynı ortaçağda, Milâdî sekizinci yüzyılda, Numân bin Sâbit’e (İmam A’zam’a), atın kaç ayağı olduğu sorulunca, attan inmiş, saydıktan sonra 4 demiş, diye anlatırlar.

Karanlıklar içindeki Avrupa’ya uygarlığın, Palermo-İtalya ve İspanya (Endülüs) yoluyla geçtiğini, bizim diplomalılarımızın çok azı, zahmet edip de kitap okuyanı bilir. Büyük çoğunluk, sömürgecinin zihniyetiyle düzenlendiği izlenimini veren okul kitaplarında kafasına doldurulanla yetindiği için, bu gerçeklerden habersizdir.

 O, kepler üzerinde, Müslümanlar, mezun olurken, Kur’ân-ı Kerîm taşırlardı, tepe, onun için düzdür. Uygarlık, üniversite, Müslümanlardan gayrımüslim Avrupa’lıya geçerken, kep muhâfaza edilmiş.

4.Millî Eğitim Bakanlığı, yetersiz de olsa, Türk öğrencilerin, ‘kendi değerlerinin farkına vararak, kendi değerlerine sâhip  çıkmaları için, ‘görüşlere de değer vererek’ böyle bir yola girmiştir. 

Böylece, öğrenciler, geleceğin aydınları, kendi tarihlerine şaşı gözle bakmayacaklar, etiketli bazı diplomalılar gibi, yanlışa düşmeyeceklerdir. 

Öyle umulur.

***

15 Hazîrân 2024

Mehmet Maksutoğlu