“Barışa Son Veren Barış” Işığında Birinci Dünya Savaşında Araplar ve Osmanlı Yahudileri.

Batılı kaynakları, özellikle birleşik krallık kaynaklarını esas alarak mümkün olduğu kadar objektif kalmaya çalışmakla beraber Osmanlı ve Türk kaynaklarını kullanmadığı nokta-i nazarından bakıldığında tam anlamıyla objektif olamayan bir kitap olsa da özellikle Osmanlı devletinin hüküm sürdüğü coğrafyada on dokuzuncu yüzyılın sonlarında yirminci yüzyılın ilk dönemlerine sarkan ve oradan günümüze kadar akan ihtiras, ihanet, entrika ve kan yüklü bir hakikati anlatmaya çaba sarf eden bir kitap; “David Fromkin’in  “Barışa Son Veren Barış” adlı kitabı…

Bu kitap, ayrıca tarihi gerçeklerle ilgili ülkemizde doğru bilinip değişik kesimlerin dilinde dolanan iki yanlış yargıyla ilgili ufuk açıcı tespitlerde de bulunuyor. 

Birincisi “Arap İhaneti” iddiası hakkında… özellikle, bu konudaki şu tespitler çok önemli; 

“Babıali açısından daha da önemli bir nokta olarak arap askerleri sadece İslamiyet’e değil osmanlı hükümeti’ne de bağlılık gösteriyorlardı. Esir kamplarında bulunan ve Arapça konuşan subaylarla yapılmış görüşmelere dayanılarak hazırlanan bir ingiliz istihbarat bülteninde subaylardan çoğunun jön türkleri desteklediği, desteklemeyen küçük bir azınlığın da düşman karşısında askeri bir isyanı vicdanlarına uygun bulmadıkları belirtiliyordu.” 

“Şerif Hüseyin’in umduğu Arap isyanı hiç gerçekleşmedi. Osmanlı ordusunun Arap birlikleri Hüseyin’e katılmadı. Osmanlı devletinin politik ya da askeri kişileri, kendisine ve itilafçılara katılmadı. Al-Farûki’nin Hüseyin’e katılacağı sözünü verdiği güçlü gizli askeri örgüt ortaya çıkmadı. Hüseyin’in ordusu İngiliz parasıyla desteklenen birkaç bin aşiret mensubundan ibaretti. Düzenli bir ordusu yoktu. Hicaz ile komşu aşiretler dışında Arapça konuşan dünyada Hüseyin’e herhangi bir destek göze çarpmıyordu. Emir’in silahlı kuvvetlerine katılan ve Hicazlı olmayan bir avuç subay da ingiliz kontrolündeki bölgelerde yaşayan savaş tutsakları ya da sürgünlerdi.”

“İtilaf devletlerinin kazanacağı belli olmuşken, Şam’daki eski Arap gizli cemiyetinin komutanı general Yasin el-Haşimi taraf değiştirmemekte hâlâ direniyordu. Gilbert Clayton, Arap gizli cemiyetlerinin politikasını yanlış anlamıştı: bu cemiyetler İngilizlerin ortadoğu’daki emellerine şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Savaşın başında avrupa’nın istila tehdidine karşı Osmanlı devletini desteklemeye karar vermişlerdi. Bu kararlarına sadık kaldılar. Elde edebildiklerinde özerklik veya bağımsızlığı tercih ediyorlardı; ama bu olmadığı takdirde, hıristiyanlar yerine müslüman Türkler tarafından yönetilmeyi arzulamaktaydılar.”

David Fromkin’in bu satırları zihinlerimize zerk edildiği şekilde Arapların İngiliz ve Fransızlarla bir olup Osmanlı’ya ihanet ettiği rivayetinin hiç de doğru olmadığı hakikatini ortaya koyarak yüzyılı geçkin bir zamandır bu yanlış ezberi alt üst ediyor.

Zaten, savaş bittikten sonraki yıllarda dönemin İngiltere başbakanı David Lloyd George biraz kırgın bir tavırla şöyle demişti;

“Bizimle savaşmakta oldukları için Filistin Araplarıyla ilişki kuramamıştık”.  Birinci dünya savaşı bitmekte iken ingiliz yönetiminin en tepesinde  bulunan Lloyd George’un bu sözü Türklerle beraber İngilizlere karşı kahramanca savaşan ve  1917 yılında iki kere Gazze’de İngilizleri hezimete uğratan Osmanlı  devleti ile yan yana olan Filistinli Arapların İngilizler ile bir olup Osmanlı  devletini arkadan vurduğu ezberini bozan bir sözdür. Sadece Filistinli Araplar değil Şerif Hüseyin denilen hırslı ahmağın sayısı  çok olmayan avanesi dışında Osmanlı devleti’ne bazı sorun ve sıkıntılar çıkarmakla beraber Arapların Osmanlı devletini arkadan vurduğu iddiası doğru değildir.

Yine, Lloyd George’un bir defasında da; “Hiç bir ırk Araplar kadar karlı çıkmış değildir. İtilaf devletleri’nin, özellikle İngilizler ile imparatorluğunun yaptığı büyük fedakarlıklar sonunda Araplar; Irak, Suudi Arabistan, Suriye ve Ürdün’de şimdiden bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Arapların çoğunun savaş boyunca Türkler tarafında çarpıştığı da unutulmamalıdır. özellikle Filistinli Araplar, Türk hakimiyeti için çarpışmışlardır.” beyanatı, İngilizlerin ve batı dünyasının yüzyıldan fazla zamandır Filistinlilerin Osmanlı lehine aldıkları pozisyonun cezasını ödetmekte olduklarını gösteriyor.  

David Fromkin’in kitabının ortaya koyduğu ikinci hakikat ise  ittihat ve terakki yönetimindeki Osmanlı devleti’nin yahudi emellerine hizmet ettiği ve yahudi tebasının Osmanlı devleti’ni yıkmaya çalıştığı iddiasının doğru olmadığıdır.

Fromkin’e göre, İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Sir Gerard Lowther; ittihat ve terakki cemiyetinden marazi bir şekilde nefret eden doğu işleri danışmanı ve resmi çevirmeni başdragoman Gerald Fitzmaurice’in etkisi altına girerek 1908 devrimini selanik yahudileri ile dönmelerin yaptığı iddia ederek ingiliz dış poliikasını yanlış yönlendirmişti. 

“Yahudi bir avukat olan Emmanuel Carasso (Karasu), kurduğu italyan mason locasında sultan’ın gizli polisinden kaçan Talat’ın gizli derneğinin toplantılar yapmasına izin vermişti. Fitzmaurice, İtc’nin latin etkisinde olan uluslararası yahudi mason gizli kuruluşu olduğundan emindi; Lowther da bunu Londra’daki dışişleri bakanlığı’na bu şekilde bildirdi. Lowther, İtc’den “yahudi ittihat ve terakki komitesi” olarak söz ediyordu. Ancak 1908’de Osmanlı meclisi seçildiğinde, 288 kişi arasında sadece dört yahudi vardı. İtc 1909’da bir merkez komitesi oluşturduğunda Karasu üye değildi. Ayrıca ne partide ne de hükümette liderlik mevkiine yükselmemişti. Gerçekte o, yabancıların sanıldığı kadar etkili bir kişi değildir. Parlamento üyeleri olarak Karasu ile diğer üç yahudi önce Türk, sonra yahudi olduklarını kanıtlamak için ellerinden geleni yapmışlar, hatta İtc’nin siyonistlerin Filistin’e yerleşmesine karşı önlemleri lehine oy vermişlerdir.” diyerek ittihat ve terakki cemiyetinde yahudilerin çok da etkin olmadıklarını, olanların da yahudi emellerinden ziyade Türk emellerine uygun hareket etmek zorunda kaldıklarını ortaya koymuştur.

Büyükelçi Lowther ile onu yönlendiren Fitzmaurice’nin gerçek niyetlerinin uluslararası yahudi lobisi ve siyonist örgütlere menfaat sağlamak olduğunun farkında olmayan gerek o tarihteki gerekse günümüzdeki bazı muhafazakarlar bu iki şer odağın dillendirdikleri senaryoları okuduklarından ve topluma bu İngiliz senaryolarını yaydıklarından bihaberdirler. Muhakkak ki bunların bir kısmı maddi veya manevi menfaatler karşılığında ingiliz muhipliği konusunda yarışıyorlardı, ama önemli bir kısmı da değişik sebeplerden gaflet içinde bir İngiliz kliğinin senaryosu olan çarpıtmalar ile yakın dönem tarih hakkında zihniyetleri kirletiyordu.

David Fromkin; bir yahudi grubunun Osmanlı devletinde -ya da o dönemde dünyanın herhangi bir yerinde- politik gücü elinde tuttuğunu düşünen Fitzmaurice’un, İngiltere’nin artık dahil olduğu dünya savaşı bu güçlü grubun desteği satın alınarak kazanılabileceği yanlış sonucunu çıkardığını söylüyor. “Bu da yahudilere Filistin’de bir yurt kurulmasına destek olunacağı vaat edilerek satın alınabilirdi. Bu mantık, dışişleri bakanlığı’nı siyonist harekete İngiliz desteği vaat edilmesi gerektiğine ikna etti ve 1917’de de bu yapıldı.(Balfour Deklarasyonu) Fitzmaurice’in yanlış istihbaratı önemli sonuçları olan bir varsayıma daha götürmüştü: Jön Türk liderleri Türkler değil yabancılardı ve bunlar yabancı ülkelerin çıkarlarına hizmet ediyorlardı.

Oysa bu, gerçeğin tam tersiydi ve İngiliz gözlemcileri, Jön Türk hükümetinin yapacakları konusunda yanlış hesaplara yöneltti. 

Fitzmaurice ve Lowther’in de gördüğü gibi İtc’nin başlıca yanılgısı Türk şovenizmiydi. Türk şovenizmi Yahudilere, Ermenilere, Rumlara, Araplara ve diğerlerine karşı ırk ayrımı gözetiyordu. Gücünü 

ise tüm yabancı çıkarlara karşı çıkmasından alıyordu. Avrupa aleyhtarı tutumu geniş halk desteği sağlıyordu.”  diyerek ittihat ve terakki yönetiminin Türk  eksenli hareket  ettiğini iddia ediyor.

Yine, kitabın başka bir bölümünde Fromkin “Jön Türkler’in gözünde Osmanlı devletinin müslüman olmayan tebaasının sadakati şüpheliydi. Babıali sadece Hristiyanlardan değil, Yahudilerden ve özellikle Filistin’de bulunan 60.000 Yahudiden şüphelenmekteydi. Talat ve arkadaşları Filistin’deki Yahudilerin en az yarısının Osmanlı tebası olmamasından rahatsızlık duymaktaydılar. Osmanlı tebası olmayanların çoğu Rusya’dan ve özellikle 1914’ten yarım yüzyıl önce gelmişlerdi.

1914 yılının sonunda, Osmanlı devletinin birinci dünya savaşına girmesinin hemen ardından Suriye ve Filistin valisi olan Cemal paşa, yahudi yerleşimcilere karşı şiddete başvurdu. Bahattin? adında siyonizm aleyhtarı bir Osmanlı yetkilisi tarafından etkilenen Cemal, siyonist yerleşim birimlerini ortadan kaldırmak için harekete geçti. Tüm yabancı yahudilerin ülkeden atılmasını emretti.

Siyonist işçi hareketinin liderleri ve darülfünun’un eski hukuk öğrencileri olan David ben Gurion ve İzak ben Zvi, Osmanlı Filistinini savunmak için 1914’te bir Filistin yahudi ordusu kurmayı önermişlerdir. Ancak Cemal, bu önerileri kabul etmek yerine onları ve diğer siyonist liderleri 1915’te sınır dışı etmiştir.

Ancak, Cemal’in kaprisli ve çoğunlukla zalim önlemlerine karşın Filistin’deki yahudilerin çoğu Osmanlı devletine ihanet etmemişlerdir; sadece çok küçük -ama etkili- bir azınlık Osmanlı devletine karşı çalışmıştır. Tarım bilimcisi Aaron Aaronsohn’un başında bulunduğu bu küçük azınlık (mili örgütü)…” derken ne İttihat ve Terakki Fırkasının yönetimindeki Osmanlı devletinin siyonist yahudi emellerine hizmet ettiği ne de Osmanlı devletinin yahudi tebasının çoğunluğunun Osmanlı devleti aleyhine pozisyon almadığı hakikatini tebarüz ettiriyordu.

Fromkin Osmanlı tebası olmayan ve özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında orta Avrupa ve Rusya’dan Filistin topraklarına göçerek oraya yerleşen ve Osmanlı tebası olmayan Eşkenazi Yahudiler için aynı şey söylenemeyeceğini Aaronsohn kardeşlerin İngilizler hesabına faaliyet gösterdikleri Nili Yahudi casusluk örgütünün varlığını paranteze alarak başka bir gerçeği de göz ardı etmiyor ve osmanlı idaresine karşı yahudilerin menfi bir pozisyon aldığını ama itilaf devletleri  lehine pozisyon alanların Osmanlı yahudileri değil de 1880’lerden beri  Rusya ve doğu Avrupa’dan Filistin’e göçerek yerleşen Osmanlı  tebası olmayan yahudiler (eşkenaziler)  olduğunu ortaya koyuyor.

Son söz olarak ulusalcı, milliyetçi ve kemalistlerin Arap İhaneti tezleri ile Hamidist  muhafazakarların ittihat  ve terakki yönetiminin yahudi kontrolünde olduğu ve Osmanlı yahudilerinin devleti yıktığı iddiaları tarihin çöp sepetine atılması gereken hakikat dışı iddialardır.

Ufuk Doruk

Emekli Büyükelçi Fikret Özer Bey 06.04.2024 Tarihinde Paylaştı.