AYNAMA YANSIYANLAR
YAZILAN HATIRAT ve GÜNLÜKLER İBRET AYNASI OLMALIDIR

Hatırat okumaya gösterdiğim ilgi ve ihtimamı bilen arkadaş ve dostlarım, okudukları, bildikleri ve duydukları yayınları bana haber verir; bazen gönderir bazen de okuyup özetleyenlerin özetini ulaştırırlar. Hatırat ve günlüklerden böyle haberim olur. Bazı hatıratları okumakla kalmaz, not alır; görüş, düşünce ve mülahazalarımı da yazmaya gayret ederim.

Okuyup not alarak görüş ve düşüncelerimi yazdığım hatıratlardan biri de muhterem Hayrettin Karaman Hocamızın yazıp yayınladığı hatıralarıdır. Tayyar Altıkulaç Hoca’nın hatıralarını da dikkatle okuyup incelemiştim. Mustafa Öz Hocamızın hatıratından bir nüshayı, hattat Yusuf İzzeddin Sav hocanın, içinde benimle ilgili önemli gördüğü bir hatıranın varlığı sebebiyle, satın alıp hediye etmesi ile öğrenmiştim. Merhum Ali Özek Hocamızın hatıratını, imzalayıp gönderme lütfunda bulunması sebebi ile okuma imkânı bulmuştum. “Kutuz Hoca” nın hatıralarını İsmail Kara Hoca’nın sayesinde okudum. Son olarak Ali Rıza Demircan Hoca’nın hatıralarını, lütfedip haber vermesi sayesinde, okuma fırsatı bulduğum hatıratlardan oldu.

Merhum Bekir Topaloğlu Hocamızın da hatırat ve günlük yazdığını biliyordum. Uzakta, Mekke’de olmam sebebi ile hayatta iken Osmanlıca yazdığı günlüklerini, Latin harfleri ile yazdırıp dizdirdiği ve Tayyar Bey ile müzakere edip bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, basılması için yayınevine verdiğini, ortak dostlarımızdan duymuştum…

Merhum Hocamızla olan hukukumuzu bilen ortak bir dostumuz elektronik ortamda bu hatıratı okuyup ilgilenmem ve görüş bildirmem için bana da yollamıştı. O günlerde müsait olmamam, elektronik ortamda okumaya ilgi duymamam sebebiyle okuyamamış; basılmasını beklemeyi tercih etmiştim. Hocamızın Mart 2016 da vefat ettiğini duyunca, üzülmüş, sarsılmış, hatıratını okuyup görüş bildiremediğim için vicdanen rahatsız olmuştum.

İsmail Kara kardeşimize hatırat ve günlüklerini kontrol ettirmek ve görüşünden istifade etmek istediğini de duymuştum. Ona yazıp sorarak bilgi almak istedim; benim duyduklarım dışında, son durumdan kendisinin de haberdar olmadığını öğrendim…

Bendeki elektronik nüshayı kâğıda döküp basarak okudum. Okuyunca ilgi ve merakım arttı ve Hocamızın merhum dayısı Yahya Kutluoğlu Hoca ile irtibat kurup bilgi almak istedim; haberdar olmadığını gördüm. Kardeşi Ahmet Topaloğlu Hoca ve eniştesi Hamza Okur Bey ile irtibat kurup görüştüm. Onların da farklı bilgisi olmadığını öğrendim. Bendeki elektronik nüshanın kâğıda dökülmüş şeklini istediler; kendilerine verdim…

Hocamızın refikası ve kerimesi ile irtibat kurup bilgi sordum. Kerimesi bana: “Babamızın sağlığında dizilmiş şekli ile hatıratının basılmasının mahzurlu görüldüğünü, kendilerinin de ikna olması sebebi ile oluşturulan bir ekip tarafından elden geçirildikten sonra basılacağını” yazdı…

Bu arada, elektronik nüshanın kâğıda dökülmüş halinden okuduğum hatırat ve günlükler içerisinde, dikkatimi çeken bazı tespitleri, ilgili bölümün resmini çekip muhatabı olan tanıdıklarımla paylaştım. İki kişi hariç, yazılan günlüklerde kendileri ile ilgili olumsuz ifadelere rağmen, yadırgayan ve tepki gösteren olmadı. Nedenini merak edip sorduklarım, merhum Hocamızın samimi, sade ve art niyet olmaksızın yazdıkları, kendi penceresinden gördüklerini yansıttığı için, eksiğine fazlasına bakmadan, anlayışla ve müsamaha ile yaklaştıklarını söylediler/yazdılar…

Merhum Hocamız politik duruştan uzak, ilmi duruşu ile tebarüz etmiş, samimi, ihlaslı, dürüst, sevilen ve sayılan bir şahsiyetti. Tenkiti ve muhalefeti, rahatsız edici ve yaralayıcı olmadığını test ederek gördüm.

1999 yılında Emir Turizm ile Umre yapmıştı; Emir Turizm sahibi Ali Rıza Demircan Hocamız ile ilgili yazdıklarını kendisine ilettiğimde, tespitlerine katılmasa da rahmet ve minnetle yâd etmemize vesile oldu. İhlas ve samimiyet böyle bir şey, yaşamayana anlatmak çok kolay olmuyor…

Sözü uzatmak niyetinde değilim. Hocamızın sağlığında dizgisini yaptırıp, arkadaşları ile istişare ve bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, bastırmak istediği hatırat ve günlükleri, takriben 1200 sayfa olmasına rağmen, basılan kitap sadece 686 sayfa, bu hatırat ve günlükleri kaleme alıp yayına hazırlayanın bir ilim adamı olması, yumuşak tabiatlı, politik hırsı veya tiryakiliği olmayan, her hangi bir hizip veya cemaate mensubiyeti bulunmayan, müstakil, samimi ihlaslı ve dürüst bir şahsiyet olduğunu da dikkate alarak, günlüklerdeki tekrarları dahi hazfedip çıkartmayı yadırgadım. Eşi ve kızlarının rıza göstermesine bir şey diyemem. Kendilerine kim veya kimlerin, neyi nasıl anlattığının ayrıntılarını bilmediğim için, endişe etmelerini de anormal bulmam. Ama mesai arkadaşlarının buna ihtiyaç duymalarına, üstelik bu seçme ve ayıklama işini, ilkeli ve ustaca yapamayışlarına üzüldüm. Evet, Hocamızın maddi varislerinin onayı alınmış fakat manevi varisleri olan talebelerinin duygu ve düşünceleri hiç dikkate alınmamış…

Siyasi vesayetten şikâyet eder dururuz. Bu da vesayetin bir başka versiyonu değil midir..?

Hocamız, yazdıklarının sorumluluğunu taşıyamayacak bir insan olmadığı gibi sivri dilli olan veya muhalefet tiryakiliği bulunan bir şahsiyet de değildi; müstakil, yerli milli, sıcak, samimi ve ihlaslı bir insandı. Makam ve şöhret hırsı da yoktu. Bu sebeple müşahedeleri, tenkitleri ve yazdıkları yaralayıcı değildi. Ben bunu tahmin olarak değil, test etmiş bir eğitimci olarak yazıyorum. “Yazdıkları, bazı kişiler için kırıcı, rencide edici olabilir; hukuki sonuçlar doğurabilirmiş.” tespitini kabul etmek mümkün değil; böyle bir iddiayı Hocamızı tanıyıp bilen, sevenlerin dillendirebileceğini zannetmiyorum…

Bazen ismini zikredip yazdığı bir cümlelik tespiti, Onun rahmet ve minnetle hatırlanmasına vesile olabileceği gibi, muhatabını da teşvik edici olmayacağını kim söyleyebilir..? Zemmettiği, hata ve eksiğini zikrettiği kişilerin hatasını fark edip tövbe etmesine vesile olması, farklı bir güzellik olmadığını kim iddia edebilir..?

1992 yılında, en yakın mesai arkadaşları ile Umre yaparken, Hıra dağında yaşadığı duygulu, güzel bir hatırası bile hazfedilmiş…

Kendisinin hazırlayıp dizdirdiği nüshada 18 sayfa olan 1992 yılına ait günlükler, basılan kitapta sadece 2 sayfa olarak yer almış. Bunu kim nasıl izah edebilir..?

Hocamızın her tespitinin doğru, hatasız, eksiksiz olduğunu söylüyor; iddia ediyor değilim. Elbette her beşer gibi Hocamızın da yanıldığı, yanıltıldığı hususlar, görüşler, tespitler olabilir; vardır da…

Benim de tespit ettiğim hatalı, eksik ve yanlış yorumları da var ama bunlardan bile istifade etmediğimi söyleyemem…

Recep Özkan kardeşimizin eşi ile ilgili, 20 Aralık 1992 tarihli günlüğünde, bir iki cümlesi Emine hanımı nasıl heyecanlandırdığı, memnun ve mutlu ettiğini görüp şahit oldum. Bu bölümün basılan kitapta hazfedilmesinin sebebini ben anlayamadım; anlayan varsa öğrenmek isterim…

Tenkit edip zikrettiği akademik unvan ve makam sahibi insanlardan, “görüşünü isabetli bulmasak da, Bekir Topaloğlu Hocamıza öyle görünmüş isek bizim eksikliğimizdendir.” deyip rahmet, minnet ve dua ile yâd edenler yanında, “evet yazdıkları doğrudur; bu vesile ile Rabbimden tekrar af ve mağfiret diliyorum” diyenleri de görüp dinledim…

Hatırat ve Günlükler ayna gibi olmalıdır; aynalar yansımaları gösterir. Kimse aynaya kızmaz; aksine, görüldüğü şekli beğenmeyenler, kendilerine çeki düzen verip görünmek istediği şekle bürünmesine, dönmesine vesile olur…

Ne dersiniz, siz aynalara kızıyor musunuz yoksa..?

Nice hatıratlar vardır; içinde hiç bir hata ve eksiklik gündeme getirilmemiş; savunma ve güzellemeler ile doldurulmuştur. İnandırıcı olmadıkları gibi İbret alınacak bir tabloya da rastlayamazsınız…

Merhum İmamı Gazali, kendi nefsine hitap ederek: “Ey nefsim, sakın olduğundan farklı görünmeye kalkma, kalkarsan, iki ihtimalden farklı bir durum söz konusu olamaz; muhatabın, akıllı ise olduğundan farklı görünmek istemene itibar etmez; onun gözünde daha da küçülürsün; eğer muhatabın ahmak ise, ahmağın gözünde büyümen ne işe yarar..?” der.

Evet, Bekir Topaloğlu hatırat ve günlüklerinin muhtasar hali bile olsa, Ensar Yayınları arasında yayınlanmasına sevindim. Seçme, kısaltma ve hazif yapanların başarısızlığını, ilkesizliğini görünce de üzüldüm. Bu duygular benim içimdeki duyguların satırlara yansımış halidir. Vesayetin hiç bir türlüsü hoş durmuyor. Hatırat yazmak nasip olursa, duygularımı daha gerçekçi yazmaya gayret edeceğimi söyleyebilirim. Kimseyi kırmak, itham etmek gibi bir kastım yoktur. Hocasına vefası olan, bir talebesinin bu duygularına tahammül edilmesini beklemeye hakkım var mı bilmem ama beni de böyle, yanlışa susmayı beceremeyen, patavatsız(!) biri olarak kabul ediniz lütfen…

05.05.2021 OF / Hamzalı

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Ahmet Davutoğlu Hocaya Mektup

Muhterem Ahmet Davutoğlu Hoca’mıza,

Size, insani ve İslami bir görev telakki ederek, yazıp hatırlatmayı arzu ettiğim bir kaç hususu arz etmeden önce kendimi tanıtmakla başlamak isterim ki yanlış bir anlamaya yol açmış olmayayım…

Benim adım Ahmet Ziya İbrahimoğlu, Malezya’da öğretim üyesi iken, yanılmıyorsam 1993 yılında, eşiniz ve M.Maksudoğlu Hocamız ile beraber hacca geldiğiniz yıl beraber hac yapmıştık. Daha sonraki yıllarda da zaman zaman yazışma ve görüşmelerimiz olsa da kalıcı olup hatırlayabileceğinizi tahmin ettiğim için hac beraberliğimizi öne alarak zikrettim. Kendimle ilgili diğer bilgileri bu yazının sonuna not olarak eklerim; gerek görürseniz bakma imkânınız olur.

Muhterem Hocam,

Sizi Allah için seven, hayatının hiç bir döneminde dini ve siyasi bir bağımlılığı olmayan, her hangi bir meşrep veya parti ile organik bağı olmamış, müstakil yapılı bir eğitimciyim. Partinizin kurucuları arasında iyi ilişkilerimiz olan ortak dostlarımız da var…

Şimdiki Cumhurbaşkanımız RTE Bey ile İst. İHL yıllarında beş yıl aynı çatı altında okumuş, sosyal faaliyetlerde beraberliğimiz olmasına rağmen, politik hayatı boyunca çevresine yaklaşıp bir talepte bulunmadım. ihtiyaç duyup aramadığı sürece idarecilerden uzak durmaya çalışan, şahsi hiç bir talepte bulunmayı sevmeyen bir anlayışın sahibiyim. Politikacılara yaklaşanlar “genellikle bir iş veya çıkar için yaklaşır” anlayışı yaygın olduğu, politikacıların da ziyaretçilerine bu gözle baktığı bilindiği için, öyle görünenler arasında olmayı sevmedim; istemedim. Bu sebeple, sizlerin de idari ve politik görevleriniz esnasında, eşiniz muhtereme Sare hanımla, bir kaç defa yazışmak dışında, çevrenize yaklaşıp şahsi hiç bir talepte bulunmayanlardanım…

Size olan saygı takdir, güven ve sevgim sebebi ile küçük kızımı Şehir Üniversitesinde okutup mezun ettim…

Muhterem Hocam,

MÜSİAD kanalı ile Ak Parti yönetimindeki dost ve kardeşlerimize tavsiye edip hatırlattığım bir hususu size de hatırlatmamı umarım haddi aşmak olarak değerlendirmez, hoş karşılarsınız…

Aktif politika içinde olup idari görevler yürüten insanlar, aktif politika içinde olmayıp tarafgirlik illeti ile de malul olmayan, her sektörde kendilerine sadece gönül bağı ile bağlı olan, en azından muhalif olmayanlarla “özel bir istişare teşkilatı” da oluşturmalı ve o sektörle ilgili kararlara son şeklini vermeden, bu özel teşkilat ile de istişare etmesi gerektiğine inanmış olanlardanım.

Bu ifade ile sektörlerin resmi temsilcilerini kastetmediğimi de belirteyim ki yanlış anlaşılma olmasın.

Çünkü bunu kısmen bütün partiler yapmaya çalışıyor. Ak Parti Hac ve Umre organizesi içinde olan TÜRSAB ve Diyanet’in yönlendirmesiyle nasıl yanlışlar yaptığını, THY idaresini kullanarak TÜRSAB’ın işini samimiyetle yapmaya çalışan dürüst insanlara nasıl zulmettiğini, bu işin hala fırıldakçıların kontrol ve denetiminde olduğunu, DİB nın bu zulme neden ve nasıl seyirci kaldığını, belki siz bile hala bilmiyorsunuzdur..?

Sizin hata ve ihmallerinizin bize nasıl yansıtıldığını çoğu zaman size ulaştırma imkanı bile bulamadık. Herkes elle tutabildiği yere göre fili tarif ediyor. Ülkemizde gerçek manda STK kabul edilebilecek örgütlenmelerin sayısı, parmakla gösterilebilecek kadar az olduğunu akli selim sahibi herkes bilir ve kabul eder…

Parti teşkilatları, böyle bir müstakil gönül bağı ve istişare teşkilatının boşluğunu neden dolduramayacağını siz benden daha iyi bilebilirsiniz. O sebeple bu ayrıntıya da girmek istemiyorum…

Milletvekillerin ve parti teşkilatlarının hepsi oyunun içinde olan oyuncular gibidir. Oyunun fiilen içinde olanların nasıl oynadıklarının farkında olmaları oldukça zor, hatta imkânsız gibidir…

Parti teşkilatlarında görev alan, milletvekilliğine aday olan veya seçilenlerin çoğu hatalı icraatları, ya tenkit edebilecek seviyede değil veya bazı endişeleri sebebi ile çekinme durumundadırlar. Politik teşkilatları küçümsemiyorum. Sadece boş bırakılan bir alana işaret etmek istiyorum. Politik teşkilatınızda görev almak istemeyen fakat size muhalif de olmayan insanlardan, çalıştığı sektörde hatırı sayılır etkinliği olan, dürüst müstakil ve ilkeli insanlara fikir sormanın, onlarla istişare etmenin, onları size ulaşabilir kılmanın, size ne kadar faydası olur bilemem ama zararı olmayacağından eminim…

Size gönül bağı ile bağlı olan fakat politik teşkilatınızda yer almayan dostlarınızdan sistemli şekilde istifade edemeyince, eksiklerinizi, hatalarınızı söylemek sadece politik rakiplerinize kalıyor. Dost tenkitine alışkın olmayan, kulak asmayanlar, muhaliflerinin tenkitinden ne kadar istifade edebilir onun takdirini de size bırakıyorum…

Sizin baş danışman olarak görev aldığınızı duyunca çok sevinmiştim. Danışmanlığınız politik görevlere dönüşünce de endişe duyduğumu yakın çevremdeki dostlarıma söylediğimi de ifade etmek isterim…

Türkiye’de dava adamlığı iddiasında bulunanların çoğu, şu gerçekleri yeterince inceleyip öğrenerek, hayatına yansıtmakta zorlanıyor:

1- İslami anlayışımızı, İslami olmayan idari bir sistemde görev alınca, işlem ve icraatlerimize nasıl yansıtabiliriz veya yansıtmalıyız..?

2- İslami muhalefet anlayışı nasıl olmalı, nasıl uygulanmalı..?

3- Sultan 2. Abdülhamid’e muhalefet edenlerin haklı gerekçeleri var mıydı, bu haklı gerekçeler nelerdi..? O haklı gerekçeleri bilip kabul edenler bile bugün o dönemin muhaliflerine hak verebiliyor mu..? Neden..?

4- Daha yakın bir döneme gelerek merhum Necmeddin Erbakan Hoca’ya muhalefet edenlere bugün kimler hak verebiliyor..?

Elbette bu muhalefet edenlerin hepsini hatalı gördüğüm için bu soruları gündeme getiriyor değilim. Her dönemde muhalefet edenlerin haklı ve makul gerekçeleri vardır olabilir ve olmuştur. İncelendiği zaman aksini söylemek çok zor. Peki muhalefet edenlerin haklı gerekçeleri var idiyse aradan geçen zaman içinde pişmanlık duymaların sebebi nedir..?

Merak edip araştıranlar görecektir ki, o dönemlerdeki muhalifler muhalefetlerinde, İslami ve insani ölçülere, esaslara uymamaları sebebi ile pişman olmuş veya tenkit edilmişlerdir.

İslami ölçü ve esaslar içinde muhalif görüşte olan kişilerce yapılan tenkit ve uyarılar, isabetli olmasa bile, pişmanlık konusu olmaz.

Tam aksine zamanında yaptıkları bir görevin huzurunu duymaları gerekir…

Dava adamlığını nazari olarak bilip savunmak kolay olsa da davranışlarımıza yansıtıp yaşamak aynı derecede kolay olamıyor maalesef…

Bütün bunları hatırlatma ihtiyacını duymamın sebebini de yazmam gerekirse, Akit TV de yaptığınız programı, bugün banttan dinlemiş olmam bu hatırlatmalara vesile olmuştur. Bir dostum linkini gönderip hatırlatmış ve dinlememi tavsiye etmiş olmasaydı belki böyle bir yazı yazmayı düşünmezdim…

Biz sizden daha bilgili ve tecrübeli değiliz. Ama oyunun içinde olmayan müstakil bir seyirci gibiyiz. Futboldan hiç anlamadığım halde, milli takım maçlarında oynayan futbolcuları değerlendirirken, futbol fanatiklerini bile, futbolla ilgim olmadığına, inandıramıyorum…

Umarım size karşı da aynı duruma düşmüş olmam muhterem Hocam.

Bu vesile ile Ramazan Bayramınızı tebrik ile, selam, dua ve hürmetlerimi arz ediyor; Allah’a emanet olmanızı diliyorum…26/07/2021
Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Ben 1954 Trabzon/Of doğumlu,
1962 yılında Hafızlığımı tamamlayıp, M.Rüştü Aşıkkutlu Hoca Efendiden talim ve Arapça eğitimim akabinde ilkokulu üç yılda bitirdim. 1975 Fatih İHL, 1979 İst.YİE mezunu, kısa dönem öğretmenlik ve müftülük görevlerinden sonra, Mekke Üniversitesi’nde Yüksek Lisans yaptım…

MÜSİAD Y.K. Üyeliği, Tahkim Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürütmüş Üsküdar Çengelköy’de oturup Fatih’te iş yeri olan emekli bir eğitimciyim…

Yaptığımız İş ve Faaliyetlerle İlgili:
www.haremeyn.com
www.hamzali.org
Sitelerinden bilgi edinmek mümkündür.

Ahmet Ziya İbrahimoğlu
05327337766
[email protected]

ORTADOĞU’DAKİ DEVLETCİK CEMAAT VE GURUPLARI DİZAYN EDEN GÜÇ

Bu Yazıyı, ÖNDER’in Mevsimlik Yayınladığı Tohum Dergisinin Talebi Üzerine 2014 Yılında Yazdım.

Üstün ve önder olması gereken ümmet bilinci nasıl sağlanır? Sünnilik, Şiilik, Selefilik, Vehhabilik gibi fikir cereyanlarının ümmet bilincine etkisi, cemaat ve tarikatların vasat ümmet anlayışına katkıları veya zararları konusunda çok şey söylenebilir; yazılabilir. Ansiklopedik bilgi derinliklerine inilerek ilginç bilgiler de aktarılabilir. Bunu yapabilecek bol miktarda araştırmacı ve akademisyen arkadaşlarımız vardır. Ben bu yazıda ansiklopedik, ilmi kaynaklara dayanarak bilgi aktarmak yerine, vakıaya dayanan, yaşadığım, gördüğüm, şahitlik ettiğim, mensupları ile fikirlerimi müzakere ettiğim, tecrübe ve tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hayatımın en değerli otuz yılını Mekke merkezli yaşadım. Ortadoğu ülkelerini defalarca gezip yakından tanıdım. Bilinen fikir ve eylem guruplarının birçoğu ile beraber aynı ortamda yaşadım; mensupları ile görüştüm; müzakere imkânı buldum; arkalarındaki gücü hissedip tanıdım. Birbirine tamamen zıt, zehir-panzehir konumunda olan gurup ve görüşlerin aynı merkezden yönlendirilip desteklendiklerini müşahede ettim. Suudi Arabistan devletinin nasıl ve hangi şartlarda kurulduğunu en yetkili kişilerden dinledim. Siyasi bilinç olmadan, kullanılmak ve sömürülmekten, hatta fıkhi ve fikri konulardaki ufuk karartan ihtilaflardan bile uzak kalınamayacağını gördüm ve anladım. İfade etmeye çalıştığım bu çerçeveyi daha iyi anlatmak ve anlaşılmasını kolaylaştırmak için, sembolik değeri olan birkaç somut olayı-bilgiyi burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

1980-83 yılları arasında, Mekke Üniversitesi Arap Dili Enstitüsünde okurken, takriben 20-25 farklı ülkeden gelmiş öğrencilerle aynı ortamı paylaşıyorduk. Bir gün Afrika ülkelerinden bir arkadaş bana, Hüseyin Hilmi Işık Bey’i tanıyıp tanımadığımı sordu. Bende emekli bir subay olması, İst İ.H.L. de kimya öğretmenliği yapması ve basılmış kitapları olan bir cemaat önderi olması gibi bilgilerimi kendisiyle paylaştım. Bu arkadaş bana “ H. Hilmi Işık Bey’in kitaplarının İngilizce tercümesinin ülkelerinde ücretsiz dağıtıldığını, Vehhabilerin de yine ücretsiz dağıttığı kitaplarla, bu kitapların muhtevasında bulunan tenakuzların misyonerlik teşkilatlarınca nasıl kullanıldığını ” anlatması, hele bu faaliyetlerin aynı merkez tarafından sevk ve idare edildiğini söylemesine şaşırmıştım. Merak edip H.Hilmi Işık Bey’in Vehabilerle ilgili görüşlerinin yer aldığı kitapları okudum. Kitaplarda Vahhabilere izafe edilen görüşlerin bir kısmı gerçek olsa da, bir çoğu, vakıa ile uyumlu, mübalağadan uzak, hatasız ve insaflı tespitler olmadığı için, isabetli de olsa nasihatleri havada kalıp etkili olmadığını gördüm. Hatta Vehhabileri besleyici etki yaptığını müşahede ettim. O kitaplardaki, gerçekten uzak, mübalağalı tespitleri okuyup bilen, Vehhabilik gerçeğini de görüp tanıyan kişiler “Işık Cemaatine” müfteri, “Vehhabilere” de mazlum gözü ile bakabilir. Başkalarının görüş ve tespiti ile yargılama yapmanın, bilerek veya bilmeyerek şer güçlere hizmet etmeye yol açabileceğini bilmeliyiz.

Yine Mekke’de yaşadığım yıllarda, Çarşamba Cemaatinin Mürşidi Muhterem H.Mahmut Efendi ile, Harem-i Şerifte müezzinliğin altında otururken, Vehhabiliği müseccel bir Suud’lu tanıdık yanımıza oturdu. Kendisine H.Mahmut Efendi’yi tanıttım. Oda kendisini tanıtarak kısa bir sohbetten sonra H.Mahmut Efendi’yi çok sevdiğini, Türkiye’de böyle insanlar çoğaldıkça Türkiye’nin geleceğine daha umutla bakılması gerektiği mealinde ifadeler kullandı. Sözlerini Hoca efendiye aktardım. Hoca Efendi de Ona bilmukabele iltifatlarda bulundu ve kendisini İstanbul’da misafir etmekten mutlu olacağını söyledi. Vehhabi olan Suud’lu tanıdık, muhatabının “tasavvuf şeyhi” olduğunu, Hoca Efendi de Suud’lunun “Vehhabi” olduğunu bilmiyordu. Bu durumu kendilerine bildirdiğim zaman her ikisi de şaşkınlığını gizleyemedi. Her iki tarafta, birbirlerini olduğu gibi değil, Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışan gücün tanıttığı gibi tanıyordu. Duydukları ve bildikleri ile gördükleri farklılık arzedince şaşırmaları normaldi. Biri diğerini sünnet düşmanı, keçi sakallı, diğeride onu hurafeler ve şirkle iç içe yaşayan dalalet ehli bir anlayış mensubu olarak tanımış ve bilmişti. Doğru olmayan tespit ve teşhislerle başkalarını damgalamak, onların varlıklarını daha kolay sürdürmelerine zemin hazırlar.

Osmanlı’nın Hicaz hâkimiyetini yıkmayı başaran güç, son Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’e neler vadedip nasıl kandırdığı, sonunda Suud ailesi ile çatıştırıp, Ürdün krallığına nasıl razı ettiği, Suud ailesine hangi şartlar karşılığında yardım edip krallığı nasıl oluşturduğu, aynı gücün Filistin topraklarında tesis ettiği hakimiyeti Yahudilere devredip devlet kurmalarına nasıl katkı sağladığını bilenler, eğer iyi iz sürmesini de biliyorlarsa, günümüz olaylarını doğru yorumlayıp, ümmet olma bilincini de doğru kavrayabilirler.

1985 yılında merhum Başbakanlardan Muhterem Necmeddin Erbakan Hoca bir gurup arkadaşı ile birlikte umreye gelmiş ve Suud yetkilileri ile de görüşmeler yapmıştı. O zaman Suud Kabinesindeki bir Bakanın, Erbakan Hoca’nın sitemvari sözleri üzerine, söylediklerini hiç unutamıyorum. Kendisi Erbakan Hoca’ya: “ Suud devleti kurulurken İngilizlerle yapılan gizli bir anlaşma, bizim elimizi kolumuzu bağladığını dikkate almanızı isterim.” dedikten sonra bu gizli anlaşmanın zikrettiği maddelerinden şu anda hatırladıklarım mealen:

1- Suudi Arabistan Devleti, dini görünümlü bir devlet olabilir fakat Hilafeti canlandırmaya yönelik hiçbir faaliyetin içinde yer alamaz.

2- İngiliz ve müttefikleri, ihtiyaç duymaları halinde, üçüncü taraflara karşı, önceden izin almaksızın Suudi Arabistan topraklarını kullanabilirler.

Hatırlayabildiğim bu iki madde bile çok şey ifade ediyor. Eğer İngilizlerin Şerif Hüseyin’e, Hicaz Bölgesinde Halifeliğini ilan ederek, Osmanlıların korumaktan aciz kaldığı Hilafet makamını korumayı telkin edip saflarında yer almaya ikna etmesini, sonra da Suud Ailesi ile çatıştırarak, Şerif Hüseyin ve ailesi yerine Suud Ailesini destek verip Hicaz’a Hakim kılmak için, Hilafeti canlandırmaya yönelik bir faaliyet içine girmeme şartı koşmasındaki şeytani hile ve desiseyi iyi görüp bilirsek, Ortadoğu ülkelerinde kaynayan fitne kazanını hangi ateşle kimlerin kaynattığını anlamanın ilk adımını atmış oluruz.

Bugün bile umre ödemelerinin S.Arabistan bankalarından sadece Suud-İngiliz Bankası’na yatırılabildiğini kaç kişi biliyor? Yine sembolik bir değeri olan “Ru’yeti Hilal” konusunda, Ramazan’a farklı günlerde başlama, bayramı farklı günlerde yapma ihtilafı’nın arkasında aynı gücün olduğunu kaç kişi idrak edebilmiştir? Hilafeti ilga ederken Meclisteki âlim vasfı taşıyan vekillere “mekruh mu değil mi” tartışması yaptırmaları gibi, “Ru’yeti Hilal” konusunda kalem oynatanların benzer bir mantık yanılgısı içinde olduklarını görebilene ben henüz rastlamadım. Emekli Diyanet İşleri Başkanlarından Tayyar Altıkolaç Bey’in , üç ciltlik hatıratında, Ru’yeti Hilal konusunda yazdıklarına bakıp, yine onun döneminde D.İ.B. Vakit Hesaplama Şubesi Müdürü olan E.Albay Arif Hikmet Köklü Bey’in söyledikleri ile karşılaştırın. Ufkunuzun genişleyeceğini göreceksiniz. Bayram günlerinde Müslümanlara bilerek, önemsiz görerek nasıl oruç tutturulduğunu öğreneceksiniz. (1)

Ortadoğu ülkelerindeki fikir ve eylem gruplarının sayısını bile tespit etmek çok zor. Vehhabi, Selefi, Şii gibi fikir gurupları yanında bir sürü eylem gurupları da var. Al Kaide, IŞİD gibi, eylemleri ile gündemde olan gurupların yanında, henüz isimlerini bile duymadığımız bir sürü fikir ve eylem gurupları var. Bu guruplar ihtiyaç duyuldukça, kısa zamanda devreye sokulur ve devleştirilir; canavarlaştırılır. İşi bitince de unutturulur. Belli kaynaklar tarafından oluşturulan bu gurupların piyasaya sürülenleri yanında yedekte bekletilenleri de vardır. Hatta bununla da yetinmeyip farklı niyetlerle oluşmuş veya oluşturulmuş İslami cemaat, cemiyet ve tarikatların içine sızmak için, destek görünümlü halka genişletme çalışması yapıldığını da bilmeliyiz. Genişleyen, büyüyen halkaları kendi kontrollerinde tutarak, zamanla merkezi yapılanmayı kontrol veya etki altına almaya çalışırlar. Samimi bir hareket ve etkinliğin, önüne geçip engellenmesi yerine, kendilerine bağlı, besledikleri kişileri, o hareketin ve etkinliğin, taraftarıymış, hayranıymış, etkisindeymiş gibi içinde yer almaya teşvik edip büyütmeyi tercih ederler. Bu büyümeyi izah ederken önderlerinin “Ateşe girer yanmaz; suya girer ıslanmaz” hikayeleri dışında yaptıkları bir şey olmadığını görürsünüz.

Hilâfeti yeniden ihyâ etme ihtiyacını, Müslümanlardan daha çok şer güçler dikkate alıp hazırlık yapıyor. Halife adaylarını yetiştirme ve kontrol etme plânları, uzun zamandan beri var; sürdürülüyor. Yakında böyle bir plân ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın. Bu konu ile ilgili Ortadoğu ve Türkiye’de oluşturulmuş, test çalışılması yaptırılan guruplar var. Kaç kişi bunun farkındadır?

Halis niyetlerle kurulmuş olsa bile, büyüme, genişleme, yayılma esnasında kontrolü sağlamakta ortaya çıkan acziyet, kullanılmak ve alet olmak durumuna düşmeye yol açabiliyor. Son otuz yılda cemaat ve tarikatlara sızma gayretleri hız kazandı ve gözle görülür hale geldi. Bakıyorsunuz bir cemaat birkaç yıl içinde etkinliğini katlayarak artırabiliyor. Süratle genişleyip yayılabiliyor. Yılların cemaati bir anda etkinlik kazanması ve süratle yayılıp büyümesinin inandırıcı bir yanı görünmüyorsa, düşünüp birikim ve aklımızı kullanmamız gerekmez mi? İsmi bile duyulmamış bir örgüt bir anda ortaya çıkıp şehirleri yakıp yıkabiliyorsa, Ortadoğu’yu dizayn eden gücün taşeronları, yedek güçleri sahneye sürülüyor demektir. Elbette ki bu gücün ortakları ve müttefikleri, yardımcıları da vardır. Bu güçlerin oluşturduğu şeytan üçgenini tanımadan figüranları ile uğraşmak bizi sonuca götürmez. Çağdaş Şerif Hüseyin’ler, Hilâfet makamını kurtarmak gibi, hizmet yaptıklarını sansalar da, hıyanetlerini devam ettirmelerine, samimi taraftarları mani olmalıdırlar. Uyarılara kulak asmalıdırlar. Zalim kardeşinin zulmüne mani olmak, Ona yapılacak en önemli ve en güzel yardım olacağını unutmamalıyız.

Örnek nesil, Peygamber arkadaşları, Peygamberimize ” Ya Resulallah bu sizin görüşünüz mü, yoksa vahiy ile bildirilen bir görüş mü ” diyebilmesindeki inceliği kavrayıp, Kur’an, Sünnet ve bu iki kaynağa bağlı müctehid alimlerin görüşlerine itibar ve bağlılığımızı sürdürmek “vasat ümmet” bilincini muhafaza edebilmenin sigortasıdır.

Son Şeyhülislamımız Mustafa Sabri Efendi’nin yardımcısı olan Zahid Al Kevseri, Mısırda yaşadığı yıllarda, Ehli Sünnet Cemaati ile Ehli Şia’yı yaklaştırma, uzlaştırma hedef ve iddiasıyla yayın yapan bir dergide yazı yazmasını isteyenlere mazeret beyan eder; birkaç defa ısrarlı bir şekilde talebin tekrarlanması karşısında onlara şu nasihatte bulunur: ” Ehli Sünnet Cemaati ile Ehli Şia’yı yaklaştırmak istiyorsanız, Ehli Şia, Ehli Sünnete yönelik telkin ve nasihatlerden vaz geçmeli, kendi cemaatinin aşırılıklarını düzeltmek için onlara nasihatle meşgul olmalı, Ehli sünnet alimleri de Ehli Şia’ya karşı olan yaklaşımlarını gözden geçirmek ve kendi cemaatlerine nasihati tercih etmelidir. Böylece her iki cemaat mensupları kendilerini aşırılıklardan koruyunca, uzlaşma ve yaklaşma kendiliğinden oluşmuş olur.”

Evet, herkes projektörü kendine çevirmeli, kendi eksik ve hatalarımızı görüp kendimize çeki düzen vererek yenilenmeliyiz. Uluslararası şer odaklarının ürettiği, besleyip yaşattığı fikir ve eylem guruplarının tuzaklarına düşmemek için, sapasağlam bütün canlılığı ile elimizde olan değer ve ölçülerimize bağlılığımızı artırmalıyız. İlme ve ilmi faaliyetlere önem vermeyen, mensuplarının tutum ve davranışları, ihlas ve samimiyetle bağdaşmayan, hiçbir fikir ve harekete, kör bir teslimiyetle bağlanmamalıyız. Karşıtlığa dayanan bir anlayışa itibar etmemeliyiz. İnancını davranışlarına yansıtabilen aksiyon adamı olmaya gayret etmeliyiz.

26.07.2014

A. Ziya İbrahimoğlu

(1)Ayrıntı merak edenler, yine bu sitede yayınladığım, Ru’yet-i Hilal konusu ile ilgili yazımı ve bu konuda Tayyar Altıkulaç Bey ile yaptığımız mail yazışmalarını okuyabilirler.

K.KILIÇTAROĞLUNDAN GÜNDEME GETİRMESİNİ BEKLEDİGİMİZ ÖNEMLİ KONULAR

Bu konuyu gündeme getirmek ancak Kemal Kılıçdaroğlu’dan Beklenir

CUMHUR REİSİ R.T.E NIN TEHLİKELİ PLANLARI(!) GÜNDEME GETİRİLMELİ…

1- RTE, “Osmanlı Fesi” giymeyi mecbur kılan kanun çıkaracak, giymeyenler için, fesli Alilerin yöneteceği hukuk mahkemeleri kurup en az yirmi bin kişiyi idam sehpasında sallandıracak ve halkı tam olarak özgürleştirdiğini iddia edecek…

2- Partisinin otorite ve hâkimiyetini güçlendirmek için DİB nı Ankara il başkanı olarak görevlendirecek; militan vali ve belediye başkanlarını aynı zamanda partisinin il başkanları olarak görev yaptıracak…

3- Kendisi hem devlet hem de parti başkanı olmakla kalmayacak; muhaliflerini, kendine bağlı çetelerle, yer üstünden yer altına göndermek üzere Çankaya Köşk bahçesine defnedecek. Bunun için orayı boşaltıp gerekli hazırlığı yapıyor…

4- Demokrat görünerek Şeriatı getirecek; Halifeliğini ilan edip Türkiye’yi “Çağdaş uygarlık” seviyesine çıkaracağını iddia edecek…

5- İçki, kumar, zina, faiz gibi eylemleri yasaklayıp, “şerbet sofraları” kuracak; şerbet sofralarından Türkiye’yi yönetecek…

6- Şeriatı öğrenip yaşamayan gericileri cahil kabul edecek; onlara hiç bir konuda hiç bir şey sormayacak; kendini onların vasisi kabul edip onlar adına kendisi karar verecek; ihtiyaç duyarsa sadece “şerbet sofrasındaki” arkadaşları ile müzakere etmekle yetinecek…

7- Seçim sistemini “açık oy-gizli tasnif” esasına göre yeniden düzenleyecek; açıklık ve şeffaflığa yeni bir boyut kazandıracağını iddia edecek…

8- TBMM ni kendisinin tayin ettiği vekillerle oluşturacak; imalat hatası olarak muhalif vekiller çıkarsa, “şerbet masası” militanları kanalı ile hizaya getirecek…

9- Latin harflerini bir gece aniden değiştirip yasaklayacak; İslam ve Kur’an harflerini dayatıp zorunlu hale getirecek…

10- Kendisini “Reis Baba” olarak dokunulmaz kılacak; dil uzatanların ağızına acı biber sürecek…

11- Meyhaneleri, genelevleri, kumarhaneleri kapatacak; dört hanımla evlenmeye ruhsat verecek; insanları nefis ve şehvetlerine esir olmaktan kurtardığını söyleyecek; Allah’a kul olma özgürlüğüne alan açtığını iddia ederek kendine kul haline getirecek…

12- “Ne mutlu Müslümanım diyene” sloganını yaygınlaştırmak üzere marşlar hazırlatıp ilkokul öğrencilerine ezberlettirecek…

13- Tarihi şerbet sofrası müdavimi “fesli tarihçilere” yeniden yazdırıp resmî tarih haline getirecek ve aksini yazıp söylemeyi yasaklayacak…

14- Okullarda “Reis Baba Çok Yaşa” levhaları asılacak; o levhalarda yazılacak ilkeleri herkes ezberletip uygulayacak; karşı çıkanlar düşman ilan ederek “fesli Ali’leri” yargılatıp darağaçlarında sallandıracak…

15-Yeni getirilecek bu ilkeleri içine sindiremeyip benimsemeyerek yaşamayanlar, bir sabah aniden gemilere doldurulup İsrail, Yunanistan, Çin ve Rusya’ya gönderilecek…

16-“Reis Baba” koruma kanunu çıkarılacak. Onun fikir ve uygulamalarını benimseyenlere tam özgürlük verilecek. Muhaliflerine söz hakkı tanınmayacak; hiç bir resmî görev de verilmeyecek…

17- Türkiye’de mevcut heykeller toplattırılıp dolgu malzemesi olarak kullanılacak; heykel bütçesi, tekke ve zaviyelerin onarımı, Bektaşi tekkelerinin yapımı için tahsis edilecek…

18-“Halk Hâkimiyeti” yerine “Hak Hâkimiyeti” tesis edilecek. Namaz kılmayanların şahitliği bile kabul edilmeyecek; oy dahi kullanamayacaklar…

19- Bu sistem değişikliği “Cumhuriyet-i İslamiye ve Özgürlük Bayramı” olarak her yıl kutlanacak…

Sizi bilmem ama böyle bir “Reis Baba” düzeninden CHP ve HDP nin endişe etmesini kesinlikle haklı buluyorum. Haklı bulmakla da kalmıyor; gerçek demokratlık olarak görüyorum…

“Reis Baba ”ya bunun için diktatör demelerine de itiraz edemiyor; hak veriyorum…

Hukuk herkese lazım; sadece İslamcıların hukuk isteme hakları yoktur…

Öyle değil mi..?

28.01.2021

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Müslümanlar Kalite Sıkıntısı Yaşıyor…

Kaliteli Müslümanlığın Göstergesi Nedir Bilir misiniz? Bu soru, Örneğimiz Önderimiz Peygamber Efendimize (sav) sorulan bir sorudur.

‘’Müslümanların en faziletlileri, en kalitelileri hangisidir ya Resulallah’’ diye sordular Peygamber Efendimize (sav). Soran, Altın neslin, kaliteli Müslümanların öncülerinden bir Sahabe. Allah onların hepsinden razı olsun…

Bu soruya Peygamberimiz (sav):

“Kaliteli ve Faziletli Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği, emniyet ve selamette olduğu Müslümandır.” (Buhari Hadisi) cevabını verdi.

قال عبد الله بن عمرو أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

«الضسنلم فن سنلة الضنلمون من لسنانه ؤيده، ؤالفهاجز من هجر ما نهى الله عنذ»،
وسنل أي المسلمين أفضل

قال: «من سلة المسلمون من لسانه ويده». وفي لفظ «المسلم»، الألف واللام للكمال

Arapça metinde Müslüman kelimesinin başında bulunan elif ve lam “kemal ve kalite” ifadesini beyan etmektedir…

El ve dil, insan davranışlarını sembolize eden iki organdır.

İnsanlara ve hayvanlara şiddet, hırsızlık ve benzer davranışları elimizi kullanarak sergilediğimiz gibi, gıybet, dedikodu ve hakaret gibi yasakları da dilimizle işleriz.

Dilini hançer gibi, ok gibi kullanıp yaralayıcı, ürkütücü ve itici davranan Müslümanları kaliteli Müslüman sayamayacağımız gibi, elini yasaklara uzatan, şiddette kullanan Müslümanlar da kaliteli Müslüman sayılamazlar…

Trafikte gereksiz korna çalmaktan, insan veya hayvanlara karşı kullanılan şiddet ve kabalığa kadar her hareketimizde sergilediğimiz bütün davranışlarımız kalitemizin göstergesidir… Sözünde durmayan, çekini vaktinde ödemeyen, eşine ve çocuklarına kaba davranıp şiddet uygulayan, yalan söyleyen, dedikodu yapan, adaletle hükmetmeyen, rüşvet alan, rüşvet veren, haksızlık ve ayrımcılık yapan, vazifeyi ehline vermeyen, vazifesinin hakkını gözetmeyen, dilini hançer gibi kullanıp hakaret eden, itici kırıcı, rencide edici, aşağılayıcı ve ürkütücü kullanan Müslümanlar, kaliteli Müslüman olamazlar. Saydığım davranışlar temsil için olup tahdit için değildir. Yani örneklemek içindir; sınırlandırmak için değildir. Kısacası davranışlarımız kalitemizin göstergesidir… Namaz, Oruç, Zekât, Hac ve Umre gibi kulluk görevlerimiz kalitemizin göstergesi sayılamaz. Komşumuza, onurunu zedelemeden ikramda bulunup eziklik hissettirmeden ihtiyacını gidermek kalitemize delalet etse de, borcumuzu ödemek kalitemize delil olmaz fakat vaktinde ödemeye ihtimam göstermek kalitemizin göstergesi olabilir…

KALİTE, YAŞAMAKLA OLUŞUR SÖZLE OLUŞMAZ. BUNUN İÇİN “HAL” “KAL” dan DAHA ETKİLİDİR. SÖZÜN YALAMA OLDUĞU BİR ZAMAN DİLİMİNDE YAŞIYORUZ. AZ KONUŞUP ÇOK TEFEKKÜR EDEREK ÖRNEK OLMAYA ÇALIŞMALIYIZ.

07/04/2020

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

AFGANİSTAN MAYINLI BİR ALAN

Prof.Dr. Abdüssettar Siret Hocamızın kendi ifadesiyle Hayat Hikâyesi
(Kendisinin Arapça olarak yazdığı hayat hikâyesi tarafımdan tercüme edilmiştir.) 15 Ekim 1937 de, Kuzey Afganistan’ın Samangan şehrinde doğdum.

– İslami İlimlerde doktoramı yaparak profesör oldum.

– Afganistan Kabil Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanlığı ve Hocalığı yaptım.

– Afganistan Kraliyet Dönemi Sonlarına doğru, 1969-1973 yılları arasında Adalet ve Evkaf Bakanlığı ile Genel Sekreterliği, Devlet Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundum. – 1973-2002 yılları arasında Afganistan’ın merhum Kralı, Muhammed Zahir Şah’ın özel müsteşarlığı ve temsilciliğini yaptım.

– Dört dönem boyunca, Afganistan Cihadına hizmet, Barış ve İttifak için kurulan Şura Meclisi üyeliğinde bulundum.

– 2001 de Bon’da yapılan Konferansta geçici Afgan hükümeti başkanlığına seçildiğim halde, özel siyasi sebeplerle bu görevden feragat ettim.

– 2004 de Afganistan Devlet Başkanlığı adayları arasında seçilenlerden biri oldum.

– 1975-2002 yılları arasında, çeyrek asırdan fazla Mekke Ümmü’l Kura Üniversitesinde hocalık yaptım. – 1976-2010 yılları arasında Merkezi Mekke’de olan Dünya İslam Birliği Kurucu Meclis üyeliği görevini yürüttüm.

– 2002-2021 yılları arasında Amerika Kaliforniya’da ikamet ettim.

– İki aydan beri de, Tarihin Başkenti, Mescitler ülkesi Türkiye’de ikamet ettiğim için Allah’a hamd ediyorum.

Prof.Dr.Abdüssettar Siret

21.06.2021 Karamürsel

Bugün Afgan’lı Abdüssettar Siret Hocamızı ziyaret esnasında gündeme gelen bazı konular şöyle: – ABD Kabil Elçiliği ve Afganistan Devlet Başkanlığı Sarayı, Kabil havaalanına 2-3 km mesafede. – ABD Türk askerinin Kabil Havaalanında kalmasını istemekle, bir taşla birçok kuş birden vurmak istiyor. – Peştun ve Tacikliler Afganistan Nüfusunun % 70 ini oluşturuyor.

– Taliban gurubu Peştun olup tek başına Afganistan idaresinde başarılı olma imkânı yok. Asgari olarak Peştun ve Tacikli’lerin ittifakı gerekli,
– Afganistan’ın % 10 Şii ve İran ile bağlantılı. İran’dan destek alabiliyorlar…
– Taliban’ı Pakistan destekleyip eğitiyor. Türkiye’nin ABD isteği yahut NATO şemsiyesi altında Kabil de kalması, Türkiye’nin lehine olmadığı gibi Afganistan’ın da lehine değil. Çok yönlü sıkıntılar yaşanabilir; Türkiye ile Pakistan ilişkileri de bozulabilir..?

– Afganistan’ın Askeri eğitim geleneği ile Tıp eğitimi geleneği Osmanlı’ya dayanıyor; Türklere bütün Afgan gruplarının sempati ve yakınlık duyması, korunması gereken önemli bir değerdir.

– Kabil havaalanı ile ABD elçiliği arasında gizli bir tünel olup olmadığını sordum; bu duyum yaygın ama kesin bir dayanağı yok dedi.

– Şu anda mevcut olan hükümet ABD ve Rus taraftarların koalisyonu olan bir hükümet olması da ilginç geldi bana…
– 8-10 gün evvel Türkiye’ye gelen Afgan Dışişleri Bakanı solcu olup, Rus yandaşı bir insan…
Türkiye’nin bu bilgileri dikkate alacağını tahmin ediyorum…
(Abdüssettar Hoca Mekke Üniversitesinden Hocam olup çok tecrübeli ve kültürlü bir insandır.) Ahmet Ziya İbrahimoğlu 18.07.2021 Karamürsel

DOĞU AFRİKA GEZİM ve (عيدى أمين) İDİ AMİN İLE İLGİLİ YAŞANMIŞ İBRETLİK BİR HATIRA

2020 Yılının ilk aylarında Doğu Afrika ülkelerinden olan dört ülkeye, bir proje ve hayır gezisi yapma fırsatı bulmuştum…

Bu ülkeleri yakından tanıyınca duygu ve düşüncelerim allak bullak oldu; şaşırdım; sarsıldım…

Dünyanın en güzel, en verimli, en zengin topraklarında, insanların nasıl bir fakirlik ve yoksulluk yaşamaya mahkûm kılındığını, sömürgecilerin bu sömürü sistemini nasıl kurup yürüttüklerini öğrenmek, beni hayrete sevk edip derinden yaraladı…

Görüp öğrendiklerimi yazmak istedim; bir türlü elim varıp başlayamadım…

Ben Trabzon/Of’un çay üretilen bir köyündenim. Çay bitkisi yılda 3 defa ürün veriyor. Nadirattan da olsa 4. defa ürün verdiği yıllar da olur. Kesip toplayarak satıyoruz…

Yılda üç hasatlı bu ürün, arazisi çok az ve kıt olan bu bölgede, fakirlik sıkıntısı yaşayan insan bırakmadı…

Etiyopya, Uganda ve Kenya’nın çay olan bölgelerinde, çay bitkisinden yılda 8-10 defa, Tanzanya’da ise 22 defa ürün alınabildiğini görüp öğrendim. İlk duyduğumda tercüman yanlış aktarıyor zannetmiştim. 2 mi 22 mi diye üç defa tekrarlayıp sordum. İngilizce ’den tercüme eden arkadaşa güvenmeyip Arapça bilene de sordum.

Evet, çay yılda 22 defa ürün veriyormuş Tanzanya’da…

Çayın 22 defa kesilip toplandığı bir bölgede fakirlik nasıl olur..? Sorup öğrenince hayretten küçük dilimi yutacak gibi oldum…

Aman Allah’ım bu çağda böyle bir sömürü, böyle bir zulüm nasıl olabilir..?

Afrika ülkelerinin bir kısmını Fransızlar, diğer büyük bir kısmını da İngilizler sömürmüş; sömürüyor. İki sömürgeci ülkenin sömürü sistemleri benzerlik arz etse de İngilizler daha usta, daha kurnaz ve daha profesyonel olduğunu söylemek mümkün…

Ayrıntılara girmeden bir misal zikretmem gerekirse, Uganda’yı İngilizlerin sömürme planı şöyle işledi; işliyor…

Uganda, Hıristiyanlarla Müslümanların beraber yaşadığı bir ülke, insanların ten rengi siyah, İngilizlere benzer tarafları yok. Direk İngilizlerin yürüteceği bir sömürü planı uzun vadeli olmaz; olsa da zahmetli ve riskli olabilir. Öyle bir aracı vekil bulmak gerekir ki, ne ten renkleri ne de dinleri İngilizlerin çıkarlarını uzun vadede riske sokmalı..? Bulunacak aracı ne beyaz tenli ne de siyah tenli olmalı, Müslüman veya

Hıristiyan da olmamalı, bu vasıflardan biri bile uzun vadede risk oluşturabilir; sömürü çarkının tıkır tıkır işleyip dönmesini engelleyebilir..?

İşgal edilip el konulmuş verimli araziler, oluşturulan şirketler üzerine tescil edilmiş ve bu şirketlerin yönetim görevi de Hindistan’dan özel seçilip özel eğitimden geçirilmiş olan, esmer tenli, Budist Hindulara verilmiş…

Budist Hindular Ne beyaz ne siyah, ne Müslüman ne Hıristiyan, herkes için ideal…

Beyaz olsa kabul görmez; siyah olsa uzlaşma riski oluşur; Müslüman olsa denge bozulur; Hıristiyan olsa işbirliği İngilizler aleyhine gelişebilir..?

Ülkedeki toplam sayıları on bini geçmeyen, İngilizlerin desteği olmadan varlıklarını sürdüremeyecek olan bu Hinduların ihanet etme şansı da olamayacağına göre muhteşem sömürü sisteminin devamını riske atacak ihtimaller minimize edilmiş oldu. Bu verimli arazilerde çalışıp üretme işçiliği için yerli halkın seçilmesi de İngilizlerin Ugandalılara jesti ve ikramı olmuş..! Yevmiye için de cömert(!) davranmışlar; günlüğü 1 dolar. Evet, yanlış duymadınız; günlük bir dolar ücret. Nasıl bir düzen ama..? Sevdiniz değil mi..?

Bizim bunu öğrenip bilemeyişimiz, dünya zalimlerinin utanmaz yüzüne çarpamayışımız, bütün insanlığa duyuramayışımız anlaşılabilir, kabul edilebilir değil…

Ayrıntıları anlatmaya kalksam bu yazı kapsamına sığmaz; eksik ve yetersiz olur; fırsat bulsam da avazım çıktığı kadar bağırarak, yüksek sesle dünyaya haykırabilsem, duyurabilsem keşke…

Yazdıklarımı mübalağa zannedip inandırıcılığımı kaybedebilir miyim diye endişe etmiyor da değilim…? Neden mi? Bu sömürü ve zulmü yapanların, zulmedip sömürdükleri insanların zihinlerini de işgal edip kendilerine hayran bırakmaları gözümü yıldırdı…

Kuzunun kurda, kişinin celladına âşık olması diye bir kavram bilirdim fakat yaşandığını yaşatıldığını görmemiştim…

Uganda’nın merhum devlet başkanı ile ilgili, bir arkadaşımızın fiilen yaşadığı bir hatırayı aktarmakla yetineyim şimdilik…

Sizden ricam, aktaracağım bu ibretlik hatırayı, yazdığım bu kısa bilgilendirme notu ışığında dinleyip değerlendirmeniz…

[ Dünyayı kana bulayan Siyonist ve emperyalistlerin, her işine gelmeyen Ülke liderlerini Diktatör yaftasıyla alaşağı etme alışkanlıklarına bir yenisini ekleyip, yamyam yaftasıyla iktidardan ettikleri Uganda eski devlet başkanı merhum İdi Âmin ile ilgili hatırayı şöyle özetleyebilirim:
Mekke-i Mükerreme Ummul-Kura Üniversitesi mezunu, halen Avustralya’da yaşayan eğitimci arkadaşımız Ahmet Bozlar Hoca’nın anlatımı ile 1980’li yılların başları… Cidde’de büyük bir otelde yapılan Türkiye’yi tanıtma haftası toplantılarından birine katıldık. Aynı şirkette çalıştığımız, inancı zayıf olan, hatta olmayan bir Türk mühendis de bizimle beraberdi.

Bana:
“- Hoca efendi, şu adam İdi Amin değil mi?” diye sordu.

O tarafa baktığımda: “Ona benziyor, amma bilmem” dedim.

Mühendisin ısrarı üzerine masasına gittik.

Ve arkadaşım: “Siz İdi Amin misiniz?” diye sordu.

O da: “Bir Türk kahvesi ısmarlamazsanız konuşmam” deyince sıcak bir hava oluştu.

Oturduk yanına. Tam o esnada bizim mühendis bey bombayı patlattı: “Siz ülkenizdeyken neden insan kanı içiyordunuz?” deyiverdi.

İdi Amin gayet sakin bir şekilde:
“Orada Türk kahvesi yoktu da onun için” dedi.

Bizim mühendis bey ukalalığına devam eder mahiyette güldü. İdi Amin, mühendisi omuzundan eliyle bastırarak sandalyeye oturttu.

Ve:
“Siz Türkler 1974’de Kıbrıs’ta çocukları, ihtiyar kadınları, neden dozerlerle çukurlar açarak canlı canlı gömdünüz?” diye sordu.

Mühendis bey celallenerek:
“Hayır, biz öyle bir şey yapmadık. Onu Rumlar yapmıştı..“ deyince o aslan yapılı İdi Amin kükrercesine: “Sen bana insan kanı içiyordun dedin. Bir insana yapılabilecek en ağır hakareti yaptın, ben kızmadım.

Sana ne oluyor şimdi?” diye çok sert bir üslup ve bakışla dakikalarca sayın mühendis beye baktı.

Ve ekledi:
“Baby (çocuk), benim ülkem kuş cennetidir. Ben halkımla hep iç içe yaşadım.

Beni ziyarete gelenler bana kuş eti veya kuşu canlı getirirlerdi. Kabul ettiğim tek hediye buydu.” Aynı o sert bakış ve sesle:
“Ben o kuşların bile kanını içmedim” dedi.

Aniden yumuşak bir üslupla:
“Ben gelmeden önce Uganda’da Müslümanlar köle ve hizmetçi idi. Resmi iş alamazlardı. Ben bunların resmi işlerdeki oranını yüzde 80’e çıkarttım. İngiliz ve batı bunu asla kabullenemedi. Daima aleyhte haberler üretti masa başından.

Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan İsviçre’ye gider; orada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir” dedi.

Ve: “Hadi bir Türk kahvesi daha..” diyerek sustu…

Kendisinden özür dileyerek, boynumuz bükük şekilde, yanından ayrıldık…]
İdi Amin’den dinlediklerimiz arasında bir cümlenin altını çizip tekrarlayarak yazımı bitireyim… “Bilin ki benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve oradan size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan da İsviçre’ye gider; burada istenen şekle konur, sonra bize gelirdi… Ve bu, halen de böyledir”
Ruhun şad olsun İdi Amin, Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerine olsun…

Verdiğin mesajı duyan bir nesil var; sömürü sistemine senin çomak soktuğun gibi çomak sokma gayretini sürdürüyorlar. Afrika’ya Fransız kalmayan bu nesil, senin bıraktığın yerden devam ediyor. Emeklerin hiç de boşa gitmedi…

Halen Fransızların uykusunun kaçması, İngilizlerin keyfinin bozulması da buna mani olamayacak inşallah…

09.05.2020
Ahmet Ziya İbrahimoğlu

İDARENİN YETERSİZLİĞİ YARGININ İLGİSİZLİĞİ DOLANDIRICININ TİLKİLİĞİ HAYATIN ÇEKİLMEZLİĞİ…

Başlıktaki sekiz kelime anlatacağım hikâyenin şifre kelimeleri, küçük hacimli yaygın dolandırıcılığın dayanılmaz acı bir hikâyesini yaşamayanımız çok azdır. Buna rağmen çileli takibe talip olmak yerine, lanet olsun; Allah’ından bulsun; deyip unutmaya terk ettiğimiz, çoğu zaman kayıt dışı kalan cinsten bir hikâye…
Yıl 2014 Kasım ayının yirmisi, Trabzon/Of’taki aracımın ruhsat yenilemesi için muayene günü geldi; oğluma telefon edip TÜV TÜRK sitesine girerek Rize araç muayene istasyonundan randevu almasını istedim. TÜV TÜRK yazıp karşısına çıkan siteye bilgi girmeye başladı. Kısa bir süre sonra bilgi girdiği sitenin TÜV TÜRK resmî sitesi olmadığını fark edip devam etmedi; vazgeçerek işlemi iptal etti ve TÜV TÜRK resmî sitesini bularak gereken bilgileri işledi ve randevu alıp bana bildirdi. Randevu aldıktan yarım saat sonra bir bayan arayarak, “muayene istasyonundan aradığını, randevu günü işlemlerinizi daha süratli ve sistemli yürütmek için hesap numarası vereyim ödemenizi yaparak makbuzla beraber gelin ki işleminiz daha kolay ve süratli yürüsün” dedi. Tamam deyip hesap numarasını yazdım. Oğluma bildirip ödemeyi yaptırdım…
Muayene günü istasyona gidince ödemeyi yapmış olmanın rahatlığı ile sıramızı bekledim ve sıram geldi; biz ödemeyi yapmışız makbuzumuz var dedik. İlgili bayan memurenin şaşkınlığını bakışından hissettim; “bizim böyle bir uygulamamız yok beyefendi” deyince şaşkınlık sırası bana geldi; dolandırıldığımızı o zaman ancak anlayabildim…
Meğer TÜV TÜRK komisyoncusu konumunda olan siteye bilgileri girme denemesi esnasında telefonumu kaydetmiş, araç muayenesi yaptıracağımı öğrenmişler…
Bu bilgileri değerlendirerek istasyon adına arayıp kolaylık için ödeme yapmamı ve makbuzla beraber gelmemi istemeleri şüphe uyandırmamıştı. Arayan istasyon adına aradığını söylüyordu; aracımızın muayene olacağını zaten başkası da bilemezdi. Yazdırdığı hesap numarasının Ziraat Bankasında olması da güveni pekiştiriyordu…
Canım iyice sıkılmış, durumu oğluma bildirerek tezgâhın ayrıntılarını öğrenmiştim. Yanılgı sonucu bilgi girdiği, sonuçlandırmadan işlemi iptal ettiği site ile sadece mail irtibatı kurulabiliyordu. Mail ile yazılı olarak müracaat edip bilgi ve düzeltme talep ettik; ses seda çıkmadı…
Tanıdık bir emniyet müdürü ile banka şube müdürü bir arkadaşın yardımı sayesinde komisyoncu site sahibinin isim ve hesap numarasının kayıtlı olduğu banka şubesini öğrendim. Telefon numarası sahibini de tespit ederek Savcılığa dilekçe verip gereğini talep ettim. Soruşturmaya gerek olmadığı kararı verildi. İtiraz ederek mahkemeye müracaat ettim; reddedildi. Savcılık kararını onayladılar. HSYK ve Adalet Bakanlığına yazıp durumu bildirerek yaygınlaşan bu dolandırıcılığı önlemek için tedbir teklifi sundum. HSYK kayıtsız kaldı. Adalet Bakanlığından da hala cevap bekliyorum…
Benzer bir olayı AEG tamir servisi ve BALDERESİ şirketi ile ilgili de yaşamış ve yıllarca süren bir hukuk mücadelesini sürdürmüştüm. Bilgi ve tecrübem vardı…
DOLANDIRICILAR kör bir alan keşfetmiş, küçük çaplı dolandırmaların peşine takılıp koşturan ve takip eden olmadığını, İdare, Emniyet ve Yargı gibi kurumların da böyle basit olaylarla ilgilenmediğini bilmenin rahatlığı ile, hacmi küçük sürümü yüksek, zeka ürünü bir dolandırıcılık sayesinde, rahat, bol gelirli, riski yok denilecek kadar az, imrendirici ve keyifli bir imkanı değerlendiriyorlar…
Her alanda birçok dolandırıcının cirit attığı son yılların bu yeni dolandırıcılık sistemi her geçen gün artıyor; yaygınlık kazanıyordu…

Bürokrasinin duyarsız ve yetersizliği, yargının ilgisizliği vatandaşın umutsuzluğu, dolandırıcının tilkiliği, bol, rahat, çilesiz ve risksiz bir kazanç alanı oluşturdu. İstediğin gibi dolandırabiliyorsun; hacmi küçük olduğu için vatandaş, lanet olsun, Allah’ından bulsun deyip takip etmeyi çileli, astarı yüzden pahalı olması sebebi ile değmez buluyor; İdare basit görüyor; ilgilenmiyor. Yargı da yeterli ilgi ve ihtimam göstermeye değer bulmuyor; böylece dolandırıcıların zekâsına da gün doğmuş oluyor…
Benim gibi patavatsız bir vatandaş çıkar da yüz elli lira için bin beş yüz lira harcar ve hukuki mücadele çilesini göze alabilirse onu da dolandırıcı ile uzlaştırıp, sadece dolandırıcıya kaptırdığı meblağı geri verdirtmekle, dolandırıcıyı rahatlatıp kaldığı yerden devam etmesine fırsat veriyorlar. Sonunda bu dolandırıcı, çilekeş, azimli, kararlı bu vatandaşa dönüp: “Sen ne uyuz vatandaşsın; yüz elli lira için altı yıl uğraşmak, bin beş yüz lira harcayıp yüz elli lirayı geri almakla ne elde etmiş oldun..? Senin gibi on tane uyuz vatandaş çıksa bizim tezgahımız yıkılır; siz bunun faturasına katlanabilir misiniz..?” dediğinde yıkılmamak, umudunu kaybetmemek, bozulmamak çok zor…
Siyasi otorite ve idare, Emniyet ve Yargı dikkatsiz ve şuursuz bir şekilde dolandırıcılara alan açtığını fark edip itibar ve güven kaybını durdurmak zorunda. Yoksa herkes kendi işini kendi yöntemi ile halletmeye kalkarsa ülkemize yazık olur. Çeteler yerden mantar biter gibi çoğalır ve yayılır…
Ben altı yıllık idari ve hukuki bir mücadele verdikten sonra dolandırıcıdan 400 TL mi bugün geri alabildim. O tarihteki bu meblağ bugünün 1000 TL na denk, yaptığım masrafların toplamı da bu meblağın tam üç katı…
Dolandırıcının zekâmla alay etmesi ise yanıma kalan manevi kârım (1)
Ne dersiniz böyle bir sistem yürür mü..? Böyle bir adalet itibar kazanıp güven vererek umudu canlı tutabilir mi..? Bu çarpıklığa kimin el atması gerekiyor..?
Biraz empati, biraz ilgi ve duyarlılık, biraz fedakarlık bu işi kökten çözmeye yetmez mi..? Düşünmeye
vaktiniz yoksa, duyarlı vatandaşlara kulak verin, itibar edip ciddiye alın yeter…
Bizzat yaşadığım üç olay ile ilgili iki dosyayı aşağıda ilgi ve incelemenize sunuyorum. Birini sonuçlandırdım; diğerinde mücadelem devam ediyor. Umudum canlı değil moralim bozuk…
Baldan tatlı bal dosyamı ise ne siz sorun ne de ben anlatayım..? “Ünlü balcının” evi soyulmuş; hırsızlar bir buçuk milyon dolarını almışlar. Bütün TV kanalları “ünlü balcımızı” daha da ünlü etti. 2013 yılından beri sahte balcı ile sürdürdüğüm hukuk mücadelesine ise kulak veren bile yok. Bu basın mı kamu hizmeti yapıyor..? Ölmüşüm ağlayanım yok…

04.07.2019 Üsküdar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu

ŞEHADET FEDAİLERİ, CİHAD VE FİLİSTİN

Emeviler devrinde Abdurrahman b. Velid kumandasında bir İslâm ordusu, Kostantiniye’ye yani İstanbul’a bir sefer düzenlemişti. Ebu Eyyüb el-Ensarî Hazretleri de yaşı seksenin üzerinde olmasına rağmen, bu ordunun askerleri arasındaydı. Harb esnasında Rumlar şehrin surlarına arkalarını dayamışlardı. O sırada Müslümanlardan bir zat, kaledeki düşman üzerine açıktan hücum etmiş, bunu gören Müslümanlar, “Allah yolunda mal varlığınızdan harcayın da kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” ayet-i celilesini dikkate alarak: “…kendi kendini tehlikeye atıyor” demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Eyyüb el-Ensarî: Ey Müslümanlar! Bu âyet biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Allah Peygamberine yardım edipte din-i İslâmı galibiyete mazhar kıldığı zaman biz, artık mallarımızın başında durup onları arttırmak ve ıslahı ile meşgul olalım mı? demiştik. Allah Teâla: “Allah yolunda sarfediniz. Kendi kendinizi tehlikeye bırakmayınız1 ayetini indirdi. Bundan dolayı kendini tehlikeye atmak, mallarımızın başında durup, onları arttırmak, ıslah ile uğraşıp cihadı terk etmemizdir” demiştir. 2 Söylemekle kalmamış, akabinde bütün gücünü ortaya koyarak Allah yolunda cihada girişmiş ve nihayet şehid düşerek İstanbul’da defnolunmuştur.

Ebu Eyyub el-Ensarî böylece kendini tehlikeye atmanın, Allah yolunda cihadı terk etmek demek olduğunu ve âyetin bu hususta nazil olduğunu haber vermiştir. Nitekim âyet-i celilenin nüzul sebebi, Allah yolunda harb ve çarpışmadan, o uğurda mal harcamaktan kaçınmanın bir tehlike olduğunu hatırlatmak içindir.3

Elleriyle kendini tehlikeye atmak, günah işlemekle mağfiretten ümidi kesmek” olduğu da rivayet edilmiştir.4 Bunun, infak karinesiyle: “Harcamada israf edip, yiyecek, içecek bulamayacak dereceye vararak telef olmak” manâsına geldiği de söylenmiş, “Düşmana tesir etmeyecek bir şekilde harbe atılmak” demek olduğu da belirtilmiştir ki Ebu Eyyüb’un itiraz ettiği ve nüzul sebebini anlattığı cemaatin görüşü de bu idi.

Sebebin özel oluşu, hükmün genel oluşuna engel olmayacağı” ayet-i celilede bu manaların toplanmasında da çelişki ve terslik bulunmaması, zikredilen manaların hepsine dayanak kılınmasına imkan vermektedir. Bunun için İmam Muhammed, Siyer-i Kebir’inde der ki: “Tek başına bir adam, bin kişiye hücum edecek olsa, eğer kurtulma veya düşmanı kırma ve tesir etme ümidi varsa, sakınca yoktur. Kurtulma veya düşmanı kırma ümidi yoksa mekruhtur. Çünkü Müslümanlara bir faydası olmaksızın kendini ölüme atmış olur. Bunu yapacak olan kimse ya kurtulmak veya Müslümanlara bir faydası bulunmak ümidi olursa yapmalıdır. Kurtulma ve düşmanı kırma ümidi olmadığı halde diğer Müslümanlara cesaret versin ve böylece düşmanı tepelesinler diye misal gösterilecek bir örnek olmak üzere yaparsa sakınca yoktur…5

Kendini öldürmede dine ait bir menfaat varsa; o zaman da bunu yapmak, pek şerefli bir makam olur ki Cenab-ı Allah, Rasulullah’ın ashabını bununla övmüştür: “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine Cennet vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler.”6Kendini öldürmede dine ait bir menfaat varsa; o zaman da bunu yapmak, pek şerefli bir makam olur ki Cenab-ı Allah, Rasulullah’ın ashabını bununla övmüştür: “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine Cennet vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler.”

Allah (c.c) yarattıklarını en iyi bilen ve onlara en merhametli olandır. Mal kazanma, biriktirme hırsı ve rahat yaşama arzusuna dalıp cihadı terk etmenin tehlikesini hatırlatıp bizi uyarmıştır.

Cihad ruhunun yaşatılmadığı toplumlar zilleti tatmaktan kurtulma güvencesi bulamazlar.

Filistin’de yok edilmek, öldürülmek istenen bu ruhtur. Bu ruhun canlı tutulması, beslenmesi ve desteklenmesi bütün dünyadaki Müslümanların boynunun borcudur. Bizim için direniş ve dirilişin gerçekleşmesi, maddi ve manevi terakkinin tahakkuku, Kur’an ve Sünnet’in aydınlattığı yolda kararlı bir yürüyüşle mümkün olabilir.

O yolda olmak, hem bu dünyada huzura kavuşmamıza imkan veriyor hem de Cenneti garanti etme fırsatı sağlıyor. 

Filistin’deki cihadı değerlendirirken aşağıdaki hususları mutlaka bilmek ve dikkate almak gerekiyor:

  1. Filistin’de, Müslümanlarla Siyonist Yahudiler arasında sürekli bir savaş hali olup, sözüne ve sözleşmesine güvenilmeyen bir düşmanla karşı karşıya bulunulduğu,
  2. İsrail’de yaşayan Yahudilerin tamamı, kadın olsun erkek olsun, hangi işi yaparsa yapsın, ev hanımı dahi olsa askeri eğitim almak zorundadır. Yenilenen teknolojiyi öğrenip tatbik edebilmek için herkes yılda iki ay bu eğitime katılmaktadır.
  3. Müslümanların can ve mal güvenliği, teşebbüs hürriyeti yoktur. Sadece ölümlerden ölüm beğenmek hakkı vardır. Çünkü Siyonist Yahudiler kendileri dışındaki insanların, kendilerine hizmet ettikleri sürece yaşama hakları olduğuna inanırlar.
  4. Yahudilerin tamamı Siyonist düşünceyi onaylamazlar. Ancak İsrail’de yaşayan Yahudilerin çoğunluğu Siyonist zihniyetli Yahudilerdir. 
  5. İsrail’de yaşayan Hıristiyanlar ise, Yahudilerden hoşlanmazlar. Hatta Müslümanlardan daha fazla onlardan nefret ederler. Müslüman – Siyonist Yahudi çatışmasında Müslümanlardan yana tavır koymayı tercih ederler.
  6. İsrail Devleti, ihtiyaç hissettiği zaman muhalifleri ile ilgili devreye sokmayı düşüneceği etkinlikte bir İslam ülkesi ve lideri kalmadığını çok iyi biliyor. Bundan dolayı Türkiye ile ilişkilere çok önem veriyor. Son günlerde Sayın Başbakan’ın onurlu çıkışı ve tavrından rahatsız olsa da, O’nu karşısına almayı göze alamıyor. Sadece onun artan etkinliğinden istifade etmeyi sağlayacak tedbir ve çareleri planlıyor.
    Çünkü Türkiye’nin konumu, Başbakan’ın artan itibar ve etkinliğinin şu anda alternatifi olmadığı gibi, Suriye, Lübnan, İran ve Filistin gibi ülkelerle yaşanan sıkıntılarda, Türkiye’nin aracılığına en çok ihtiyaç duyan ülke Amerika ve İsrail olduğunu herkes biliyor. Ayrıca Türkiye’yi şu anda kendileri için tehlike de görmüyorlar. 
  7. Hamas’ın hakim olduğu Gazze bölgesinde, farklı fikirlerde, küçükte olsa değişik gruplar da bulunmaktadır. Hatta İsrail güdümünde olup Siyonistlere haber uçuran, ajanların bile aynı bölgede varlığını inkâr etmek mümkün değildir.
  8. Hamas, İslâmi kültür, birikim ve hassasiyeti olan insanların denetiminde olan bir halk hareketidir. Filistin halkının güvenebileceği en güçlü ve samimi bir yapılanma konumunda olduğu söylenebilir. Çaresizlik ve mahrumiyetler içerisinde mücadelelerini sürdürmek gayretindedirler. Onların sahadan çekilmesini sağlayabilseler İsrail’in Filistin’e mutlak hakimiyeti önünde ciddi bir engel kalmamış olacak. İşte bundan dolayı Siyonist Yahudilerin en çok korktuğu şey cihad ruhunun yaşatılmasıdır.

Haziran 2004

Ebu Enes Trabzoni

(Ahmet Ziya İbrahimoğlu)

  1.  Bakara Suresi 195.Ayet ↩︎
  2.  Tirmizi ve Ebu Davud’da tahric edildiği beyanı ile Hak Dini Kur’an Dili 2/701 ↩︎
  3.  İbni Abbas, Huzeyfe, Hasan, Kafade, Mücahid, Dehhak’tan böyle rivayet edilmiştir. Hak Dini Kur’an Dili 2/701 ↩︎
  4.  Bera’b, Azib ve Ubeyde es-Selmanî Hazretlerinden böyle rivayet edilmiştir. Hak Dini Kur’an Dili 2/701 ↩︎
  5.  Hak Dini Kur’an Dili Elmalı Cild 2/702 ↩︎
  6.  Tövbe Süresi 111. Ayet ↩︎