Kemalizmin Vazgeçtikleri ..
Av. Ömer Faruk Uysal Beyin ‘Kemalizmin Vazgeçtikleri’ başlıklı bir yazısı şöyle:
Yeni bir ulus yaratma büyük ve imkansız iddiası, sadece yeni bir dil icadıyla olamazdı! Avrupalı olacaksak dinimiz de onlar gibi olmalıydı. Tamamen Hristiyan veya seküler olamasak bile, olabildiğince onlara benzemeli, en azından İslam azaltılmalı, seyreltilmeli, başkalaşmalı ve Türk kadim kimliğinin baskın karakteri olmaktan çıkarılmalıydı!Tarihin derinliklerinden gelen geleneksel Müslüman Türk olarak, Avrupa medeniyet ailesine dahil olamazdık. Başka da bir medeniyet şekli ve yeri de yoktu. Bu gerekçelerle, kiliselerde olduğu gibi, camilere de ayakkabı ile girilip, sıralarda oturtulması devrimi de ciddi ciddi tartışılmıştır. Namazsız bir tapınma modeli!
Tekke, zaviye, tarikat, türbe ve vakıflar kapatılmalı, ezan ve ibadet asli ve geleneksel şeklinden çıkmalı, yeni icad edilen Türkçe olmalı. İslam aleminin manevi ve siyasi liderliği, hilafete kendi ellerimizle son vermeli, başsız bırakmalıydık. Ama Hristiyanlığın, iki büyük mezhebinden biri olan, Ortodoks ekümenik Patrikliği İstanbul, diğer büyük mezhep Katoklikliğin evrensel liderliği Roma’da üstelik bir devlet olarak muhafaza edilmelidir!
Bu büyük, tarihi, operasyonun yanıltıcı ve baskın kelimeleri vardı! Bu İslama karşı olmak değil, laikliği getirmekti. Mesela Hilafet (İslam dünyasının liderliği) yükünden her nasılsa kurtulmaktı! Halbuki İngiltere, sömürge topraklarımızda sizden fazla Müslüman yaşıyor, gerekçesiyle Hilafet bizde olmalı iddiasındaydı! Hala mütedeyyin bir hayat yaşamaya çalışmak, irtica idi ve rejim düşmanlığıyla aynı anlama gelirdi. Yeni Türk ulusal kimliğinde İslamın yeri yoktu!
Öyleyse vakıf malı camiler satılmalı, depo ve ahır yapılmalı veya yıkılmalıydı. Keza, tarih boyunca tüm dünyayada geçerli asli din dili yerine uyduruk bir Türkçe ile ezan ve ibadet (tapınım!) olmalıydı! 18/07/1932’de Diyanet’e zorla bir fetva mahiyetinde Türkçe ezan-kamet yayınlattırıldı. Ve o tarihten itibaren Atatürk’e atfen yayınlanan bir genelgeyle, Hz Peygamberin diliyle okunan ezan ve kamet yasaklandı.
Ezanın uyduruğunu dinlemek istemeyenler, bunun için dağlarda yaşamaya çalıştılar, dayaklar yediler, hapislerde çürütüldüler.
Bu zulüm 1950 DP iktidarına kadar 18 yıl sürdü. Zulüm diyoruz çünkü halk deyimiyle bu tangur- tungur sesleri, millet gönlünde büyük travmalara yol açtı. Bunu hiçbir zaman ezandan saymadılar. Esasen uzak Asyadan gelip Anadoluyu vatan edinen ecdad, istiklal harbimizi, İslami cihadı yapan atalarımız, Devlet-i Aliye’yi, Hilafeti, minarelerden hür ezanları haykırmak için şehit ve gazi oldular. Atatürk’te Allah için gaza etmek demek olan Gazi ünvanını ölünceye kadar kullandı!
16/6/ 1950’de Menderes tarafından TBMM ce aslına çevrilen ezan’ı onaylamak istemeyen Cumhurbaşkanı Bayar epey direndi.Neredeyse Menderes istifa ediyordu. CHP ise fazla bir direnç göstermedi. Bazı CHP ‘li mebuslar dahi ezan lehine rey kullandılar. Zira, bu tarihi seçim yenilgisinin sebeplerinden biri de buydu. Ezan yasağı, tarih dışı kalmıştı, artık sürdürülemezdi! Müezzinler gözyaşları ile bazı camilerde yedi defa peşpeşe ezan okudular. Asırlardır olduğu gibi 18 yıl sonra tekrar ezanlar, kametler okundu. Hiçbir olumsuzluk ve kötü gidişat başlamadı. Bilakis bir bolluk-bereket, bir hürriyet havası meltem rüzgarı gibi mübarek vatanı kapladı.
CHP’liler bir daha Türkçe ezan diye tutturmadılar. Ahmet Taner Kışlalı gibi bazı Kemalist aydınlar zaman zaman eski, anokranik duruma özlemlerini ifade ettiler. Bir de Y.Nuri Öztürk, CHP mebusluğunun bir gereği olarak, ezana bu çağda hiç gerek yok diyerek, sekülerist CHP seçmeninin yüreğine su serpmek istedi ama Baykal ve kurmayları bunu reddettiler. Yani Kemalist ruh ve seçmen, bunu istese de, siyasi realite böyle şeyleri kaldıramıyor.
Neticeten, biz bu pisliği niye yedik? Ezan yasaklanınca, ne kazandık? Serbest kalınca ne kaybettik? Bu aziz milleti bunca üzmeye, rencide etmeye ne gerek vardı? Halka muhalefet etmek, milletin bedduasını almak kime ne fayda sağlar? Namazda gözü olmayanın ezanda da kulağı olmaz! Neden böyle lüzumsuz ve faydasız şeylere cüret edersiniz?
Benzer şekilde Ayasofya; İslamın Hristiyanlığa galebesinin, İstanbul’un fethinin sembolü, büyük Fatihin vakıf emaneti bir mabedi, şortlu-minili kadınların pis ayakkabılarıyla çiğnediği, arsız dansçıların sahneye çevirdikleri, soğuk, ruhsuz, ücretle girilen bir kasvetgaha çevirmek te nedir? Fethi başardık İslam mabedi yaptık, 481 yıl sonra, istiklal harbi zaferimiz akabinde tekrar Cami olmaktan çıkardık, Neden? Yoksa zaferi kazanan Müslüman Türk milleti değil, Hristiyan Avrupa mıydı?
86 yıllık puthane ve harabegahtan sonra tekrar İslamın direği namaz ve tevhid kelimeleriyle şenlenen, ihya edilen bir ulu mabed! Elimizdekileri niye tutamıyoruz, Batı’ya peşkeş çekiyoruz? Bu zilletleri bu cihangir millete ve mazlum ümmete neden reva görüyoruz?
Fetihler ve Fatihler, İslamın izzet ve azameti için değil, zillet ve hakareti için midir? Anavatanımızdaki egemenliğimizi kullanabilmek için de mi Fatihler bekleyeceğiz?
Şimdi ne oldu? Herşey aslına dönücüdür ilkesince, 86 yıllık vahim bir hata çok şükür tarihe karıştı. CHP hiçbir ciddi itiraz yapamadı. CHP sözcüsü sadece; “Yüreğiniz yetiyorsa Ayasofyayı açarsınız, elinizi tutan mı var” diyerek Batılı patronlarına güvenerek ve onlar adına Türkiyeyi ve milli hükumeti tehdit etti! Ancak anayasa hukuku profesörü ve CHP mebusu İbrahim Kaboğlu, elbette CHP’nin gönlünden geçipte artık dile getiriremediğini ifade etti; “Değil Ayasofyayı tekrar ibadete açmak, Sultan Ahmet camii bile müze yapılmalıdır.” dedi. Bu minvalde birkaç çatlak ses, o kadar. İşte bu Kemalizmin iç sesidir, gerçek sesidir! Fakat artık sürdürülemez bir tarihi günahı savunmaya da takatleri yoktur.
Yine soruyoruz? Bu murdar yemeği neden yedik? Ayasofyayı müze yapınca Avrupalı mı sayıldık? Aslına rücu ettirince medeniyetten mi çıktık? Medeniyet kıstaslarımızı neden Batılının yoğurt gönlüne, Hristiyanın aşağılayıcı keyfine bırakıyoruz? Neden galip geldiğimizi halde, mağlup psikolojisinin ezikliğinden kurtulamıyoruz? Gerçekte biz değil de onlar mı galip geldiler? Yoksa büyük tavizler karşılığında bize göstermelik bir zafer mi ihsan ettiler? Yoksa yaşadığımız sadece bir pirus zaferi midir?
En acısı da şudur; bazı Ortodoks rahipler, “Ayasofya, içinde çıplakların gezip, aşüftelerin raks ettiği bir yer olacağına, Tanrı’ya ibadet edilen bir mabed olsun. Bu ulu mabedin hürmetine daha layıktır, Müslümanlar ulu mabedi yıkmadılar, korudular, imar ve ihya ettiler” dediler! Şu feraseti, Müslüman asıllı ve görünümlü yurttaşlarımızdan beklemek hakkımız değil mi? Aziz milletimize, üstün kadim değerlerimize, dinimize ve imanımıza karşı bu hoyratlık, bu husumet te nedir?