Bazı İlahiyatçıların Halipürmelali

Yeni bir İlahiyatçı tipi türedi. Öyle bir İlahiyat ki İlah’a, Allah’a, samimi bir inanç, teslimiyet, sığınma duygusu hiç yok. İslamın müslimi olmamış bilakis, İslamı teslim almış. İlahi otoriteye tabii değil, kendi otoritesine İlahiyatı tabii tutuyor. Çekip çekiştiriyor. Ayet, hadis, beğenmiyor. Büyük bedeller ödemiş, deha sahibi, müstakim allameleri küçümsüyor, yok sayıyor. Çok afedersiniz bazıları gemi azıya almış, arsızca İslamın esasatına saldırıyor. Bir ate saldırısı olmuşsa hevesle destekliyor. İtiraz edenlere karşı ate’nin safında yer alıyor.

İslam mahallesini terketmiş, insanlık halidir, olabilir, sıkılmıştır, beklediği ilgi ve itibarı görmemiştir. Gayrı İslami mahallelerde alkış ve ikbal arıyor. Geçmişlerinden ve bir şekilde hala taşıdıkları ilahiyatçı hoca efendi sıfatlarından ötürü temkinli davranan, pek yüz vermeyen, öteki mahalleye yaltaklanıyor. Kapınıza geldim, eskisi gibi değilim, dindarlara, mukaddesata, ağır küfürler edebilirim, diyor. Diğer nadanlarla yarışa giriyor. Sekülerist laikusların içinin yağını eritiyor. Laikusların temkin gösterdiği itham ve aşağılamalara cüret ediyor.

Eski itikat ve mukaddesatı geçtik, anne baba, kardeş, büyükler, akrabalar ve arkadaşlarının olduğu mahalleye hiçbir sadakat duymaz mı insan! Resul-ü Ekrem’e Kur’an-ı Kerim’e, Rabb-i Rahimine sadakat duymayan biri, arkadaşa sadakat duyar mı?

En büyük zaafı kibirdir. Yeterince alkışlanmadıkları, yüceltilmedikleri yerde tüm müktesebatını bırakarak, başka yerlere işaret çakar. Öyle bir kibir ki, haşa, Allah’ın, Peygamberin yanlışını bulurlar.! Tanrı’sını yenmeye kalkan balondan pehlivanlardır!

Hiçbir ilkeleri, ahlakları, etik değerleri olmadıkları halde, ilkesellik, gerçekçilik duyarı kasarlar. “Yanlışını gördüğümde Rabbimi bile tanımam” kof özgüvenine sahiptirler. Ey Firavuncuk, Rabbin yanlış yapmaz, yanlış yapacak olan da Rab olamaz! Sen sahte bir Tanrı’yı Rab edinmiş olmalısın.

İstemeden ve mecburen İlahiyatçı olmuşlardır. İmkan bulsalar başka bir iş edinir veya başka bir kariyer yaparlardı. Bazı İmam-Hatipli gençte gördüğümüz bir psikoloji. İlahiyatçılık, işleri, maişet kaynağı ve çalışma konusudur. Sıradan bir mü’minde gördüğümüz, dinin sahibi Allah’a karşı huşu, teslimiyet ve sığınma hisleri yoktur. Fevkalade profesyonel, dünyevi ve sekülerdirler. Asla bir mümine benzemek te istemezler. Fakat İslamı içerden vurma avantajı için olsa gerek illede ilahiyatçı sıfatını kullanıyorlar. Zaten başka bir sıfata da sahip değiller. İmam Gazali; “Biz bu yola Allah rızası için çıkmış değiliz, ama bu yol bizi Allah rızasından başka bir yere ulaştırmadı!” demiştir. Bu arkadaşlar hep başka rızalar peşinde koşuyorlar. Putperestlere, müşriklere hoş görünmeye çalışıyorlar.


Hal böyle olunca; “Şeriat İslam değildir “ diye başlayan zırvalar sıradanlaşıyor. Sonra lütfedip şeriat hukuktur, ancak geçersiz bir hukuktur diyorlar. Dünyada en önemli hukuk sistemleri Roma ve İslam hukuklarıdır. İslam hukuku 14 asırlık diye eskiyse, Roma hukuku bin yıl daha eskidir. Yeni bir hukuk sistemi de mevcut değildir dünyada! Bizim Avrupa’dan iktibas ettiğimiz hukukta Roma hukukudur. Fatih İstanbul’u fethettiğinde yürürlükten kaldırmıştı!

Evet, şeriat İslam, İslam da şeriattir. Şeriat hem itikad, hem ahlak, hem ibadet, hem muamelat, hem hukuk hem de adalettir. Başta İslam Ansiklopedisi her lügat, tüm sahih kaynaklar öyle diyor. Mezkur ilahiyatçılarda bunu gayet iyi bilir. Fakat hadlerini aşarak din üzerinde bir tasarrufa yeltenmekteler.

Bundan böyle şeriatı hukukla sınırlayıp, onu da geçersiz ilan etme cüreti! Bu güruh önce Hadisleri geçersiz saydılar. Bu bildiride ise Kur’an ayetlerini nüzul sebebi ve tarihsellikle sınırlayıp geçersiz kılmaya kalkıyorlar. İslam hukuku zaten iptal. Aslında mukaddesatımızın tamamını dünyevileştirip, tahfif ediyorlar. Mesela aralarından bir tefsirci, hoca efendi, “Kur’an Allah kelamı değil, Muhammed’in kelamı ve o’da öfkeyle yanlış söylemiş “ diyor. (Video kaydı) Bunun dinde hükmü küfürdür. Herif kafir olduğu halde İlahiyatçı sıfatıyla, dinden ihraçlar ve duhüllere cüret ediyor.

İslam üzerinde operasyona kalkan bu bildiri beklendiği gibi şöyle bitiyor;

“Bu gerçekler ışığında ilahiyatçılar olarak bizler, bütün halkımızı, aziz dinimiz İslam’ı yaşarken aynı zamanda büyük Atatürk’ün ve şehit dedelerimizin emaneti olan; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletimize sahip çıkmaya davet ediyoruz.”

Çok uzun tahlili gerektiren bu tuzaklı metin için kısaca;

1- “ halkımızı devletimize sahip çıkmaya çağırıyoruz “ ne sebeble, hangi bağlamda, nereden çıktı!

2- “laik, demokratik, Türkiye Cumhuriyeti” ile “Şeriat İslam değildir” başlıklı ve ana fikirli yazının alakası ne? Kimleri kimlerle karşı karşıya getirip, kimlerden yardım bekliyorsunuz?

3- Şehit dedelerimiz ve Atatürk, Osmanlı ordusunun askerleri ve paşaları olarak elbette laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti için şehit olmadı. O sıralarda laikliğin vs iması bile yoktu. Laiklik Atatürk ölmeden hemen önce 1937’de anayasaya girdi. Türkiye bir İslam devletiydi! Gerek 1921 gerekse 1924 anayasalarında “Devletin dini din-i İslam’dır “ yazıyordu. Osmanlı ordusu laiklik ve demokrasi için savaşmış, bunun için şehit düşmüş olabilir mi? Din-i mümin-i İslam için şehitlikten başka, laiklik için de mi şehitlik!

4-Atatürk parti devleti, tek parti rejimi kurmuş tipik bir tek adamdır. Demokrasi getirmedi, vaad de etmedi. Sözünü dahi etmedi. Kuvvetler birliğini savunur, “ İnkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir“ derdi. Yani kendi vazettiğim hukukla bağlı değiliz derdi.

Elhasıl, hoca efendiler, ilahiyatçılar; imana, Kur’ana, Sünnete, ihlasa, takvaya değil ; azaltılmış, seyreltilmiş, yamulturmuş bir ilahiyat’a çağırıyorlar. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği veya Atatürkçü Düşünce Derneği dümen suyunda statükonun ateşine odun taşıyorlar. Dinime dahleden bari müselman olsa!

Av. Ömer Faruk Uysal